اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اللَّهُ | Allah |
|
2 | يَعْلَمُ | bilir |
|
3 | مَا | neyi |
|
4 | تَحْمِلُ | yüklendiğini |
|
5 | كُلُّ | her |
|
6 | أُنْثَىٰ | dişinin |
|
7 | وَمَا | ve neyi |
|
8 | تَغِيضُ | eksilttiğini |
|
9 | الْأَرْحَامُ | rahimlerin |
|
10 | وَمَا | ve neyi |
|
11 | تَزْدَادُ | artırdığını |
|
12 | وَكُلُّ | ve her |
|
13 | شَيْءٍ | şey |
|
14 | عِنْدَهُ | onun yanında |
|
15 | بِمِقْدَارٍ | bir ölçü iledir |
|
Riyazus Salihin, 30 Nolu Hadis
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in azadlısı, dostu ve dostunun oğlu olan Ebû Zeyd Üsâme İbni Zeyd İbni Hârise radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre o şöyle dedi:
Kızı (Zeynep), Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e: – Oğlum ölmek üzeredir, lütfen bize kadar geliniz, diye haber gönderdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:“Alan da veren de Allah’tır. O’nun katında her şeyin belli bir vakti vardır. Sabretsin ve ecrini Allah’tan beklesin”, buyurarak kızına selâm gönderdi.
Bunun üzerine Kızı, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e;
Ne olur, mutlaka gelsin, diye tekrar haber yolladı. Bu defa Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanında Sa’d İbni Ubâde, Muâz İbni Cebel, Übeyy İbni Kâ’b, Zeyd İbni Sâbit ve başka bazı sahâbîler olduğu halde kalkıp kızına gitti. Çocuğu Hz. Peygamber’e verdiler, kucağına aldı. Yavrucak pek zor nefes almaktaydı. Resûlullah’ın gözlerinden yaşlar boşandı.
Durumu gören Sa’d İbni Ubâde:
Ey Allah’ın Resûlü, bu ne haldir? dedi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de:
“Bu, Allah’ın, kullarının kalbine koymuş olduğu merhamet duygusudur” buyurdu.اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُ fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfudur. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
تَحْمِلُ merfû muzari fiildir. كُلُّ fail olup lafzen merfûdur. اُنْثٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
مَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ cümlesi atıf harfi وَ ’la öncesine matuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
تَغ۪يضُ merfû muzari fiildir. الْاَرْحَامُ fail olup lafzen merfûdur.
وَمَا تَزْدَادُ cümlesi atıf harfi وَ ’la öncesine matuftur. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَزْدَادُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
تَزْدَادُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
تَزْدَادُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi زيد ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. كُلُّ mübteda olup lafzen merfûdur. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عِنْدَهُ mekân zarfı, كُلُّ ’un veya شَيْءٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. بِمِقْدَارٍ car mecruru كُلُّ ’un mahzuf haberine müteallıktır.اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil, lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi zamana dikkat çeker ve hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Medih makamında oluşu istimrar manasına da işaret eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Sılası olan تَحْمِلُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki ikinci ve üçüncü mevsûller, birinciye temâsül nedeniyle atfedilmiştir.
Mevsûllerin sılaları muzari fiille gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmişlerdir.
تَغ۪يضُ - تَزْدَادُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. Ayrıca bu cümlelerde mukabele sanatı vardır.
تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ ifadesi hayranlık verici bir istiaredir. Çünkü gerçek anlamda غ۪يضُ ile sadece su nitelenir ve غاض الماء ve ُغِضْتُه (su kesildi, onu eksiltirim) denir. Ancak nutfeye su ismi verilince rahimlerin mekânlarında eksiltme yapmak ve o mekânları kapsamakla nitelenmesi caiz olmuştur ki rahimlerin o sudan eksilttiği şey “alaka (sperm)”, sonra bir et çiğnemi, daha sonra biçimlenmiş bir canlı haline dönüşmek suretiyle (cenin olarak) artıp gelişmesine sebep oluyor. İşte (Allah)’ın, مَا تَزْدَادُ (rahimlerin artırdığı şeyler) sözünün manası budur. Yine denildiğine göre مَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ (rahimlerin eksilttikleri şeyler) ifadesinin anlamı, “alakaları düşürerek yaratılanı (cenini açığa) çıkararak eksilttikleri şeyler”dir. مَا تَزْدَادُ (artırdıkları) ifadesinin anlamı ise “yaratılanı (bebeği) tam ve kâmil hale geldiği için doğurdukları” demektir. Şu halde buradaki الْغ۪يضُ eksilmek/eksiltmek, الإزْدياد ise tam olmak/tamamlamaktan ibaret olur. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Ayetteki ilk مَا harfi, ismi mevsûl veya soru harfidir. Mana; ismi mevsûl olursa “taşıdıkları şeyi bilir”, soru harfi olursa “ne taşıdıklarını bilir” olur. Her iki manayı da ihtiva edebilmesi tevcih sanatıdır.
Ayetteki ما edatları, ya ism-i mevsûl ya da masdariyyedir. İsm-i mevsûl oluşlarına göre mana: “Allah her dişinin gebe olduğu çocuğun hangi cinsten yani erkek mi dişi mi, tam mı yoksa noksan mı, güzel mi yoksa çirkin mi, uzun mu yoksa kısa mı olacağını ve mevcut ve ileride ortaya çıkacak hallerini bilir.” şeklinde olur. غيض masdarı, fiili müteaddi veya lâzım sayılsın “noksanlık” manasınadır.
وَمَا تَغٖيضُهُ الْاَرْحَامُ [Rahimlerin neyi zayi ettiğini bilir.] manası kastedilmiştir. Fakat ه zamiri mahzuftur. (Fahreddin er-Râzî)
وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ
Ayetin son cümlesi istînafiyeye matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mekân zarfı عِنْدَهُ, mübteda olan كُلُّ ’nün mahzuf sıfatına, بِمِقْدَارٍ ise mahzuf habere müteallıktır.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev, بِمِقْدَارٍ ’deki tenvin ise tazim ifade eder.
Veciz ifade kastına matuf عِنْدَهُ izafeti muzâfı tazim içindir.
بِمِقْدَارٍ - تَزْدَادُ - تَغ۪يضُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.