Ra'd Sûresi 7. Ayet

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟  ...

İnkâr edenler, “Ona Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Her kavim için de bir yol gösteren vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَقُولُ ve diyorlar ki ق و ل
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
4 لَوْلَا değil miydi?
5 أُنْزِلَ indirmeli ن ز ل
6 عَلَيْهِ ona
7 ايَةٌ bir ayet ا ي ي
8 مِنْ -nden
9 رَبِّهِ Rabbi- ر ب ب
10 إِنَّمَا şüphesiz
11 أَنْتَ sen
12 مُنْذِرٌ bir uyarıcısın ن ذ ر
13 وَلِكُلِّ ve hepsi için vardır ك ل ل
14 قَوْمٍ toplumun ق و م
15 هَادٍ bir yol göstericisi ه د ي
 
“Uyarıcı” diye tercüme ettiğimiz münzir kelimesi “korkulu haber vererek kişiyi o konuda uyaran” anlamında bir sıfattır. Bu anlamda birçok âyette peygamberlerin, özellikle Hz. Peygamber’in vasfı olarak kullanılmıştır (krş. Sâd 38/4, 65; Kaf 50/2; Nâziât 79/45). “Kılavuz” diye çevirdiğimiz hâdî kelimesi ise “yol gösteren, hayır ve mutluluk veren bir hedefe rehberlik eden” mânasına gelir. Kur’an’da birçok yerde Allah’ın ismi olarak “insana hayatını sürdürebilmesi için gerekli olan akıl, muhâkeme ve zaruri bilgileri veren; ebedî mutluluğunu sağlayacak mânevî yolu ona gösteren” anlamlarında geçen kelime, bu âyette peygamberlerin vasfı olarak kullanılmıştır (bilgi için bk. Bekir Topaloğlu, “Hâdî”, DİA, XV, 9). İnkârcılar, Hz. Muhammed’in Allah tarafından görevlendirilmiş bir peygamber olduğuna dair ondan mûcize istiyorlardı; onların bu tutumu başka âyetlerde de ifade edilmiştir (bk. İsrâ 17/90-93; Furkan 25/7-8). Oysa peygamberin asıl görevi mûcize göstermek değil, insanları uyarmak, yanlışlık, haksızlık ve sapkınlıktan sakındırmaktır. Yüce Allah her topluluğa uyarıcı olarak peygamber göndermiştir (Fâtır 35/24). Allah Teâlâ peygamberlerini mûcizelerle desteklemiş olmakla beraber O izin vermedikçe hiçbir peygamber mûcize gösteremez.
 Âyetin son bölümü müfessirler tarafından üç şekilde yorumlanmıştır: a) Sen sadece bir uyarıcısın; her topluluğun senin gibi bir yol göstericisi yani peygamberi vardır. Bizim meâlimiz bununla örtüşmektedir. b) Sen sadece bir uyarıcı, aynı zamanda bütün insanlar için bir yol göstericisin. Bu yorum, Kur’an mesajının evrenselliğini vurgulamaktadır. c) Sen sadece sana emanet edilen mesajı tebliğ etmekle görevli bir uyarıcısın, asıl hidayete kavuşturan, yol gösteren ise yalnızca Allah’tır.
 Hâdî kelimesinin sözlük anlamından hareketle son cümleyi, “Her toplumun yol gösteren önderi, lideri veya davetçisi vardır” şeklinde anlayanlar da olmuştur (Taberî, XIII, 106-109).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 274-275
 

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَقُولُ  merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ ’dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا yani “Değil mi?” manasındadır.

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mebni mazi fiildir.

عَلَيْهِ  car mecruru   اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.  اٰيَةٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ رَبِّه۪  car mecruru   اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟

 

اِنَّمَا, kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir.  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.

Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُنْذِرٌ  haber olup lafzen merfûdur.

وَ  atıf harfidir. لِكُلِّ  car mecruru  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  قَوْمٍ   muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

هَادٍ۟  muahhar mübteda olup mahzuf elif üzere mukadder damme ile merfûdur. 

هَادٍ۟  kelimesi ism-i mankustur.

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere mankus isimler denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir: 

a. Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b. Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) îrab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzî olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. 

Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ

 

Ayet …وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو  cümlesine matuftur.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin ismi mevsûlle marife kılınması onların adını yahut sıfatlarını açıkça söylemekten imtina edilmesi sebebiyle olabilir.

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavline dahil olan  لَوْلَٓا  harfi, bu cümlede  هلا  manasındadır. 

Tahdid harfi  لَوْلَٓا ’nın dahil olduğu cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

لَوْلاَ  “meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya” manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak ‘teşvik’ anlamına gelse de terim olarak “Bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

اٰيَةٌ ’un nekre gelişi nev ve tazim ifade eder.

رَبِّه۪  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

Burada zamir yerine ismi mevsûl gelmesi küfürlerini daha kuvvetli bir şekilde tescil etmek içindir. Ayrıca böylece sözlerinin sebebine de işaret edilmiştir. (Âşûr)


  اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.  Kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasır, mübteda ve haber arasındadır.

اَنْت  mevsûf ve maksûr,  نَذ۪يرٌ sıfat ve maksurun aleyhtir. Kasrı mevsuf ale’s sıfattır.  İzafi kasırdır.

اِنَّـمَٓا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ, Peygamber Efendimizin uyarıcı vasfını öne çıkararak  مُنْذِرٌ  oluşunu,  اِنَّـمَٓا  kasr edatıyla tekitli olarak buyurmuştur.

Makabline matuf olan  وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟  cümlesinde takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لِكُلِّ قَوْمٍ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Mübteda olan  هَادٍ۟ ’deki tenvin tazim,  قَوْمٍ ’in tenkiri ise, teksir ifade eder.

هَادٍ۟ - كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

اَنْتَ - كَفَرُوا  kelimeleri arasında gaipten muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Ayette kâfirler ile Hz. Peygamberin birbirlerine ne kadar uzak oldukları görülmektedir. Kâfirlerin Hz. Peygamberi kendilerine muhatap almamalarına karşılık, Allah Teâlâ Hz. Peygamberi kendine muhatap olarak almış, bir anlamda teselli etmiş ve peygamberliğini tekit etmiştir. (Müşerref Ulusu  (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Allah Teâlâ, kâfirlerin önce haşri ve neşri inkâr etmelerinden ötürü, Hz. Peygamberin nübüvvetini inkâr etmiş olduklarını; ikinci olarak, Hz. Peygamberin (sav) onları uyardığı, başlarına gelecek ve köklerini kazıyacak bir azabın inmesine dair bildirdiği şeyin doğruluğunu inkâr ettikleri için yine onun nübüvvetini inkâr etmiş olduklarını; üçüncü olarak da ondan mucize ve deliller istemek sureti ile nübüvvetini inkâr etmiş olduklarını anlatmıştır. İşte bu ayette anlatılan, bu üçüncü husustur. (Fahreddin er-Râzî)

Onların “kâfirler” olarak ifade edilmeleri, kendilerini zemmetmek ve karşısında sağır dağların bile secdeye kapandığı Allah'ın o büyük ayetlerini inkâr etmelerini teşhir etmektir. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ aslında onları  إنَّما أنْتَ مُنْذِرٌ  sözüyle reddetmiştir. Bu ifadede Nebiyi inzar sıfatına kasretmiştir. Bu kasr izafîdir. Yani “Sen sadece uyarıcısın, mucize yaratıcı değilsin.” demektir. Bu yüzden kasr inzar açısındandır, insan oluşu bakımından değildir. Çünkü izafî kasr müşrikler karşısındaki haline nispetledir. (Âşûr)