Ra'd Sûresi 21. Ayet

وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِۜ  ...

Onlar, Allah’ın riâyet edilmesini emrettiği haklara riâyet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve onlar
2 يَصِلُونَ bitiştirirler و ص ل
3 مَا şeyi
4 أَمَرَ istediği ا م ر
5 اللَّهُ Allah’ın
6 بِهِ kendisiyle
7 أَنْ
8 يُوصَلَ bitiştirilmesini و ص ل
9 وَيَخْشَوْنَ ve saygılı olur خ ش ي
10 رَبَّهُمْ Rablerine karşı ر ب ب
11 وَيَخَافُونَ ve korkarlar خ و ف
12 سُوءَ en kötü س و ا
13 الْحِسَابِ hesaptan ح س ب
 
Allah Teâlâ 19. âyette Kur’an’ın hak olduğuna inanmayanı köre benzetmekte, inananların bu körle eşit olmayacağını, bunu ancak akıl ve sağ duyu sahiplerinin kavrayabileceklerini bildirmiştir. Akıl sahiplerinin nitelikleri ise müteakip âyetlerde şöyle sıralanmaktadır: Bunlar Allah’a vermiş oldukları sözden dönmezler; dinî, ahlâkî, hukukî ve toplumsal bütün yükümlülüklerini yerine getirirler; Allah’ın, gözetilmesini emrettiği şeyleri gözetirler, yani insanlık, akrabalık, komşuluk, din kardeşliği ve benzeri insanlar arası ilişkilerden doğan haklara riayet ederler; rablerine karşı kulluk görevlerinde kusur etmemeye çalışırlar; Allah huzurunda hesaplarının kolay olmasını dilerler; Allah’ın rızâsını kazanmak için uğrunda karşılaştıkları her türlü sıkıntılara sabrederler; namazlarını vaktinde dosdoğru kılarlar; Allah’ın kendilerine vermiş olduğu nimetlerden gizli açık Allah yolunda harcarlar; kötülüğü iyilikle savarlar yani haksızlığa karşı adaletle, yalancılığa karşı doğrulukla, rezilliğe karşı da erdemle mücadele ederler. İşte dünya yurdunun güzel sonu yani cennetler bunlarındır. Bu güzel sonun ne olduğu bundan sonraki (23-24.) âyetlerde açıklanmıştır.

Kaynak :
Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 284-285
 

وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ism-i mevsûle matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  يَصِلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَصِلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا , mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَمَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  بِه۪ٓ  car mecruru  اَمَرَ  fiiline müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  بِه۪ٓ ‘deki zamirden bedel olarak mahallen mecrurdur.

يُوصَلَ  mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

 

 وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِۜ

 

وَ  atıf harfidir.  يَخْشَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

رَبَّهُمْ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  يَخَافُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

سُٓوءَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  الْحِسَابِ  muzâfun ileyh olup fetha ile mansubdur.

 

وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِۜ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ism-i mevsûle atfedilmiştir.

Sılasının muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Aralarında mürâât-ı nazîr bulunan Allah ve Rab isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanmıştır.

Masdar harfı  اَنْ  ve akabindeki muzari fiil sıygasında  يُوصَلَ  cümlesi, masdar tevilinde,  بِه۪ٓ ‘deki zamirden bedeldir.

Aynı üslupta gelen müteakip iki cümle masdar-ı müevvele matuftur. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümlelerde fiillerin muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sarih masdar yerine masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi, açık masdarın bu olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. Oysa bahsi geçenlerin bu özelliklerinin bir kere gerçekleştiği manası murad edilmemiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.1, s. 83)


Onların özelliklerinin, Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırmak, Rablerinden korkmak ve kötü hesaptan endişe etmek şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

رَبَّهُمْ  izafetinde, Rabb ismine muzafun ileyh olan  هُمْ  zamiri dolayısıyla onlar, şan ve şeref kazanmışlardır. 

Rablerinden korkarlar ifadesinden sonra kötü hesaptan korkarlar ifadesi umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.

Az sözle çok anlam ifade eden  سُٓوءَ الْحِسَابِۜ izafetinde sıfat, mevsufuna muzâf olmuştur. 

يَخْشَوْنَ - يَخَافُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَصِلُونَ - يُوصَلَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, يَخَافُونَ - يَخْشَوْنَ  arasında mürâât-ı  nazîr sanatı vardır.

Onlar Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi bitiştirirler” ayeti sıla-i rahim hakkında zahir (açık bir delil)dir. Bu Katâde ve müfessirlerin çoğunun görüşüdür. Bununla birlikte bütün itaatleri de kapsamına alır. (Kurtubî)

"Onlar ki, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi bitiştirirler" ifadesinde şöyle bir soru bulunmaktadır: Ahde vefa göstermek ve misakı bozmamak, emrolunan bütün şeyleri yapmanın, nehyedilen bütün şeylerden de kaçınmanın vâcip olduğu hükmünü kapsamaktadır. O halde, bu iki ifadeden sonra bu kayıtların zikredilmesinin yararı nedir? Bundan murad, kullara farz olan bütün hak ve hukuka riayet etmektir. Bu sebeple buna, sıla-i rahim ve, Cenab-ı Hakk'ın, "Müminler ancak kardeştirler" (Hucurat/10) şeklinde de buyurduğu gibi iman kardeşliği vesilesiyle sabit olan yakınları ziyaret dahil olduğu gibi, bu "sıla"ya, imkân nisbetinde onlara iyilikler yapıp sıkıntılarını gidermek suretiyle yardımda bulunmak; hasta ziyaretinde bulunmak, cenaze merasimlerinde hazır olmak, insanlara selam verip selamı yaymak, onlara tebessüm etmek, onlara eziyet ve sıkıntı vermemek; yine aynı şekilde bütün canlılara, hatta kedi ve tavuğa dahi iyi davranmak dahildir. (Fahreddin er-Râzî)


Haşyet aslında tazimle birlikte korkmak demektir. Haşyet kötülüğün bulunduğu yerle alakalıdır. Mesela cehennemden korkmak gibi. Haşyet Kur’an’da 48 kere geçmiştir. Saygıyla karışık sevginin yoğurduğu bir korku halidir. Ayrıca korkulan şeyin varlığıyla ilgilidir. Zeyd’den haşyet duyarım denilebilir, fakat Zeyd’in gitmesinden haşyet duyarım denmez. Bu nedenle bu ayeti kerimede Rablerinden haşyet duyarlar, hesabın kötüsünden havf ederler, buyurulmaktadır.

خَوف ; kişi ile yani mütekellim ile alakalıdır. Fareden korkuyorum (خَوف) denir, çünkü o benim zayıflığımdır. Havfın zıddı emin olmak, emniyette olmaktır. Vukû bulma ihtimali olan bir şey için duyulan korkudur. Başka bir deyişle; gelecekte olması beklenen bir zarar sebebiyle etkilenmek, tedirgin olmak demektir. (et-Tahkîk).

خشوع  muhatabın azameti karşısında duyulan korkudur. Haşyet kötülüğün bulunduğu yerle alakalıdır. Mesela cehennemden korkmak. Bir de havf vardır. O kişi ile yani mütekellim ile alakalıdır.

Haşyet iki çeşittir:

a) İbadet ve tâatlarında, ibadetin fesadına veya onun sevabının azalmasına sebebiyet verecek bir biçimde bir fazlalığın, veya bir eksikliğin yahut da bir bozukluk ve bir halelin meydana gelmesinden korkmak.

b) Allah'ın celâl ve azametinden korkmak. Çünkü insan, kudretli ve heybetli bir hükümdarın huzurunda bulunduğu zaman, o tam tâat içinde bulunuyor olsa dahi, ancak ne var ki onun kalbinden o celâlin, yüceliğin ve azametin heybeti gitmez. (Fahreddin er-Râzî)