Ra'd Sûresi 22. Ayet

وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ  ...

Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve onlar
2 صَبَرُوا sabrederler ص ب ر
3 ابْتِغَاءَ arzu ederek ب غ ي
4 وَجْهِ yüzünü (rızasını) و ج ه
5 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
6 وَأَقَامُوا ve kılarlar ق و م
7 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
8 وَأَنْفَقُوا ve harcarlar ن ف ق
9 مِمَّا şeyden
10 رَزَقْنَاهُمْ rızıklandırdığımız ر ز ق
11 سِرًّا gizlice س ر ر
12 وَعَلَانِيَةً ve alenen ع ل ن
13 وَيَدْرَءُونَ ve savarlar د ر ا
14 بِالْحَسَنَةِ iyilikle ح س ن
15 السَّيِّئَةَ kötülüğü س و ا
16 أُولَٰئِكَ işte
17 لَهُمْ onlarındır
18 عُقْبَى sonu ع ق ب
19 الدَّارِ şu yurdun د و ر
 
Allah Teâlâ 19. âyette Kur’an’ın hak olduğuna inanmayanı köre benzetmekte, inananların bu körle eşit olmayacağını, bunu ancak akıl ve sağ duyu sahiplerinin kavrayabileceklerini bildirmiştir. Akıl sahiplerinin nitelikleri ise müteakip âyetlerde şöyle sıralanmaktadır: Bunlar Allah’a vermiş oldukları sözden dönmezler; dinî, ahlâkî, hukukî ve toplumsal bütün yükümlülüklerini yerine getirirler; Allah’ın, gözetilmesini emrettiği şeyleri gözetirler, yani insanlık, akrabalık, komşuluk, din kardeşliği ve benzeri insanlar arası ilişkilerden doğan haklara riayet ederler; rablerine karşı kulluk görevlerinde kusur etmemeye çalışırlar; Allah huzurunda hesaplarının kolay olmasını dilerler; Allah’ın rızâsını kazanmak için uğrunda karşılaştıkları her türlü sıkıntılara sabrederler; namazlarını vaktinde dosdoğru kılarlar; Allah’ın kendilerine vermiş olduğu nimetlerden gizli açık Allah yolunda harcarlar; kötülüğü iyilikle savarlar yani haksızlığa karşı adaletle, yalancılığa karşı doğrulukla, rezilliğe karşı da erdemle mücadele ederler. İşte dünya yurdunun güzel sonu yani cennetler bunlarındır. Bu güzel sonun ne olduğu bundan sonraki (23-24.) âyetlerde açıklanmıştır.

Kaynak :
Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 284-285
 
علن Alene: عَلانِيَةٌ gizlilik ve mahremiyet anlamlarına gelen سِرٌّ kelimesinin zıddıdır. Bu sözcük maddi konularda değil daha çok manevi konularda kullanılır. Kuran-ı Kerim’de de geçen if’al formundaki أعْلَنَ kullanımı aşikar kılmak, açığa çıkarmak ve ilan etmek anlamındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 16 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri aleni ve ilandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ism-i mevsûle matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  صَبَرُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

صَبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ابْتِغَٓاءَ  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.  وَجْهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. Mef’ûlün lieclihi veya Mef’ûlün min eclihi de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

1) Harf-i cersiz kullanımı:

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c) Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d) Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

NOT: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la sılaya matuftur. اَقَامُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 الصَّلٰوةَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  اَنْفَقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlü,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  اَنْفَقُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

رَزَقْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

سِراًّ  hal olup fetha ile mansubdur.  عَلَانِيَةً  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  سِراًّ ‘e matuftur.


وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ 

 

وَ  atıf harfidir.  يَدْرَؤُ۫نَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِالْحَسَنَةِ  car mecruru  يَدْرَؤُ۫نَ  fiiline müteallıktır.  السَّيِّئَةَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

 

  اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ

 

İsim cümlesidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

عُقْبَى  muahhar mübteda olup mukadder damme ile merfûdur.  الدَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la 20. ayetteki ism-i mevsûle atfedilmiştir. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Veciz ifade kastına matuf   ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ  izafetinde  ابْتِغَٓاءَ , mef’ûlün lieclihtir.

Bu izafette Rab ismine muzâfun ileyh olan هِمْ zamiri sebebiyle onlar, yine Rab ismine muzâf olması  sebebiyle de  وَجْهِ  şan  ve şeref kazanmıştır.

 وَجْهِ رَبِّهِمْ  ibaresi rabbin rızası anlamında istiaredir. Yüz bir şeyin zatı ve kendisi demektir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

Cenab-ı Hakk'ın, "Rablerinin rızasını isteyerek" buyruğu, bu mecazi manaya hamledilir. Yani aşık olan kimse, sevgilisinin yüzüne bakmakla duyacağı hazdan dolayı, onun dövüşüne de razı olduğu gibi, kul da Hakkın nurunun marifetine gark olduğu için O'nun bela ve sıkıntılarına katlanır, sabreder ve ona razı olur. Bu çok güzel bir inceliktir. (Fahreddin er-Râzî)


صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ  [Rabbinin vechini isteyerek sabrederler.] cümlesinde ihtiras itnabı vardır. (Muhyiddin Derviş-İrab) “Söz söyleyenin kelamında bir eksiklik sezmesi veya amacının dışına çıktığını düşünmesi üzerine, bu eksikliği giderecek bir ifade getirmesidir.”(Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları) 

Buradaki;  وَالَّذ۪ينَ  [Onlar] nin yeni bir cümle olduğu söylenmiştir. Çünkü;  صَبَرُوا  fiili mazi olup;  يَصِلُونَ  [Bitiştirirler] şeklindeki muzari fiile atfedilemez. Bunun, önce sözü edilenlerin sıfatlarından olduğu da söylenmiştir. Sıfat ise kimi zaman mazi lafzı ile kimi zaman müstakbel (muzari) lafzı ile yapılabilir. Çünkü ayet: ‘’kim bunu yaparsa, ona şu vardır’’ anlamındadır. "Onlar" anlamındaki kelime aynı zamanda şart manasını da ihtiva ettiğinden ve şart cümlesinde de mazi tıpkı müstakbel (muzari) gibi olduğundan da bu şekilde fiilin gelmesi mümkün olmuştur. Bundan dolayı önce "onlar... yerine getirirler" diye (muzari fiil ile) buyurulduktan sonra (mazi fiil ile): "onlar... sabrederler" diye buyurulmakta, daha sonra da ona  وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ  [kötülüğü iyilikle Savarlar] diyerek (yine muzari fiil kullanılarak) atıf yapılmaktadır. (Kurtubî)


 وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ 

 

Sıla cümlesine atfedilen  وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupla gelerek makabline atfedilen  وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً  cümlesi ve  وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte,  اَنْفَقُوا  fiiline müteallıktır. Sılası olan  رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً , mazi fiil sıygasında  faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki fiiller mazi sıygada gelerek temekkün ve istikrara işaret ederken,  يَدْرَؤُ۫نَ  fiili muzari gelerek teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.

Önceki ayetteki Allah ve Rab isimlerinden sonra bu ayette  رَزَقْنَاهُمْ ‘daki azamet zamirine iltifat edilmiştir.

Namaz ve zekât, her ne kadar ilk cümlenin muhtevasına dahil olsalar da namazın diğer ibadetlerden daha kıymetli olduğuna dikkat çekmek için Cenab-ı Hak onu müstakil olarak zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً  ifadesi hakkında Hasan el-Basri şöyle demiştir; "Bu ifadeyle farz olan zekât kastedilmiştir. Binaenaleyh, o kimse "zekâtını vermiyor" diye töhmet altında tutulmayacaksa, evlâ olan onun zekâtını gizlice vermesidir. Yok eğer, böyle bir töhmet altına alınacaksa, evlâ olanı onu açıktan açığa vermesidir."

Şu da ileri sürülmüştür: "Gizli, kişinin kendisinin verdiği; aşikâr ise onun imama (zekât âmiline) verdiğidir."

Başkaları da şöyle demiştir: Aksine bu ifadeyle, hem farz olan zekât; hem de nafile olarak (fazladan) verilen sadaka kastedilmiştir. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk'ın, "gizli olarak" şeklindeki "kaydı" nafileyle; "aşikâr olarak" şeklindeki kaydı ise, farz olan zekâtla alakalı olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)


 اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ

 

Cümle beyanî istinaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i itiisâldir. Bu cümlenin, …الذين يوفون  cümlesindeki mevsûlün haberi olduğu da söylenmiştir.

Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyh olan  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin isim cümlesi formunda gelen haberi  لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ  ‘de takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Müsnedün ileyh işaret edilenlere tazim ve teşvik için işaret ismiyle marife olmuştur.

Ayette cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Sayılan özellikler  لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ  ifadesinde cem’ edilmiştir.

صَبَرُوا - الصَّلٰوةَ - اَنْفَقُوا - الْحَسَنَةِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  سِراًّ - عَلَانِيَةً  ve  الْحَسَنَةِ - السَّيِّئَةَ  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab,  ابْتِغَٓاءَ - يَدْرَؤُ۫نَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

عُقْبَى الدَّارِ , cennetten kinayedir. 

[İşte yurdun] yani ahiretin [akıbeti bunlaradır.] Bu da cehennem yerine cennettir. Yurt demek olan  الدَّارِۙ  ahirette iki tanedir. İtaat edenlere cennet, isyan edenlere de cehennemdir. Yüce Allah, burada itaatkârları söz konusu ettiğine göre, onların da yurdu elbetteki kaçınılmaz olarak cennettir. Buradak yurt  ile dünyanın kastedildiği de söylenmiştir. İşledikleri itaatlerin karşılığı, dünya yurdunda da onlara verilecektir, demek olur. (Kurtubî)

Demişler ki bu ayetlerde sıralanan sekiz hayırlı amel, sekiz cennetin kapısına işarettir.

Bunlar, yani bu sekiz haslete sahip olan akıllı müminler yok mu bu yurdun akıbeti onlar içindir. Dünya yurdunun mutlu sonucu, en sonunda varacağı ahiret saadeti onlara mahsustur. (Elmalılı)