İbrahim Sûresi 21. Ayet

وَبَرَزُوا لِلّٰهِ جَم۪يعاً فَقَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَح۪يصٍ۟  ...

İnsanların hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler büyüklük taslayanlara diyecek ki: “Şüphesiz bizler size uymuştuk; şimdi siz az bir şey olsun, Allah’ın azabından bizi koruyabilecek misiniz?” Onlar da, “Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi, biz de sizi doğru yola eriştirirdik. Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir. Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur” derler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَبَرَزُوا ve göründüler ب ر ز
2 لِلَّهِ Allah’ın huzurunda
3 جَمِيعًا hepsi ج م ع
4 فَقَالَ dediler ki ق و ل
5 الضُّعَفَاءُ zayıflar ض ع ف
6 لِلَّذِينَ kimselere
7 اسْتَكْبَرُوا büyüklük taslayan(lara) ك ب ر
8 إِنَّا şüphesiz biz
9 كُنَّا idik ك و ن
10 لَكُمْ size
11 تَبَعًا tabi ت ب ع
12 فَهَلْ misiniz?
13 أَنْتُمْ siz
14 مُغْنُونَ savabilir غ ن ي
15 عَنَّا bizden
16 مِنْ -ndan
17 عَذَابِ azabı- ع ذ ب
18 اللَّهِ Allah’ın
19 مِنْ (en ufak)
20 شَيْءٍ bir şey ش ي ا
21 قَالُوا dediler ki ق و ل
22 لَوْ eğer
23 هَدَانَا bize yol gösterseydi ه د ي
24 اللَّهُ Allah
25 لَهَدَيْنَاكُمْ biz de size yol gösterirdik ه د ي
26 سَوَاءٌ artık birdir س و ي
27 عَلَيْنَا bize
28 أَجَزِعْنَا sızlansak da ج ز ع
29 أَمْ ya da
30 صَبَرْنَا sabretsek de ص ب ر
31 مَا yoktur
32 لَنَا bize
33 مِنْ hiç
34 مَحِيصٍ kaçıp sığınacak bir yer ح ي ص
 
Dünyada Allah’ın çağrısına kulak vermeyip O’nun emir ve yasaklarını dinlemeyenler, bu toplantı gerçekleştiğinde cezalandırılacaklarını anlayınca birbirlerini suçlamaya başlayacaklar. Özellikle dünyada iradelerini liderlerinin istekleri doğrultusunda kullanmış olan güçsüz kimseler, âhirette gerçeklerle karşılaştıklarında aldatılmış olduklarını anlayacaklar ve dünyada kendilerine uydukları için bu duruma düştüklerini söyleyerek önderlerini kınayacaklar. “…Şimdi siz Allah’ın azabından herhangi bir şeyi bizden savabilir misiniz?” şeklindeki soru, önderlerin bunu yapıp yapamayacaklarını öğrenmek için değil, onları kınamak için sorulacaktır (krş. Gåfir 40/47-48). Çünkü tâbi olanlar önderlerin artık Allah’ın azabından kendilerini dahi kurtaramayacaklarını anlamışlardır.
 Âhirette tâbilerin kınamasına mâruz kalan liderler, dünyada iken hem kendilerini hem de tâbilerini aldatmış olduklarını anlayınca, “Allah bizi doğru yola iletmiş olsaydı biz de sizi iletirdik” diyerek tâbilerden özür dilemeye çalışacaklardır. Taberî bu cümleyi şöyle yorumlamıştır: Bugün Allah’ın azabını savacak bir şeyi Allah bize açıklamış olsaydı biz de onu size açıklardık, siz de onunla Allah’ın azabından korunurdunuz. Şimdi sızlansak da katlansak da fayda vermez (XIII, 199). 
 Âyet bilgi, sosyal statü, ekonomik imkân gibi yönlerden güçlü ve etkin durumda bulunanların, bu özelliklerine paralel sorumlulukları da bulunduğunu hatırlatması yanında şartları ve konumları itibariyle zayıf olanların da önder ve rehberlerini seçmekte, onlara uymakta akıllı ve dikkatli hareket etmeleri hususunda herkesi uyarmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 313-314
 

وَبَرَزُوا لِلّٰهِ جَم۪يعاً فَقَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. بَرَزُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لِلّٰهِ car mecruru  بَرَزُوا  fiiline mütealıktır.

جَم۪يعاً  kelimesi  بَرَزُوا ‘nun failinin hali olarak fetha ile mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الضُّعَفٰٓؤُ۬ا  fail olup lafzen merfûdur.

لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle birlikte  قَالَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اسْتَكْـبَرُٓوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

اسْتَكْـبَرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir.Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli, اِنَّا كُنَّا لَكُمْ ‘dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

نَا  muttasıl zamir  اِنَّ ‘in ismi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ ‘in haberi  كُنَّا ‘nın dahil olduğu isim cümlesidir.

كُنَّا  nakıs,mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

نَا  muttasıl zamir   كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.

لَكُمْ  car mecruru  تَبَعاً ‘nın mahzuf haline müteallıktır. تَبَعاً  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olarak mansubdur. 

اسْتَكْـبَرُٓ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  كبر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


  فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن جاءنا العذاب، فهل أنتم (Bize azap gelirse siz….?) şeklindedir.

هَلْ  istifham harfidir. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

مُغْنُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanır.

عَنَّا  car mecruru  مُغْنُونَ  kelimesine müteallıktır.

مِنْ عَذَابِ  car mecruru  شَيْءٍ ‘nin mahzuf haline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, ism-i fail olan  مُغْنُونَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

مُغْنُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 

2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır. 

4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya mefûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Mekulul-kavl,  لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ ‘dır. قَالُوا  fiilinin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

هَدٰينَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  mef’ûlu bih olarak mahallen mansubdur.

اللّٰهُ  lafza-i celal fail olup lafzen merfûdur.  

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.

هَدَيْنَاكُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


 سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَح۪يصٍ۟

 

İsim cümlesidir.  سَوَٓاءٌ  mukaddem haber olarak merfûdur.  عَلَيْنَٓا car mecruru  سَوَٓاءٌ ‘e müteallıktır.

Hemze tesviye manasındadır. Çünkü hemze-i tesviye, kendisinden sonra gelen cümleyi masdar (müfred) hükmüne koyar.

Masdar-ı müevvel, muahhar mübteda olup mahallen merfûdur. 

جَزِعْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olup mahallen merfûdur.

اَمْ  atıf harfidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 

1. Muttasıl  اَمْ

2. Munkatı’  اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

صَبَرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olup mahallen merfûdur. 

مَا   nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.

لَنَا  car mecruru  مَا ‘ın mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  مَح۪يصٍ۟  kelimesi  lafzen mecrur ,  مَا ‘ın haberi olarak mahallen merfûdur.

 

وَبَرَزُوا لِلّٰهِ جَم۪يعاً فَقَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً 

 

وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بَرَزُ , gizlilikten sonra ortaya çıktı anlamındadır. Ortaya çıkıp göründüğü, saklanamadığı için, büyük ve geniş yerlere  براز  denilmesi de bu manadadır.

(Fahreddin er-Râzî)

Bu ayet her ne kadar mana bakımından gelecekle ilgili olsa dahi, mazi sıygasıyla getirilmiştir. Zira, Allah Teâlâ'nın haber verdiği her şey doğru olup, gerçektir. Böylece o şeyler sanki, olup bitmiş ve varlık âlemine girmişler, varolmuşlar demektir. Bunun bir benzeri de ["Cehennemlikler cennetliklere nida ettiler"] (Araf, 50) ayetidir.(Fahreddin er-Râzî)

جَم۪يعاً  manevi tekid için gelmiştir.

Öncesine  فَ  ile atfedilen …قَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الضُّعَفٰٓؤُ۬ا (zayıflar), tabi olanlar, avam ve halk; اسْتَكْـبَرُٓوا (büyüklük taslayanlar) (müstekbirler) de liderler ve ileri gelenlerdir. İbn Abbas (ra) şöyle demiştir: "Bununla onların, Allah'a ibadet etmekten yüz çeviren, tekebbür eden ileri gelenleri kastedilmiştir."(Fahreddin er-Râzî,Âşûr)

Mecrur mahaldeki  لِلَّذ۪ينَ  has ism-i mevsûlu başındaki  لِ  harf-i ceriyle birlikte  قَالَ  fiiline müteallıktır. Sılası  اسْتَكْـبَرُٓوا , temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Büyüklük taslayanların ism-i mevsûlle ifade edilmesi tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekme amacıyladır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

كَان ’nin dahil olduğu  كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً  cümlesi  اِنَّ ’nin haberidir.

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اسْتَكْـبَرُٓوا - الضُّعَفٰٓؤُ۬ا  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.

بروز  kelimesi Arapçada, saklanmanın peşinden ortaya çıkmak manasına gelir.

19. ayetteki  يُذْهِبْكُمْ  fiilinden sonra bu ayetteki  بَرَزُوا لِلّٰهِ  fiili arasında muhataptan gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu  (Ülger)/Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Burada istikbal anlamında olmakla birlikte mazi fiil gelmiştir. (Çünkü bu Allah’ın ilminde tahakkuk edecek olan bir şeydir.) (Kurtûbi)


 فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

فَ , takdiri  إن جاءنا العذاب ، فهل أنتم (Eğer bize azap gelirse siz ….?) olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Bu istifhamdan murad, reislerini kınamak, ayıplamak, azarlamak ve kafalarına vurmaktır. (Ebüssuûd)

Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mübteda ve haberden müteşekkil cevap cümlesi olan …فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen emir manası taşıdığı ve tevbih murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

هَلْ , belâgî bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Buralarda hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgî nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama  هَلْ  âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَذَابِ اللّٰهِ  izafeti muzâfın tazimi içindir.

شَيْءٍۜ ’deki tenvin, kıllet ve nev anlamındadır.

مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ  ve  مِنْ شَيْءٍۜ  ifadesindeki  مِنْ ‘lerin ikisi de, ba’ziyet, kısmîlik manasınadır. O halde bu ifade, “Siz bizden, Allah’ın azabından (bir kısmını) giderebilir misiniz?” demektir. (Fahreddin er-Râzî)


  قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. 

Lam-ı rabıtanın dahil olduğu, aynı üslupla gelen  لَهَدَيْنَاكُمْ  cümlesi  لَوْ ’in cevabıdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

هَدٰينَا اللّٰهُ  cümlesiyle,  لَهَدَيْنَاكُمْۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı sanatı vardır.

هَدٰينَا - اللّٰهُ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

قَالَ  ve  قَالُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا 

 

Büyüklük taslayanların sözlerinin devamı olan cümle, istinafiye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  سَوَٓاءٌ , mukaddem haberdir. 

اَجَزِعْنَٓا  cümlesine dahil olan hemze masdariyyedir. Cümle masdar teviliyle muahhar mübteda konumundadır. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Cenab-ı Hak,سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَ ا  "Şimdi bizler sızlansak da katlansak da bir" dediklerini nakletmiştir. Bu, "Bizim sızlanmamız veya sabretmemiz, bir şeyi değiştirmez, aynıdır" demektir. Ayetteki, istifham hemzesi ve  اَمْ  edatı, "eşit olma", "bir olma" manasına gelir. Bunun bir benzeri de, "İster sabredin, ister sabretmeyin, sizce birdir" (Tur, 16) ayetidir.(Fahreddin er-Râzî)

Aynı üsluptaki  صَبَرْنَا  cümlesi  اَمْ  harfiyle  اَجَزِعْنَٓا ‘ya atfedilmiştir. 

اَجَزِعْنَٓا  cümlesi ile  صَبَرْنَا  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.


مَا لَنَا مِنْ مَح۪يصٍ۟

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. 

Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Zamandan mücerret, sübut ifade eder.

مَا ; nakıs fiil  ليس  gibi amel etmiştir. Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَنَا , mukaddem mahzuf habere müteallıktır. Muahhar müsned olan  مِنْ مَح۪يصٍ۟ ‘deki  مِنْ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَنَا - عَلَيْنَٓا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

محيص  (sığınak), tıpkı  مغيب (batmak), مشيب، (ihtiyarlamak) gibi bazan masdar (sığınmak) bazan da, tıpkı  مبيت (geceleyecek yer) ve  مضيق (dar geçit) gibi ism-i mekân olur. Gerek  حاص , gerek  حاض  aynı sığınmak manasınadırlar. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)