İbrahim Sûresi 4. Ayet

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه۪ لِيُبَيِّنَ لَهُمْۜ فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  ...

Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın. Allah, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 أَرْسَلْنَا biz göndermedik ر س ل
3 مِنْ her
4 رَسُولٍ elçiyi ر س ل
5 إِلَّا başka
6 بِلِسَانِ dilinden ل س ن
7 قَوْمِهِ kendi kavminin ق و م
8 لِيُبَيِّنَ açıklasın diye ب ي ن
9 لَهُمْ olara
10 فَيُضِلُّ şaşırtır ض ل ل
11 اللَّهُ Allah
12 مَنْ kimseyi
13 يَشَاءُ dilediğin ش ي ا
14 وَيَهْدِي ve yola iletir ه د ي
15 مَنْ kimseyi
16 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
17 وَهُوَ ve O
18 الْعَزِيزُ azizdir ع ز ز
19 الْحَكِيمُ hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م
 

Müşrikler Kur’an’dan önceki kutsal kitapların genellikle İbrânîce veya Süryânîce indirilmiş olduğunu duyuyor ve biliyorlardı. Bu sebeple bu dillerin ilâhî vahyin özel dili olduğunu sanan bazı kimseler Kur’an’ın da Hz. Muhammed’e bu dillerden biriyle indirilmesi gerektiğine inanıyor, Arapça olarak indirilmiş olmasını yadırgıyorlardı (İbn Âşûr, XIII, 185). Bu yanlış anlayışı düzeltmek maksadıyla yüce Allah, peygamber hangi kavimden ise onlara iyice açıklasın diye mesajı o kavmin diliyle göndermiştir. Kur’an’ı tebliğ etmekle görevli Hz. Peygamber ve kavmi Arap olduğu için Kur’an Arapça olarak gönderilmiştir. Fakat bu durum, onun sadece Araplar’a indirilmiş olduğunu göstermez. Nitekim onun ilgi alanının evrensel ve bütün insanlığa hitap ettiğini gösteren birçok âyet mevcuttur (Bakara 2/185; Âl-i İmrân 3/138; Sebe’ 34/28).
 Allah Teâlâ âyetlerini gönderdikten sonra tercihini ısrarla inkâr yönünde kullananları zorla doğru yola iletmez. Bilâkis onları kendi irade ve tercihleriyle baş başa bırakır; inkârcılık ruhlarına yerleştikten sonra artık iman etmezler. Gerçeği araştırıp tercihini o yönde kullanmaya çalışanlara da Allah yardım ederek onları doğru yola iletir. İşte “Allah’ın dilediğini saptırması, dilediğini doğru yola iletmesi”nden maksat budur (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/7, 26).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 303
 

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه۪ لِيُبَيِّنَ لَهُمْۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  رَسُولٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اِلَّا  hasr edatıdır. بِلِسَانِ  car mecruru  رَسُولٍ  mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; ناطقا أو ملتبسا  şeklindedir.

قَوْمِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِ  harfi, يُبَيِّنَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır.

يُبَيِّنَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو'dir.  لَهُمْ  car mecruru  يُبَيِّنَ  fiiline müteallıktır. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan  حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (  وَ  )’den sonra, 6) Sebep fe (  فَ  )’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُبَيِّنَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بين ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  يُضِلُّ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesi atıf harfi  وَ’la makabline matuftur.

يَهْد۪ي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.


وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Mahmud Safi istînâfiyye olduğu görüşündedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. الْعَز۪يزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْحَك۪يمُ  kelimesi mübtedanın ikinci haberidir.


الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه۪ لِيُبَيِّنَ لَهُمْۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Menfi fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr fiille müteallıkı arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

مَٓا  olumsuzluk harfi ve  اِلَّا  istisna edatı ile oluşmuş kasır “hiçbir peygamber yoktur ki kavminin lisanıyla gönderilmiş olmasın” anlamındaki cümleyi tekid eder. 

Sebep bildiren harf-i cer  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı  يُبَيِّنَ لَهُمْ  cümlesi, mecrur mahalde  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır.

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَرْسَلْنَا  ve  رَسُولٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr  sanatları vardır.

Ayette  لِسَانِ  (dil uzvu) kelimesiyle lügat kastedilmiştir. Âliyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

“Dil” her ne kadar çoğul olan “kavim” kelimesine izafe edilmiş ise de tekil olarak gelmesi, maksadın konuşulan dil olması sebebiyledir. O halde bu kelime (lügat) cins isim olup azlık için de kullanılır, çokluk için de kullanılır. (Kurtubî)

Kasr üslubu zahiri manasında kullanılmıştır. Fiil, müteallıkına kasredilmiştir. Muhatapların itikadının aksini ifade eden izafi kalp kasrıdır. Kasrın gerçekleştiği istisnada idmâc vardır veya fiilin müteallıkı öncesini açıklamak için gelmiştir. Takdir şöyledir:  ما أرْسَلْناكَ إلّا لِتُبَيِّنَ لَهم بِلِسانِهِمْ، وما أرْسَلْنا مِن رَسُولٍ إلّا لِيُبَيِّنَ لِقَوْمِهِ بِلِسانِهِمْ (Seni sadece onların diliyle açıklaman için gönderdik veya kendi dillerinden kavmini uyarmak maksadından başka bir şekilde hiçbir resul göndermedik). Bu Kur'an kendi dillerinde iken, kavmin neden hidayete ermiyor? (Âşûr)


فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ 

 


فَ  istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede sebebe isnad şeklinde bir mecaz-ı mürsel vardır. Sapma veya hidayet fiillerini kullar tercih etmiş, Allah da sonucu yaratmıştır.

مَنْ  ismi mevsûlunun ve  يَشَٓاءُ  fiilinin tekrarında reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

يُضِلُّ - يَهْد۪ي  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ  cümlesiyle,  وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اَلْعَز۪يزُ , öyle aziz, her şeyden üstün, iradesi bütün sebeplere ve etkenlere hakimdir. Bundan ötürü iradesi ile çekişmek mümkün değildir. Onun için O’nun saptırdığını yola getirecek, hidayet ettiğini şaşırtabilecek hiçbir kudret, hiçbir irade bulunamaz. Ve Peygamberin açıklaması ne kadar kuvvetli ve açık olursa olsun Allah’ın izni olmayınca hidayet için yeterli olmaz, hem de  اَلْحَك۪يمُ  öyle hakimdir. Hiçbir sebebe muhtaç olmamakla beraber yaptığını hikmet ile düzenli yapar, iradesi yalnız hikmet olur. Onun için de açıklama yapmadan önce kimseyi sapıklığa mahkum etmez. Saptırması da, hidayeti de hikmeti ile gerçekleşir. Ululuğundan dolayı, Peygamberini dilediği kavimden seçer ve hikmetinden dolayı açıklamasını o kavmin diliyle yaptırır. (Elmalılı Hamdi Yazır) 

Ayetin metninde hidayetten önce saptırmanın zikredilmiş olması, saptırma, olan bir şeyi eski halinde bırakmak, hidayet ise, olmayan bir şeyi ihdas etmek olduğu içindir, yahut peygamberler tarafından yapılan açıklama ve öğütün sapkınlar için etkili olmayacağını, bunda ana sebebin Allah'ın eklemesi olduğunu kuvvetle ifade etmek içindir.

Zira bu şekilde, dalaletin buna terettüp etmesinin, hidayetin terettüp etmesinden daha süratli olduğu imajı verilmiş olur. Zaten bu gerçektir; zira daha önce zikredildiği gibi karanlıklardan aydınlığa çıkarılmaları, Allah'ın iznine bağlanmıştır. (Ebüssuûd)


 وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ

 

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin, الْ  takısıyla marife olması kasr ifade eder.

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. Yani bu vasıflar ondan başkasında bu derecede  bulunmaz.

Vakıaya da uygun olduğu için hakiki ve tahkiki kasrdır. Yani mevsufa hasredilen sıfat, başkasında hakiki manada bulunmaz ve vakıa da böyledir.

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûfun manası; sıfatın bu mevsuftan başkasında bulunmadığının ifade edildiği şekildir. Ama aynı zamanda mevsufta başka sıfatların bulunduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette iltifat vardır. Mütekellim zamiri ile başlamış sonra Allah lafzı ve gaib zamir ile devam etmiştir. 

Allah Teâlâ’ya ait iki vasıf olan الْعَز۪يزُ  ve  الْحَك۪يمُ ’nun marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder.

الْعَز۪يزُ - الْحَك۪يمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Her ikisi de mübalağa kalıbıyla gelmiştir. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf  sanatıdır.

Önce gelen  الْعَز۪يزُ  ismini  الْحَك۪يمُ  isminin takip etmesi; O'nun aziz oluşunun, mazlumun ve hakka çağıranın zafer kazanması gibi, hikmet sahipleri tarafından övgüye lâyık bir konumda sapasağlam olduğunu belirtmek içindir. (Âşûr, Ankebût/26)