اَلَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الَّذِينَ | ki onlar |
|
2 | يَسْتَحِبُّونَ | tercih ederler |
|
3 | الْحَيَاةَ | hayatını |
|
4 | الدُّنْيَا | dünya |
|
5 | عَلَى | karşılık |
|
6 | الْاخِرَةِ | ahirete |
|
7 | وَيَصُدُّونَ | ve engel olurlar |
|
8 | عَنْ | -ndan |
|
9 | سَبِيلِ | yolu- |
|
10 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
11 | وَيَبْغُونَهَا | ve onu isterler |
|
12 | عِوَجًا | eğrilmesini |
|
13 | أُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
14 | فِي | içindedirler |
|
15 | ضَلَالٍ | bir sapıklık |
|
16 | بَعِيدٍ | derin |
|
“Tercih edenler” diye tercüme ettiğimiz yestehibbûne fiili, “sevmek” mânasındaki muhabbet kelimesinin türevlerinden olup inkârcıların dünya hayatını âhireti unutturacak derecede sevdiklerini, ona bağlandıklarını, bu sebeple onu âhiret hayatına tercih ettiklerini belirtmektedir. Âyette dünya hayatını ölçülü olarak sevenler değil, onu âhiret hayatına tercih edenler kınanmıştır (Râzî, XIX, 78). Zira Kur’an insanın, hayatı ve yaşamak için gerekli olan dünya nimetlerini sevmesini yasaklamamış, aksine dünya nimetlerinin insan için yaratıldığını bildirmiş, onlardan en güzel şekilde faydalanmasını teşvik etmiştir (krş. Bakara 2/201; A‘râf, 7/31-32; Kasas 28/77).
İnkârcılar aynı zamanda İslâm’a, onun kutsal değerlerine ve bağlılarına karşı kin ve düşmanlık besleyerek yalan, iftira, hile ve tehdit gibi çeşitli yöntemlerle Allah’ın dinini kötü gösterip maddî ve mânevî imkânları kullanarak başkalarının İslâm’a girmesini engellemeye kalkışmalarından dolayı da kınanmışlardır.
اَلَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ
Cemi müzekker has ism-i mevsûl اَلَّذِينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَسْتَحِبُّونَ ‘dir Îrabtan mahalli yoktur.
يَسْتَحِبُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْحَيٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةَ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
عَلَى الْاٰخِرَةِ car mecruru يَسْتَحِبُّونَ fiiline müteallıktır.
وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi atıf harfi وَ ‘la sılaya matuftur.
يَصُدُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru يَصُدُّونَ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَبْغُونَهَا عِوَجاً cümlesi atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur.
يَبْغُونَهَا fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عِوَجاً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir.
Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal, (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَحِبُّونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi حبب ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ
Cümle اَلَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. بَع۪يدٍ kelimesi ضَلَالٍ ‘in sıfatıdır.اَلَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut ve devamlılık ifade eder.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tahkir içindir.
İsm-i mevsûlün sılası يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا عَلَى الْاٰخِرَةِ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الدُّنْيَا kelimesi الْحَيٰوةَ ’nin sıfatıdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
İsm-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılasına hükümde ortaklık sebebiyle atfedilen يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ için şan ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Aynı üslupta gelen وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ cümlesi sılaya وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ sözünde de istiare vardır. Çünkü Allah’ın yolu, onun dini demektir. Buna göre dinde sapma noktaları ararlar sözü “Açık ve boş noktalar bulmaya çalışırlar”, “O doğru değil eğri büğrü bir yoldur” diye şüpheler vehmettirirler demektir. (Şerîf er-Radî, Kur’ân Mecazları, Hud /19)
‘’Allah yolu” ndan murad, Allah’ın dini ve Resulüne ittibadır. Onların Allah yolunda eğrilik aramaları birtakım şüpheler ileri sürerek Allah yolunu eğri göstermek istemeleri veya insanlara Allah yolunu eğri bir yol olarak sunmaya çalışmalarıdır. (Beyzâvî, Hud /19)
يَصُدُّونَ عَنْ ibaresinde istiare vardır. İnkâr etmek, uzaklaşmaya benzetilmiştir.
الْاٰخِرَةِ - الدُّنْيَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Sen eğer dilersen, اَلَّذ۪ينَ kelimesini önceki ayette geçen kâfirine kelimesinin sıfatı yaparsın, istersen onu mübteda yapıp, اُو۬لٰٓئِكَ kelimesini de haberi kabul edersin, istersen de, kınama manası taşıyan mahzuf bir (……) fiilinin mef’ûlü olmak üzere); mansub kabul edersin.
اَلَّذ۪ينَ يَسْتَحِبُّونَ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا [Onlar dünya hayatını… severler ] ifadesi, onların, dünya hayatına karşı duyulan muhabbetin zirvesinde bulunduklarına delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
Ayeti kerimede sadece severler fiiliyle yetinilmeyip حِبُّ fiili istif’al babında يَسْتَحِبُّونَ şeklinde gelerek adeta dünya hayatını sevmeyi sevdikleri, istedikleri ifade edilmiştir.
يَسْتَحِبُّونَ - يَبْغُونَهَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kâfirlerin özelliklerinin sayılması taksim sanatı üslubudur.
الإستحباب , bir şeyi sevmenin peşine düşmektir. Derim ki: insan bazen bir şeyi sever de fakat o şeyi sevmesi hoşuna gitmez. Mesela, fısk-u fücura meyleden adamın hali gibi.. Bu kimse, fısk-u fücuru seviyor olmaktan hoşlanmaz. Bir şeyi sevip de, onu seviyor olmayı arzulayarak, işte bu muhabbeti sevmiş olmaya gelince, evet bu, muhabbet ve sevginin zirvesi ve nihai noktasıdır. Binaenaleyh, “Onlar dünya hayatını... severler” ifadesi, onların, dünya hayatına karşı duyulan muhabbetin zirvesinde bulunduklarına delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hak, “Onlar, dünya hayatını, ahiretten üstün tutup severler” buyurmuştur. Burada bir hazif bulunmakta olup, bunun takdiri şöyledir: “Onlar, dünya hayatını severler ve onu ahiret hayatına tercih ederler.” (Fahreddin er-Râzî)
وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا : Bu ifadede aslolan وَيَبْغُونَ لَهَا عِوَجًا (Onun için eğrilik isterler) şeklinde olmasıdır. Ancak ne var ki, harf-i cer hazf edilmiş ve fiil mef’ulü harf-i cersiz almıştır” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ
Cümle اَلَّذ۪ينَ ‘nin haberi olup, mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur ف۪ي ضَلَالٍ , mahzuf habere müteallıktır.
ف۪ي ضَلَالٍ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
ضَلَالٍ ’deki tenvin tahkir ve kesret ifade eder.
بَع۪يدٍ sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Sıfat, anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâbtır.
Cenab-ı Hak şu sebeplerden dolayı, sapkınlığı uzak olmak ile vasfetmiştir:
1-Bu mertebe, haktan son derece uzak olan bir mertebedir. Çünkü, mesela siyah ve beyaz gibi, zıt olan iki şeyin şartı, onların birbirlerinden son derece uzak olmalarıdır. Binaenaleyh burada da, bu tarz üzere tahakkuk eden sapkınlık, haktan son derece uzak olan bir sapkınlık olmuş olur. Zira, bu sapkınlıktan daha şiddetli ve daha ileri derecede bir sapkınlık düşünülemez.
2-Bununla, onların sapkınlık yolundan hidayet yoluna döndürülmelerinin uzak oluşu kastedilmiştir. Zira o sapkınlık, onların içine yerleşmiş, orada temerküz etmiştir (toplanmıştır).
3- Bu ayetteki ضَلَالٍ ile onların helak olmaları murad edilmiştir. Buna göre kelamın takdiri, “Onlar, sona ermeyen ve uzun süren bir helak içindedirler” şeklindedir. Cenab-ı Hak, ayetteki بَع۪يدٍ (uzak) sözü ile o sapkınlığın süresinin uzamasını ve sona ermemesini kastetmiştir.
Önceki cümlede özellikleri sayılan kâfirler, uzak/derin bir dalalet içinde olmakta cem’ edilmişlerdir.
شَد۪يدٍ (şiddetli) ile بَع۪يدٍ (uzak) kelimelerinde seci vardır. (Safvetü't Tefasir)
الضَّلالِ kelimesinin البَعِيدِ ile vasıflanması aklî mecaz olabilir. Uzak olanlar dalalette olanlardır. Yani ضَلالًا بَعُدُوا بِهِ عَنِ الحَقِّ (Dalaletle haktan uzaklaşılır). Dolayısıyla uzaklık sebebe isnad edilmiştir. (Âşûr)