وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اَنْ اَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | ve andolsun |
|
2 | أَرْسَلْنَا | göndermiştik |
|
3 | مُوسَىٰ | Musa’yı |
|
4 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizle birlikte |
|
5 | أَنْ | için |
|
6 | أَخْرِجْ | çıkarması |
|
7 | قَوْمَكَ | kavmini |
|
8 | مِنَ | -dan |
|
9 | الظُّلُمَاتِ | karanlıklar- |
|
10 | إِلَى |
|
|
11 | النُّورِ | aydınlığa |
|
12 | وَذَكِّرْهُمْ | ve onlara hatırlatması için |
|
13 | بِأَيَّامِ | günlerini |
|
14 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
15 | إِنَّ | şüphesiz |
|
16 | فِي |
|
|
17 | ذَٰلِكَ | bunda |
|
18 | لَايَاتٍ | ayetler vardır |
|
19 | لِكُلِّ | herkes için |
|
20 | صَبَّارٍ | sabreden |
|
21 | شَكُورٍ | şükreden |
|
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اَنْ اَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اَرْسَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
مُوسٰى mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
بِاٰيَاتِنَا car mecruru اَرْسَلْنَا fiiline müteallıktır.
Muttasıl zamir نا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ tefsiriyyedir. اَخْرِجْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
قَوْمَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الظُّلُمَاتِ car mecruru اَخْرِجْ fiiline müteallıktır. اِلَى النُّورِ car mecruru aynı şekilde اَخْرِجْ fiiline müteallıktır.
ذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِ cümlesi atıf harfi وَ ‘la اَخْرِجْ fiiline matuftur.
ذَكِّرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِاَيَّامِ car mecruru ذَكِّرْ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
فِی ذَ ٰلِكَ car mecruru إِنَّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
ذا işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur, ismi mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzhalakadır. اٰيَاتٍ kelimesi إِنَّ ’nin muahhar ismidir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
لِكُلِّ car mecruru اٰيَاتٍ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır.
صَبَّارٍ - شَكُورٍ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا اَنْ اَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِۜ
وَ istînâfiyye, لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.
قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
بِاٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ , şan ve şeref kazanmıştır.
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden اَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ cümlesi, masdar teviliyle takdir edilen بِ harfiyle birlikte اَرْسَلْنَا fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi emir üslubunda talebî inşâi isnaddır.
اَنْ ’in tefsiriyye olması da caizdir.
الظُّلُمَاتِ ile النُّورِ kelimeleri arasında müfred ve cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger)/Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Ayette الظُّلُمَاتِ dalâl ve küfür, النُّورِ ise hidayet ve iman manasındadır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
الظُّلُمَاتِ ve النُّورِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَٓا [Mûsa’ya, ayetlerimizle gönderdik.] yani beyaz el, asa ve sair mucizeleriyle “Onlara Allah’ın günlerini hatırlat” geçmiş milletlerin olaylarını demektir. Arapların günleri de savaşlarıdır. Allah’ın nimet ve belalarını hatırlat da, denilmiştir. (Beyzâvî)
“Yemin olsun ki Biz Mûsa’yı… ayetlerimizle gönderdik.” Biz onu kesin belgelerimizle, burhanlarımızla yani onun doğruluğuna delil olan mucizelerle gönderdik. Mücahid der ki: Burada kastedilenler Hazret-i Mûsa’ya verilen dokuz mucizedir. (Kurtubî)
Mana, “Andolsun ki biz Musa’yı kavmini dalaletten nura çıkarması için gönderdik” şeklindedir. Fakat bundaki ب harf-i ceri hazf edilmiş ve أنْ edatı doğrudan emir sıygasına bitiştirilmiştir. Bunun bir benzeri de “Ona kalk diye yazdım, kalk diye emrettim” şeklindeki sözündür.” (Fahreddin er-Râzî)
“Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar” ayetinin bir benzeri de Yüce Allah’ın surenin baş tarafında peygamberimize hitaben söylediği sözdür. (Fahreddin er-Râzî)
İbrahim/1.ayette اَخْرِجْ قَوْمَكَ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ ifadesi geçmişti. İki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Maksat bu manayı yerleştirmek ve arada zikredilenler üzerinde düşündürmektir.
Aynı üslupta gelen وَذَكِّرْهُمْ بِاَيَّامِ اللّٰهِۜ cümlesi … اَخْرِجْ cümlesine matuftur. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Az sözle çok anlam ifadesi için gelen بِاَيَّامِ اللّٰهِۜ izafeti, بِاَيَّامِ için tazim ifade eder.
اَيَّامِ اللّٰهِۜ ifadesi istiaredir. Allahu a’lem, bu ayetten maksat, Allah’ın kendi düşmanlarından ve ‘Âd, Semud ve benzerleri gibi O’nun cezasına müstehak olmuş kavimlerden oluşan geçmiş toplumların başlarına getirdiği felaket günlerinin hatırlatılmasıdır. Bu tabir, ‘’eyyâmu’l -’Arab’’ (Arapların günleri) sözümüz gibidir. Biz bu terkiple sadece Arapların, aralarında meydana gelmiş meşhur olayları ve büyük savaşları kastederiz. Ayrıca buradaki ‘’eyyâm’’ın ,- belirttiğimiz üzere- onların ceza ve felaket günleri anlamına geldiği gibi ’’nimet ve ihsan günleri’’ olması da mümkündür. Buna göre ayetin anlamı şöyle olur: ‘’Allah’ın kendilerine ve geçmiş atalarına, düşmanlarını püskürtmek, geçim sıkıntılarını gidermek, bol nimet ve ihsanlarda bulunmak suretiyle lütfettiği günleri onlara hatırlat.’’ Bilirsin ki ’’Arapların gaza ve savaşları’’ demek olan ‘’eyyamu’l Arab’’ da, bazı Araplara üstünlük ve galibiyet nasip edilmiş olup, bu ise onlara ihsan edilen nimetler kabilindendir. Bazıları için de afet ve felaket gerçekleşmiş olup, bu da onlar için ceza günleri demektir. Sonuç olarak buradaki ’’eyyam’’, İlâhi ihsan ve cezanın hatırlatılmasını kastetmiş olanlar için ‘’hatırlatma’’ (التذكرة) demektir. (Şerîf er-Radî, Kur’ân Mecazları)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ifade eden bu cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ car-mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
İşaret ismine dahil olan ف۪ي harfinde de istiare vardır.
شَكُورٍ kelimesi, صَبَّارٍ için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır.
لَاٰيَاتٍ kelimesindeki tenvin tazim ifade eder.
صَبَّارٍ شَكُورٍ (Çok sabreden, çok şükreden) kelimeleri mübalağa kipleridir. (Safvetü't Tefasir)
اٰيَاتٍ kelimesinin tekrarı ayetlerin (mucizelerin) önemine binaendir. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Katade der ki: “Çok şükreden” kişi öyle bir kuldur ki kendisine nimet verildiğinde şükreder, belalarla karşı karşıya kaldığında sabreder. Peygamber (sav) den de şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “İman iki yarımdır. Yarısı sabırdır, yarısı şükürdür. Bu kadarıyla: Beyhakî, Şuabu’l-Îman, VII, 123. Daha sonra da şu; “Şüphesiz bunda çok sabreden ve çok şükreden herkes için ayetler vardır” ayetini okudu.”(Kurtubî)
صَبَّارٍ شَكُورٍ ifadesinin çok sabreden ve çok şükreden mümin demekten kinaye olduğu söylenmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bütün müminler için bu ibretler vardır. Buna göre müminlerin, "çok sabreden, çok şükreden" vasıflarıyla zikredilmeleri, sabır ve şükrün, müminin vasıfları olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayetin metninde çok sabredenlerin, çok şükredenlerden önce zikredilmesi, sabır konusu olan belanın, şükür konusu olan nimetlerden önce olmasından dolayıdır. Bir de şükür, sabrın akıbeti olduğu içindir. (Ebüssuûd)