وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذْ | ve hani |
|
2 | قَالَ | demişti ki |
|
3 | مُوسَىٰ | Musa |
|
4 | لِقَوْمِهِ | kavmine |
|
5 | اذْكُرُوا | hatırlayın |
|
6 | نِعْمَةَ | ni’metini |
|
7 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
8 | عَلَيْكُمْ | üzerinizdeki |
|
9 | إِذْ | zaman |
|
10 | أَنْجَاكُمْ | sizi kurtardı |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | الِ | soyundan |
|
13 | فِرْعَوْنَ | Fir’avn |
|
14 | يَسُومُونَكُمْ | onlar sizi sürüyorlardı |
|
15 | سُوءَ | en kötüsüne |
|
16 | الْعَذَابِ | işkencenin |
|
17 | وَيُذَبِّحُونَ | ve kesiyorlardı |
|
18 | أَبْنَاءَكُمْ | oğullarınızı |
|
19 | وَيَسْتَحْيُونَ | ve sağ bırakıyorlardı |
|
20 | نِسَاءَكُمْ | kadınlarınızı |
|
21 | وَفِي | ve vardı |
|
22 | ذَٰلِكُمْ | bunda size |
|
23 | بَلَاءٌ | bir imtihan |
|
24 | مِنْ | -den |
|
25 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz- |
|
26 | عَظِيمٌ | büyük |
|
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ
وَ istînâfiyyedir. اِذْ zaman zarfı, takdiri اذكروا olan mahzuf fiile müteallıktır.
قَالَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُوسٰى fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
لِقَوْمِ car mecruru قَالَ fiiline müteallıkır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavl cümlesi اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اذْكُرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نِعْمَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَيْكُمْ car mecruru نِعْمَةَ ’ye müteallıktır.
اِذْ zaman zarfı, نِعْمَتَ ’ye müteallıktır. اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْجٰيكُمْ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘ dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ اٰلِ car mecruru اَنْجَيْنَاكُمْ fiiline müteallıktır. فِرْعَوْنَ kelimesi muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrİ munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسُومُونَكُمْ fiili فِرْعَوْنَ kelimesinin hali olarak mahallen mansubdur.
يَسُومُونَكُمْ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef‘ûl olarak mahallen mansubdur. سُٓوءَ ikinci mef‘ûlun bihtir. الْعَذَابِ muzâfun ileyhtir.
اَنْجَيْنَاكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındandır. Sülâsîsi نجو ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يُذَبِّحُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَبْنَٓاءَكُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la يُذَبِّحُونَ ’ye fiiline matuftur.
يَسْتَحْيُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نِسَٓاءَ kelimesi mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Cemi kıllet kipi ile gelen اَبْنَٓاءَ kelimesi yirmi iki ayette, cemi müzekker salim kipi ile gelen بَنُونَ kelimesi de yetmiş üç ayette bulunmaktadır. (Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Kur’an’da Sözcüklerin Çoğul Halleri /Abdurrahman Güney)
يُذَبِّحُونَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ذبح ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَسْتَحْيُونَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi حيي ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟
وَ atıf harfidir. ف۪ي ذٰلِكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
بَلَٓاءٌ kelimesi ise muahhar mübtedadır. مِنْ رَبِّكُمْ car mecruru بَلَٓاءٌ ‘a müteallıktır.
عَظ۪يمٌ kelimesi بَلَٓاءٌ ‘un sıfatıdır.
وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ
وَ istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı اِذْ ’in, takdiri اذكر [Hatırla, düşün.] olan müteallakı mahzuftur.
Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan …قَالَ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
Burada Mûsa'nın (as), kavmini o zikredilen karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kendisine emredilen hatırlatmaya girişmesinin, beyanına başlanmaktadır.
Asıl maksat, o vakitte vuku bulmuş hadiseleri hatırlatmak iken, hatırlatmanın vakte bağlanmasının sırrı hakkında daha önce birçok defa açıklama yapıldı.
Mûsâ (as), ‘’Allah'ın size olan nimetini hatırlayın’’, diyerek teşvikle sözüne başlamıştır. Çünkü bu, nefis için daha makbul ve daha meylettiricidir. (Ebüssûud)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümledeki ikinci zaman zarfı نِعْمَةَ , اِذْ ’ye müteallıktır.
اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اٰلِ فِرْعَوْنَ ’dan hal olan يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı genişleten ıtnâb sanatıdır.
Az sözle çok anlam ifadesi için gelen سُٓوءَ الْعَذَابِ izafetinde sıfat mevsufuna muzâf olmuştur. Bu ifade sıfat terkibinden daha beliğdir.
سُٓوءَ الْعَذَابِ şeklinde sıfatın azaba muzâf olması azabın kötülüğünde mübalağa içindir.
اَنْجَيْنَاكُمْ fiili ifâl babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen نَجَّي fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’ân Kelimelerinin Sırlı Dünyası, S. 113)
Zaman ismi olan اِذْ ‘in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac/26)
Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecedddüt ve tecessüm ifade eden يَسُومُونَكُمْ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ [Sizi azaba tabi tutuyorlardı.] demektir. Buradaki يَسُومُونَ fiili, satış için malı arz etmek manasına olup burada müstear olarak kullanılmıştır. Yüce Allah bu azabı "erkek çocuklarınızı kesiyor, kız çocuklarınızı da diri bırakıyorlardı" şeklinde açıklamıştır. Bu cümle bir öncekinin tefsiri olup onun üzerine atfedilmiş, eklenmiş bir cümle değildir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, Araf / 141)
نِعْمَةَ - الْعَذَابِ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî, نِعْمَةَ - سُٓوءَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
سُٓوءَ - الْعَذَابِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ
اٰلِ فِرْعَوْنَ ’ın sıfatının devamı olan cümle وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen gelen وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ cümlesi, makabline hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.
Hal cümlelerinde fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ [Oğullarınızı boğazlıyorlar.] cümlesiyle وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْ [ kadınlarınızı sağ bırakıyorlar.] cümlesi arasında mukabele vardır.
Kadınların sağ bırakılmaları erkeklerin boğazlanmalarının mukabili olarak dile getirildiğine göre sağ bırakılmak boğazlanmak derecesinde kötü sonuçlar doğuruyor demektir.
يُذَبِّحُونَ - يَسْتَحْيُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ [Size azabın kötüsünü reva görüyor; oğullarınızı kesiyor ve kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı.] bu cümleler اٰلِ فِرْعَوْنَ 'dan yahut muhataplara ait olan zamirlerden çeşitli hallerdir. Burada azaptan murad edilen de Bakara ve Araf sûrelerindekinden başkadır. Çünkü orada kesmek ve öldürmekle tefsir edilmişti, burada ise kesmek azaba atfedilmiştir. Azap ya cinstir yahut köle edilip zor işlerde çalıştırmak manasındadır. Çünkü Allah'ın onlara güç vermesi ve onlara süre tanıması ile olmuştur. وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟ [Rabbinizden size büyük bir imtihan vardır.] ondan bir deneme vardır. İşaretin kurtarmaya raci olması caizdir. Beladan da nimet murad edilmiştir. (Beyzâvî)
Cenab-ı Hak bu manayı Bakara sûresinde يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ (Bakara / 49); A'râf suresinde (aynı sadedde) يُقَتِّلُونَ (öldürürler); bu ayette ise, atıf وَ ‘ı ile وَيُذَبِّحُونَ (boğazlarlar) şeklinde getirmiştir. Bunlar arasındaki fark nedir?
Cevap: Allah Teâlâ, Bakara suresinde (Ayet /49) وَ ‘sız olarak يُذَبِّحُونَ (Boğazlarlar) buyurmuştur. Çünkü bu ifade, o ayetteki سُٓوءَ الْعَذَابِ ifadesinin bir tefsiridir. Tefsir sadedinde gelen ifadenin başında atıf وَ ‘nın getirilmesi güzel olmaz. Nitekim sen şöyle dersin: أتاني القوم زيد وعمرو [Bana kavim (insanlar) geldi, yani Zeyd ve Amr] Çünkü زيد ve عمرو ile القوم kelimesini tefsir etmek istedin. Bunun bir benzeri de, Cenab-ı Hakk'ın وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ يَلْقَ اَثَاماًۙ يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ [Kim bunlardan yaparsa, cezaya çarpar; Kıyamet günü azabı katlanır.] (Furkan / 68-69) ayetidir. Bundaki (ceza) kelimesi, "azabın katlanması" şeklinde tefsir edildiği için atıf وَ ‘ının zikredilmemesi gerekmiştir. Bu ayetteki bu ifadeye gelince, ifadesinin başına وَ getirilmiştir. Çünkü bunun manası, أنهم يعذبونهم بغير التذبيح وبالتذبيح [Onlar İsrâiloğullarına hem boğazlama, ayrıca boğazlama olmayan başka kötü azablan yapıyorlardı.] şeklindedir. Binaenaleyh bu ayette (ve boğazlıyorlardı) ifadesi, bir başka çeşit işkenceyi ifade etmekte olup, kendisinden önceki ifadenin tefsiri değildir. (Fahreddin er-Râzî, Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl, Âşûr)
وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟
Mekulü’l-kavle matuf olan cümlede takdim-tehir ve îcâzi hazf sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكُمْ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. بَلَٓاءٌ , muahhar mübtedadır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَبِّكُمْ izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
ذٰلِكُمْ ile olaylara işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
عَظ۪يمٌ۟ kelimesi, بَلَٓاءٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Zuhaylî bu ayetin izahında şöyle demektedir: Ayet-i kerîmedeki وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ ifadesi, ikincisinin (oğullarını kesmesi) birincisinden (يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ /en kötü azabı tattırmak) farklı olduğuna delalet etmesi için وَ ile atfedilerek gelmiştir. Bakara suresinde (Bakara/49) ise ikincisinin birinci cümleden bedel-i ba‘z olduğunu göstermek için وَ ‘sız olarak يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ şeklinde gelmiştir. Yani Bakara suresindeki ifade önceki cümlenin tefsiri iken burada birinci cümledeki azaptan farklı bir durumu göstermektedir.
Âlûsî ve İbn Âşûr, bu durumu özel olanın genel olana atfı kabilinden görmüşlerdir. Yani oğulları katletmek de en kötü azabı tattırmaya dahildir. Ancak önemine binaen sanki başka bir türmüş gibi hususi olarak zikredilmiştir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları )
Burada erkek çocukların mukabili olarak kız çocuklar değil, kadınlar buyurulmuştur. Eğer kız çocuklar buyurulsaydı Kur’an’ın kastettiği mana bozulurdu. Çünkü kız çocuklar büyüyüp kadın olurlar ve Firavunun adamlarının öldüreceği erkek çocukları doğururlar. Bu da İsrail Oğullarının zillet ve hakaret açısından en düşük seviyeye indirmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Ayette kız çocuk değil de kadın denmesi; Manayla irtibatlı olan en uygun lafzın seçilmesi olarak tanımlanan mürâât-ı nazîr sanatına güzel bir örnektir.
Soru: Kadınların hayatta bırakılması nasıl imtihan olur?
Cevap: Onlar kadınları, kendilerini öldürmemelerine karşılık hizmetçi olarak kullanıyorlardı. Yine Firavun hanedanının, o kadınları kocalarından ayrı olarak sağ bırakmaları onlara verilebilecek en büyük zarar idi. (Fahreddin er-Râzî)
اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ [Firavun ailesinden sizi kurtardı.] sözünden sonra, onları hangi durumlardan kurtardığının açıklanması, ibhamdan sonra izah babından ıtnâbtır. Amaç onların bu kurtarılma nimetini akıllarına yerleştirip, gerekeni yapmalarını sağlamaktır.