وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ
وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَضَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَيْهِ car mecruru قَضَيْنَٓا fiiline müteallıktır.
ذٰلِكَ ismi işareti mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
الْاَمْرَ ism-i işaretten bedel veya beyandır.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, الْاَمْرَ ‘den bedel olup mahallen mansubdur.
دَابِرَ kelimesi اَنَّ ‘in ismi olup lafzen mansubdur. İsm-i işaret هٰٓؤُ۬لَٓاءِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَقْطُوعٌ kelimesi اَنَّ ‘in haberi olup lafzen merfûdur. مُصْبِح۪ينَ kelimesi hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَقْطُوعٌ kelimesi sülâsî mücerred olan قطع fiilinin ism-i mef’ûludur.
مُصْبِح۪ينَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ
وَ , istînâfiyyedir. Ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ ile Allah’ın emrine işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’ her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ‘yi müteakip gelen دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ مُصْبِح۪ينَ cümlesi, masdar teviliyle الْاَمْرَ ’den bedeldir. Masdar-ı müevvel isim cümlesi formunda gelerek sübut ve temekkün ifade etmiştir. اَنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ’nin ismi دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ , az lafızla çok anlam ifade yollarından olan izafet formunda gelmiştir.
اَنَّ ’nin haberi مَقْطُوعٌ ’daki müstetir zamirden hal olan مُصْبِح۪ينَ , anlamı açıklamak için yapılmış ıtnâb sanatıdır.
مُصْبِح۪ينَ ’nin cemi gelmesinin sebebi, دَابِرَ ’nın مدبري ve مَقْطُوعٌ ’nun مقطوعين manasında olmasıdır. (Mahmud Sâfî)
Yerine getirmek manasındaki قَضَى fiili, إلى harf-i ceriyle vahyettik manasına gelmiştir. Fiillerin harf-i cerle başka mana kazanması, tazmin sanatıdır.
Allah Teâlâ: وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ذٰلِكَ الْاَمْرَ [Ona şu (kat’î) emri vahyettik] buyurmuştur. Buradaki قَضَيْنَٓا fiili, إلى harf-i ceri ile müteaddi olmuştur. Zira, burada, “vahyettik” anlamındadır. Buna göre sanki, “Biz ona, onu kesinkes vahyetmiştik” denilmek istenmiştir. Bunun bir benzeri de [İsrailoğullarına şunu vahyettik] ayetiyle, [Sonra hükmünüzü bana infaz edin] (Yunus / 71) ayetidir. Daha sonra Cenab-ı Hak bu kesin hükmünü, [Onların arkası, mutlaka kesilmiş olacaktır] buyruğu ile açıklamıştır. Bunun önce müphem bırakılıp sonra da peşinden açıklanması, o işin büyüklüğünü ve önemini göstermek içindir. (Fahreddin er-Râzî)
وَقَضَيْنَٓا اِلَيْهِ ona şöyle kesin vahyettik, bunun içindir ki, إلى ile geçişli kılınmıştır. (Şunu) kelimesi kapalıdır, (şüphesiz onların arkası sabaha çıkarlarken kesilmiştir) kavli onu tefsir etmektedir ve ondan bedel olarak mahallen mansubdur. Bu da işi önemsetmek ve büyütmek içindir. Kesra ile yeni söz başı olarak اِنَّ de okunmuştur, mana da: ‘’onların kökleri kazılacak, öyle ki, bir fert kalmayacaktır’’, demektir. (Sabaha girerlerken) ifadesi de هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ‘den veya مَقْطُوعٌ ’daki zamirden haldir. Çoğul olması da mana itibariyledir. (Beyzâvî)
قَضَيْنَٓا - الْاَمْرَ ve هٰٓؤُ۬لَٓاءِ - ذٰلِكَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Surenin bu ayeti itiraz cümlesi olarak ıtnâb sanatı babındadır. Burada ara cümlenin gelmesi gayet güzeldir. Çünkü konu ile ilgili açıklamalar kabilindendir.
İtiraz, peşpeşe gelen iki söz veya sadece bir sözün içerisinde, çeşitli gayelerle îrabda mahalli olmayan bir veya daha fazla ara cümle getirmektir. (Ali Bulut, Kur’ân-ı Kerim’de Itnâb Üslubu)
Burada Allah Teâlâ’nın azabı, önce ذٰلِكَ الْاَمْرَ şeklinde kısaca ve müphem olarak ifade edilmiş, daha sonra açıklanmıştır. Böylece mesele iki kere söylenmiştir. Müphem ve özet ifade muhatabın merakını uyandırır, dinlemeye teşvik eder. Daha sonra da iş açıklanınca zihninde iyice yerleşir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Bu üslup, ibhamdan sonra izah babında ıtnâb sanatıdır.
اَنَّ دَابِرَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَقْطُوعٌ [Onların ardı kesilmiştir] cümlesinde kinaye vardır. Bu ifade, ‘’kökünü kesme azabı’’ndan kinaye edilmiştir. (Safvetü’t Tefâsir)