Hicr Sûresi 67. Ayet

وَجَٓاءَ اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ  ...

Şehir halkı sevinerek geldiler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَاءَ ve geldiler ج ي ا
2 أَهْلُ halkı ا ه ل
3 الْمَدِينَةِ şehrin م د ن
4 يَسْتَبْشِرُونَ sevinerek ب ش ر
 
Kentin ahlâksız halkı, Lût’un konukları olduğunu duyunca –muhtemelen onlara sarkıntılık etmek üzere– geldiklerinde Hz. Lût onların niyetlerini sezdiği için kendilerini uyardı; fakat “Seni el âlemi korumaktan menetmedik mi?” diyerek azgınlıklarında ısrar ettiler. Bu ifadeden anlaşıldığına göre Hz. Lût onları daha önce de bu ahlâksızlıklarından uzaklaştırmaya çalışmış; fakat olumsuz, hatta küstahça cevaplar almıştı. Buna rağmen son bir defa daha “İşte kadınlar, benim kızlarım, (nikâh) yaparsanız” diyerek onları arzularını meşrû ve ahlâkî yollardan karşılamaya çağırdı. Bu sözüyle Lût, bir peygamber olarak kendisini ümmetinin babası yerinde görüyor, dolayısıyla ümmetinin kızlarını da kendi kızları kabul ediyor (Zemahşerî, II, 317), bu azgın topluluğa, yapmak istediklerini bu kızlarla evlenerek yapmaları gerektiğini, doğru ve meşrû tutumun bu olduğunu bildiriyordu. Âyetlerin üslûbundan anlaşıldığına göre aslında bu kavim felâketi çoktan hak etmişti. Fakat yüce Allah’ın, yukarıda işaret buyurulan geniş rahmeti ve bir peygamber olarak Hz. Lût’un ümmetine duyduğu şefkat sebebiyle yine de onlar, ahlâksızlıktan vazgeçip hallerini düzeltmeye çağırılmıştır. Ne var ki, 72. âyetten anlaşıldığına göre sapık duyguları akıllarını başlarından almış, ihtirasları gözlerini kör etmiş, mâkul ve ölçülü düşünüp hareket etme kabiliyetlerini büsbütün kaybetmişlerdi. Âyetteki yemin ifadesi, onların bu hallerinin artık ıslah edilemez olduğuna işaret etmektedir. Cenâb-ı Hak, Lût kavmi hakkındaki bu açıklamalarıyla sadece geçmişteki bir toplum hakkında bilgi vermeyi değil, daha önemlisi, insanoğlunun Allah’tan ve peygamberden gelen her türlü uyarıya kulak tıkayarak beşerî tabiatına, arzu ve ihtiraslarına esir olması halinde sağlıklı düşünme yeteneklerinin nasıl işlemez hale geleceğini, en doğru ve yararlı öğütleri bile duyup anlayamayacak kadar insanlığını kaybedeceğini anlatmaktadır.
 

وَجَٓاءَ اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

اَهْلُ  fail olup lafzen merfûdur.  الْمَد۪ينَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَسْتَبْشِرُونَ  fiili, اَهْلُ ‘nun hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ”  gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْتَبْشِرُونَ  fiili  نَ ‘nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

يَسْتَبْشِرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi بشر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
 

وَجَٓاءَ اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ يَسْتَبْشِرُونَ

 

وَ  istînâfiyedir. Ayet müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan  اَهْلُ الْمَد۪ينَةِ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.

Failin hali olan  يَسْتَبْشِرُونَ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal cümlesi muzari fiil olarak gelmiş ve onların bu halini gözümüz önünde canlandırmayı hedeflemiştir.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )