Hicr Sûresi 85. Ayet

وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ  ...

Biz, gökleri, yeri ve her ikisi arasında bulunanları ancak hakka ve hikmete uygun olarak yarattık. Kıyamet günü mutlaka gelecektir. Sen şimdi güzel bir şekilde hoşgörü ile muamele et.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 خَلَقْنَا biz yaratmadık خ ل ق
3 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
4 وَالْأَرْضَ ve yeri ا ر ض
5 وَمَا ve ne de
6 بَيْنَهُمَا bunlar arasındakileri ب ي ن
7 إِلَّا ancak (yarattık)
8 بِالْحَقِّ hak ile ح ق ق
9 وَإِنَّ ve mutlaka
10 السَّاعَةَ o sa’at س و ع
11 لَاتِيَةٌ gelecektir ا ت ي
12 فَاصْفَحِ şimdi sen hareket et ص ف ح
13 الصَّفْحَ bir hoşgörü ile ص ف ح
14 الْجَمِيلَ güzel ج م ل
 
Yukarıda, geçmiş kavimlerin haksız, inkârcı ve isyancı tutumlarıyla bunların sonuçlarına dair ibret alınmaya değer bazı bilgiler verildikten sonra burada da gökler, yer ve bunlar arasındaki varlıkların, olayların ontolojik veya gaî değerine ve anlamına işaret edilmektedir. “Hak ve adalet temelinde” diye çevirdiğimiz metnindeki bi’l-hakkı deyimine bağlı olarak bu âyet, tefsirlerde (meselâ bk. Taberî, XIV, 50; Zemahşerî, II, 318) genellikle iki değişik anlamda açıklanmıştır: 
 a) Âyetteki hak kelimesi “adalet ve insaf” anlamında da yorumlanmıştır. Buna göre Allah, âlemi ve onda olup bitenleri, bu arada insanlığın tarihini de bir haksızlık ve zulme göre değil, insaf ve adalet ölçülerine göre yaratıp yönetmektedir, yaratılışın yasası adalettir. Şu halde geçmişteki bazı kavimler yaratılmış, sonra onların başına çeşitli felâketler gelmişse bunun sebebi, Allah’ın onlara haksızlık yapmayı istemiş olması değildir. Çünkü “O’nun sözü (hüküm, yasa), hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır” (En‘âm 6/115). Allah ve kendilerine gönderilen peygamber, o kavimlere, iman edip hallerini düzeltmeleri için gerekli bütün uyarıları yapmışlar, olabilecek bütün fırsatları tanımışlar, fakat onlar yine de bildiklerinden şaşmamışlardır. Bu durumda ceza günü geldiğinde onların cezalandırılması da haktır, adaletin gereğidir. 
b) Hak kelimesi, bâtılın zıddı olarak ontolojik gerçekliği ifade eder. Buna göre âyetin anlamı şöyledir: Evren ve onda bulunan varlıklar, akıpgiden olaylar, bazı aşırı şüpheci filozofların yahut bir kısım mutasav-vıfların iddia ettiği gibi bir hayal, bir serap, bir vehim değil (bk. Âl-iİmrân 3/191; Sâd 38/27), birer gerçek olarak var kılınmıştır. Varlık gibivarlığa ilişkin bilimsel bilgiler gerçektir ve bunlara güvenilmesi gerekir, kuşkular yersizdir. Bu cümleden olmak üzere Allah’ın geçmişe dairyukarıdaki âyetlerde özet olarak verdiği bilgiler de hakikaten yaşamışolan toplumların hayat ve gidişatına, hak ettikleri için başlarına gelenbelâlara dair gerçek bilgilerdir. Eğer Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderildiği toplumlar o eski milletlerin yanlış tutumlarını tekrarlarsa onlar da bir şekilde bunun cezasını görürler. Nihayet bir gün gelecek, kıyamet saati de akıp giden gerçekliğin bir devamı olarak kesinlikle vukubulacaktır.
 Âyetin sonunda Hz. Peygamber’e ve onun şahsında eğitim, irşad ve aydınlatma görevi yapan herkese –muhatabın tutumu olumsuz, sert ve kırıcı da olsa– bu tür faaliyetlerini ümitsizliğe veya öfkeye kapılmadan, mümkün olduğunca yumuşak davranarak, kırmadan, incitmeden, güzellikle, hoşgörülü bir tarzda sürdürmeleri öğütlenmektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 366-367
 

حجر Hacera : حَجَرٌ sert bir madde olan taştır. Çoğulu حِجارَةٌ şeklinde gelir. تَحْجِيرٌ birşeyin etrafını taşlarla çevirmek/ taş koymaktır. İsmi mefulu olan مَحْجُورٌ kelimesi Kuran-ı Kerim’de de kullanılmıştır. حِجْرٌ taşlarla çevrili yer olarak adlandırılmıştır. Semud kavminin yaşadığı bölge de bu isimle anılmıştır. حَجَرٌ in yani taşın ortaya çıkardığı sonuçtan dolayı sözcükte men etme, engelleme ve koruma anlamı olduğu düşünülerek akla da حَجَرٌ denmiştir. Çünkü insan akıl sayesinde nefsinin her istediğini yapmaktan kendini koruma/engelleme imkanına sahiptir. Yine حِجْرٌ lafzı haram kılınarak koruma altına alınmış/engellenmiş şeyler için kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 21 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hücre, Haceru-l Esved, hacir ve mahcurdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

صفح Safeha : صَفْحُ الشَّيْءِ birşeyin eni ve yanıdır. صَفْحٌ birini suçundan, günahından veya kabahatinden dolayı kınamayı, azarlamayı, ona serzenişte bulunmayı ya da onun suçunu, günahını veyahut kabahatini takrir etmeyi bırakmaktır. Afv عَفْوٌ kelimesinden daha beliğdir. Bundan dolayı Yüce Allah Bakara, 2/109 ayetinde فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ buyurmuştur. Zira insan bazen afv eder fakat safh etmez yani suç, günah ve kabahatinden dolayı hoş görmez, serzenişte bulunmayı vs. bırakmaz. Bu köke ait Türkçede de kullandığımız musafaha مُصافَحَةٌ ise elin yanı ile dokunmaktan gelir. (Müfredat) Kuran-ı Kerim’de altı defa sülâsi fiil iki kere de isim olmak üzere 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri safha, safahat ve musafahadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  خَلَقْنَا   sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

السَّمٰوَاتِ  mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

الْاَرْضَ  atıf harfi  وَ la  السَّمٰوَاتِ ye matuftur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, atıf  harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ’ye matuf olup mahallen mecrurdur. Mekân zarfı  بَيْنَ, mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلَّا  hasr  edatıdır.  بِالْحَقّ  car mecruru mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri, خلقا ملتبسا بالحقّ (Hakka bürünmüş bir şekilde yaratılmış) şeklindedir.


وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

السَّاعَةَ kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

لَ harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

اٰتِيَةٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

فَ   mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن أوذيت فاصفح (Eziyet gördüysen yüz çevir.) şeklindedir.

اصْفَحِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

الصَّفْحَ  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur. الْجَم۪يلَ  kelimesi  الصَّفْحَ ’nın sıfatı olup fetha ile mansubdur.

اٰتِيَةٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan أتي  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil mazi sıygada gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl,  السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. Mevsûlün sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  بَيْنَهُمَٓا, bu mahzuf sılaya müteallıktır.

بِالْحَقّ, mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır. Takdiri,  إلّا خلقا ملتبسا بالحقّ  [Sadece hakka bürünmüş bir şekilde yaratılmış] şeklindedir.

بِالْحَقّ deki  بِ  harf-i ceri mülâbeset içindir. (Âşûr)

Ayette  مَا  nefy harfi ve  اِلَّا  hasr edatıyla kasr oluşturularak yeryüzü, gökyüzü ve ikisi arasındakilerin hak ile yaratıldığı vurgulu ve kesin bir dille belirtilmiştir.

السَّمٰوَاتِ  ve  الْاَرْضَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Semavat yeryüzünü, gökyüzünü ve ikisi arasında olanları kapsadığı halde semavattan sonra bunların tekrar söylenmesi umumdan sonra husus babında ıtnâbtır.

خَلَقْنَا -  الْحَقّ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.

Cümledeki birinci  مَا  nefy harfi, ikincisi ise ism-i mevsûldür. Aralarında tam cinas ve reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 


 وَاِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ 

 

Cümle  وَ ’la istînâfa matuftur.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ, mukadder şartın  فَ  karinesiyle gelen cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi  لَاٰتِيَةٌ  şeklinde ism-i fail kalıbında gelerek, sübut ve istimrar ifade etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Saatin, gelmek fiiline isnadı aklî mecazdır.

Saat kıyamet günü anlamındadır. Saatin gelmesi aynı zamanda inkarcıların ve müşriklerin hesap verecekleri zamanın geleceği anlamını da içerir.

Ayette görüldüğü gibi kıyamete “Saat” adının verilmesi, her an için meydana gelme beklentisi olması sebebiyledir. İşte o gün geldiğinde Allah, düşmanlarından senin öcünü alacak, seni de onları da yaptıkları iyilikleri ve kötülükleri sebebiyle hesaba çekecektir, iyiliği olanlara mükâfat, kötülük işlemiş olanlara da ceza verecektir. Çünkü Allah gökleri de yeri de ve ikisi arasında var olan şeyleri de sadece bunun için yaratmıştır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)


فَاصْفَحِ الصَّفْحَ الْجَم۪يلَ

 

فَ  karinesiyle gelen cümle, mahzuf şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri …إن أوذيت  [Eziyet gördüysen] olan mahzuf şart ve mezkur cevap cümlesinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  الْجَم۪يلَ ’nin mevsufu  الصَّفْحَ’dır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اصْفَحِ  ile  الصَّفْحَ  kelimeleri arasında iştikak cinâsı, reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır,  الصَّفْحَ  mef’ûlu mutlaktır.

Bu kıssaların Kur'an’da zikredilmelerinin gayesi, Hz. Muhammed’i kavminin hakkı tanımamalarına karşı sabra teşviktir. Çünkü Hz. Muhammed, geçmiş ümmetlerin de Allah’ın peygamberlerine böyle yanlış ve ters muamelelerde bulunduklarını dinlediğinde, kavminin hakkı tanımayışına ve taşkınlığına sabretmesi kolaylaşır. Sonra Allah Teâlâ, geçmiş ümmetlere de azaplar indirdiğini beyan buyurunca Hz. Peygambere [Elbette o saat gelecektir.] buyurmuştur. Bu, “Allah senin için kıyamette düşmanlarından intikam alacak, Senin hasenatına ve onların günahlarına karşılık verecektir. Çünkü O, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları ancak hak, adalet ve insaf için yaratmıştır. Binaenaleyh Senin işini ihmal etmesi, O’nun hikmetine nasıl uygun düşer?” demektir. (Fahreddin er-Râzî)