Hicr Sûresi 90. Ayet

كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ  ...

Nitekim biz kendi kitaplarını parçalara ayıranlara da (kitap) indirmiştik.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَمَا gibi
2 أَنْزَلْنَا indirdiğimiz ن ز ل
3 عَلَى
4 الْمُقْتَسِمِينَ kısımlara ayıranlara ق س م
 
Allah, “bölüp parçalayanlar”ı cezalandırmıştır. Burada “bölüp parçalayanlar”la kimlerin kastedildiği ve neyi bölüp parçaladıkları hususunda farklı yorumlar yapılmıştır. Bir yoruma göre bunlar, Kur’an’ı işlerine geldiği gibi bölerek bir kısmına inanan, bir kısmını reddeden yahudi ve hıristiyanlardır (Taberî, XIV, 61). Bir rivayete göre âyette, sırf Kur’an’la alay etmek için “Şu sûre benim, şu sûre senin” diye Kur’an’ı aralarında paylaşan Ehl-i kitap kastedilmiştir. Başka bir yoruma göre âyette Kureyş putperestlerinin bir bölümü kastedilmiştir. Rivayete göre hac mevsiminde bir kısım Mekkeli bölük bölük ayrılıp yollara dağılır, dışarıdan gelenlere Hz. Peygamber aleyhinde “O bir mecnun!”, “O bir şair!”, “O bir sihirbaz!” diye propaganda yaparlardı. 
Taberî bu görüşlere dair bilgiler verdikten sonra kendi yorumunu şöyle ifade eder: “Allah, resulüne, Kur’an’ı bölüp parçalayanlara şu hususu bildirmesini emretmektedir: Peygamber, Allah’ın öfkesi ve cezalandırması konusunda insanları uyarmakla görevlidir. Gerek kendi aralarından gerekse daha önceki ümmetlerden vahyi bölüp parçalayanların başlarına gelenler onların da başına gelebilir. ‘Bölüp parçalayanlardan’ Tevrat ve İncil’e inananlar kastedilmiş olabilir; çünkü onlar Allah’ın kitabını kısımlara ayırıyor; yahudilerden bazıları kutsal kitabın bir kısmını kabul ederken geri kalan kısmını tanımıyor, İncil’i ve Kur’an’ı da reddediyor; hıristiyanlar ise İncil’in bir kısmını benimserken geri kalan kısmını, ayrıca Tevrat’ı ve Kur’an’ı reddediyorlardı. Ancak burada Kureyş putperestleri de kastedilmiş olabilir. Çünkü onlar Kur’an hakkında farklı gruplara ayrılıyor; bir kısmı ona şiir, bir kısmı kehânet ürünü, bir kısmı eskilerin masalları diyordu… Sonuç olarak bu âyetlerde hangi kesimin kastedildiğine ilişkin Kur’an’da kesin bir delil bulunmadığı gibi Hz. Peygamber’den nakledilmiş bir açıklama ve aklî bir kanıt da yoktur.”
Bu durumda Taberî’ye göre, Allah’ın vahyini, bir kısmına inanıp bir kısmını reddetmek suretiyle parçalayan her türlü eski ve yeni inkârcı zümrelerin âyetin kapsamına girdiğini düşünmek en doğru yaklaşımdır. Âyet Allah’ın kurtarıcı mesajlarını bu şekilde yıpratmaya ve tesirsiz kılmaya çalışan her inkârcı kesimin ilâhî cezalara uğratıldığını hatırlatmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 371-372
 

كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ

 

كَ, harf-i cerdir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri, آتيناك إيتاء كالذي أنزلنا على المقتسمين (Ayrılığa düşenlere indirdiğimizin benzerini sana da veriyoruz.) şeklindedir.

اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  

عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَ  car mecruru   اَنْزَلْنَا   fiiline müteallıktır.  الْمُقْتَسِم۪ينَ ’nin  cer alameti  ى dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.

الْمُقْتَسِم۪ينَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْزَلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

İf’al babı fi ile  tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

كَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَۙ

 

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا, başındaki harf-i cerle birlikte mahzuf bir mef’ûlü mutlaka müteallıktır. Müteallakın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümlenin takdiri şöyledir:  آتيناك إيتاء كالذي أنزلنا على المقتسمين (Ayrılığa düşenlere indirdiğimizin benzerini sana da veriyoruz.)

Sılası olan  اَنْزَلْنَا عَلَى الْمُقْتَسِم۪ينَ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107) 

[Paylaşanlara indirdiğimiz gibi] onlara indirdiğimiz azap gibi demektir. Bu da  النَّذ۪ير ’in mef’ûlünun sıfatıdır, onun yerine geçmiştir. Paylaşanlar da on iki kişidir ki bunlar hac mevsiminde Mekke’nin giriş yerlerini tuttular, insanları Resulullah’tan (s.a.) nefret ettirmek istiyorlardı. Allah Teâlâ da onları Bedir Savaşı’nda helak etti. Ya da onlar Salih’e (a.s.) gece baskını yapmayı planlayanlardır. Bunun mahzuf masdarın sıfatı olduğu ve onu da  وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ  kavlinin gösterdiği söylenmiştir. Çünkü mana şöyledir: “Sana indirdik, paylaşanlar da ehl-i kitaptırlar.” (Beyzâvî)

Car mecrur, 87. ayetteki  اٰتَيْنَاكَ  fiiline de müteallık olabilir.

كَمَٓا اَنْزَلْنَا  [indirdiğimiz gibi] ifadesi 87. ayetteki  وَلَقَدْ اٰتَيْنَاكَ  [Gerçek şu ki sana verdik] ifadesi ile ilişkili olup anlam, “Ehl-i Kitaba indirdiklerimizin benzerini sana da indirdik.” şeklindedir. Bunlar, “Kur'an’ı parçalara ayıran” parçalayıcılardır; zira düşmanlık ve inatlarından dolayı Kur'an hakkında “Bir kısmı haktır, Tevrat’a ve İncil’e uygundur; bir kısmı da batıldır, bu iki kitaba muhaliftir.” demişler; böylece onu hak ve batıl diye kısımlara ayırmışlar, onu parçalamışlardır. 

Ayrıca “Kur'an’ı parçalara ayıranlar” ifadesinin 89. ayetteki [Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.] ifadesindeki  النَّذ۪يرُ  [uyarıcı] kelimesi ile mansub olması yani anlamın: “Kur'an’ı sihir, şiir, masal gibi parçalara ayrılan kimseleri, daha önce o parçalayıcılara indirmiş olduğumuz azabın bir benzeri ile uyar.” şeklinde olması da mümkündür. (Keşşâf)