Hicr Sûresi 98. Ayet

فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ  ...

O hâlde, Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَسَبِّحْ (o halde) tesbih et س ب ح
2 بِحَمْدِ hamd ile ح م د
3 رَبِّكَ Rabbini ر ب ب
4 وَكُنْ ve ol ك و ن
5 مِنَ -den
6 السَّاجِدِينَ secde edenler- س ج د
 
Kesin olan şey” diye çevirdiğimiz son âyetteki yak^n kelimesi, “ölüm; Allah’ın vaad ettiği, gerçeklemesi kesin olan zafer”, “kesin bilgi” gibi farklı şekillerde açıklanmıştır. Taberî’nin aktardığı rivayetler (XIV, 73-75), yakîn kelimesinin daha çok “ölüm” olarak tefsir edildiğini, ayrıca Hz. Peygamber’in de zaman zaman kelimeyi bu anlamda kullandığını göstermektedir. 
 Kelime “kesin bilgi” veya “zafer” mânasına alınırsa tercümenin “İbadet et ki bilgiye/zafere ulaşasın” şeklinde olması gerekir.
 Hz. Peygamber’e karşı mücadele edenlerin, bütün davranışlarının mahiyetini belirleyen temel inançlarının Allah’a ortak koşmak olduğuna az önce (96. âyet) işaret edilmişti. Şu halde Hz. Peygamber’in ve onun izinde gidenlerin temel inanç ve tutumları da Allah’ı bir bilip O’na kullukta sebat etmek olmalıdır.
 Kuşkusuz, “Allah’ı hamd ile tesbih et!” buyruğu, hem “elhamdülillâh…, sübhânallah…” gibi güzel sözlerle dilimizi süslemeyi hem bu ifadelerin anlamıyla kalp ve zihnimizi bezemeyi hem de bu inancıhayatımızın belirleyici ilkeleri kılmayı gerektirir. “Secde et” yerine “…secde edenlerden ol!” buyurulması da müslümanların Hak yolunda birlikte davranmalarını, aynı inancı ve dinî davranışı paylaşmalarını ima etmektedir. 
 Kulun rabbini hamd ile tesbih etmesi, yani O’nu övgüyle anarak her türlü eksiklikten, şanına yaraşmayacak niteliklerden tenzih edip yüceltmesi; rabbi karşısındaki tevazuunun, O’na karşı duyduğu derin saygının en çarpıcı ifadesi olmak üzere huzurunda secdeye kapanması ve nihayet hayatı boyunca rabbine bu şekilde kulluğunu sürdürmesi, hem bir kulluk görevi hem bütün kötülere ve kötülüklere karşı rabbinin yardım ve desteğine liyakat kazanmasının şartı hem de O’ndan gelen yardım ve lutuflar için bir şükür görevidir.
 Böylece Hicr sûresi gerek Peygamber efendimizi gerekse onun şahsında ümmetini kötüleri ve kötülükleri yenme hususunda azimli ve kararlı davranmaya, Cenâb-ı Hakk’ın yardım ve desteğini yanımızda bilerek ümitli ve azimli olmaya, bunun için de hayatımız boyunca rabbimizin şanını yüceltip kulluğumuzu sürdürmeye çağıran, bu yönde bizi aydınlatan âyetlerle son bulmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 373-374
 
Riyazus Salihin, 1454 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim sabah akşam yüz defa subhânallâhi ve bi-hamdihî: Ben Allah’ı ulûhiyyet makamına yakışmayan sıfatlardan tenzih eder ve O’na hamdederim” derse, onun söylediklerinin bir mislini veya daha fazlasını söyleyen kimse dışında hiçbir şahıs, kıyâmet gününde onun söylediğinden daha faziletli bir zikirle gelemez.”
(Müslim, Zikir 26.)
 

فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ

 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن ضاق صدرك فسبّح (Göğsün daralırsa tesbih et.) şeklindedir.

سَبِّـحْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  بِحَمْدِ  car mecruru  سَبِّـحْ  fiiline müteallıktır.

رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  كُنْ  sükun üzere mebni nakıs emir fiildir.  كُنْ  ismi, müstetir olup takdiri  هُو’dir.  مِنَ السَّاجِد۪ينَ  car mecruru  كُنْ un mahzuf haberine müteallıktır.

السَّاجِد۪ينَ nin cer alameti  ى dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

سَاجِد۪ينَ  kelimesi sülasi mücerredi  سجد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَبِّـحْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  سبح ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ

 

فَ , rabıtadır. Ayetin ilk cümlesi olan  فَسَبِّـحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ, mahzuf bir şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Takdiri, إن ضاق صدرك  [Göğsün daralırsa] olan şart cümlesiyle birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

بِحَمْدِ رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması,  كَ  zamirinin ait olduğu Hz. Peygambere, yine Rabb ismine muzâf olması  حَمْدِ ’ye şan  ve şeref kazandırmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrîd sanatı vardır. 

Sözlükte “suda hızla yüzüp mesafe almak” manasındaki  سَبِّـحْ  fiili,  سباح  kökünden türeyen tesbih, terim olarak Cenab-ı Hakk’ı ulûhiyetle bağdaşmayan her türlü eksiklik ve noksanlıktan tenzih etmeyi ifade eder. Aynı kökten  سبحان  kelimesine lafza-i celâlin eklenmesiyle oluşturulan sübhanallah  سبحانالله  terkibi tesbihle aynı anlama gelir. Her iki terim de Allah’tan başkasına nispet edilemez. (TDV İslam Ansiklopedisi-Tesbih)


  وَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَۙ

 

Cümle  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi emir üslubunda talebî inşai isnaddır.  Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ السَّاجِد۪ينَ, nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  

فَسَبِّـحْ  - حَمْدِ - السَّاجِد۪ينَۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayetteki secdeden murad namazdır. Namazın bir rüknü, tamamı manasında kullanılmıştır. Cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Secde ve aynı kökten türeyen kelimeler Kur'an’da gerek “boyun eğme” manasında gerekse terim anlamıyla seksen bir ayette geçer (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “scd” md.). Râgıb el-İsfahânî, Kur'an’daki secdeyi isteğe bağlı ve zorunlu secde olarak ikiye ayırır; ilki (sücûd-u ihtiyar) insana mahsus olup karşılığında mükâfat vardır. [Allah’a secde edin. (Necm Suresi, 62)] gibi ayetler secdenin bu ilk anlamıyla ilgilidir. İkincisi (sücûd-u teshîr) insan dahil olmak üzere canlı ve cansız bütün varlıkların Allah’ın koyduğu kanunlara boyun eğmesidir. [Göklerde ve yerde bulunan her şey ve bunların gölgeleri sabah akşam isteseler de istemeseler de Allah’a secde ederler. (Ra’d Suresi, 15)] ayeti secdenin ikinci anlamıyla ilgilidir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “scd” md.). Müfessirler, ikinci anlamıyla bütün varlıkların Allah’a secde etmesini (mesela bkz. en-Nahl Suresi, 48-49; Hac Suresi, 18; Rahman Suresi, 6) fıtratlarının gereği olarak yaratıcının kendileri için koyduğu kanunlara tabi olup onların dışına çıkamamaları şeklinde izah ederler. (TDV, Secde)

O halde hemen Rabbine hamd ile tesbih et. Yani küfür sözlerine canı sıkılmak da Rabbinin bir manevi temizlik terbiyesi, şükretmeye değer bir nimetidir. Sıkıldın mı hemen Rabbine hamdederek ona tesbih et ve onu ulula, için açılır ve bunun şükür alameti olmak üzere de secde edenlerden ol yani namaz kıl, genişlersin. (Elmalılı)

Cenab-ı Hak, “Sen hemen Rabbine hamd ile tesbih et” demiş ve böylece ona şu dört şeyi emretmiştir: Tesbih, hamd, secde ve ibadet. Alimler, bu taatları yapmanın göğsün daralması ve hüznü gidermeye nasıl vesile olduğu hususunda değişik izahlar yapmışlardır. Bu cümleden olmak üzere hakkın peşinde olan arifler (sûfîler) şöyle demişlerdir: “İnsan bu çeşit ibadetlerle meşgul olduğu zaman, ona rubûbiyet aleminin nurları inkişaf eder. Bu inkişaf tahakkuk ettiği zaman dünya bütünüyle onun gözünde değersizleşir. Dünya onun nazarında böyle önemsiz hale gelince de ne dünyayı elde etmek, ne de elden kaçırmak onun için birşey ifade etmez. Dolayısı ile o, dünyayı kaybetmekten ötürü vahşete ve dehşete düşmez, dünyayı elde ettim diye de şımarmaz. İşte bu noktada, hüzün ve keder diye birşey kalmaz." (Fahreddin er-Râzî)