Nahl Sûresi 37. Ayet

اِنْ تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ  ...

Sen onların doğru yola erişmelerine aşırı istek göstersen de şüphesiz Allah saptırdığı kimseyi doğru yola iletmez. Onların yardımcıları da yoktur.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنْ şayet
2 تَحْرِصْ ne kadar istesen de ح ر ص
3 عَلَىٰ
4 هُدَاهُمْ onların yola gelmelerini ه د ي
5 فَإِنَّ kuşkusuz
6 اللَّهَ Allah
7 لَا
8 يَهْدِي yola getirmez ه د ي
9 مَنْ kimseyi
10 يُضِلُّ şaşırttığı ض ل ل
11 وَمَا ve olmaz
12 لَهُمْ onların
13 مِنْ hiçbir
14 نَاصِرِينَ yardımcıları ن ص ر
 
Hz. Peygamber, Allah’ın kendisine yüklediği tebliğ ve irşad görevini eksiksiz yerine getirme sorumluluğunun bir gereği olduğu kadar yüce ahlâkının, derin insanlık sevgisinin de bir tezahürü olarak, kendisine son derece haksız ve insafsız muameleleri revâ görenler de dahil olmak üzere, bütün insanların dünya ve âhiret esenliğine kavuşmaları için büyük bir istek taşıyor, elinden geleni yapıyor, Kur’an’ın anlatımıyla bu uğurda âdeta kendini tüketiyordu (Şuarâ 26/3). Konumuz olan âyette de Hz. Peygamber’in, putperestlerin hidayete ermelerini ne kadar çok istediğine işaret edilmektedir. Fakat burada şu husus özellikle hatırlatılmaktadır: İnsanların kurtuluşu için Peygamber’in böyle bir istek ve gayret içinde olması yetmez. İnsanlar bu dünyada bir imtihan hayatı yaşamakta olup kurtuluşu hak etmeleri, Allah’a karşı sorumlu oldukları bu imtihanı başarmaları ve iradelerini o yönde kullanmaları sonucunda, O’nun kendilerine hidayeti nasip etmesine bağlıdır; bu hususta insanların Allah’tan başka yardımcıları da yoktur. Şu halde kurtuluşu hak etmeyene Peygamber’in bile yardımı dokunamaz.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 396-397
 

اِنْ تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ 

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  تَحْرِصْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

عَلٰى هُدٰيهُمْ  car mecruru  تَحْرِصْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن تحرص على هداهم لا تقدر لأنّ الله لا يهدي (Onların hidayete ermesi konusunda hırslı olsan da buna gücün yetmez, çünkü Allah hidayet etmez.) şeklindedir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.

لَا يَهْد۪ي  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَهْد۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يُضِلُّ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

يُضِلُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.


وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

مِنْ  harfi zaiddir.  نَاصِر۪ينَ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  نَاصِر۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. 

نَاصِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan نصر  fiilinin çoğul ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Türkçemizdeki himaye eden, kollayan, yardım eden gibi kelimelerin karşılığı olan  نَاصِرٌ  kelimesi Kur'an-ı Kerim’de  نَاصِرُونَ  ve  اَنْصَارُ  şeklinde iki farklı cemi kipi ile gelmektedir. Bunlardan cemi müzekker salim kipi ile gelen  نَاصِرُونَ  kelimesi sekiz yerde, cemi kıllet kipi ile gelen اَنْصَارُ  kelimesi de on bir ayette geçmektedir.

نَاصِرُونَ ; Âl-i İmran, 3/22, 56, 91, 150; Nahl, 16/37; Ankebût, 29/25; Rûm, 30/29; Casiye, 45/34; اَنْصَارُ; Bakara, 2/270; Âl-i İmran, 3 /52, 192; Maide, 5/72; Nuh, 71/25; Tevbe, 9/100, 117; Saff, 61/14. (Abdurrahman Güney, Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Kur'an’da Sözcüklerin Çoğul Halleri)

 

اِنْ تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  تَحْرِصْ عَلٰى هُدٰيهُمْ , meczum müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Takdiri  إن تحرص على هداهم لا تقدر لأنّ الله لا يهدي.  [onların hidayet üzere olmasını istesen de buna günü yetmez, çünkü Allah hidayet etmez] olan terkip şart üslubunda haber cümlesidir.

 

 فَاِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ

 

 

Önceki cümledeki mukadder cevap için ta’liliyye olarak gelen cümlede  فَ , ta’liliyyedir. Cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ  ile tekid edilmiştir.

Cümlenin müsnedi olan  لَا يَهْد۪ي مَنْ يُضِلُّ , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin, lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

يَهْد۪ي  ile  يُضِلُّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

هُدٰيهُمْ - لَا يَهْد۪ي  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb,  iştikak cinası ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.


 وَمَا لَهُمْ مِنْ نَاصِر۪ينَ

 

Ta’liliyyeye matuf son cümle, menfi isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Zaid harf ve takdim kasrı olmak üzere iki unsurla tekid edilmiştir. Cümlede  takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan  مِنْ نَاصِر۪ينَ ’deki  مِنْ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder. Müsnedün ileyh olan  نَاصِر۪ينَ۟ ‘nin nekre gelişi, taklîl ifade eder. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre, umum ifade ederken yine olumsuz cümledeki  مِنْ , ‘hiç’ anlamı verir.

Haberin takdimi kasr ifade etmiştir. Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Mübteda olan  نَاصِر۪ينَ , mahzuf habere müteallık olan   مَا لَهُمْ ifadesine kasredilmiştir. 

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.  مَا لَهُمْ  mevsuf/maksûrun aleyh, مِنْ نَاصِر۪ينَ  sıfat/maksûrdur.  Yani onlar için hiçbir yardımcı yoktur

[Yardımcılar] kelimesinin çoğul olarak  نَاصِر۪ينَ  şeklinde gelmesi  لَهُمْ  [onların]  zamirine karşılık olduğu içindir. Yani her birinin hiçbir yardımcısı olmayacaktır. (Ebüssuûd)