Nahl Sûresi 44. Ayet

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ  ...

(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بِالْبَيِّنَاتِ açık kanıtları ب ي ن
2 وَالزُّبُرِ ve Kitapları ز ب ر
3 وَأَنْزَلْنَا ve indirdik ن ز ل
4 إِلَيْكَ sana
5 الذِّكْرَ Zikr’i ذ ك ر
6 لِتُبَيِّنَ açıklayasın diye ب ي ن
7 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
8 مَا şeyi
9 نُزِّلَ indirilen ن ز ل
10 إِلَيْهِمْ kendilerine
11 وَلَعَلَّهُمْ ta ki
12 يَتَفَكَّرُونَ düşünüp öğüt alsınlar ف ك ر
 
“Apaçık deliller” diye çevirdiğimiz âyet metnindeki beyyinât (tekili beyyine), “peygamberlerin doğruluğunu kanıtlayan aklî ve mûcizevî deliller”, zübür (tekili zebûr) ise “Allah’ın peygamberlerine indirdiği bilgilerin yazılı bulunduğu kutsal kitaplar” şeklinde açıklanır (İbn Âşûr, XIV, 162). Hz. Peygamber’e indirilen kutsal kitap ise âyette zikir kelimesiyle anılmaktadır ve bununla Kur’ân-ı Kerîm kastedilmiştir.
 Peygamberler kendilerinin doğruluğunu kanıtlayıcı mahiyette delillerledesteklenmişler; ayrıca bir kısmına yeni bir kutsal kitap gönderilmek, bir kısmı da önceki bir peygambere gönderilmiş bulunan kutsal kitabın hükmünü yaşatmakla yükümlü kılınmak suretiyle bütün peygamberlere kutsal kitaplar verilmiş, Hz. Muhammed’e de Kur’an gönderilmiştir. Bu durumda onun peygamberliğinin müşrikler tarafından yadırganması anlamsızdır.
 Âyette Hz. Peygamber’e Kur’an’ın indirildiği bildirilmekle kalmayıp, ona “insanlara indirilenleri yani Allah’ın hükümlerini onlara açıklama” görevi de yüklenmiştir. Buna göre Hz. Peygamber sadece bir nakilci değil, aynı zamanda Allah’ın hükümlerini sözlü veya fiilî olarak açıklama, yorumlama, inananlara uygulamada örnek olma işlevine de sahiptir. Bu işlevin tamamına birden sünnet denmektedir; sünnet de ilâhî irşadla gerçekleştiği için bir tür vahiy değeri taşımaktadır. Âyetten açıkça anlaşıldığı gibi Peygamber’in aslî görevi Kur’an’ı açıklamaktır; şu halde onun Kur’an’a aykırı bir hüküm ve anlayış ortaya koyduğu kesinlikle düşünülemez. Bu sebeple hadis usulünün önemli bir konusu olan metin tenkidi ilkelerine göre kaynaklarda hadis diye aktarılan, fakat Kur’an’la uzlaştırılması hiçbir şekilde mümkün olmayan bir söz sahih bir hadis olarak kabul edilmez.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 401-402
 

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ 

 

بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  نُوح۪ٓي  fiiline müteallıktır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

الزُّبُرِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْبَيِّنَاتِ ’ye matuftur. 

الزُّبُرِ  kelimesi, زبور ’un çoğuludur. (Ruhu’l Beyan)


وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اَنْزَلْـنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَيْكَ  car mecruru  اَنْزَلْـنَٓا  fiiline müteallıktır.  الذِّكْرَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

لِ  harfi,  تُبَيِّنَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَنْزَلْـنَٓا  fiiline müteallıktır.  تُبَيِّنَ  mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

لِلنَّاسِ  car mecruru  تُبَيِّنَ  fiiline müteallıktır. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra  2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  نُزِّلَ اِلَيْهِمْ dir. Îrabtan mahalli yoktur.

نُزِّلَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو dir.

اِلَيْهِمْ  car mecruru  نُزِّلَ  fiiline müteallıktır.


 وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir,  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  يَتَفَكَّرُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَتَفَكَّرُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

يَتَفَكَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  فكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِۜ وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ 

 

Car mecrur  بِالْبَيِّنَاتِ, önceki ayetteki  نُوح۪ٓي  fiiline müteallıktır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade eden …وَاَنْزَلْـنَٓا اِلَيْكَ الذِّكْرَ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  وَ la önceki ayetteki …وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ اِلَّا  cümlesine, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ nın gizli  أنْ le masdar yaptığı  تُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ اِلَيْهِمْ  cümlesi,  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde  اَنْزَلْـنَٓا  fiiline müteallıktır. 

لِتُبَيِّنَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا nın sılası  نُزِّلَ اِلَيْهِمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Fiilin meçhul bina edilmesi mef’ûle dikkat çekmek içindir.

الذِّكْرَ  Kuran,  الزُّبُرِ  kitaplar demektir. (Kurtubî)

الزُّبُرِۜ - الذِّكْرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ  ibaresinde icâz-ı hazif vardır. Takdiri,  اَرْسَلْنَاهِمْ  بِالْبَيِّنَاتِ tır. Yani [apaçık mucizeler] ve الزُّبُرِۜ  yani  Kitab-ı Mukaddes demektir. İcazu’l beyandan olan, siyakın delaletine dayanan bu üslup, icaz-ı hazif olarak isimlendirilir. (Sâbûnî, İbdâu’l Beyan)

(Açık delillerle ve kitaplarla) yani onları mucizelerle ve kitaplarla gönderdik demektir. Bu da “Onları ne ile gönderdi?” sorusuna cevaptır. Bunun  وَمَٓا اَرْسَلْنَا ya müteallık ve erkeklerle beraber istisnaya dahil olması da caizdir. Yani biz ancak mucizelerle erkekler gönderdik demektir. Ya da onların sıfatıdır yani  onları mucizelerle ilişkili olarak gönderdik demektir. Ya da mef’ûl olarak  نُوح۪ٓي  fiiline müteallıktır veya onun faili yerine geçenin halidir, o da  اِلَيْهِمْ dir. O zaman …فَسْـَٔلُٓوا  kavli, ara cümle olur ya da  لَا تَعْلَمُونَۙ ye müteallıktır ki o zaman şart takdir etme ve susturma için olur. (Beyzâvî)

بِالْبَيِّنَاتِ - لِتُبَيِّنَ  ve  نُزِّلَ - اَنْزَلْـنَٓا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

“Apaçık burhanlarla ve kitaplarla” ifadesi risaletin (peygamberliğin) kendisiyle kemâle erdiği her şeyi içine alan kapsayıcı bir ifadedir. Çünkü risalet işi, risalet iddiasında bulunanın doğruluğuna delalet eden mucizelere dayanır ki bu, ayette  الْبَيِّنَاتِ  sözüyle ifade edilmiştir; peygamberlerin, Allah'tan aldığı talimatları, O'nun kullarına tebliğ edip ulaştırmasına dayanır ki bu da ayeti kerimede الزُّبُرِۜ  kelimesiyle ifade edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Kur'an'ın bir kısmı muhkem, bir kısmı müteşabihtir. Muhkem olanın, “mübeyyen” olması gerekir. Böylece Kur'an'ın tamamının mücmel olmadığı, aksine onda mücmel olan bazı ayetlerin bulunduğu sabit olmuş olur.

O halde  “Ta ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın.” ifadesi, “mücmel olanları…” manasına hamledilir. (Fahreddin er-Râzî)


وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

 

Cümle, takdiri  فيسمعون ذلك  [Ve bunu işitirler.] olan mukadder cümleye  وَ ’la atfedilmiştir. Gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

اِنّ۪ٓ ’nin kardeşlerinden olan  لَعَلَّ ’nin dahil olduğu cümlenin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir. Yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerim olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub;  لَعَلَّ  kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad takvalı olmaya teşviktir. Kur'an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 58)