Nahl Sûresi 58. Ayet

وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِالْاُنْثٰى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ  ...

Onlardan biri, kız ile müjdelendiği zaman içi öfke ile dolarak yüzü simsiyah kesilir!
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا zaman
2 بُشِّرَ müjdelendiği ب ش ر
3 أَحَدُهُمْ onlardan birine ا ح د
4 بِالْأُنْثَىٰ kız çocuğu ا ن ث
5 ظَلَّ kesilir ظ ل ل
6 وَجْهُهُ yüzü و ج ه
7 مُسْوَدًّا kapkara س و د
8 وَهُوَ ve o
9 كَظِيمٌ içi öfkeyle dolar ك ظ م
 
Câhiliye Arapları kız çocuklarını iki sebeple istemezlerdi: İlki geçim sıkıntısı, ikincisi de namus anlayışları (Râzî, XX, 56). Erkek çocuklar ileride kabilenin silâhşoru olacakları için onları istememek şöyle dursun, 57. âyetin sonunda da ima edildiği üzere, erkek çocuklara sahip olmaktan özellikle hoşlanırlar, sayılarının çokluğu ile övünürlerdi; fakat kız çocukları, Türkçe’deki meşhur deyimiyle “kaşık düşmanı” olarak telakki edilirdi. İkinci ve daha önemli sebebe gelince, ardı arkası kesilmeyen kabileler arası savaşlarda kız ve kadınların esir düşmeleri ve câriye olarak tutulmaları, alınıp satılmaları, namusuna çok düşkün olan Câhiliye Arabı için son derece onur kırıcı bir durumdu ve bu yüzden toplumda kız çocuğuna sahip olmak bir utanç sebebi olarak algılanıyordu; aslında sevinmek gerektiği için 59. âyette “müjde” kelimesiyle ifade edilen böyle bir doğum haberi alan baba, tam tersine üzüntüye boğuluyordu. Âyet, bu son derece cahilce telakkinin, acımasız törenin baskısı altında kalan, ama fıtratındaki babalık duygusunun etkisinden de kurtulamayan Câhiliye Arabı’nın bunalımını, kısa fakat oldukça etkileyici bir ifadeyle özetlemektedir: “Böyle bir alçaltıcı duruma rağmen onu yanında mı tutsun yoksa toprağa mı gömsün!” Âyet, onları böylesine korkunç bir ikilemle karşı karşıya bırakan zihniyeti, “Görün işte, ne kötü yargıda bulunuyorlar!” diyerek mahkûm etmektedir (kız çocuklarının öldürülmesi hususunda ayrıca bk. İsrâ 17/31; Tekvîr 81/8-9).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 410
 

وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِالْاُنْثٰى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ 

 

وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b. (إِذَا)  nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

بُشِّرَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بُشِّرَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. اَحَدُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بِالْاُنْثٰى  car mecruru  بُشِّرَ  fiiline müteallıktır.  الْاُنْثٰى  ismi mecrur olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

ظَلَّ  fetha üzere mebni nakıs, mazi fiildir.  كَانَ  gibi ismini ref haberini nasb eder.

وَجْهُهُ  kelimesi  ظَلَّ nin ismi  olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُسْوَداًّ  kelimesi  ظَلَّ nin haberi olup fetha ile mansubdur. 

مُسْوَداًّ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan if’alle babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ

 

İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

كَظ۪يمٌۚ  haber olup lafzen merfûdur. 

كَظ۪يمٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِذَا بُشِّرَ اَحَدُهُمْ بِالْاُنْثٰى ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ

 

وَ  atıf harfidir. Ayet şart üslubunda talebi inşa isnaddır.

اِذَا  şart manası taşıyan, cümleye muzâf olan gayrı cazim, mustakbel manalı zaman zarfıdır. 

Şart fiili muzâfun ileyh olan بُشِّرَ ’dır. Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrara işaret eder. (Vakafat, s. 107)

Ayet üç cümleden oluşmuştur: Şart cümlesi, cevap cümlesi ve hal cümlesi. Şart cümlesinde şart fiilinin vuku bulma ihtimali yüksek durumlarda kullanılan şart harfi olan  اِذَا  kullanılmıştır.

بُشِّرَ  fiil meçhul bina edilerek faile değil mefûle dikkat çekilmiştir.  اَحَدُهُمْ  naib-i faildir.

Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum binada mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. 

تبشير, Arap istilahında, sevince sebep olacak haberlere has bir ifadedir. Ama, asıl lügat manası itibarı ile bu kelime, insanın yüzünün derisinin (beşeresinin) renginin değişmesinde tesirli olan haber demektir. Sevincin, yüzün cildinin renginin değişmesine sebep olduğu gibi üzüntünün de buna sebep olacağı malumdur. Bineaneleyh تبشير  lafzının, bu iki hususta da bu manayı, mecaz olarak değil “hakikat” olarak ifade etmiş olması gerekir. (Fahreddin er-Râzî)

ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ  cümlesi şartın cevabı olarak gelmiştir. Nakıs fiil  ظَلَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faidei haber ibtidai kelamdır.  ظَلَّ  istimrar fiillerindendir. Yüzün kararmasının devam ettiğine işaret eder. Dönüşüm ifade eder. Nitekim nakıs fiillerin çoğu bu anlamda kullanılır. 

ظَلَّ ’nin ismi  وَجْهُهُ, veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  وَجْهُ  şan ve şeref kazanmıştır.

وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ  cümlesi, nasb mahallinde hal olarak gelmiştir. وَ  haliyyedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 كَظ۪يمٌۚ, mübalağalı ism-i fail kalıbıdır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

كَظ۪يمٌۚ  “açıklamadığı bir tasadan, endişeden bir yudum almak, yutmak” manasındadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 4, s.92)

Yüzün kararması kötü haber almaktan kinayedir. Hal cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâbtır.

مُسْوَداًّ  kelimesi  مسودٌّ (kara) ve  مسواَدٌّ (kapkara) şeklinde okunmuştur. Bu takdirde  ظَلَّ’de, müjdelenen kişiye ait bir zamir vardır;  وَجْهُهُ مُسْوَدٌّ  (yüzü simsiyah) ifadesi ise haber yerine geçen bir cümle olur. (Keşşâf)

Bu ayette de yüzün simsiyah olması gündüz için kullanılan  ظَلَّ  fiili ile ifade edilmiş ve siyah ile beyaz arasında gizliden bir tezatlık algısı verilmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

ظَلَّ وَجْهُهُ مُسْوَداًّ وَهُوَ كَظ۪يمٌۚ  [kendisi pek öfkeli olarak yüzü simsiyah kesilir] cümlesi yüzünün ifadesi değişir, demektir. Yoksa burada beyazlığın zıddı olan siyahlığı kast etmemektedir. Bu, o kimsenin kız çocuğunun doğumu dolayısıyla kederlendiğinin kinaye yolu ile ifade edilmesidir. Araplar hoşuna gitmeyen bir şey ile karşılaşan herkes hakkında; “Gam ve kederden dolayı yüzü simsiyah kesildi.” derler. Bu açıklamayı Zeccâc yapmıştır. (Kurtubi - Ebüssuûd)

ظَلَّ - مُسْوَداًّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بُشِّرَ  ve  كَظ۪يمٌۚ  arasında îhâm-ı tıbâk vardır.