Nahl Sûresi 69. Ayet

ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاًۜ يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ  ...

“Sonra meyvelerin hepsinden ye de Rabbinin sana kolaylaştırdığı (yaylım) yollarına gir.” Onların karınlarından çeşitli renklerde bal çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz bunda düşünen bir (toplum) için bir ibret vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 كُلِي ye ا ك ل
3 مِنْ
4 كُلِّ her çeşit ك ل ل
5 الثَّمَرَاتِ meyvalardan ث م ر
6 فَاسْلُكِي ve yürü س ل ك
7 سُبُلَ yollarında س ب ل
8 رَبِّكِ Rabbinin ر ب ب
9 ذُلُلًا boyun eğerek ذ ل ل
10 يَخْرُجُ çıkar خ ر ج
11 مِنْ
12 بُطُونِهَا onun karınlarından ب ط ن
13 شَرَابٌ bir içecek ش ر ب
14 مُخْتَلِفٌ çeşit çeşit خ ل ف
15 أَلْوَانُهُ renkleri ل و ن
16 فِيهِ onda vardır
17 شِفَاءٌ şifa ش ف ي
18 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
19 إِنَّ şüphesiz
20 فِي vardır
21 ذَٰلِكَ bunda
22 لَايَةً elbette bir ibret ا ي ي
23 لِقَوْمٍ bir millet için ق و م
24 يَتَفَكَّرُونَ düşünen ف ك ر
 
“İlham etti” şeklinde çevirdiğimiz evhâ fiilinin türetildiği vahiy kavramı [farklı anlamları için bk. “Tefsire Giriş” bölümü, “I. Kur’ân-ı Kerîm A) Tanımı ve özellikleri 2. Vahiy” başlığı] burada “canlının kendisine yararlı olanları alması, zararlılardan sakınması ve kendi geçimini sağlaması hususunda muhtaç olduğu becerileri Allah Teâlâ’nın onda yaratması” anlamındaki ilham karşılığında kullanılmıştır (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, III, 1156). Psikolojide buna içgüdü denmektedir.
 Arıya yapması ilham edilen “yuvalar”dan maksat, arıların ağaç kovukları gibi uygun doğal mekânlarda veya insanların özel olarak hazırladığı kovanlarda kendi ürünleriyle oluşturdukları petekler ve her petekte bulunan altıgen gözcüklerdir. Bal arısı, Allah’ın verdiği ilham veya içgüdü sayesinde, bizzat kendisinin ürettiği bal mumuyla kendi yuvasını yapmakta, dalak içine milimetrik ölçülerle altıgen prizma şeklinde gözcükler yerleştirmektedir. Âyetteki deyimiyle “her türlü besleyici ürünler”den nektar denilen bal ham maddesi ve çiçek tozu toplayarak bunları hem kendi tüketimi için hem de bal ve bal mumu yapmak için değerlendirmektedir. Bu arada meyve, sebze ve ekinlerde tozlaşmayı sağlama konusunda da bütün diğer böceklerin toplamından daha fazla iş görmektedir.
 Âyette arının ürettiği madde için “şerâb” (şerbet) kelimesinin kullanılması ilgi çekicidir. Arı topladığı nektarı, normal midesinden ayrı, özel olarak bu maksatla yaratılmış bulunan bal midesine toplayıp kovana taşımakta; burada bir genç arı bu maddeyi hortumuyla emip kendi midesine aktarmakta ve onu şerbet kıvamına gelecek şekilde işleme tâbi tutmaktadır. Artık bal hâsıl olmuştur; bundan sonra şerbet peteklerde bir süre havalandırılarak katılaşması sağlandıktan sonra, üzeri bal mumuyla kapatılıp izole edilmek suretiyle bozulması önlenir. Böylece Allah’ın lutuf ve ihsanıyla insanlar için besleyiciliği yanında şifa değeri de taşıyan yeni bir besin daha ortaya çıkmış olur. Bütün bunlar olağan üstü bir sanat kabiliyetinin tezahürü olup Allah’ın yaratıcı kudretini ve hikmetini hesaba katmadan, basit bir hayvanın böyle bir eseri ve ürünü nasıl meydana getirebildiği sorusunu cevaplandırmak mümkün değildir. “İşte bunda dadüşünen bir topluluk için delil bulunmaktadır.”
Kurtubî’ye göre âyetin “Onda (balda) insanlara şifa var” meâlinde-ki kısmı, bazı mutasavvıfların, “Velîlik makamına ulaşmak için belâlara razı olmak gerekir, velîye tedavi câiz değildir” şeklindeki fikrini çürüt-mektedir (X, 145-146). Balın şifalı olduğuna dair bazı hadisler de rivayet edilmiştir (bk. İbn Kesîr, IV, 501-503; Şevkânî, III, 200); ayrıca modern tıpta da bileşimindeki sakaroz, friktoz, protein, asit, organik ve madenî maddeler dolayısıyla balın hem şifa verici hem de koruyucu bir özelliğe sahip olduğu kabul edilmektedir. 
“Rabbinin koyduğu kanunlara boyun eğerek çizdiği yollardan git!” şeklinde çevirdiğimiz cümle, arıların uçuşlarında izlediği yolların da farklılığına ve ilginçliğine dikkat çekmektedir. 1940’larda yapılan bir tesbite göre arılar, genellikle güneşin konumundan yararlanarak yönlerini ayarlamakta; ayrıca rüzgârın yönü, dünyanın manyetik alanı gibi başka imkânlardan da yararlanmaktadır. Arıların, kovan üzerinde daire veya 8 çizerek birbirlerine yol tarif ettikleri, çiçek alanları hakkında bilgi aktardıkları, bu bilgileri alan diğer arıların, bilmedikleri çiçek alanlarını kolaylıkla buldukları, dönüşlerinde ise “arı hattı” denilen en kestirme yolu kullandıkları da bilinmektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 416-418
 
زلّ Zelle : زَلَّة Bu kelimenin asıl anlamı herhangi bir kasıt olmaksızın ayağın kaymasıdır. Kasıtsız işlenen suç/kabahat ve günaha da ayak sürçmesine benzetilerek زَلَّة denmektedir. Bu kökün istif’al babındaki formu إسْتَزَلَّهُ falan kişi onun ayağının kaymasının yollarını aradı ve buna çalıştı demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli zelle (sürçme)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاًۜ 

 

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمّ , matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. 

كُل۪ي  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muttasıl zamir  ي  fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ كُلِّ  car mecruru  كُل۪ي  fiiline müteallıktır.  كُلِّ  muzâftır.  الثَّمَرَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اسْلُك۪ي  fiili  نَ un hazfıyla mebni emir fiildir. Muttasıl zamir  ي  fail olarak mahallen merfûdur. 

سُبُلَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّكِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ذُلُلاً  kelimesi  سُبُلَ in hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir. Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


 يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ

 

Fiil cümlesidir.  يَخْرُجُ  merfû muzari fiildir.  مِنْ بُطُونِ  car mecruru  يَخْرُجُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

شَرَابٌ  fail olup lafzen merfûdur.  مُخْتَلِفٌ  kelimesi  شَرَابٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلْوَانُ  kelimesi  ism-i fail olan  مُخْتَلِفٌ ün faili olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 

2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır. 

4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. Burada ism-i failin amel etme şartı sıfat olmasıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِ  cümlesi  شَرَابٌ un ikinci sıfatı olup mahallen merfûdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪يهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

شِفَٓاءٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  لِلنَّاسِ  car mecruru  شِفَٓاءٌ e müteallıktır.

مُخْتَلِفٌ  sülâsi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir, mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin muahhar isminin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

اٰيَةً  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur. Nasb alameti fethadır.

لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَةً  mahzuf sıfatına müteallıktır.

يَتَفَكَّرُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَتَفَكَّرُونَ  fiili  لِقَوْمٍ in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat, marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَفَكَّرُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsîsi  فكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

ثُمَّ كُل۪ي مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاًۜ 

 

Ayetin ilk cümlesi  ثُمَّ  atıf harfi ile …اتَّخِذ۪ي مِنَ الْجِبَالِ  cümlesine atfedilmiştir. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üslupta gelen  فَاسْلُك۪ي سُبُلَ رَبِّكِ ذُلُلاًۜ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

الثَّمَراتُ  kelimesi  ثَمَرَةٍ  kelimesinin cemisidir.  الثَّمَرَةِ  kelimesinin aslı hurma ve üzüm gibi ağacın ürettiği şeydir. Bal arısı meyvelere dönüşmeden önce çiçekleri emer. Ayette  الثَّمَرَاتِ  lafzı, mecâz-ı mürsel yoluyla çiçekler için kullanılmıştır. (Âşûr) 

Veciz anlatım kastıyla gelen,  سُبُلَ رَبِّكِ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan zamir dolayısıyla Hz. Peygamber, yine Rabb ismine muzâf olması dolayısıyla  سُبُلَ  şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

ذُلُلاً  kelimesi,  ذَللا ’un çoğuludur ki o da  سُبُلَ ’den haldir yani  Allah’ın sana hor kıldığı ve sana kolaylaştırdığı yollara demektir. Ya da  فَاسْلُك۪ي ’deki zamirden haldir yani ‘sen emrolunduğun şeye hor ve itaatkâr kılınmış olarak git’ demektir. (Beyzâvî)


  يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygası cümleye hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Çıkmanın teceddüdüne ve tekrarına işaret etmek için muzari fiil getirilmiştir. (Âşûr) 

اَلْوَانُهُ  kelimesi,  مُخْتَلِفٌ ’un  failidir. Çünkü  مُخْتَلِفٌ , ism-i fail olarak fiil gibi amel etmiştir.

ف۪يهِ شِفَٓاءٌ لِلنَّاسِۜ  cümlesi  شَرَابٌ ’un ikinci sıfatıdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪يهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan  شِفَٓاءٌ  kelimesinin tenkiri, şifayı tazim veya bir kısım şifa anlamı içindir. (Muhyiddin Derviş, Îrab) 

Hal ve sıfat ıtnâb sanatıdır.

كُل۪ي  ile  مِنْ كُلِّ  [Hepsinden] arasında cinâs-ı nakıs vardır. (Safvetü't Tefasir)

رَبِّكِ  ile  يَخْرُجُ  kelimeleri arasında muhatapdan gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Bu ayette iki istiare vardır:

Birincisi  ذُلُلاًۜ  kelimesinin  النَّحْلِ ’e değil de  سُبُلَ ’e ait kabul eden görüşe göre Allah Teâlâ’nın “Rabbinin sana kolaylaştırdığı (beslenme) yollarına gir.” sözüdür. Burada  ذَللا  kelimesinin çoğulu olarak  ذُلُلاًۜ  gerek insanların gerekse toynaklı develerin ayaklarının kolayca ve rahatça yürüyeceği şekilde olduğu için “düzlenip elverişli hale getirilmiş yollar” demektir ki (ayette) bu tür yollar, yolculuk ve nakliyeye alıştırılmış bulunan uysal develere (إبل الذللا) benzetilmiştir.

Diğer istiare de, Yüce Allah’ın  “يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا شَرَابٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ  Onların karınlarından renkleri çeşitli bir şerbet çıkar.” sözüdür. Buradaki “şerbet (şerab)” ile kastedilen baldır. Ancak araştırmacı alimlere göre bal, arıların karınlarından çıkmaz. Arılar ağaç yaprakları ile bitkilerin kıvrım ve katmanlarına konup, buldukları bal özünü yerlerinden ağızlarıyla alıp taşırlar. Çünkü bal özü, çiğ tanelerinin düştüğü gibi malum vasıflarıyla özel mekânlara düşer. Arılar da kendilerine ilham edilmiş içgüdüleriyle bu yerleri araştırır ve oraları tanıyarak (topladıkları bal özünü) ağızlarıyla kovanlarına ve kendileri için hazırlanmış yerlere taşırlar. Yüce Allah’ın  يَخْرُجُ مِنْ بُطُونِهَا  [karınlarından çıkar] sözüyle kastedilen, “karınları cihetinden” demektir ki “karınları ciheti” de onların ağızlarıdır. Bu, (ilahi beyanın) sırlarından ve bu kelamın çok değerli anlatımlarındandır. Bazıları da şöyle demiştir: Bal, bitkilere sunulan ince tatlı ve lezzetli bir hal alır. Arılara onun bulunabileceği yerleri araştırıp bulma yeteneği verildiğinden, onun üzerine konup dillerini onun içine batırırlar; bu tatlı özü oradan alarak ağız içine çekip toplar ve onu kovanlarına, yuvalarına taşırlar. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

Cenab-ı Hak “Onların karınlarından çıkar.” buyurmuştur. Bu, muhatap sıygadan gaib sıygaya dönülen bir üsluptur. Bunun sebebi şudur: Bunların zikredilmesinin maksadı, mükellef olan insanın bunlar ile Allah’ın hikmetine, kudretine ve gerek ulvî gerekse süflî alemdeki her şeyi güzel ve yerli yerinde düzenleyip yürüttüğüne istidlal etmesidir. Buna göre sanki Cenab-ı Hak arıya, önceki ifadeleri ile hitap edince insana dönerek “Biz, o arıların karınlarından renk renk içecekler çıkartmak için, arıya bu enteresan şeyleri ilham ettik.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)


 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ف۪ي ذٰلِكَ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَةً ’e dahil olan  لَ , tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

Tecessüm ve cem’ ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi  ذٰلِكَ de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’, her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu, mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11) 

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

Ayetin sonunda muzari fiil sıygasındaki  يَتَفَكَّرُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. 

قَوْمٍ  ve  لَاٰيَةً  kelimelerindeki tenvin nev ve tazim ifade eder.

ذٰلِكَ , bu delillere dikkat çekmek ve muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için gelmiştir. اِنَّ ‘nin haberine müteallık olarak takdimi de önemine işaret etmektedir.

Cümlenin değişen son kelimesinin sırasıyla “işiten”, “akleden” ve “tefekkür eden” olması dikkat çekicidir.

Ayetin son cümlesi 65 ve 67. ayetlerin son cümlesiyle bir kelime hariç birebir aynıdır. Bu cümleler arasında mukabele, tekrarlanan aynı kelimeler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Kur'an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur'an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل  ) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر ) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر ) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

“Şüphesiz bunda düşünen bir kavim için elbette bir ayet vardır.” çünkü kim arıya özel olarak bu ince ilimlerin ve acayip fiillerin verildiğini hakkı ile düşünürse, bunun güç ve hikmet sahibi Allah’ın ilhamı ve bu ilhama sürüklemesi ile olduğunu kesin olarak anlar. (Beyzâvî)

يَتَفَكَّرُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)