Nahl Sûresi 83. Ayet

يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟  ...

Onlar, Allah’ın nimetini bilirler, sonra da inkâr ederler. Onların çoğu kâfirlerdir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَعْرِفُونَ bilirler ع ر ف
2 نِعْمَتَ ni’metini ن ع م
3 اللَّهِ Allah’ın
4 ثُمَّ sonra da
5 يُنْكِرُونَهَا bunu inkar ederler ن ك ر
6 وَأَكْثَرُهُمُ ve çokları da ك ث ر
7 الْكَافِرُونَ inkar ederler ك ف ر
 

Bir görüşe göre “Allah’ın nimeti”nden maksat Hz. Peygamber’dir. Çünkü o, gerek kendi halkı gerekse bütün insanlık için bir kurtarıcıdır. Muhatabı olan Mekkeliler onu tanıyor, faziletlerini yakından biliyorlardı. Buna rağmen ondan yüz çevirmeleri tam bir nankörlüktü. Başka bir yoruma göre “Allah’ın nimeti”yle, belli başlılarına bu sûrede işaret edilmiş olan O’nun maddî ve mânevî ihsanları kastedilmiştir. Aslında müşrikler bu nimetin gerçek sahibinin Allah olduğunu biliyor, fakat sorulduğunda bunlara putlarının şefaatiyle sahip olduklarını ileri sürüp onlara taparak nimetin gerçek sahibine karşı nankörlük etmiş oluyorlardı. Bu görüşleri aktaran Taberî’nin kendisi, bir önceki ve bir sonraki âyeti dikkate alarak birinci görüşü tercih etmiştir (XIV, 157-158; Râzî, XX, 94-95). Aslında bu şekilde davrananların hepsi inkârcı olmakla birlikte âyetin sonunda “Onların çoğu inkârcıdır” denilmesiyle ilgili şu açıklamalar yapılmıştır: a) Çocuk yaşta veya akıl hastası olanlar kâfir sayılmazlar; b) “Çoğu” kelimesiyle hepsi kastedilmiştir; c) İnkârcılar içinde sırf bilgisizliğinden dolayı nimete nankörlük edenler de bulunmakla birlikte büyük çoğunluk, inatçı ve isyankâr oluşlarından dolayı bu şekilde davrandıkları için “Çoğu inkârcıdır” sözüyle özellikle bu azılı ve kararlı inkârcılar kastedilmiştir (Râzî, XX, 95; Şevkânî, III, 210). Bize göre en isabetli yorum sonuncusudur.

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 426-427

 

يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟

 

Fiil cümlesidir.  يَعْرِفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. نِعْمَتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

يُنْكِرُونَهَا  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ  cümlesi  يُنْكِرُونَهَا ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir.  اَكْثَرُهُمُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْكَافِرُونَ  haber olup  ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker salimler harfle irablanır.  الْكَافِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari sıygası cümleye hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm anlamı katmıştır. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada bilmek ve inkâr etmek fiillerinin mutlak olarak bütün müşriklere isnad edilmesi, bir kavmin bazısının halinin hepsine isnat edilmesi kabilindendir. Tıpkı “Filanoğulları falanı öldürdüler” denmesi gibi. Oysa katil ancak onlardan bir kişidir. Zira müşriklerin bir kısmı böyle değildir. (Ebüssuûd) 

نِعْمَتَ  kelimesinin Allah lafzına izafesi nimetin tazimine işaret eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

يُنْكِرُونَهَا  cümlesi,  ثُمَّ  ile  يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ  cümlesine atfedilmiştir. Cümle  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ  cümlesi  يُنْكِرُونَهَا ’deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh, veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir. 

Müsnedin marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu özelliğinin, kemâl derecede olduğunu bildirir.

Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsmi fail subûta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80) 

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi) 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّٰهِ  cümlesiyle,  ثُمَّ يُنْكِرُونَهَا  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يُنْكِرُونَهَا - الْكَافِرُونَ۟  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يُنْكِرُونَهَا   ve  الْكَافِرُونَ۟  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَعْرِفُونَ  (Bilirler) ile  يُنْكِرُونَهَا  (İnkâr ederler) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü't Tefâsîr)

ثُمَّ ’nin manası nimeti tanıdıktan sonra inkâr etmelerini akla uzak göstermektir.  وَاَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ۟  [Onların çoğu kâfirlerdir.] inadına inkâr edenlerdir. Çoğu zikretmesi ya bazılarının akıl eksikliğinden veya bakma kusurundan veyahut mükellef olmadığı için delille muhatap olmadığından hakkı tanımamasındandır. Ya da ekser için hükm-ü kül olmasındandır. Mesela, [“Hayır, çokları bilmezler.”] (Nahl Suresi, 75) ayetinde olduğu gibi. (Beyzâvî)

Allah burada,  اَكْثَرُ  kelimesini zikredip bütünün tamamını kastetmiştir. Çünkü bir şeyin ekserisi, o şeyin tamamı yerini tutar. Böylece اَكْثَرُ  kelimesinin zikredilmesi, tamamının zikredilmesi gibi olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)