İsrâ Sûresi 53. Ayet

وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۜ اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُواًّ مُب۪يناً  ...

Kullarıma söyle: (İnsanlara karşı) en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقُلْ ve söyle ق و ل
2 لِعِبَادِي kullarıma ع ب د
3 يَقُولُوا söylesinler ق و ل
4 الَّتِي
5 هِيَ o
6 أَحْسَنُ en güzel (sözü) ح س ن
7 إِنَّ çünkü
8 الشَّيْطَانَ şeytan ش ط ن
9 يَنْزَغُ girer ن ز غ
10 بَيْنَهُمْ aralarına ب ي ن
11 إِنَّ doğrusu
12 الشَّيْطَانَ şeytan ش ط ن
13 كَانَ ك و ن
14 لِلْإِنْسَانِ insanın ا ن س
15 عَدُوًّا düşmanıdır ع د و
16 مُبِينًا apaçık ب ي ن
 
Âyette dolaylı bir mukayese anlamı vardır. Şöyle ki: 46-51. âyetlerde müşriklerin kendileri gibi düşünmeyenlere karşı kibirli, kaba, alaycı ve suçlayıcı bir tavır takındıklarına işaret edilmişti. Burada ise müminlerin konuşmalarında bir güzellik ve incelik bulunması gerektiği belirtilmekte, müşriklerle ilişkilerinde ve konuşmalarında bile terbiye ve nezaket kurallarına riayet etmeleri öğütlenmektedir. Çünkü bu davranış biçimi insan olmanın bir gereğidir; ayrıca kötü söz ve davranış insanın aslî fıtratına aykırı olduğu için genellikle bu tür olumsuz söz ve davranışlar insanları tepki psikolojisine iter; böylece âyetteki ifadesiyle “Şeytan onların arasını bozar.” İslâm ahlâkında Câhiliye Arapları’nın kaba, küstah ve alaycı tavırlarına sefeh, müslümanların barışçı, nâzik ve ağır başlı tavırlarına da hilim denmektedir. İslâm öncesi dönemin adı olan Câhiliye ilk kategorideki karakter ve zihniyeti, İslâm kelimesi de ikincisini ifade etmektedir. Nitekim Hz. Peygamber ve onun şahsında müminlere affedici olmayı, iyilik için çalışmayı ve “câhiller”e aldırmamayı öğütleyen A‘râf sûresinin 199. âyeti, kezâ müminlerin ağır başlı olduklarını, kendilerine sözle sataşan “câhiller”“selâm” diyerek karşılık verdiklerini bildiren Furkan sûresinin 63. âyeti gibi örnekler bu iki karakterin ahlâkî özelliklerini ortaya koymaktadır. Kuşkusuz bunlar sadece belirli bir dönemin tipleri değildir. Tarihin çeşitli dönemlerinde olduğu gibi günümüzde de akıl, irfan ve hikmetten yoksun olduğu için “sefîh”diye anılan Câhiliye örneğindeki küstah, alaycı ve saldırgan tipler mevcuttur. Öte yandan çeşitli dönemlerde, özelikle de günümüzde “şeytanın aralarını bozduğu” ve bu yüzden birbiriyle çekişen, bölünüp parçalanan müslümanların bu duruma düşmelerinin bir sebebi de Kur’an’ın istediği güzel söz ve davranışlardan uzaklaşmalarıdır.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 491-492
 

وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

لِعِبَادِيَ  car mecruru  قُلْ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri, ما تريد قوله (Söz olarak istediğin şeyi) şeklindedir.

فَ  karinesi olmadan gelen   يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُ  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri,  إن تطلب منهم يقولوا (...söylemelerini istersen) şeklindedir.

يَقُولُوا  fiili talebin cevabı olduğu için  نَ un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müfred müennes has ism-i mevsûl  الَّت۪ي, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  هِيَ اَحْسَنُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَحْسَنُ  haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh” denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الشَّيْطَانَ  kelimesi  إِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

يَنْزَغُ  fiili,  إِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur.  يَنْزَغُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

بَيْنَهُمْ  mekân zarfı,  يَنْزَغُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


  اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُواًّ مُب۪يناً

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الشَّيْطَانَ  kelimesi  إِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir  هو  zamiri olup mahallen merfûdur.

لِلْاِنْسَانِ  car mecruru  عَدُوًّا ’e müteallıktır.  عَدُوًّا kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.  مُب۪يناً  kelimesi  عَدُوًّا ’in sıfatı olup lafzen mansubdur.

مُب۪يناً  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَقُلْ لِعِبَاد۪ي يَقُولُوا الَّت۪ي هِيَ اَحْسَنُۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

يَقُولُوا  cümlesi, takdiri …إن تطلب منهم يقولوا (Söylemelerini istersen..) olan mahzuf şartın cevap cümlesidir.  ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi, talebin cevabı olarak meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda haberî isnaddır.

يَقُولُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّت۪ي ’nin sılası olan  هِيَ اَحْسَنُ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned olan  اَحْسَنُۜ, ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Mütekellim Allah, muhatap Hz. Peygamberdir.

Önceki ayetteki gaib zamirden bu ayette  لِعِبَاد۪ي ’deki müfred mütekellim zamirine iltifat vardır.

عِبَاد۪ي kelimesinin Allah’a ait olan  ي  zamirine muzâf olması kulları şereflendirmek amacına matuftur.

قُلْ - يَقُولُوا  kelimeleri arasında  iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları  vardır.

Bu ayet, “Ey Muhammed, kullarıma de ki: Sizler, muhalif kimselere delil getirmek istediğinizde, o delilleri en güzel bir biçimde getirin ki bu da o delillerin, sövüp sayma, kınama vb. şeylerle birlikte bulunmamasıdır.” demektir. Bunun bir benzeri de Cenab-ı Hakk'ın, “Rabbinin yoluna hikmetle güzel öğütle davet et.” (Nahl Suresi, 125) ve “Ehl-i kitap ile de ancak en güzel bir suretle mücadele edin.” (Ankebut Suresi, 46) ayetleridir. Bu böyledir, zira getirilen hüccete, şayet sövüp sayma, tenkit vb. herhangi bir şey karıştıracak olursanız, onlar da hiç şüphesiz aynısıyla size mukabelede bulunurlar. Böylece de karşılıklı öfkeler artar, nefret doruk noktasına ulaşır ve maksadınız gerçekleşemez. Nitekim Cenab-ı Hakk, “Allah'tan başkasını çağıranlara sövmeyin. Sonra onlar da haddi aşarak cahillikle Allah'a söverler.” (Enam Suresi, 108) buyurmuştur. Ama, hüccetler en güzel biçimde ve sövüp sayma, eziyet verme vb.’den uzak olarak getirildiğinde, bu, kalplerde ve gönüllerde mükemmel şekilde bir tesir icra eder ki işte Cenab-ı Hakk'ın “(Mümin) kullarıma söyle: En güzel ne ise onu söylesinler.” buyruğundan kastedilen budur. (Fahreddin er-Râzî)


اِنَّ الشَّيْطَانَ يَنْزَغُ بَيْنَهُمْۜ 

 

…يَقُولُوا  cümlesi için ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri itnab babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  يَنْزَغُ بَيْنَهُمْ  cümlesinin, muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

نْزَغُ  kelimesi; araya kötülük sokmak, ortalığa şer atmak, insanların arasını bozmak demektir. (Nesefî) 

Cenab-ı Hakk, her iki tarafı da uzlaştırmak için böyle bir metottaki faydanın ne olduğuna dikkat çekerek, “Çünkü şeytan aralarına fesat sokar.” buyurmuştur. Yani “Her ne zaman deliller acı, sert olur ve çirkin sözlerle karışmış olursa bu, fitne çıkmasına bir sebep olur.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)


اِنَّ الشَّيْطَانَ كَانَ لِلْاِنْسَانِ عَدُواًّ مُب۪يناً

 

يَنْزَغُ بَيْنَهُمْ  cümlesi için ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandırlar.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ ’nin haberi olan  عَدُواًّ için sıfat olan  مُب۪يناً, mevsufunun sahip olduğu bir özelliği belirten ıtnâb sanatıdır.

Car mecrur  لِلْاِنْسَانِ, ihtimam için amili  عَدُواًّ ’e takdim edilmiştir. 

الشَّيْطَانَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr,  اَحْسَنُ  -  لِلْاِنْسَانِ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.