قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْو۪يلاً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلِ | de ki |
|
2 | ادْعُوا | yalvarın |
|
3 | الَّذِينَ |
|
|
4 | زَعَمْتُمْ | (tanrı olduğunu) sandığınız şeylere |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
7 | فَلَا | (fakat) |
|
8 | يَمْلِكُونَ | güçleri yetmez |
|
9 | كَشْفَ | gidermeye |
|
10 | الضُّرِّ | sıkıntıyı |
|
11 | عَنْكُمْ | sizden |
|
12 | وَلَا | ve |
|
13 | تَحْوِيلًا | değiştirmeye |
|
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْو۪يلاً
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mekulü’l-kavl, ادْعُوا الَّذ۪ينَ ’dır. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
ادْعُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
زَعَمْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
زَعَمْتُمْ fiilinin iki mef’ûlu mahzuftur. Takdiri, زعمتموهم آلهة (Onların ilahlar olduğunu iddia ettiniz.) şeklindedir.
مِنْ دُونِه۪ car mecruru الَّذ۪ينَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن دعوتموهم فهم لا يملكون (Onlara dua ederseniz onlar bunu yapamazlar.) şeklindedir.
لَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ cümlesi mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, هم (onlar) şeklindedir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَمْلِكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
كَشْفَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الضُّرِّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَنْكُمْ car mecruru كَشْفَ ’ye müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَا zaid harftir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. تَحْو۪يلاً kelimesi atıf harfi وَ ’la كَشْفَ ’ye matuftur.قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪ فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ وَلَا تَحْو۪يلاً
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli olan …ادْعُوا الَّذ۪ينَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada emir kastı taşımamaktadır. Aksine tehaddi (meydan okuma, aciz bırakma) anlamındadır. Vaz edildiği anlamın dışında mana kazanan terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mef’ûl konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِه۪, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Allah Teâlâ’ya ait zamirin muzâfun ileyh oluğu دُونِه۪ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
فَ rabıtadır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî olan فَلَا يَمْلِكُونَ كَشْفَ الضُّرِّ عَنْكُمْ cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır.
Takdiri …إن دعوتموهم [Onlara dua ederseniz…] olan mahzuf şart ve mezkür cevabından oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber, ibtidaî kelamdır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Aynı üslupta gelen وَلَا تَحْو۪يلاً cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle şartın cevabına atfedilmiştir. Nefy harfinin tekrarı, olumsuzluğu kuvvetlendirmek içindir.
Her iki cümle de fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, tecessüm ve zem makamı dolayısıyla istimrar ifade etmiştir.
İbni Abbas (r.a.) şöyle demektedir: “Kur'an-ı Kerim'de زَعَمْ fiili, kullanıldığı bütün yerlerde ‘yalan’ anlamına gelir.” (Fahreddin er-Râzî)
وَلَا تَحْو۪يلاً [Ne de değiştirmeye] ifadesinde hazif yoluyla îcâz vardır. (Ne de sizden zararı değiştirmeye güçleri yeter.) demektir. Önceki kısmın delaletiyle buradan bu ilaveler kaldırılmıştır. (Safvetu’t Tefasir)
Cümlede iktifâ sanatı vardır.
İhtibâka benzer bir hazif türü olan iktifâ: aralarında yakın bağ ve ilgi bulunan iki şeyden birini bir nükte ve hikmetten dolayı sözden atarak diğerinin ona delaletiyle yetinmektir. (İsmail Durmuş TDV İslam Ansiklopedisi. İhtibâk md.)
Kur'an, Arapları, onun surelerine benzeyen bir sure getirmeye davet etmiştir. Bu tehaddi kısa sureler gibi uzun sureleri de kapsamışır. Fakat Araplar, bu husustaki acizliklerini bildikleri için böyle bir şeye kalkışmamışlardır. Onlar, savaşı, kan dökmeyi ve Arap kabilelerini (ahzab) toplamayı, Kur'an’a meydan okumaktan daha kolay bulmuşlardır.
Sabit olan bir diğer husus ise onların, eşsiz beyanının etkisinde kalıp dinlemekten kendilerini alıkoyamadıkları Kur'an’ın, insanların kulaklarına ulaşmasını engellemeye çalışmalarıdır. Çünkü onlar, Kur'an’ın, kulağa ulaştığı anda gönülde büyük bir etki bırakacağını biliyorlardı. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, et-Ta’bîru’l Kur'anî, s. 9)
Bir takım kimseler meleklere tapıyorlardı. İşte bu ayet onlar hakkında nazil olmuştur. Yine bu ayetin, Mesîh (İsa) (a.s.) ve Üzeyir'e tapanlar hakkında nazil olduğu söylendiği gibi cinlerden birisine tapıp da sonra da o cin Müslüman olunca o cine tapmaya halâ devam eden bir topluluk hakkında nazil olduğu da söylenilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)