İsrâ Sûresi 64. Ayet

وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَاَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ وَعِدْهُمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُوراً  ...

“(Haydi) onlardan gücünün yettiğinin ayağını çağrınla kaydır. Atlıların ve yayalarınla onların üzerine yürü. Onların mallarına ve evlatlarına ortak ol. Onlara vaadlerde bulun.” Hâlbuki şeytan onlara aldatmadan başka bir şey va’detmez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاسْتَفْزِزْ yerinden oynat ف ز ز
2 مَنِ kimseyi
3 اسْتَطَعْتَ gücünün yettiği ط و ع
4 مِنْهُمْ onlardan
5 بِصَوْتِكَ sesinle ص و ت
6 وَأَجْلِبْ ve yaygarayı bas ج ل ب
7 عَلَيْهِمْ onların üzerine
8 بِخَيْلِكَ atlılarınla خ ي ل
9 وَرَجِلِكَ ve yayalarınla ر ج ل
10 وَشَارِكْهُمْ ve onlara ortak ol ش ر ك
11 فِي
12 الْأَمْوَالِ mallarda م و ل
13 وَالْأَوْلَادِ ve evladlarda و ل د
14 وَعِدْهُمْ ve onlara va’dler yap و ع د
15 وَمَا
16 يَعِدُهُمُ onlara va’detmez و ع د
17 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
18 إِلَّا başka bir şey
19 غُرُورًا aldatıştan غ ر ر
 
Şeytan, insanlara vesvese vererek, gizli maksadını ve hedefini anlamayacakları bir dille onları günah işlemeye çağırarak yoldan saptırmak ister (bk. Zemahşerî, II, 367; Şevkânî, III, 273). Bir yoruma göre “süvariler ve yayalar”dan maksat, şeytanın her türlü hileleridir; diğer bir yoruma göre de Allah’a isyan yoluna koyulanlardır. Şeytanın, kendine uyanların mallarına ortak olması, insanlara gasp, hırsızlık, tefecilik gibi haksız işler yaptırmak suretiyle onlara haram servet kazandırmasıdır. Buna göre haram kazanan şeytanın öğüdüne uymuş, onunla ortaklık etmiş olduğu için bu ortaklık kazandığı mal için de söz konusudur. Diğer bir yoruma göre burada Câhiliye Arapları’nın hayvanlarının ve ziraat ürünlerinin bir kısmını cinlerin ve meleklerin sembolleri saydıkları putlarına ayırmaları, onların hizmetine harcamaları şeklindeki uygulamaları kastedilmiştir. Aslında putperestlik şeytanın teşvik ettiği bir inanç şekli olduğu için putperestler putlara adadıklarını da şeytanlara adamış ve böylece onu mallarına ortak yapmış sayılırlar (İbn Âşûr, XV, 154). Daha uygun görünen diğer bir yoruma göre burada insanların mânevî hayatlarına saldırıp tahrip etmeye çalışan şeytan, atlıları ve yayalarıyla bir yeri yağmalamaya gelen eşkıyaya benzetilmiştir (Mevdûdî, III, 123). Bu eşkıya, işgal ettiği yerin halkının zayıf karakterlilerini kendi tarafına çekip hükmü altına alır, onların mallarına ve evlâtlarına ortak olur.
 
 Müşrikler, mallarından ve ürünlerinden putlara pay ayırdıkları gibi çocuklarına da Abdüllât, Abdüluzzâ gibi putlara bağlı isimler verir, onları putperest olarak yetiştirirlerdi. Âyetin ifadesine göre bu, şeytanın mallarında ve çocuklarında onlara ortak olmasıydı. Daha genel olarak insanlar, mallarını haram yollarda harcamak, evlâtlarını da bâtıl inanç ve kötü ahlâk üzerinde yetiştirmekle bu konularda şeytanı kendilerine ortak yapmış olmaktadırlar.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 500
 
Resûl-i Ekrem, kendisine Allah Teâlâ’nın şöyle bildirdiğini söylemiştir:” Bütün kullarımı Müslüman olarak yarattım; ama şeytanlar onları dinlerinden döndürdüler. Onlar helâl kıldıklarımı haram diye gösterdiler. “
(Müslim, Cennet 63)
 

Savete  صَوْت : صوت kelimesinin aslı iki cismin birbiri üzerine vurulması sonucunda ortaya çıkan sıkışık havadır ve herhangi bir şeyle süslenip bezenmektan soyutlanmış ses ile belirli bir suretle sülenip bezenmiş ses olarak ikiye ayrılır.  (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de isim olarak 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli savttır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

Celebe  جَلْب : جلب sözcüğü temelde bir nesneyi bir yerden başka bir yere sevk etmek ya da sürmek anlamına gelir. İf'al babındaki formu olan (أجْلَبَ) zorla bir yere doğru sevk etmek için bağırmak / haykırmaktır.(Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de sadece 2 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cilbab, celb ve celeptir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَاَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اسْتَفْزِزْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اسْتَطَعْتَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اسْتَطَعْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Takdiri,  استطعت أن تستفزّه منهم (Onları kışkırtabildin) şeklindedir.

بِصَوْتِكَ  car mecruru  اسْتَفْزِزْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَجْلِبْ  fiili atıf harfi  وَ  ile اسْتَفْزِزْ ’e matuftur.  اَجْلِبْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  اَجْلِبْ  fiiline müteallıktır. بِخَيْلِ  car mecruru  اَجْلِبْ ’deki failinin mahzuf haline müteallıktır.

رَجِلِكَ  atıf harfi وَ ’la  خَيْلِكَ ’ye matuftur.  Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

شَارِكْهُمْ  atıf harfi وَ  ile  اَجْلِبْ ’e matuftur.  شَارِكْهُمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فِي الْاَمْوَالِ  car mecruru  شَارِكْهُمْ  fiiline müteallıktır. الْاَوْلَادِ  atıf harfi وَ ’la  الْاَمْوَالِ matuftur.

اسْتَفْزِزْ  fiili sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  فزز ’dir.

اسْتَطَعْتَ  fiili sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

اَجْلِبْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  جلب ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

شَارِكْهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (İşteşlik - ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَعِدْهُمْۜ وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُوراً

 

Cümle atıf harfi وَ  ile  شَارِكْهُمْ ’e matuftur.  عِدْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعِدُهُمُ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الشَّيْطَانُ  fail olup lafzen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır. غُرُوراً  masdardan naib mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri,  إلّا وعدا غرورا (Sadece gurur vadederek) şeklindedir. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında “و” gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاسْتَفْزِزْ مَنِ اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ وَاَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ وَشَارِكْهُمْ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ وَعِدْهُمْۜ

 

وَ   istînâfiyyedir. Ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap İblistir. Ayet İblise ikinci emirdir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنِ ’nın sılası olan  اسْتَطَعْتَ مِنْهُمْ بِصَوْتِكَ  cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بِصَوْتِكَ  izafeti, İblise ait zamire muzâf olan  صَوْتِ  için tahkir ifade eder.

Aynı üslupta gelen  وَاَجْلِبْ عَلَيْهِمْ بِخَيْلِكَ وَرَجِلِكَ  cümlesi,  وَشَارِكْهُمْ فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ  ve  وَعِدْهُمْۜ  cümleleri, makabline hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. 

İblis’in mallarına ve evlatlarına ortak olması, haramdan mal kazanıp biriktirmeye ve uygun olmayan şekilde tasarruf etmeye onları sevk etmek ve haram yoldan çocuk sahibi olmaya, çocuklara, Abduluzza /Uzza’nın kulu gibi şirk ifade eden isimleri takmaya onları teşvik etmek ve onları batıl dinlere, kötü mesleklere ve çirkin fiillere sevk ederek kendilerini saptırmak demektir. İblisin onlara vaatlerde bulunması da ilâhların şefaati, atalarının faziletine güvenmeleri ve emel besleyerek tövbeyi tehir etmeleri gibi boş vaatlerde bulunması demektir. (Ebüssuûd)

فِي الْاَمْوَالِ وَالْاَوْلَادِ  ibaresindeki ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla evlat ve mallar, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü evlat ve mallar hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

الْاَمْوَالِ - الْاَوْلَادِ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

  وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ اِلَّا غُرُوراً

 

Hal olan cümle  وَ ’la gelmiştir. Nefy harfi  مَا  ve istisnâ harfi  اِلَّٓا  ile oluşan kasrla tekid edilmiş menfi muzari fiil sıygasında haberî isnaddır. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Kasr, fail ve mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

الشَّيْطَانُ  maksûr/mevsuf,  غُرُورًا  maksûrun aleyh/sıfattır. Yani şeytanın onlara olan vaadi, aldanıştan başka birşey değildir. 

وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ  ifadesinde şeytanın isminin müstetir zamir olarak gelmeyip de açık olarak gelmesi, bu itirazî cümlenin müstakil bir cümle olmasındandır. Nitekim eğer onda başka cümleye dönen bir zamir bulunmuş olsaydı, nesirin içerisine nazmın uygunsuz bir şekilde dahil edilmesi gibi bir durum gerçekleşmiş olacaktı. Öyle ki söz konusu cümle, ayetin akışına uygun olarak devam edegeldiğinden, onun parçalarından olmayan bir zamirin buraya dahil edilişi, dilsel anlamda uygun olmayacaktır. (Âşûr)

غُرُوراً, masdardan naib mef’ûlü mutlak için sıfattır. Yani  إلّا وعدا غرورا… (Sadece gurur vaadi) 

عِدْهُمْ  ve  مَا يَعِدُهُمُ  kelimeleri arasında iştikak cinası, tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

شَارِكْهُمْ  - يَعِدُهُمُ  kelimeleri arasında muhataptan gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı) 

Şeytan muhatap konumundayken gaib konumda bahsedilerek iltifat yapılmıştır.

Ayette geçen  غُرُوراً, yanlışa doğru havası vererek süslemektir. (Beyzâvî)

Şeytanın, aldatacağı kimselere musallat olurken ki durumunun, düşmanların kökünü kesmek için askerlerine komut veren bir komutana benzetildiği bu ayetin tefsirinde müfessirimiz şu açıklamaları yapar: Ayetteki ifade temsil kabilinden olabilir. Bu durumda aldatacağı kimseye musallat olma hususunda şeytanın hali, nara atarak bir kavmi yerlerinden eden ve askerleriyle birlikte haykırarak onların köklerini kazıyan bir akıncıya benzetilmiştir.

Bu temsilde şeytanın aldatacağı insanlara tasallutu, onları idare etmesi, onlara vesvese vermesi ve saptırması müşebbeh, haykırarak onları yurtlarından çıkarması, süvarileri ve piyadeleriyle onlara hücum etmesi müşebbehün bih, bu kimselerin onun hükmüne boyun eğmeleri ve kendilerinden murad ettiği şeyleri yapmaları vech-i şebehtir (benzetme yönü). Bu durumda her iki taraf ve vech-i şebeh mürekkeb olduğu için bu temsil, istiare-i temsiliyyedir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)