İsrâ Sûresi 71. Ayet

يَوْمَ نَدْعُوا كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ فَمَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَقْرَؤُ۫نَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً  ...

Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla. (O gün) her kime kitabı sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve kıl kadar haksızlığa uğratılmazlar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ gün ي و م
2 نَدْعُو çağırdığımız د ع و
3 كُلَّ her ك ل ل
4 أُنَاسٍ milleti ا ن س
5 بِإِمَامِهِمْ imamıyla ا م م
6 فَمَنْ kimlerin
7 أُوتِيَ verilirse ا ت ي
8 كِتَابَهُ Kitabı ك ت ب
9 بِيَمِينِهِ sağından ي م ن
10 فَأُولَٰئِكَ işte onlar
11 يَقْرَءُونَ okurlar ق ر ا
12 كِتَابَهُمْ Kitaplarını ك ت ب
13 وَلَا ve
14 يُظْلَمُونَ haksızlığa uğratılmazlar ظ ل م
15 فَتِيلًا en ufak ف ت ل
 
İlâhî hikmet, bu imtihan dünyasında insanoğluna nimetler vermesine paralel olarak sorumluluklar da yüklemiştir. İnsan değerli bir varlık olarak yaratılmış, karalara ve denizlere hâkim kılınmış, güzel nimetlerle rızıklandırılmış, kendisine birçok varlığı hizmetinde kullanma imkânı verilmiştir. Şu halde onun bu konumunun gerektirdiği sorumlulukları da olmalıdır; ilk sorumluluğu da kendisini seçkin kılan, ihsanlarda bulunan Allah’ı tanımak, O’na iman etmek, inancına uygun amelî davranışlarda bulunmak ve ahlâkî bir hayat sürdürmektir. 71-72. âyetlerde bu sorumluluğu yerine getirenlerin ve getirmeyenlerin âhiretteki durumlarına ilişkin kısa ve özlü bir açıklama yapılmakta, dolayısıyla bir uyarıda bulunulmaktadır. 
 
  “Önder” diye çevirdiğimiz imam kelimesi “amel defteri, her ümmete indirilmiş olan kutsal kitap, her ümmetin kendi peygamberi, mezhep imamları, her asrın önderi, her topluluğun öncelikle ağırlık verdikleri ve meşhur oldukları iyi veya kötü işleri” gibi çeşitli şekillerde açıklanmıştır. Taberî, Araplar’daki anlamını dikkate alarak imam kelimesini, “Her topluluğun, görüş ve inanç sahiplerinin dünyada kendilerine önder ve rehber kabul ettikleri kişiler” olduğu görüşünü tercih eder (XV, 127). 
 
“Amel defteri” diye çevirdiğimiz kelimenin âyetteki karşılığı “kitâb”dır. 71. âyette amel defteri sağ taraftan verilecek olanların onları okuyacakları bildirilirken, solundan verilenlerden söz edilmemiştir. Bu konuda Râzî şöyle der: “Amel defteri solundan verilenler, onun içerdiği büyük kötülükleri, çirkinlikleri, utanç verici günahları görünce kalplerini korku ve dehşet sarar; o kadar ki dillerinde amel defterlerini okuyacak mecal kalmaz” (XXI, 18). Onların durumunu 72. âyet haber veriyor: “Bu dünyada kör olanlar âhirette de kördür.” 
 
 70. âyette belirtilen üstün lutufların asıl sahibini göremeyen, varlık ve olayların arkasındaki yaratıcı güçten habersiz olarak yaşayan basiret yoksunu inkârcıların âhiretteki durumunun daha kötü olacağı bildiriliyor. Hasan-ı Basrî’den bu âyetle ilgili şöyle bir açıklama nakledilmektedir: Bu dünyada yoldan çıkıp inkâra sapmış olanlar âhirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır. Çünkü böyleleri dünyada iken tövbe etselerdi tövbeleri kabul edilecekti, fakat âhirette artık kabul edilmeyecektir; dünyada kendilerine çeşitli felâketlerden korunma imkânları verilmişti, âhirette asla böyle imkânlara sahip olamayacaklardır (Râzî, XXI, 19).
 
 72. âyete “Dünyada kör olanlar, yani Allah’ı tanımayanlar âhirette hiç tanımayacaklar” şeklinde bir mâna verilmişse de müfessirlerin çoğu bu görüşü reddeder. Çünkü âhirette herkes zorunlu olarak Allah’ı tanıyıp, O’na iman edecektir. Şu halde oradaki körlük, cennetin yolunu görememek, yani ondan mahrum kalmaktan kinayedir (Râzî, XXI, 19). Dünya âhiretin tarlasıdır. Bu dünyada hakikati görüp tanıyan ve bu sayede doğru imana ulaşan, iyi ve güzel işlerle ruhlarını zenginleştirenler âhirette bunun karşılığını eksiksiz bulacaklardır; onların amel defterleri sağ yanlarından verilecek ve asla haksızlığa uğramayacaklardır.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 505-506
 

يَوْمَ نَدْعُوا كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ 

 

يَوْمَ  zaman zarfı olup mahzuf olan  اذكر fiiline müteallıktır. نَدْعُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

نَدْعُوا  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur.

كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  اُنَاسٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

بِاِمَامِ  car mecruru  نَدْعُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 فَمَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.

اُو۫تِيَ  şart fiili olup fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

اُو۫تِيَ كِتَابَهُ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

كِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بِيَم۪ينِ  car mecruru  اُو۫تِيَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


فَاُو۬لٰٓئِكَ يَقْرَؤُ۫نَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak  mahallen merfûdur.  يَقْرَؤُ۫نَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَقْرَؤُ۫نَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. كِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يُظْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. 

فَت۪يلاً  mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
 

يَوْمَ نَدْعُوا كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ 

 

Zaman zarfı  يَوْمَ, takdiri اذكر (hatırla) olan mahzuf fiile müteallıktır. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  İstînâf cümlesidir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap ise insanlardır. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

Muzafun ileyh olan  نَدْعُوا كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ  cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder. 

بِ  harf-i ceri tadiye içindir. Çünkü  نَدْعُوا  fiili  بِ  harf-i ceri ile tadiye olur. (Âşûr)

يَوْمَ نَدْعُوا  [Hatırla o günü ki çağırırız] ifadesi gizli bir أذْكُرْ  emriyle mansubdur ya da وَلَا يُظْلَمُونَ  cümlesinin gösterdiği mananın zarfıdır. (Beyzâvî)

Burada insanların dünyadaki hallerine ve amellerine göre ahirette de hallerinin değişik olacağı beyan edilmektedir. (Ebüssuûd)

كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ  [Her insanı imamı ile çağırırız]: İmam, namazda insanların önüne geçip onlara namaz kıldırandır. Burada “amel defteri” için müstear olarak kullanılmıştır. Çünkü amel defteri, kıyamet gününde insanla beraber olacak ve onun önünde geçecektir. (Safvetu’t Tefasir) 

Hasan el-Basrî'ye göre bu tabirin manası, “Allah herkesi, içinde amellerinin yazılı olduğu kitaplarıyla, (amel defterleriyle) çağırır.” şeklinde olur. Kitaba imam denmesinin delili, “Biz her şeyi apaçık bir kitapta saymışızdır.” (Yasin Suresi, 12) ayetidir. Böylece Cenab-ı Hakk bu ayette, kitaba, imam adını vermiştir. Bu görüşe göre bu ifadenin başındaki  بِ  harf-i ceri,  مع  (beraber) anlamında olup kelamın takdiri, “Biz herkesi, yanlarında kitapları olduğu halde çağırırız.” şeklinde olur. Bu, senin tıpkı “Onu (hayvanı) ona, boynundaki ipiyle beraber ver.” demen gibidir. Yani “Boynunda ipi olduğu halde ver.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

 

  فَمَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَقْرَؤُ۫نَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً

 

فَ  ile istînâfa atfedilen cümle, şart üslubunda gelmiştir.  مَنْ, umum ifade eden şart ismi olup mübtedadır.  

Sübut ifade eden isim cümlesi  مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪, şart cümlesidir. Mübtedanın haberinin, mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)

Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 112) 

فَاُو۬لٰٓئِكَ يَقْرَؤُ۫نَ كِتَابَهُمْ  cümlesine dahil olan  فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Şartın cevabı, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i işaret ile gelmesi dikkat çekmek ve zihinde yerleştirmek içindir.

Cevap  فَ ’sinden sonra ism-i işaret gelmesi, başkalarının değil onların kitaplarını okudukları konusunda uyarmak içindir. (Âşûr)

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَ ’la makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen  وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

فَت۪يلاً  mef’ûlu mutlaktan naib olarak mansubdur. Yani ظلما قدر الفتيل  demektir.

كِتَابَهُ - يَقْرَؤُ۫نَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîrكِتَابَ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اُو۫تِيَ  ve  يُظْلَمُونَ  fiilleri meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

يَقْرَؤُ۫نَ - لَا يُظْلَمُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

فَت۪يلاً  kelimesi,  فتل  masdarından  فعيل  vezninde ism-i mef'ûl manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)

وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً  [İplik kadar haksızlığa uğramazlar.] cümlesinde istiare-i temsiliyye vardır. فَت۪يلاً, azlık için darb-ı mesel olarak kullanılır. Yani onların sevapları eksilmez. Hatta, çekirdeğin yarığındaki iplik kadar bile eksiltilmez. (Safvetu’t Tefasir)

الظُّلْمُ kelimesi burada كِلْتا الجَنَّتَيْنِ آتَتْ أُكُلَها ولَمْ تَظْلِمْ مِنهُ شَيْئًا ayeti kerimesindeki gibi noksan bırakmama anlamında kullanılmıştır. Nitekim zulüm kelimesi ekseriyetle zulme uğrayan kişide mevcut olan bir takım şeylerin alınması anlamında kullanılmıştır. İşte bu şekilde o kişi bir noksanlığa uğrayacak olduğundan bu ifadedeki mecaz-ı mürsel kullanımı ortaya çıkmıştır.(Âşûr)

Kitaplarını Sağdan Alanlar: Cenab-ı Hakk, “Artık kimin kitabı sağından verilirse onlar kitaplarını, en küçük haksızlığa uğratılmaksızın okuyacaklardır.” buyurmuştur. Keşşâf sahibi şöyle demiştir:  مَنْ  (her kim) lafzı, çoğul anlamında olduğu için, Cenab-ı Hakk cevabında  اُو۬لٰٓئِكَ  (onlar) buyurmuştur.  الفتيل  kelimesi, çekirdeğin yarısı üzerinde olan iplikçiğe denir. İnsan onu çıkarmak istediği zaman o büküldüğü için o iplikçiğe bu ad verilmiştir. Bu, önemsiz, basit, kıymeti olmayan şeyler hakkında getirilen bir “darb-ı mesel”dir. قِطمير  (çekirdeği kaplayan ince zar; önemsiz şey) ve نقير  (çekirdekten küçük oyuk) kelimeleri de darb-ı mesel olma hususunda bunun gibidir. Buna göre “Onların mükâfatları, çekirdeğin iplikçiği kadar dahi eksiltilmeyecek” şeklinde olur. Bunun bir benzeri de “Çünkü bunlar hiçbir surette haksızlığa uğratılmayarak…” (Meryem Suresi, 60) ve “O, ne artırılmak ne de eksiltilmekten endişe etmez…” (Ta-Ha Suresi, 112) ayetleridir. Mücâhid, İbni Abbas’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:  الفتيل, insanın baş parmağını şehadet parmağına sürtmesi neticesinde ortaya çıkan kirdir. Bu kelime,  الفتل masdarından fa'îl vezninde olmak üzere ism-i mef'ûl manasındadır.

Buna göre şayet “Sol ehli de kitaplarını okuduğu halde, kitabı okuma işi niçin sağ ehline tahsis edilmiştir?” denirse biz deriz ki: “Aradaki fark şudur: Sol ehli, kendi kitaplarını okuduklarında onun, helak edici büyük suçlar, son derece çirkin kötülükler ve büyük rezalet ve rüsvaylıklar kapsadığını görürler de böylece korku ve dehşet kalplerini kuşatır, dilleri ağırlaşır, bu sebeple de kitaplarını okuyamaz hale gelirler. Sağ ehline gelince onların durumları bunun tam tersi olduğu için hiç şüphe yok ki onlar kitaplarını en güzel ve ayrıntılı bir biçimde inceden inceye okurlar. Sonra onlar, sadece kendi okumalarıyla yetinmez; aksine o okuyan kimse, mahşerdekilere, ‘Alın, okuyun kitabımı’ (Hakka Suresi, 19) der. Böylece aradaki fark anlaşılmış olur. Allah en iyisini bilendir.” (Fahreddin er-Râzî)