2 Nisan 2025
İsrâ Sûresi 67-75 (288. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

İsrâ Sûresi 67. Ayet

وَاِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّٓا اِيَّاهُۚ فَلَمَّا نَجّٰيكُمْ اِلَى الْبَرِّ اَعْرَضْتُمْۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُوراً  ...


Denizde size bir sıkıntı dokunduğunda bütün taptıklarınız (sizi yüzüstü bırakıp) kaybolur, yalnız Allah kalır. Fakat sizi kurtarıp karaya çıkarınca yüz çevirirsiniz. Zaten insan çok nankördür.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا zaman
2 مَسَّكُمُ size dokunduğu م س س
3 الضُّرُّ bir sıkıntı ض ر ر
4 فِي
5 الْبَحْرِ denizde ب ح ر
6 ضَلَّ kaybolur ض ل ل
7 مَنْ
8 تَدْعُونَ bütün yalvardıklarınız د ع و
9 إِلَّا başka
10 إِيَّاهُ O’ndan
11 فَلَمَّا fakat (O)
12 نَجَّاكُمْ sizi kurtarıp çıkarınca ن ج و
13 إِلَى
14 الْبَرِّ karaya ب ر ر
15 أَعْرَضْتُمْ yine yüz çevirirsiniz ع ر ض
16 وَكَانَ gerçekten ك و ن
17 الْإِنْسَانُ insan ا ن س
18 كَفُورًا nankördür ك ف ر
İnsanlar denizde gemiyle seyahat ederken bir felâketle yüz yüze gelseler, kimilerinin tanrı bilip güvendikleri bütün uydurma güçler kaybolur gider ve orada Allah ile baş başa kalırlar, O’na yakarırlar; fakat esenliğe kavuşunca yine eski hallerine dönerler. Allah onların bu hallerini nankörlük olarak nitelemektedir. Bu ifade, bir kısım insanların günlük hayatlarında Allah’ı tamamen unuttuklarını, O’nu âdeta hayatlarından sildiklerini, Allah yokmuş gibi davrandıklarını; fakat çaresiz kaldıkları zaman da O’na sığındıklarını, normal şartlara dönünce, yine unuttuklarını bildirerek bunun Allah’a karşı bir nankörlük ve dolayısıyla dinden uzaklaşma olduğuna işaret etmektedir. Günümüz din felsefesi incelemelerinde, “Tanrı konusunda ilgisizlik” şeklinde tanımlanan bu tutum ateizmin bir türü olarak gösterilmekte ve buna “ilgisizlerin ateizmi” denilmektedir (bilgi için bk. Etienne Gilson, Ateizmin Çıkmazı, s. 23-30).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 503

وَاِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّٓا اِيَّاهُۚ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

مَسَّكُمُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَسَّكُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الضُّرُّ  fail olup lafzen merfudur.

فِي الْبَحْرِ  car mecruru fail veya mef’ûlün mahzuf haline müteallıktır.

ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  تَدْعُونَ dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَدْعُونَ  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَّٓا  istisna edatıdır. Munfasıl zamir  اِيَّاهُۚ  istisna-i munkatı’ veya istisna-i munfasıl olarak mahallen mansubdur.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَلَمَّا نَجّٰيكُمْ اِلَى الْبَرِّ اَعْرَضْتُمْۜ 

 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَمَّا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.  اَعْرَضْتُمْ  fiiline müteallıktır.

نَجّٰيكُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

نَجّٰي  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هوdir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اِلَى الْبَرِّ  car mecruru  نَجّٰي  fiiline müteallıktır.

اَعْرَضْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْۜ  fail olarak mahallen merfûdur.  اَعْرَضْتُمْۜ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  عرض’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُوراً

 

و  atıf harfidir. كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

الْاِنْسَانُ  kelimesi  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.  كَفُوراً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.

كَفُوراً  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfatı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَاِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّٓا اِيَّاهُۚ 

 

وَ  atıf harfidir.  اِذَا, şart fiilinin gerçekleşme ihtimalinin kuvvetli olduğunu ifade eden şart edatıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Şart cümlesi مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّٓا اِيَّاهُ, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı zamanda zaman zarfı  اِذَا ’nın müteallakıdır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)

ضَلَّ  fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’nin sılası olan  تَدْعُونَ اِلَّٓا اِيَّاهُ  cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِلَّٓا, istisna edatıdır. Munkatı’ olan istisnada  اِيَّاهُۚ, müstesnadır.

مَسَّكُمُ  fiilinin faili  الضُّرُّ ’dur. Dolayısıyla burda mecazî isnad veya istiare söz konusudur.


 فَلَمَّا نَجّٰيكُمْ اِلَى الْبَرِّ اَعْرَضْتُمْۜ 

 

فَ  atıf harfidir. İki cümle arasında tenasüp ve inşâî olmak bakımından ittifak vardır.  Şart manası taşıyan zaman zarfı  لَمَّا  ise  حين  manasındadır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  نَجّٰيكُمْ اِلَى الْبَرِّ  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِلَى  harf-i cerinde tazmin vardır. Yani sizi karaya eriştirir veya ulaştırır manasındadır. (Âşûr)

Şartın cevabı olan ve  فَ  karinesi olmadan gelen  اَعْرَضْتُمْ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَعْرَضْتُمْ  şeklindeki haber cümlesinde taaccüp ve azarlama manası vardır. (Âşûr)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْبَرِّ  (kara) - الْبَحْرِ  (deniz) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

تَدْعُونَ - اَعْرَضْتُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.

 

 وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُوراً

 

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَانَ ’nin haberi olan  كَفُوراً, sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)

İsm-i fail, kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55-90 Arapçada İsm-i Fâil ve İşlevleri)

وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُوراً  [İnsan çok nankördür.] cümlesi yüz çevirmesinin illeti (sebebi) gibidir. (Beyzâvi)

الْاِنْسَانُ  kelimesindeki lam-ı tarif cins içindir. İstiğrak ifade eder. Bu istiğrak örfî de olabilir, çünkü o gün insanların çoğu şirk ehlidir. Hakiki de olabilir, çünkü insan nev’i kefûrdur. Yani küfürden hâli değildir. (Âşûr)

Son cümle itiraz ve tezyîl cümlesidir. (Âşûr) Itnâb babındandır.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُوراً  ifadesinde  كَانَ  fiilinin zikredilmesi, nankörlüğün insanın cibiliyetinde (yaradılışında) yerleşik ve köklü bir vasıf olduğuna işaret etmektedir. Çünkü insan, nadir olarak duyular aleminin ötesini algılayabilir. Zira duyular, düşünceyi hafızadaki sabit manalara ve daha önce keşfedilmiş fikirlere çekerek, insanın bunun ötesine geçip kavramları tefekkür etmesini zor kılmaktadır.(Aşûr)

 
İsrâ Sûresi 68. Ayet

اَفَاَمِنْتُمْ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمْ جَانِبَ الْبَرِّ اَوْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباً ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ وَك۪يلاًۙ  ...


Peki, karada sizi yere geçirmesinden, yahut üzerinize taşlar savuran kasırga göndermesinden, sonra da kendinize bir vekil bulamamaktan güvende misiniz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَأَمِنْتُمْ emin misiniz? ا م ن
2 أَنْ
3 يَخْسِفَ batırmayacağından خ س ف
4 بِكُمْ sizi
5 جَانِبَ ters çevirip ج ن ب
6 الْبَرِّ karayı ب ر ر
7 أَوْ yahut
8 يُرْسِلَ göndermeyeceğinden ر س ل
9 عَلَيْكُمْ üzerinize
10 حَاصِبًا taşlar savuran bir kasırga ح ص ب
11 ثُمَّ sonra
12 لَا
13 تَجِدُوا bulamazsınız و ج د
14 لَكُمْ kendinize
15 وَكِيلًا bir koruyucu و ك ل
İnsanoğlu tabiatın türlü felâketleriyle karşı karşıya kalabilir ve kalmaktadır. Bu sebeple esenlik zamanlarında da sıkıntılı zamanlarda da Allah ile olmak gerekir. Güvenliğimiz ve bütünüyle hayatımız geçicidir; Allah’tan başka “vekilimiz”, güvenip dayanacağımız biri yoktur; sonunda varacağımız yer O’nun huzurudur. Bu sebeple samimi, dürüst ve gerçekten akıllı kula yaraşan odur ki hayattayken de, güven içindeyken de Allah ile olsun; şeytana aldanıp Allah’ın yolunu terketmesin. Çünkü “Şeytan insanlara sadece boş şeyleri vaad eder.” Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 503

اَفَاَمِنْتُمْ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمْ جَانِبَ الْبَرِّ اَوْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباً 

 

Hemze istifhâm harfidir.  فَ  istînâfiyyedir.  اَمِنْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

يَخْسِفَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هوdir. بِكُمْ  car mecruru  يَخْسِفَ  fiiline müteallıktır.  

جَانِبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الْبَرِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

يُرْسِلَ  atıf harfi  اَوْ  ile  يَخْسِفَ  fiiline matuftur.

اَوْ : Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُرْسِلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هوdir.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  يُرْسِلَ  fiiline müteallıktır.  حَاصِباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

 يُرْسِلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  رسل ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

جَانِبَ  kelimesi; sülâsîsi  جنب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ وَك۪يلاًۙ

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.  ثُمَّ  matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)     

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır

تَجِدُوا  fiili  ن un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَكُمْ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. وَك۪يلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَفَاَمِنْتُمْ اَنْ يَخْسِفَ بِكُمْ جَانِبَ الْبَرِّ اَوْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباً ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ وَك۪يلاًۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap ise insanlardır.

Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir, korkutma, uyarı, itiraf ettirme kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَخْسِفَ  cümlesi, masdar teviliyle mef’ûlun bih konumundadır. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelerek  اَوْ  atıf harfiyle …يَخْسِفَ  cümlesine atfedilen  اَوْ يُرْسِلَ عَلَيْكُمْ حَاصِباً  cümlesinin atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. 

Mef’ûl olan  حَاصِباً ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.

Menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ وَك۪يلاًۙ cümlesi, makabline  ثُمَّ  ile atfedilmiştir. 

Mahzuf ilk mef’ûle müteallık olan car mecrur  لَكُمْ, ihtimam için ikinci mef’ûl  وَك۪يلاًۙ ’e takdim edilmiştir. 

وَك۪يلاًۙ ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Menfi siyakta nekre, umuma işarettir. 

اَفَاَمِنْتُمْ  [Emin mi oldunuz?] ibaresinde cem’, “yere geçirme” ve “rüzgârları göndermede” ibaresinde taksim sanatı vardır.  

اَفَاَمِنْتُمْ  [Emin mi oldunuz?]  ifadesinde hemze inkâr için  فَ  de mahzufa atıf içindir, takdiri,  أنْجَيْتُمْ فَأمِنتُمْ  (Kurtuldunuz da bu da sizi yüz çevirmeye mi gönderdi?) demektir. Çünkü sizi denizde suya boğarak helak etmeye gücü yetenin sizi karada yere batırmaya ve başka şeyle helak etmeye de gücü yeter. (Beyzâvî)

68 ve 69. ayetler itiraziyye cümleleri babındandır. İstifham olarak gelişi ise şükürden küfre dönenler için azarlama manasındadır. (Âşûr)

 
İsrâ Sûresi 69. Ayet

اَمْ اَمِنْتُمْ اَنْ يُع۪يدَكُمْ ف۪يهِ تَارَةً اُخْرٰى فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفاً مِنَ الرّ۪يحِ فَيُغْرِقَكُمْ بِمَا كَفَرْتُمْۙ ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ عَلَيْنَا بِه۪ تَب۪يعاً  ...


Yahut sizi tekrar denize döndürüp üstünüze, kasıp kavuran bir fırtına yollayarak nankörlüğünüz sebebiyle sizi boğmasından, sonra da bize karşı kendiniz için arka çıkacak bir yardımcı bulamama (durumun)dan güvende misiniz?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَمْ yoksa
2 أَمِنْتُمْ emin misiniz? ا م ن
3 أَنْ
4 يُعِيدَكُمْ sizi gönderip ع و د
5 فِيهِ oraya
6 تَارَةً bir kez daha ت و ر
7 أُخْرَىٰ bir kez daha ا خ ر
8 فَيُرْسِلَ salarak ر س ل
9 عَلَيْكُمْ üstünüze
10 قَاصِفًا bir fırtına ق ص ف
11 مِنَ
12 الرِّيحِ kırıp geçiren ر و ح
13 فَيُغْرِقَكُمْ ve sizi boğmayacağından غ ر ق
14 بِمَا dolayı
15 كَفَرْتُمْ inkar ettiğinizden ك ف ر
16 ثُمَّ O zaman
17 لَا
18 تَجِدُوا bulamazsınız و ج د
19 لَكُمْ kendinize
20 عَلَيْنَا bize karşı
21 بِهِ onu
22 تَبِيعًا izleyip koruyacak birini ت ب ع

اَمْ اَمِنْتُمْ اَنْ يُع۪يدَكُمْ ف۪يهِ تَارَةً اُخْرٰى فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفاً مِنَ الرّ۪يحِ فَيُغْرِقَكُمْ بِمَا كَفَرْتُمْۙ 

 

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır.  اَمِنْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  يُع۪يدَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  ف۪يهِ  car mecruru  يُع۪يدَ  fiiline müteallıktır.

تَارَةً  masdardan naib olup mef’ûlu mutlaktır.  اُخْرٰى  kelimesi  تَارَةً ’nin sıfatı olup mukadder elif üzere fetha ile mansubdur.

فَ  atıf harfidir.  يُرْسِلَ  fiili  يُع۪يدَ  fiiline matuftur. 

يُرْسِلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هوdir.  عَلَيْكُمْ  car mecruru  يُرْسِلَ  fiiline müteallıktır. 

قَاصِفاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنَ الرّ۪يحِ  car mecruru  قَاصِفاً ’ın mahzuf sıfatına müteallıktır.

فَيُغْرِقَكُمْ بِمَا كَفَرْتُمْ  cümlesi atıf harfi  فَ  ile  يُرْسِلَ  fiiline matuftur.

يُغْرِقَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

بِ  sebebiyyedir.  مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يُغْرِقَ  fiiline müteallıktır. 

كَفَرْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

يُغْرِقَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  غرق ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

قَاصِفاً  kelimesi; sülâsîsi olan  قصف  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ عَلَيْنَا بِه۪ تَب۪يعاً

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.   

تَجِدُوا  fiili  ن un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لَكُمْ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. 

عَلَيْنَا  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.  بِه۪  car mecruru  تَب۪يعاً ’a müteallıktır. 

تَب۪يعاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَمْ اَمِنْتُمْ اَنْ يُع۪يدَكُمْ ف۪يهِ تَارَةً اُخْرٰى فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفاً مِنَ الرّ۪يحِ فَيُغْرِقَكُمْ بِمَا كَفَرْتُمْۙ ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ عَلَيْنَا بِه۪ تَب۪يعاً

 

Müstenefe olan ayetteki  اَمْ, hemze ve  بل  manasında munkatı’dır. 

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap ise insanlardır.

Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir, korkutma, uyarı, itiraf ettirme kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُع۪يدَكُمْ ف۪يهِ تَارَةً اُخْرٰى  cümlesi, masdar teviliyle mef’ûlun bih konumundadır. Masdar-ı müevvel, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekid ifade eden  تَارَةً, mef’ûlu mutlaktan naibdir.  تَارَةً  için sıfat olan  اُخْرٰى, mevsufun bir özelliğini bildiren ıtnâb sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  فَيُرْسِلَ عَلَيْكُمْ قَاصِفاً مِنَ الرّ۪يحِ  ve  فَيُغْرِقَكُمْ بِمَا كَفَرْتُمْۙ  cümleleri …يُع۪يدَكُمْ  cümlesine, hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.

مِنَ الرّ۪يحِ, mef’ûl olan  قَاصِفاً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.  قَاصِفاً ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.

Masdar harfi  مَا, mecrur mahalde olup  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يُغْرِقَكُمْ  fiiline müteallıktır. Akabindeki müspet mazi fiil sıygasındaki  كَفَرْتُمْۙ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

بِمَا كَفَرْتُمْۙ  cümlesindeki harf-i cer sebep manasınadır.  مَا  masdariyedir. Yani küfretmeniz veya şirk koşmanız sebebiyle demektir. (Âşûr)

يُع۪يدَ   يُرْسِلَ  ,يُغْرِقَكُمْ  fiilleri if’al babındadır. Bu bab fiile duhûl, tariz, izâle, kesret, temkin anlamları katar.

Makabline ittifak ve tenasüp sebebiyle atfedilen  ثُمَّ لَا تَجِدُوا لَكُمْ عَلَيْنَا بِه۪ تَب۪يعاً  cümlesindeki  ثُمَّ  atıf harfi terahi ifade eder. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl olan  تَب۪يعاً ’daki tenvin, nev ve kıllet ifade eder. Menfî siyaktaki nekre, umuma işarettir. Ayrıca sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelen kelime mübalağa ifade etmiştir.

Onların tekrar denize dönmeleri kendi ihtiyarlarıyla (tercihleriyle) olduğu halde, denize döndürme fiilinin Allah'a isnad edilmesi, Allah'ın onları denize dönmek zorunda bırakan sebepleri yaratması itibarıyladır. Bu da ima ediyor ki onların birinci yolculuklarında karşılaştıkları tehlike o kadar korkunç olmuştur ki onlar bu şekilde tekrar denize döndürülmeseler, kendiliklerinden dönmezler. (Ebüssuûd)

Onların nankörlüğünden murad, Allah'a ortak koşmaları veya kurtarma nimetine nankörlük etmeleridir. (Ebüssuûd)

ثُمَّ kelimesi, cümleleri birbirine atfetme vasfıyla birlikte derecelendirmeye yarar. Burada  Allah Teâlâ’nın onları boğulmakla tehdit etmesinden sonra onlara, kendileri için bir kurtarıcının olmadığını buyurması, tehdidinin şiddetini göstermektedir. Normalde boğulan kişinin bir kurtarıcı bulma ihtimali mevcut olmasına rağmen burada bu ihtimalin söz konusu olmadığı ifade edilmiştir. (Âşûr)

 
İsrâ Sûresi 70. Ayet

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلٰى كَث۪يرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْض۪يلاً۟  ...


Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan üstün kıldık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 كَرَّمْنَا biz çok ikram ettik ك ر م
3 بَنِي oğullarına ب ن ي
4 ادَمَ Adem
5 وَحَمَلْنَاهُمْ ve onları taşıdık ح م ل
6 فِي
7 الْبَرِّ karada ب ر ر
8 وَالْبَحْرِ ve denizde ب ح ر
9 وَرَزَقْنَاهُمْ ve onları besledik ر ز ق
10 مِنَ
11 الطَّيِّبَاتِ güzel rızıklarla ط ي ب
12 وَفَضَّلْنَاهُمْ ve onları üstün kıldık ف ض ل
13 عَلَىٰ üzerine
14 كَثِيرٍ bir çoğu ك ث ر
15 مِمَّنْ
16 خَلَقْنَا yarattıklarımızın خ ل ق
17 تَفْضِيلًا tam bir üstünlükle ف ض ل
“Şan, şeref ve nimetler” diye çevirdiğimiz kerem kavramı, İslâmî literatürde hem Allah’ın insanlara şeref, soyluluk, üstünlük gibi mânevî meziyetler bahşetmesini hem de mal mülk vermesini ifade eder. Böylece âyet insanı dünyada Allah’ın lutfuna en çok mazhar olmuş, en seçkin, en değerli varlık olarak göstermektedir. Tefsirlerde insana seçkinlik kazandıran özellikler akıl, zekâ, temyiz, düşünme, yazma gibi melekelerden başlayarak çeşitli psikolojik ve fizyolojik özelliklere, estetik zevklere, ahlâkî yatkınlıklara, canlı ve cansız varlıklar üzerinde tasarruf yetkisine, ekonomik faaliyetlerde bulunma özelliğine, şehirler ve uygarlıklar kurma kabiliyetine kadar birçok meziyete sahip olmasıyla açıklanmaktadır.
 
 Eski tefsirlerde insan mı melek mi daha üstün diye bir tartışmaya girilmişse de (bk. Râzî, XXI, 16) İbn Âşûr’un belirttiği gibi (XV, 166) burada böyle bir mukayese söz konusu olmayıp insanın bazı varlıkları çeşitli şekillerde kendi hizmetinde kullanması, onlardan yararlanması kastedilmiştir.
 
 Fahreddin er-Râzî, dönemindeki felsefe ve psikoloji birikiminden de yararlanarak insanın asıl şerefini ve diğer yaratılmışlar karşısındaki üstünlüğünü, “eşyanın gerçeklerini aslına uygun olarak kavrama yeteneği olan akıl gücü”yle açıklar. Çünkü “Mârifetullahın aydınlığı akla doğar; akıl yeteneği, madde ve mâna (halk ve emir) âleminin sırlarına ulaşan, sahip olduğu bilgi sayesinde Allah’ın ruhlar ve cisimler âleminde yarattığı varlık türlerini kuşatan güçtür... Böyle olunca insan varlığı, bu âlemdeki bütün varlıkların en değerlisidir...” (XXI, 12).
 
 Burada özellikle insanın taşıma araçları kullanmasına dikkat çekilmiştir. İnsanın hayvanları bu maksatla değerlendirmesi yanında, ayrıca bunun için gemi vb. araçlar yapması anlamlıdır. Çünkü başka hiçbir varlıkta böyle özellikler yoktur. “Bütün bunlar, dünyamızda insanoğlunun, kendisine uyulup itaat edilen mutlak başkan ve yönetici, diğer varlıkların da onun buyruğu altındaki tâbileri olduğunu gösterir” (Râzî, XXI, 15).
 
 Kur’an genellikle insanların hemen her gün yaşadıkları ya da çevrelerinde sürüp gittiği için farkına varamadıkları, fakat aslında son derece anlamlı olayların ibret verici yönlerine dikkat çekerek burada tecelli eden ilâhî güç ve hikmetin açık seçik kanıtlarını görmelerini ister. İnsanların taşıma araçları kullanarak ticaret vb. konulardaki amaçlarını daha kolay ve verimli bir şekilde gerçekleştirmeleri Allah’ın bir lutfudur. Allah’ın “değerli kıldığı” insanoğlunun, bugün taşımacılıkta, uzayın derinliklerine kadar uzanan ulaşım ve iletişim araçları icat edip kullanmada geldiği nokta, Kur’ân-ı Kerîm’in neden özellikle bu konuyu anılmaya ve ibret alınmaya değer gördüğünü de açıklamaktadır. Âyette bunun hemen ardından “kendilerine güzel güzel rızıklar verdik” buyurulmaktadır. Rızık, insanın yararlandığı her türlü imkânı kuşatan geniş kapsamlı bir kavramdır. “Güzel güzel rızıklar”dan maksat, hem helâl hem de hoşa giden rızıklardır. Burada insanın, ihtiyaç duyduğu şeylerin helâlini araması yanında sağlık yönünden daha kaliteli, daha temiz, estetik yönden daha güzel olmasına özen göstermesi gerektiğine de işaret vardır.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 503-504

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلٰى كَث۪يرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْض۪يلاً۟

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

كَرَّمْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  بَن۪ٓي  mef’ûlun bih olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti  ى ’dir. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. 

اٰدَمَ  muzâfun ileyh olup cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

حَمَلْنَا  cümlesi atıf harfi  وَ la  كَرَّمْنَا ’ya matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

حَمَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فِي الْبَرِّ  car mecruru  حَمَلْنَا  fiiline müteallıktır.  فِي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır - mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْبَحْرِ  atıf harfi  وَ ’la  الْبَرِّ ’e matuftur.

رَزَقْنَا  cümlesi atıf harfi  وَ la  حَمَلْنَا ya matuftur.  رَزَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنَ الطَّيِّبَاتِ  car mecruru  رَزَقْنَا ya müteallıktır.

فَضَّلْنَا  cümlesi atıf harfi  وَ la  رَزَقْنَا ya matuftur.

فَضَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عَلٰى كَث۪يرٍ  car mecruru  فَضَّلْنَا  fiiline müteallıktır.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte كَث۪يرٍ ün sıfatına müteallıktır.

خَلَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  تَفْض۪يلاً۟  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir.Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَفْض۪يلاً۟  lafzı burda tekid için gelen mef’ûlu mutlak çeşidinden gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كَرَّمْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  كرم ’dir.

فَضَّلْنَاهُمْ  fiilleri sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  فضل ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلٰى كَث۪يرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْض۪يلاً۟

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  ise cümlenin mukadder bir yeminin cevabı olduğunun işaretidir.

Mukadder kasem sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Kasemin cevabı olan  وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَن۪ٓي اٰدَمَ  cümlesi  لَ  ve  قَدْ  ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümle müşriklere ibret ve minnet dolayısıyla gelen itiraziyyedir. (Âşûr)

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap ise insanlardır.

بَن۪ٓي اٰدَمَ  ifadesi, insandan kinayedir. Tağlîb yoluyla müennesi de kapsar. 

Aynı üslupta gelen  وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ  ile  وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ  ve  وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلٰى كَث۪يرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْض۪يل  cümleleri hükümde ortaklık sebebiyle …كَرَّمْنَا  cümlesine atfedilmiştir.

Fiillerin mazi fiil sıygasında gelmesi sebat, hudûs, temekkün ve istikrar, fiillerin azamet amirine isnadı tazim ifade etmiştir. 

حَمَلْنَا - رَزَقْنَا - فَضَّلْنَا - خَلَقْنَا - كَرَّمْنَا  fiillerindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Denizde taşıma ibaresi, denizin içindeki gemilerdeki taşımayı ifade eder. Haml kelimesinin bu şekildeki  kullanımı, rahile ile taşımaktan istiaredir. Bu şekildeki kullanım o kadar çok yaygınlaşmıştır ki neredeyse asıl hale gelmiştir. (Âşûr)

Müşterek ism-i mevsûl  مَّنْ, mecrur mahalde olup  مِنَ  harf-i ceriyle birlikte كَث۪يرٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Sılası olan müspet mazi fiil sıygasındaki  خَلَقْنَا تَفْض۪يلاً۟  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

تَفْض۪يلاً۟  mef’ûlu mutlaktır.  فَضَّلْنَاهُمْ  fiilini tekid eder. 

تَفْضِيلًا  sözünün mef’ûlu mutlak olarak gelmesi tazim içindir. Yani büyük bir üstünlük demektir. (Âşûr)

بَرّ - بَحْرِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

فَضَّلْنَاهُمْ - تَفْض۪يلاً۟  kelimelerinde cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

كَرَّمْنَا da cem’ edilen nimetler,  حَمَلْنَا  ,رَزَقْنَا  ,فَضَّلْنَا  şeklinde sayılmıştır. Cem' ma’at-taksim sanatıdır.
İsrâ Sûresi 71. Ayet

يَوْمَ نَدْعُوا كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ فَمَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَقْرَؤُ۫نَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً  ...


Bütün insanları kendi önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla. (O gün) her kime kitabı sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve kıl kadar haksızlığa uğratılmazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ gün ي و م
2 نَدْعُو çağırdığımız د ع و
3 كُلَّ her ك ل ل
4 أُنَاسٍ milleti ا ن س
5 بِإِمَامِهِمْ imamıyla ا م م
6 فَمَنْ kimlerin
7 أُوتِيَ verilirse ا ت ي
8 كِتَابَهُ Kitabı ك ت ب
9 بِيَمِينِهِ sağından ي م ن
10 فَأُولَٰئِكَ işte onlar
11 يَقْرَءُونَ okurlar ق ر ا
12 كِتَابَهُمْ Kitaplarını ك ت ب
13 وَلَا ve
14 يُظْلَمُونَ haksızlığa uğratılmazlar ظ ل م
15 فَتِيلًا en ufak ف ت ل
İlâhî hikmet, bu imtihan dünyasında insanoğluna nimetler vermesine paralel olarak sorumluluklar da yüklemiştir. İnsan değerli bir varlık olarak yaratılmış, karalara ve denizlere hâkim kılınmış, güzel nimetlerle rızıklandırılmış, kendisine birçok varlığı hizmetinde kullanma imkânı verilmiştir. Şu halde onun bu konumunun gerektirdiği sorumlulukları da olmalıdır; ilk sorumluluğu da kendisini seçkin kılan, ihsanlarda bulunan Allah’ı tanımak, O’na iman etmek, inancına uygun amelî davranışlarda bulunmak ve ahlâkî bir hayat sürdürmektir. 71-72. âyetlerde bu sorumluluğu yerine getirenlerin ve getirmeyenlerin âhiretteki durumlarına ilişkin kısa ve özlü bir açıklama yapılmakta, dolayısıyla bir uyarıda bulunulmaktadır. 
 
  “Önder” diye çevirdiğimiz imam kelimesi “amel defteri, her ümmete indirilmiş olan kutsal kitap, her ümmetin kendi peygamberi, mezhep imamları, her asrın önderi, her topluluğun öncelikle ağırlık verdikleri ve meşhur oldukları iyi veya kötü işleri” gibi çeşitli şekillerde açıklanmıştır. Taberî, Araplar’daki anlamını dikkate alarak imam kelimesini, “Her topluluğun, görüş ve inanç sahiplerinin dünyada kendilerine önder ve rehber kabul ettikleri kişiler” olduğu görüşünü tercih eder (XV, 127). 
 
“Amel defteri” diye çevirdiğimiz kelimenin âyetteki karşılığı “kitâb”dır. 71. âyette amel defteri sağ taraftan verilecek olanların onları okuyacakları bildirilirken, solundan verilenlerden söz edilmemiştir. Bu konuda Râzî şöyle der: “Amel defteri solundan verilenler, onun içerdiği büyük kötülükleri, çirkinlikleri, utanç verici günahları görünce kalplerini korku ve dehşet sarar; o kadar ki dillerinde amel defterlerini okuyacak mecal kalmaz” (XXI, 18). Onların durumunu 72. âyet haber veriyor: “Bu dünyada kör olanlar âhirette de kördür.” 
 
 70. âyette belirtilen üstün lutufların asıl sahibini göremeyen, varlık ve olayların arkasındaki yaratıcı güçten habersiz olarak yaşayan basiret yoksunu inkârcıların âhiretteki durumunun daha kötü olacağı bildiriliyor. Hasan-ı Basrî’den bu âyetle ilgili şöyle bir açıklama nakledilmektedir: Bu dünyada yoldan çıkıp inkâra sapmış olanlar âhirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır. Çünkü böyleleri dünyada iken tövbe etselerdi tövbeleri kabul edilecekti, fakat âhirette artık kabul edilmeyecektir; dünyada kendilerine çeşitli felâketlerden korunma imkânları verilmişti, âhirette asla böyle imkânlara sahip olamayacaklardır (Râzî, XXI, 19).
 
 72. âyete “Dünyada kör olanlar, yani Allah’ı tanımayanlar âhirette hiç tanımayacaklar” şeklinde bir mâna verilmişse de müfessirlerin çoğu bu görüşü reddeder. Çünkü âhirette herkes zorunlu olarak Allah’ı tanıyıp, O’na iman edecektir. Şu halde oradaki körlük, cennetin yolunu görememek, yani ondan mahrum kalmaktan kinayedir (Râzî, XXI, 19). Dünya âhiretin tarlasıdır. Bu dünyada hakikati görüp tanıyan ve bu sayede doğru imana ulaşan, iyi ve güzel işlerle ruhlarını zenginleştirenler âhirette bunun karşılığını eksiksiz bulacaklardır; onların amel defterleri sağ yanlarından verilecek ve asla haksızlığa uğramayacaklardır.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 505-506

يَوْمَ نَدْعُوا كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ 

 

يَوْمَ  zaman zarfı olup mahzuf olan  اذكر fiiline müteallıktır. نَدْعُوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

نَدْعُوا  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur.

كُلَّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  اُنَاسٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

بِاِمَامِ  car mecruru  نَدْعُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 فَمَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.

اُو۫تِيَ  şart fiili olup fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  

اُو۫تِيَ كِتَابَهُ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

كِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بِيَم۪ينِ  car mecruru  اُو۫تِيَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


فَاُو۬لٰٓئِكَ يَقْرَؤُ۫نَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak  mahallen merfûdur.  يَقْرَؤُ۫نَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَقْرَؤُ۫نَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. كِتَابَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يُظْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. 

فَت۪يلاً  mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَ نَدْعُوا كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ 

 

Zaman zarfı  يَوْمَ, takdiri اذكر (hatırla) olan mahzuf fiile müteallıktır. Bu takdire göre cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fiilin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  İstînâf cümlesidir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap ise insanlardır. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

Muzafun ileyh olan  نَدْعُوا كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ  cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder. 

بِ  harf-i ceri tadiye içindir. Çünkü  نَدْعُوا  fiili  بِ  harf-i ceri ile tadiye olur. (Âşûr)

يَوْمَ نَدْعُوا  [Hatırla o günü ki çağırırız] ifadesi gizli bir أذْكُرْ  emriyle mansubdur ya da وَلَا يُظْلَمُونَ  cümlesinin gösterdiği mananın zarfıdır. (Beyzâvî)

Burada insanların dünyadaki hallerine ve amellerine göre ahirette de hallerinin değişik olacağı beyan edilmektedir. (Ebüssuûd)

كُلَّ اُنَاسٍ بِاِمَامِهِمْۚ  [Her insanı imamı ile çağırırız]: İmam, namazda insanların önüne geçip onlara namaz kıldırandır. Burada “amel defteri” için müstear olarak kullanılmıştır. Çünkü amel defteri, kıyamet gününde insanla beraber olacak ve onun önünde geçecektir. (Safvetu’t Tefasir) 

Hasan el-Basrî'ye göre bu tabirin manası, “Allah herkesi, içinde amellerinin yazılı olduğu kitaplarıyla, (amel defterleriyle) çağırır.” şeklinde olur. Kitaba imam denmesinin delili, “Biz her şeyi apaçık bir kitapta saymışızdır.” (Yasin Suresi, 12) ayetidir. Böylece Cenab-ı Hakk bu ayette, kitaba, imam adını vermiştir. Bu görüşe göre bu ifadenin başındaki  بِ  harf-i ceri,  مع  (beraber) anlamında olup kelamın takdiri, “Biz herkesi, yanlarında kitapları olduğu halde çağırırız.” şeklinde olur. Bu, senin tıpkı “Onu (hayvanı) ona, boynundaki ipiyle beraber ver.” demen gibidir. Yani “Boynunda ipi olduğu halde ver.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

 

  فَمَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَقْرَؤُ۫نَ كِتَابَهُمْ وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً

 

فَ  ile istînâfa atfedilen cümle, şart üslubunda gelmiştir.  مَنْ, umum ifade eden şart ismi olup mübtedadır.  

Sübut ifade eden isim cümlesi  مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪, şart cümlesidir. Mübtedanın haberinin, mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106)

Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 112) 

فَاُو۬لٰٓئِكَ يَقْرَؤُ۫نَ كِتَابَهُمْ  cümlesine dahil olan  فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Şartın cevabı, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i işaret ile gelmesi dikkat çekmek ve zihinde yerleştirmek içindir.

Cevap  فَ ’sinden sonra ism-i işaret gelmesi, başkalarının değil onların kitaplarını okudukları konusunda uyarmak içindir. (Âşûr)

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَ ’la makabline hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen  وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

فَت۪يلاً  mef’ûlu mutlaktan naib olarak mansubdur. Yani ظلما قدر الفتيل  demektir.

كِتَابَهُ - يَقْرَؤُ۫نَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîrكِتَابَ ’nin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اُو۫تِيَ  ve  يُظْلَمُونَ  fiilleri meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

يَقْرَؤُ۫نَ - لَا يُظْلَمُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

فَت۪يلاً  kelimesi,  فتل  masdarından  فعيل  vezninde ism-i mef'ûl manasındadır. (Fahreddin er-Râzî)

وَلَا يُظْلَمُونَ فَت۪يلاً  [İplik kadar haksızlığa uğramazlar.] cümlesinde istiare-i temsiliyye vardır. فَت۪يلاً, azlık için darb-ı mesel olarak kullanılır. Yani onların sevapları eksilmez. Hatta, çekirdeğin yarığındaki iplik kadar bile eksiltilmez. (Safvetu’t Tefasir)

الظُّلْمُ kelimesi burada كِلْتا الجَنَّتَيْنِ آتَتْ أُكُلَها ولَمْ تَظْلِمْ مِنهُ شَيْئًا ayeti kerimesindeki gibi noksan bırakmama anlamında kullanılmıştır. Nitekim zulüm kelimesi ekseriyetle zulme uğrayan kişide mevcut olan bir takım şeylerin alınması anlamında kullanılmıştır. İşte bu şekilde o kişi bir noksanlığa uğrayacak olduğundan bu ifadedeki mecaz-ı mürsel kullanımı ortaya çıkmıştır.(Âşûr)

Kitaplarını Sağdan Alanlar: Cenab-ı Hakk, “Artık kimin kitabı sağından verilirse onlar kitaplarını, en küçük haksızlığa uğratılmaksızın okuyacaklardır.” buyurmuştur. Keşşâf sahibi şöyle demiştir:  مَنْ  (her kim) lafzı, çoğul anlamında olduğu için, Cenab-ı Hakk cevabında  اُو۬لٰٓئِكَ  (onlar) buyurmuştur.  الفتيل  kelimesi, çekirdeğin yarısı üzerinde olan iplikçiğe denir. İnsan onu çıkarmak istediği zaman o büküldüğü için o iplikçiğe bu ad verilmiştir. Bu, önemsiz, basit, kıymeti olmayan şeyler hakkında getirilen bir “darb-ı mesel”dir. قِطمير  (çekirdeği kaplayan ince zar; önemsiz şey) ve نقير  (çekirdekten küçük oyuk) kelimeleri de darb-ı mesel olma hususunda bunun gibidir. Buna göre “Onların mükâfatları, çekirdeğin iplikçiği kadar dahi eksiltilmeyecek” şeklinde olur. Bunun bir benzeri de “Çünkü bunlar hiçbir surette haksızlığa uğratılmayarak…” (Meryem Suresi, 60) ve “O, ne artırılmak ne de eksiltilmekten endişe etmez…” (Ta-Ha Suresi, 112) ayetleridir. Mücâhid, İbni Abbas’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:  الفتيل, insanın baş parmağını şehadet parmağına sürtmesi neticesinde ortaya çıkan kirdir. Bu kelime,  الفتل masdarından fa'îl vezninde olmak üzere ism-i mef'ûl manasındadır.

Buna göre şayet “Sol ehli de kitaplarını okuduğu halde, kitabı okuma işi niçin sağ ehline tahsis edilmiştir?” denirse biz deriz ki: “Aradaki fark şudur: Sol ehli, kendi kitaplarını okuduklarında onun, helak edici büyük suçlar, son derece çirkin kötülükler ve büyük rezalet ve rüsvaylıklar kapsadığını görürler de böylece korku ve dehşet kalplerini kuşatır, dilleri ağırlaşır, bu sebeple de kitaplarını okuyamaz hale gelirler. Sağ ehline gelince onların durumları bunun tam tersi olduğu için hiç şüphe yok ki onlar kitaplarını en güzel ve ayrıntılı bir biçimde inceden inceye okurlar. Sonra onlar, sadece kendi okumalarıyla yetinmez; aksine o okuyan kimse, mahşerdekilere, ‘Alın, okuyun kitabımı’ (Hakka Suresi, 19) der. Böylece aradaki fark anlaşılmış olur. Allah en iyisini bilendir.” (Fahreddin er-Râzî)

 
İsrâ Sûresi 72. Ayet

وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلاً  ...


Kim bu dünyada körlük ettiyse ahirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَنْ ve kimse
2 كَانَ olan ك و ن
3 فِي
4 هَٰذِهِ şu (dünyada)
5 أَعْمَىٰ kör ع م ي
6 فَهُوَ o
7 فِي
8 الْاخِرَةِ ahirette de ا خ ر
9 أَعْمَىٰ kördür ع م ي
10 وَأَضَلُّ ve daha da sapıktır ض ل ل
11 سَبِيلًا yolu س ب ل

وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلاً

 

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.

كَان  isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ  şart fiili olup fetha üzere mebni, nakıs mazi fiildir.  كَانَ nin ismi müstetir olup takdiri  هُوَ ’dir.  

ف۪ي هٰذِه۪ٓ  car mecruru  اَعْمٰى ya müteallıktır.  اَعْمٰى  kelimesi  كَانَ nin haberi olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen mansubdur.

فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru  اَعْمٰى ya müteallıktır.  اَعْمٰى  mübtedanın haberi olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

اَضَلُّ  atıf harfi  وَ la  اَعْمٰى ya matuftur.  سَب۪يلاً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَعْمٰى - اَضَلُّ  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh” denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَمَنْ كَانَ ف۪ي هٰذِه۪ٓ اَعْمٰى فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلاً

 

Atıfla gelen ayet, …مَنْ اُو۫تِيَ  cümlesine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap ise insanlardır. 

Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  مَنْ  mübteda,  كانِ nin dahil olduğu isim cümlesi, şart cümlesidir. Sübut ifade eden isim cümlesindeki  ف۪ي هٰذِه۪ٓ, haber olan اَعْمٰى ’ya müteallıktır. Car mecrurun amiline takdimi, ihtimam içindir.

فَ  karinesiyle gelen cevap  فَهُوَ فِي الْاٰخِرَةِ اَعْمٰى وَاَضَلُّ سَب۪يلاً, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haberî isnad yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

İşte bu bedbaht insanlar, körden bile daha çok yolunu şaşıranlardır. Zira onlar, kendilerine bahşedilmiş olan yeteneği kullanmamışlar ve hakkı bulma vasıtalarını kullanılmaz duruma getirmişlerdir. İşte bu kör, amel defteri solundan verilenin ta kendisidir. Zira ondan önce zikredilen mukabil fırkanın hali buna delalet etmektedir. (Ebüssuûd, Âşûr) 

ف۪ي هٰذِه۪ٓ  ve  فِي الْاٰخِرَةِ  ibarelerindeki  فِي  harflerinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ahiret ve işaret edilen dünya, içine girilebilen maddi şeylere benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Dünya ve ahiret, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

اَعْمٰى  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. اَضَلُّ, haber olan  اَعْمٰى ya matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. سَب۪يلاً  temyiz olarak mansubdur.

Şart ve cevap cümleleri arasında müzâvece sanatı vardır.

“Şart ve ceza cümlelerinde iki mananın eşleşmesi”dir. Müzâvece sadece cezada vuku bulur. Buna tezâvüc de denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Cenab-ı Hakk'ın, “Kim bu dünyada kör olursa o ahirette de kördür.” buyruğu ile gözün kör olması kastedilmemiş; aksine bununla kalbin körlüğü kastedilmiştir. 

İbni Abbas, “Kim, bu görüp müşahede ettiği nimetleri görmez de nankör olursa o görmediği, müşahede etmediği ahiret hususunda kördür; yolca da daha şaşkındır.” der. Bu izaha göre ayetteki  ف۪ي هٰذِه۪ٓ  şeklindeki işaret zamiri, önceki ayetlerde bahsedilen o nimetlere bir işaret olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette  اَعْمٰى  kelimesinde bedî’ bir istiare vardır. اَعْمٰى  ile kastedilen gözün körlüğü değil, basiretsizliktir. Gerçeği görmeyen, hakkı tanımayan kimse önünü görmeyen, yolu bulamayan kör bir insana benzetilmiştir. (Sâbûnî, İbdâu’l Beyân ve Âşûr)
İsrâ Sûresi 73. Ayet

وَاِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُۗ وَاِذاً لَاتَّخَذُوكَ خَل۪يلاً  ...


Onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için az kalsın seni ondan şaşırtacaklardı. (Eğer böyle yapabilselerdi) işte o zaman seni dost edinirlerdi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve eğer
2 كَادُوا az daha onlar ك و د
3 لَيَفْتِنُونَكَ seni kandıracaklardı ف ت ن
4 عَنِ
5 الَّذِي
6 أَوْحَيْنَا vahyettiğimizden و ح ي
7 إِلَيْكَ sana
8 لِتَفْتَرِيَ iftira atman için ف ر ي
9 عَلَيْنَا üstümüze
10 غَيْرَهُ ondan başkasını غ ي ر
11 وَإِذًا işte o zaman
12 لَاتَّخَذُوكَ seni edinirlerdi ا خ ذ
13 خَلِيلًا dost خ ل ل
Önceki âyetler grubunun sonunda bu dünyada kör olanların âhirette de kör olacakları belirtilmişti. Burada ise bu dünyada kör olanların körlüklerine Mekke putperestlerinin Hz. Peygamber’e karşı sergiledikleri tutumlarından bir örnek veriliyor. Onlar genellikle benzeri her zaman görülen diğer bâtıl inanç ve ideoloji sahipleri gibi doğru olan düşünce ve hayat tarzının güçlenip yaşamasından rahatsız oluyor, kendileri yoldan saptıkları gibi Resûlullah’ı da kendi çizgilerine çekmeye çalışıyorlardı. İşte âyet metnindeki fitne kavramının buradaki anlamı, bizzat Peygamber’in, düşmanları tarafından böyle bir tehlikenin içine çekilmeye çalışılmasıdır. Eski tefsirlerde müşriklerin Hz. Peygamber’i kendi yollarına çekmeleriyle ilgili çeşitli rivayetler sıralanmışsa da (bk. Taberî, XV, 129-130; Kurtubî, X, 304-305) İbn Âşûr haklı olarak bu rivayetleri temelsiz bulmakta ve şöyle demektedir (XV, 172): Peygamber’in putperestleri İslâm’a çekmek ve müslümanlara güvenlik ortamı sağlamak istemesi, onun içinde putperestlerin bazı önerilerini olumlu karşılama eğilimi doğurdu. Bu öneriler, onlara karşı daha yumuşak bir üslûp kullanma, kendilerini dinleme, liderlerine meclislerde yer açma gibi Peygamber’in onları memnun etmesini sağlayacak, gönüllerini kazanmaya ve sonuçta dini yaymaya yarayacak davranışlardı; en azından bunlar müslümanlara bir zarar doğurmayacaktı. İşte âyet Resûlullah’ı bu tür tutumlar hususunda dikkatli olmaya çağırmaktadır.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 507

وَاِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُۗ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  tekid ifade eden muhaffefe   اِنَّ ’dir. 

كَادُوا  mukarebe fiillerinden olup nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasbeder. Zamir olan çoğul  و ’ı  كَادُوا nun ismi olup mahallen merfûdur. 

لَيَفْتِنُونَكَ  ile başlayan fiil cümlesi  كَادُوا nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi,  اِنْ ’in muhaffefe  اِنَّ  olduğuna delalet eden lam-ı farikadır.

وإنْ كادُوا لَيَفْتِنُونَكَ  cümlesindeki  إنْ  harfi  إنَّ ’den muhaffefdir. Ve ismi mahzuf şan zamiridir.  لَيَفْتِنُونَكَ  cümlesindeki  لَ  harfi muhaffef  إنْ  ile  إنَّ  arasında ayırım yapan lam yani lam-ı farikadır. Bu yüzden cümleyi tekid etmesi gerekmez. (Âşûr)

يَفْتِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl  عَنِ  harf-i ceriyle birlikte  يَفْتِنُونَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَوْحَيْنَٓا dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَيْكَ  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır. 

لِ  harfi,  تَفْتَرِيَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  لَيَفْتِنُونَكَ ye müteallıktır. 

تَفْتَرِيَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.  عَلَيْنَا  car mecruru  تَفْتَرِيَ  fiiline müteallıktır.

غَيْرَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَفْتَرِيَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  فري dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

Gayb zamirleri ile murad edilen Kureyş kâfirleridir yani kendi işlerini idare edenleri ifade eder. (Âşûr)

الَّذِي أوْحَيْنا إلَيْكَ sözündeki ism-i mevsûl ahd içindir. Çünkü Peygamber (s.a.) müşriklerin kendisinden muhalefet için bunları istediğini biliyordu. (Âşûr)

لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنا غَيْرَهُ  sözündeki  لِ  harf-i ceri ta’lil içindir.  يَفْتِنُونَكَ  fiiline mütallıktır. (Âşûr)


وَاِذاً لَاتَّخَذُوكَ خَل۪يلاً

 

وَ  atıf harfidir.  اِذاً  cevap harfidir.  لَ  harfi mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. Takdiri,  لو فعلت ذلك لاتّخذوك خليلا  (Bunu yapsaydın muhakkak ki seni dost edinirlerdi) şeklindedir.

اتَّخَذُوكَ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

خَل۪يلاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وإذًا لاتَّخَذُوكَ خَلِيلًا cümlesi إنْ كادُوا لَيَفْتِنُونَكَ cümlesine matuftur. إذَنْ ; ise ceza (karşılık) harfidir.  Sonunda olan nûn da tenvinden gelmeyip bizzat kelimenin bir cüzüdür. 

إذًا ile birlikte gelen atıf  وَ  ‘ı tefrî' fe'si manasındadır. (Âşûr)

وَاِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُۗ 

 

 

وَ  istînâfiyyedir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Peygamber Efendimizdir. 

اِنْ, tahfif edilmiş  اِنّ ’dir. Nakıs fiil  كَاد nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَاد ’nin haberi olan …يَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّـذ۪ٓي  cümlesine dahil olan lam,  اِنْ ’in muhaffefe olduğuna işaret eden lam-ı farikadır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahalde,  لَيَفْتِنُونَكَ  fiiline müteallık müşterek ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي ’nin sılası olan  اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Ayrıca fiilin azamet zamirine isnadı tazime işaret eder.

Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lilin gizli  أنْ le masdar yaptığı  لِتَفْتَرِيَ عَلَيْنَا غَيْرَهُۗ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde  لَيَفْتِنُونَكَ  fiiline müteallıktır. 

 

 وَاِذاً لَاتَّخَذُوكَ خَل۪يلاً

 

Atıfla gelen son cümle, takdiri  لَوْعَمَلْتَ ذَلِكَ  [eğer böyle yaparsan] olan mahzuf şartın cevabıdır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

اِذاً, cevap harfidir. Cümleye dahil olan  لَ, mukadder şartın cevabına gelen harftir.

Cevap cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İkinci mef’ûl olan  خَل۪يلاً ’deki tenvin nev ve tahkir ifade eder.

لَيَفْتِنُونَكَ - لِتَفْتَرِيَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Zeccâc şöyle der: "Ayet-i kerimenin manası  كَادُوا يَفْتِنُونَكَ  “Seni neredeyse fitneye düşüreceklerdi.” şeklindedir. Bu ifadelere,  اِنْ  ve lâm tekid için dahil olmuşlardır.  اِنْ  şeddeli olan  اِنَّ ’den hafifletilmiş olan  اِنْ ’dir. Lâm da اِنَّ ’den hafifletilmiş olan اِنْ  ile olumsuzluk için olan اِنْ ’i birbirinden ayırmak için gelmiştir. Buna göre mana, “Gerçekten durum ve hal şudur: Onlar, seni neredeyse fitneye düşüreceklerdi.” Yani onlar, fitne yaparak seni aldatacaklardı. Fitne kelimesinin asıl manası, denemek ve sınamaktır. Nitekim Arapçada sarraf, altını ateşe sokup onun hasını tortusundan ayırmak için erittiğinde  فتن الصائغ الذهب  denir. Daha sonra ise Araplar bu kelimeyi, bir şeyi çığırından ve istikametinden kaydıran, çıkaran herkes hakkında kullanarak, “O onu fitneye düşürdü.” manasında,  فتنه  dediler. Buna göre Cenab-ı Hakk'ın  وَاِنْ كَادُوا لَيَفْتِنُونَكَ عَنِ الَّذٖى اَوْحَيْنَا اِلَيْكَ  buyruğunun manası, “Onlar neredeyse seni, sana vahyettiğimiz şeyden yani Kur'an'dan saptırıp döndüreceklerdi.” şeklinde olur ki bu da “O Kur'an'ın hükmünden” demektir. Bu böyledir; zira, onlara istediklerini vermede, Kur'an'ın hükmüne muhalefet söz konusuydu.

Ayetin devamında  لِتَفْتَرِىَ عَلَيْنَا غَيْرَهُ  “başkasını uydurup bize iftira edesin diye” buyurulmuştur. Yani “Bizim sana vahyettiğimizden başkasını uydurman için” demektir ki bu da onların Hz. Peygambere, “De ki: Bunu bana Allah emretti.” şeklindeki sözleridir.

Cenab-ı Hakk,  وَاِذًا لَاتَّخَذُوكَ خَلٖيلًا  “O takdirde seni dost edineceklerdi.” buyurmuştur. Yani “Sen eğer onların istediğini yapsaydın, seni dost edinecekler ve insanlara senin, onların üzerinde bulundukları hal hususunda kendilerine muvafık, şirklerinden de hoşnut olduğunu ifade edeceklerdi.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

 
İsrâ Sûresi 74. Ayet

وَلَوْلَٓا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيْـٔاً قَل۪يلاًۗ  ...


Eğer biz sana sebat vermiş olmasaydık, az kalsın onlara biraz meyledecektin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْلَا eğer olmasaydık
2 أَنْ
3 ثَبَّتْنَاكَ biz seni sağlamlaştırmış ث ب ت
4 لَقَدْ gerçekten
5 كِدْتَ neredeyse ك و د
6 تَرْكَنُ yanaşacaktın ر ك ن
7 إِلَيْهِمْ onlara
8 شَيْئًا ش ي ا
9 قَلِيلًا bir parça ق ل ل
Tefsirlerde bu iki âyet genellikle şöyle açıklanmaktadır: Eğer aklını ve düşünceni sağlamlaştırıp kararlı yapmasaydık, düşünce ve ictihadında hata yapmaktan seni korumasaydık, onların aslında bir “fitne” olan (doğru imandan saptırma riski taşıyan) tekliflerine meyledebilir, bazı haksız isteklerine olumlu cevap vermeyi düşünebilirdin; o zaman da hem hayatta hem de ölümde acılar çekerdin; hayattayken inkârcılar karşısında yenik düşmekten doğan sıkıntılarla ve daha başka belâlarla karşılaştığın gibi önünde yenilgiye uğrayıp gidecekken senin tâvizkâr tutumun sayesinde başarı kazanan inkârcılar karşısında aşağılık bir ölümle ölürdün (İbn Âşûr, XV, 176-177); âhirette de bunun cezasını görürdün.
 
 Kuşkusuz Hz. Peygamber’in putperestlere kanarak lüzumundan fazla tâviz verdiği, fiilen böyle bir olayın gerçekleştiği düşünülemezse de âyet-i kerîme, onun şahsında genel olarak müslümanları, putperestlik gibi asla üzerinde uzlaşılması mümkün olmayan sapkın inanç sahibi gruplar karşısında kendi inançlarını, vazgeçilmez değerlerini ve kişiliklerini korumaya; haksızlık ve adaletsizliğe sapmadan akıllı ve onurlu bir duruş sergilemeye çağırmaktadır. Gerçekten farklı inanç grupları arasında yaşarken adalet ve dürüstlük ilkeleri çerçevesinde mâkul bir hoşgörü ortamı oluşturmaya çalışmak gerektiğinde kuşku yoktur; bununla birlikte bu sınırın ötesine geçerek tâvizkâr ve ilkesiz bir tutum sergileyenlerin, –âyette işaret buyurulduğu üzere– “Bizim gibi olursanız sizi dost kabul ederiz” diyen çeşitli zümreler nezdinde inançlarını, düşüncelerini ve kendilerini kabul ettirmek şöyle dursun, saygınlıklarını dahi koruyamayacakları açıktır.
 
 75. âyetin son kısmında müminlerin akıllarından çıkarmamaları gereken anlamlı bir uyarı daha vardır: İlkelerine, buyruklarına uyduğunuz, öğüdünü dinleyip yolundan gittiğiniz sürece daima yardımıyla sizi destekleyecek olan Allah, eğer inkârcıların uydusu olursanız arkanızdan yardımını çektiği gibi artık O’nun size vereceği cezayı önleyecek başka bir yardımcı da bulamazsınız. Bunlar Kur’an’ın, değeri ve önemi hiçbir zaman göz ardı edilmemesi gereken evrensel uyarılarıdır. İnsanlar, iyinin ve doğrunun ne olduğu konusunda dürüstlükle, inanarak bir noktada buluşabilirler; bu sakıncalı olmadığı gibi istenen bir sonuçtur. Bu sonucu elde etmek için duruma göre bazı feragat ve fedakârlıklardan da çekinmemek gerekir. Buna rağmen hoşgörü ve tâviz adına iyi, doğru ve gerekli olduğuna inanmadığı şeylere inanıyormuş gibi görünmek, ona göre hareket etmek İslâm ahlâkıyla bağdaşmadığı gibi insan haysiyetiyle de çelişen küçültücü bir durumdur. Kur’ân-ı Kerîm’de münafıkların (inançta iki yüzlülük sergileyenler) cehennemin en dibinde gösterilmesinin (Nisâ4/145) sebebi de budur. İlginçtir ki konumuz olan 75. âyet gibi Nisâ sûresindeki âyetin sonunda da “Artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın” buyurulmuştur.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 507-509

Keyede  كيد : Tuzak, düzen, kurnazlık ve hile anlamına gelen كَيْد sözcüğü bir çeşit kandırma demektir. Bu kendi içinde mezmum/yerilmiş ve memduh/övülmüş olarak iki kısma ayrılmakla beraber daha çok yerilen şeyler için kullanılır. Kuran-ı Kerim'de her iki şekilde de zikredilmiştir. (Müfredat)                 

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 35 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne

Rakene رُكْن : ركن bir nesnenin kendine dayandığı en güçlü yanıdır. İstiare yoluyla güç ve kuvvet manasında da kullanılır. (Müfredat)                 

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri rükûn ve erkândır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَلَوْلَٓا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيْـٔاً قَل۪يلاًۗ

 

وَ  atıf harfidir.  لَوْلَٓا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)  

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: “olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi” şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber hazf edilmiştir. Takdiri,  موجود  (gerekir.) şeklindedir. 

ثَبَّتْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

كِدْتَ  mukarebe fiilllerinden olup nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  تَ  muttasıl zamiri  كِدْتَ nin ismi olarak mahallen merfûdur.

تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ  cümlesi  كِدْتَ nin haberi olarak mahallen mansubdur. تَرْكَنُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.  اِلَيْهِمْ  car mecruru  تَرْكَنُ  fiiline müteallıktır.

شَيْـٔاً  mef’ûlu mutlaktan naib olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir.Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَل۪يلاً  kelimesi  شَيْـٔاً ’nin sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَوْلَٓا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيْـٔاً قَل۪يلاًۗ

 

Önceki ayetteki …اِنْ كَادُوا  cümlesine atfedilen bu ayette de mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.

Ayet, şart üslubunda gelmiştir. Şart cümlesi olan  وَلَوْلَٓا اَنْ ثَبَّتْنَاكَ, menfi isim cümlesi şeklinde gelerek sübut ifade etmiştir. Masdar harfi  اَنْ  ve müteakip müspet mazi fiil sıygasındaki  ثَبَّتْنَاكَ  cümlesi, masdar teviliyle şart cümlesinin mübtedasıdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübtedanın haberi mahzuftur.

لَقَدْ كِدْتَ تَرْكَنُ اِلَيْهِمْ شَيْـٔاً قَل۪يلاً  cümlesi, لَوْ ’in cevabıdır. Cümlenin başındaki  لَ, cevap harfidir.  قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş, nakıs fiil  كَاد ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır. 

كَاد ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber, talebî kelamdır.

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: “olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi” şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

لَوْلَٓا  meli/malı değil mi harfi, muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve tendîm (pişmanlık) ifade eden bir edattır. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

Bu ayet-i kerime açıkça bildiriyor ki kuvvetli sebepler olduğu halde Peygamberimiz (s.a.) onlara icabete kalkışmamıştır. Yine bu ayet delildir ki masumiyet, Allah'ın inayetiyledir, O'nun muvaffak kılmasıyladır. (Ebüssuûd)

شَيْـٔاً  mahzuf mef’ûlu mutlaktan naib olarak nasb edilmiştir. قَل۪يلاًۗ  sıfattır.

Ayetteki  شَيْـٔاً lafzı, mef'ûlu mutlak manasında olup ركونا قليلا (az bir meyil) demektir. İbni Abbas, Cenab-ı Hakk'ın bu ifade ile Hz. Muhammed’in (s.a.) onlara cevap vermeyip susmasını murad ettiğini söylemiştir. Katâde şöyle der: “Bu ayet nazil olunca Hz. Peygamber (s.a.), ‘Allah'ım! Sen Beni, göz açıp kapama süresi kadar dahi kendi nefsime bırakma!’ demiştir.” (Fahreddin er-Râzî)

 
İsrâ Sûresi 75. Ayet

اِذاً لَاَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيٰوةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَص۪يراً  ...


İşte o zaman sana, hayatın da, ölümün de katmerli acılarını tattırırdık. Sonra bize karşı kendine hiçbir yardımcı bulamazdın.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِذًا o takdirde
2 لَأَذَقْنَاكَ sana taddırırdık ذ و ق
3 ضِعْفَ kat kat ض ع ف
4 الْحَيَاةِ hayatı ح ي ي
5 وَضِعْفَ ve kat kat ض ع ف
6 الْمَمَاتِ ölümü م و ت
7 ثُمَّ sonra
8 لَا
9 تَجِدُ bulamazdın و ج د
10 لَكَ kendine
11 عَلَيْنَا bize karşı
12 نَصِيرًا bir yardımcı ن ص ر

اِذاً لَاَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيٰوةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَص۪يراً

 

اِذاً  cevap harfidir.  لَ  harfi mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır.

اَذَقْنَاكَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ضِعْفَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  

الْحَيٰوةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muzâf hazf edilmiştir.Takdiri, ضعف عذاب الحياة (Yaşam azabını kat kat) şeklindedir.)

ضِعْفَ الْمَمَاتِ  atıf harfi  وَ ’la  ضِعْفَ الْحَيٰوةِ  matuftur.

ثُمَّ  atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَجِدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

لَكَ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.  عَلَيْنَا  car mecruru  نَص۪يراً ’e müteallıktır.

نَص۪يراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اِذاً لَاَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيٰوةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَص۪يراً

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Bu ayette de mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. 

اِذاً  cevap edatı,  لَ  cevaba dahil olan harftir. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Hudûs, temekkün ve istikrar ifade eden  لَاَذَقْنَاكَ ضِعْفَ الْحَيٰوةِ وَضِعْفَ الْمَمَاتِ  cümlesi, takdiri  لو فعلت  [eğer yapsaydın] olan mahzuf şartın cevabıdır. Bu takdire göre mahzuf şart ve mezkur cevabından oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَاَذَقْنَاكَ  fiilinin, azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade etmiştir.

ضِعْفَ الْحَيٰوةِ  ve  ضِعْفَ الْمَمَاتِ  izafetlerinde, muzâf mahzuftur. Takdiri,  ضعف عذاب الحياة  ve  ضعف عذاب الممات  (yaşam azabını kat kat ve ölüm azabını kat kat) şeklindedir.

لَاَذَقْنَا  [Tattırırdık] fiilinde istiare vardır. Tattırmak fiili azabın şiddetini hissettirmek manasında müstear olmuştur. Bir şey yiyip içen kişi nasıl ki bunların tadını hissediyorsa, azaba duçar olan kişi de o esnada azabı hissedecektir.

ثُمَّ لَا تَجِدُ لَكَ عَلَيْنَا نَص۪يراً  cümlesi,  ثُمَّ  ile makabline atfedilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl olan  نَص۪يراً ’daki tenvin, nev ve kıllet ifade eder. Nefy siyakında nekre umuma işaret eder. 

عَلَيْنَا, müteallıkı olan  نَص۪يراً ’e ihtimam için takdim edilmiştir. 

ضِعْفَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadrالْحَيٰوةِ  ve  مَمَاتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır.

O zaman sana gerçekten tattırırdık yani onlara yaklaşsa idin sana tattırırdık.

Hayatın bir katını ve ölümün bir katını yani dünya azabının ve ahiret azabının bir katını demektir ki senden başkasının bu iki dünyada çekeceği azabın iki katını çektirirdik, demektir. Çünkü büyüklerin hatası da büyüktür. Kelamın aslı, hayatta bir kat azap ve ölümde bir kat azaptır, sonra mevsûf hazf edilmiş, sıfat onun yerine geçirilmiş, sonra da mevsûf gibi muzâf kılınmıştır. Ayette geçen  ضِعْفَ  azabın isimlerinden olduğu da söylenmiştir. (Beyzâvi)
Günün Mesajı
İnsanın bütün yaptıkları kendisi için yazılıp kaydedilmektedir. Kıyâmet gününde önden gönderdikleri dolayısı ile hesaba çekilmesi için bu amelleri kendisine arz edilecektir. Eğer işledikleri hayırsa hayır, şer şer olarak karşılık görecektir.
Dünya âhirete hazırlanma aşamasıdır. İtaatkâr mümin de Allah nezdinde meleklerden daha faziletlidir.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Gözündeki gözlüğü, elindeki kalemi, ayaklarının altındaki suyu, göğsündeki kalbi aramak gibidir bazen hayat. Zihnin kaybolduğuna inanmış sadece aramaya odaklanmış. Telaşla oradan oraya koşarsın. Kaybolmayanın aranmaya ihtiyacı yoktur. Aradıkça silikleşir, gözlerinin önünde kaybolur gider. Durduğu yer bellidir ama kaybolduğuna emin olduğu şeyi nasıl görebilir insan?

Eğer nasipliysen, biraz da aklın başındaysa. Ümitle ümitsizlik arasında koşarken, birden sükunute kavuşan bedeninle, bütün korkularından sıyrılabildiğin gün. Bir anlığına her yer berraklaşır ve şeffaflaşır. İster jetonum düştü de, ister bütün fikir ışıkları yandı de. Gözlerini kaldırdığında aradığınla gözgöze gelirsin. 

Gittiğin yerlerin, hissettiğin korkuların hiç birine gerek yokmuş meğer. Sanki bir savaş kazanılmış ve dönenlerle, dönenlerin dönmesini gözleyenlerin kavuşması gibi herkes her yerde ayakta heyecanla kavuşmayı bekliyormuş gibi hissedersin. 

Buluşma anı, mutluluğun yoğunluğuyla sessizlik çöker dört bir tarafa. Tek bir ses, tek bir hareket yeter bütün duygu ve düşüncelerin ifade edilmesine. Gönlündeki duygularınla, zihnindeki düşüncelerin buluşup halay çekmeye başlar. Aralarında bazısı heyecandan titreyerek yere oturmuş, gözleri dolmuş; bulduk bulduk aradığımız zaten hep elimizin altındaymış diye bağırır.

Huzur kokulu çiçekler serpilmiş. Şükür duaları yankılanmış. İlk kavuşma heyecanın bitse bile, o gün bayram ilan edilir insan hayatında. Karanlık günlerini hatırladıkça, kalbinin sıkışması ve hemen ardından aydınlığı hatırlamanın verdiği huzur paha biçilemez. Kaybolduğunu zanneden çocuğun annesiyle göz göze gelmesi gibidir o huzur.

Allahım! Bizi; her huzursuzlukta Sana koşanlardan ve derdimizin çaresini Senden isteyenlerden eyle. Aradıklarımızı bulmayı, elimizin altındakileri de görmeyi nasip et. Kaybolanı veya kaybolmayanı aramakla, zamanımızı boşa kürek çekerek harcamakla imtihan etme. Bizi; zihni ve kalbi karanlıktan sıyrılmış aydınlığa kavuşmuşlardan, gerçekleri görenlerden ve iki cihanda da görenlerden eyle.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji