İsrâ Sûresi 85. Ayet

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَل۪يلاً  ...

Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَسْأَلُونَكَ ve sana sorarlar س ا ل
2 عَنِ -tan
3 الرُّوحِ ruh- ر و ح
4 قُلِ de ki ق و ل
5 الرُّوحُ Ruh ر و ح
6 مِنْ
7 أَمْرِ emrindendir ا م ر
8 رَبِّي Rabbimin ر ب ب
9 وَمَا ve
10 أُوتِيتُمْ size verilmemiştir ا ت ي
11 مِنَ -den
12 الْعِلْمِ ilim- ع ل م
13 إِلَّا dışında
14 قَلِيلًا pek az bir şey ق ل ل
 
Sözlükte ruh can, nefes, güç” gibi anlamlara gelir. Terim olarak çoğunlukla “bedenin zıddı olan, yani insanın mânevî cevherini ve özünü oluşturan, onu insan yapan ve diğer bütün varlıklardan ayrı olmasını sağlayan soyut varlık” olarak anlaşılmıştır. Özellikle ilk dönemlerin kelâm âlimleri arasında ruhu “latîf bir cisim” şeklinde tanımlayanlar da olmuştur. Kelimenin Kur’an’da başlıca üç anlamda kullanıldığı söylenebilir: 1. Cebrâil anlamında (Bakara 2/87; Meryem 19/17; Şuarâ 26/193; Meâric17 / İSR SÛRESİ · 78 – 85 70/4; Kadr 97/4); 2. Vahiy anlamında (Nahl 16/2; Mü’min 40/15; Şûrâ42/52); 3. Canlılarda hayat kaynağı olan güç, özellikle insanın mânevî cev-heri ve özü anlamında (İsrâ 17/85; Enbiyâ 21/91; Tahrîm 66/12). Âyetteki ruh kelimesini “Cebrâil, bu ismi taşıyan özel bir melek, Îsâ, vahiy, Kur’an, yaratılış”gibi değişik şekillerde yorumlayanlar olmuşsa da müfessirle-rin büyük çoğunluğu buradaki ruhu, “insanı canlı varlık yapan, bedeniyöneten mânevî cevher” olarak açıklamışlardır. Şevkânî, ruhun insanı insan yapan asıl ve öz varlık olduğunu; bir şeyin aslını ve özünü bilmek onun hallerini, niteliklerini bilmekten daha önemli olduğu için, soru sahiplerinin insan hakkında bilgi almak istemeleri sebebiyle sorularını ruh konusunda sorduklarını belirtir. Daha çok felsefe, kelâm ve ahlâk kitaplarında bu anlamdaki ruh için nefis kelimesi de kullanılmıştır. Bütün müslümanlar bu anlamda bir ruhun varlığına inanmakla birlikte İslâm bilgin ve düşünürleri ruhun mahiyeti konusunda farklı görüşler ileri sürmüşler; bazı kelâm âlimleri ruhu hava gibi “latîf bir cisim” kabul ederken başta filozoflar olmak üzere büyük çoğunluk, ruhun maddeden ve maddî niteliklerden bağımsız gerçek bir varlık olduğunu; her insanın, kendine özgü ferdiyeti olan bir ruhu bulunduğunu ve bireysel sorumluluğunun böyle bir bağımsız ruha sahip bulunmasının sonucu olduğunu belirtmişlerdir (ayrıca bk. Nisâ 4/1, 171).
 
 İslâm düşünce tarihinde ruhun gerçek bir varlık olduğunu kanıtlamak üzere çeşitli deliller ileri sürülmüş olup başlıcaları şunlardır: 
 1. İnsanın bedeni değişmekte, gelişmekte, başkalaşmaktadır; halbuki onun kişiliği daima aynı kalmaktadır. Bu değişmeyen kişilik ruhun varlığının dışa yansımasıdır.
 2. Herkes, insanın ahlâkî, hukukî yönden sorumluluğunu kabul eder. Eğer ruh olmasaydı sorumluluktan söz etmek anlamsız olurdu. Nitekim ruh taşımayan nesneler için böyle bir şey söz konusu edilmez. Şu halde bizim ahlâkî ve hukukî kişiliğimizi oluşturan varlığımız bize ait ruhumuzdur.
 3. İnsandaki bilinç, irade, seçme özgürlüğü gibi yetenek ve kapasitelerin bedene ait özellikler olmadığı açıktır. Bu yeteneklere sahip olan ve bunlarla bedeni hareket ettiren, durduran vb. işlevleri gerçekleştiren güç ruhtur.
 4. İnsanın sırf maddî ve bedensel varlığı açısından bakıldığında kendisinden çok daha güçlü olan varlıklardan daha üstün olmasını sağlayan da akıl, zihin, muhâkeme, irade, seçme ve karar verme özgürlüğü gibi ruha ait yeteneklerdir. 
 5. Ölüm olayının gerçekleşmesinden önce ortada gerçek bir insan varken ölümle birlikte artık cesedin insan olarak varlığının son bulduğunu herkes kabul eder; bunun da sebebi ruhun bedeni terketmiş olmasıdır.
 
 Bu tesbitlere rağmen ruhun varlığını bilimsel ölçülerle kanıtlamak ve mahiyetini tam olarak kavramak bugüne kadar mümkün olmamıştır. Nitekim âyette de ruh konusunda insanlara pek az bilgi verildiği belirtilmiştir. İnsana pek az bilgi verildiği ifadesini genel anlamda yorumlayarak, “Bütün insanlara her konuda az bir bilgi verildi” şeklinde açıklayanlar da vardır (bk. Taberî, XV, 157; Kurtubî, X, 331). Çünkü Allah’ın sınırsız ilmi dikkate alındığında insanın bilgisi daima az vesınırlıdır.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 516-518
 

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  يَسْـَٔلُونَكَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

عَنِ الرُّوحِ  car mecruru  يَسْـَٔلُونَكَ  fiiline müteallıktır.


 قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَل۪يلاً

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت’dir. Mekulü’l-kavli  الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي ’dir.  قُلِ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. الرُّوحُ  mübteda olup lafzen merfûdur. 

مِنْ اَمْرِ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.  رَبّ۪ي  muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  ی  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  istînâfiyyedir.  ما  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اُو۫ت۪يتُمْ  sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

مِنَ الْعِلْمِ  car mecruru  اُو۫ت۪يتُمْ  fiiline müteallıktır. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  قَل۪يلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اُو۫ت۪يتُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الرُّوحِۜ 

 

وَ   istînâfiyyedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.

Ayetin ilk cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber, ibtidaî kelamdır.

Cümle muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.


 قُلِ الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي 

 

Beyani istinaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli,  الرُّوحُ مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي şeklinde sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Car mecrur olan  مِنْ اَمْرِ رَبّ۪ي, mahzuf habere müteallıktır. Haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

اَمْرِ رَبّ۪ي  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber, yine Rabb ismine muzâf olması sebebiyle  اَمْرِ, şan ve şeref kazanmıştır.

Tefsircilerin bir çoğu  مِنْ in beyaniye veya bazısı, bir kısmı manasına teb'iziye, emrin (işin) Rabbe izafetinin (Rabb ile tamlama halinde bulunması) de bilginin tahsis edilmesi manasına olmak üzere şöyle tefsir etmişlerdir: “Ruh, ancak Rabbimin bileceği iştendir, ruhun hakikatı öyle şeylerdendir ki onunla ilgili bilgiyi Allah Teâlâ kendine tahsis etmiştir.” (Elmalılı Hamdi Yazır)


وَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنَ الْعِلْمِ اِلَّا قَل۪يلاً

 

وَ   istînâfiyye,  مَٓا  nafiyedir. Menfi mazi fiil sıygasındaki son cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle  ما  nefy harfi ve  إلا  hasr edatıyla oluşan kasr üslubu ile tekid edilmiştir. Kasr; fiille mef’ûl arasında, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.  

Kasr sayesinde, ruh hakkında az bir bilgi dışında hiç bir bilginin verilmediği vurgulu olarak ifade edilmiştir.

سأل  fiili  عَنِ  harf-i ceriyle kullanıldığında sormak manasına gelir. Tazmindir.

الرُّوحُ  kelimesinin ayette tekrarının sebebi, konunun ruh olması hasebiyle dikkatlere sunup önemine işaret etmek olabilir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayette de müsnedün ileyh olan  الرُّوحِۜ  kelimesinin zikri; cümlenin manasını nefiste yerleştirir, rükunlarını kalpte toplar. İlaveten cümlede musiki açıdan bir ahenk oluşturur ki; hazf edildiğinde bu ahengin kaybolduğu görülür. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)