İsrâ Sûresi 90. Ayet

وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعاًۙ  ...

Dediler ki: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça; yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça; yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe; yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.”  (90 - 93. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا dediler ki ق و ل
2 لَنْ
3 نُؤْمِنَ inanmayız ا م ن
4 لَكَ sana
5 حَتَّىٰ kadar
6 تَفْجُرَ fışkırtıncaya ف ج ر
7 لَنَا bize
8 مِنَ -nden
9 الْأَرْضِ yeryüzü- ا ر ض
10 يَنْبُوعًا bir göze ن ب ع
 
Tefsirlerde 90. âyetin iniş sebebiyle ilgili olarak İbn İshak’tan nakledilen bir rivayete göre (meselâ bk. Taberî, XV, 164-166; Kurtubî, X, 334-336) Utbe ve Şeybe kardeşler, Ebû Süfyân, Nadr b. Hâris, Ebû Cehil, Ümeyye b. Halef, Velîd b. Mugîre gibi Kureyş’in ileri gelen müşrikleri, Kur’an’ın mûcizevî üstünlüğünü kabul etmedikleri gibi onun benzerini ortaya koymaktan da âciz kalınca bir heyet halinde Kâbe’nin yanında toplanıp kendisiyle görüşmek üzere Hz. Peygamber’i oraya davet etmişlerdi. Hz. Peygamber, samimi bir görüşme yapacaklarını umarak yanlarına geldiğinde ona özetle şunları söylediler: Sen şimdiye kadar Araplar’dan hiç kimsenin yapmadığı kadar halkımız arasında bir ihtilâf ortaya çıkardın; atalarımızı yerdin, ilâhlarımıza hakaret ettin, akıllılarımızı ahmak yerine koydun, toplumumuzu böldün, bize olmadık kötülükler yaptın. Eğer bunları mal için yapıyorsan aramızda sana mal toplayalım ve seni en zenginimiz yapalım, şan ve şeref kazanmak için yapıyorsan seni başımıza lider yapalım, eğer ruhsal bir rahatsızlık sebebiyle bunu yapıyorsan bir tabip bulup iyileşmen için malımızı mülkümüzü harcayalım veya seni mâzur sayalım (çünkü onu cin çarptığını düşünenler de vardı). 
 
Hz. Peygamber, bu söylediklerinin hiçbirinin doğru olmadığını, aksi ne Allah’ın kendisini gerçek bir elçi olarak gönderdiğini, kendisine bir kitap indirdiğini, uyarıcılık görevini yerine getirmesini emrettiğini; bu sebeple onlara Allah’ın mesajlarını tebliğ ettiğini ve uyarıda bulunduğunu ifade ederek eğer kendisini dinleyip uyarısını kabul ederlerse bundan dünya ve âhiret hayatları bakımından kârlı çıkacaklarını, ama reddederlerse artık kendisi için sabredip Allah’ın hükmünü beklemekten başka bir çare kalmayacağını ifade etti. Bunun üzerine söz konusu heyet, alaycı bir üslûpla –etraftaki dağları kaldırarak verimli topraklarını genişletmesi, söylediklerini doğrulaması için atalarından bir zatı diriltmesi gibi daha başka talepler yanında– konumuz olan âyetlerde belirtilen saçma isteklerini sıraladılar. Resûlullah ise, kendisinin bunları gerçekleştirmek gibi bir görevinin olmadığını belirterek yukarıda anlatılan açıklamalarını tekrar hatırlattı ve nihayet umduğunu bulamamanın verdiği üzüntü içinde onlardan ayrıldı (Sîretü İbn İshâk, s. 187-188).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 521-522
 

Nebe'a نَبْعٌ : نبع pınardan suyun kaynayıp çıkması ve gözden yaşların akması demektir.  يَنْبُوعٌ sözcüğü ise kendisinden su kaynayıp çıkan pınar ve yaş akan göz anlamında kullanılır. Çoğulu يَنابِيع şeklinde gelir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli menbâdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعاًۙ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَنْ نُؤْمِنَ ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren harftir. Tekid ifade eder.  نُؤْمِنَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir. تَفْجُرَ  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.

اَنْ  harfi altı yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra 3) Lam-ı cuhûddan sonra 4) Lam-ı ta’lîlden (sebep bildiren  لِ) sonra 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  نُؤْمِنَ  fiiline müteallıktır.

تَفْجُرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  لَنَا  car mecruru  تَفْجُرَ   fiiline müteallıktır.

مِنَ الْاَرْضِ  car mecruru  تَفْجُرَ  fiiline müteallıktır.  يَنْبُوعاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

 

وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعاًۙ

 

وَ  istînâfiyyedir veya önceki ayetteki … فَاَبٰٓى اَكْثَرُ النَّاسِ  cümlesine matuftur. Ayet, müspet mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعاًۙ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-î haber talebî kelamdır.

İnanmayanların sözleri olan mekulü’l-kavl,  لَنْ  edatıyla tekid edilmiştir. لَنْ, muzarinin başına gelen ve onu nasb ederek manasını müstakbel olumsuza çeviren bir edattır.

حَتّٰى  da muzarinin başına gelerek onu gizli  اَنْ ‘le nasb eden, gaye bildiren edattır.

Akabindeki  تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعاًۙ  cümlesiyle birlikte  نُؤْمِنَ  fiiline müteallıktır. 

Mef’ûl olan  يَنْبُوعاًۙ ’daki tenvin nev ifade eder. 

يَنْبُوعاًۙ, suyu akmayan pınardır,  يفعول  veznindedir,  نبع الماء  deyiminden gelir ki su dolmaktır. (Beyzâvî)