İsrâ Sûresi 91. Ayet

اَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يراًۙ  ...

Dediler ki: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça; yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça; yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe; yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.”  (90 - 93. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 تَكُونَ olmalı ك و ن
3 لَكَ senin
4 جَنَّةٌ bir bahçen ج ن ن
5 مِنْ -dan
6 نَخِيلٍ hurmalar- ن خ ل
7 وَعِنَبٍ ve üzümlerden ع ن ب
8 فَتُفَجِّرَ fışkırtmalısın ف ج ر
9 الْأَنْهَارَ ırmaklar ن ه ر
10 خِلَالَهَا aralarından خ ل ل
11 تَفْجِيرًا gürül gürül ف ج ر
 
Tefsirlerde 90. âyetin iniş sebebiyle ilgili olarak İbn İshak’tan nakledilen bir rivayete göre (meselâ bk. Taberî, XV, 164-166; Kurtubî, X, 334-336) Utbe ve Şeybe kardeşler, Ebû Süfyân, Nadr b. Hâris, Ebû Cehil, Ümeyye b. Halef, Velîd b. Mugîre gibi Kureyş’in ileri gelen müşrikleri, Kur’an’ın mûcizevî üstünlüğünü kabul etmedikleri gibi onun benzerini ortaya koymaktan da âciz kalınca bir heyet halinde Kâbe’nin yanında toplanıp kendisiyle görüşmek üzere Hz. Peygamber’i oraya davet etmişlerdi. Hz. Peygamber, samimi bir görüşme yapacaklarını umarak yanlarına geldiğinde ona özetle şunları söylediler: Sen şimdiye kadar Araplar’dan hiç kimsenin yapmadığı kadar halkımız arasında bir ihtilâf ortaya çıkardın; atalarımızı yerdin, ilâhlarımıza hakaret ettin, akıllılarımızı ahmak yerine koydun, toplumumuzu böldün, bize olmadık kötülükler yaptın. Eğer bunları mal için yapıyorsan aramızda sana mal toplayalım ve seni en zenginimiz yapalım, şan ve şeref kazanmak için yapıyorsan seni başımıza lider yapalım, eğer ruhsal bir rahatsızlık sebebiyle bunu yapıyorsan bir tabip bulup iyileşmen için malımızı mülkümüzü harcayalım veya seni mâzur sayalım (çünkü onu cin çarptığını düşünenler de vardı). 
 
Hz. Peygamber, bu söylediklerinin hiçbirinin doğru olmadığını, aksi ne Allah’ın kendisini gerçek bir elçi olarak gönderdiğini, kendisine bir kitap indirdiğini, uyarıcılık görevini yerine getirmesini emrettiğini; bu sebeple onlara Allah’ın mesajlarını tebliğ ettiğini ve uyarıda bulunduğunu ifade ederek eğer kendisini dinleyip uyarısını kabul ederlerse bundan dünya ve âhiret hayatları bakımından kârlı çıkacaklarını, ama reddederlerse artık kendisi için sabredip Allah’ın hükmünü beklemekten başka bir çare kalmayacağını ifade etti. Bunun üzerine söz konusu heyet, alaycı bir üslûpla –etraftaki dağları kaldırarak verimli topraklarını genişletmesi, söylediklerini doğrulaması için atalarından bir zatı diriltmesi gibi daha başka talepler yanında– konumuz olan âyetlerde belirtilen saçma isteklerini sıraladılar. Resûlullah ise, kendisinin bunları gerçekleştirmek gibi bir görevinin olmadığını belirterek yukarıda anlatılan açıklamalarını tekrar hatırlattı ve nihayet umduğunu bulamamanın verdiği üzüntü içinde onlardan ayrıldı (Sîretü İbn İshâk, s. 187-188).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 521-522
 

اَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يراًۙ

 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَكُونَ  nakıs mansub muzari fiildir.  لَكَ  car mecruru  تَكُونَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.  جَنَّةٌ  kelimesi  تَكُونَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur.

مِنْ نَخ۪يلٍ  car mecruru  جَنَّةٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır.  عِنَبٍ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  نَخ۪يلٍ ‘e matuftur.

تُفَجِّرَ  fiili atıf harfi  فَ  ile  تَكُونَ ‘ye matuftur. تُفَجِّرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

الْاَنْهَارَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  خِلَالَهَا  mekân zarfı,  تُفَجِّرَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَفْج۪يراً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir.Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَفْج۪يراً  lafzı burda tekit için gelen mef’ûlu mutlak çeşidinden gelmiştir.

Mef’ûlu mutlakın fiili şu durumlarda hazf edilebilir: 1) Emir ve nehy fiillerinin yerini alırsa, 2) Dua ifade eden fiilin yerini alırsa, 3) Sonucu (akıbeti) açıklamak için getirildiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُفَجِّرَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فجر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

اَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يراًۙ

 

Bu ayette mütekellim olan inanmayanların, Peygamber Efendimize söyledikleri sözler devam ediyor.  اَوْ  atıf harfiyle …تَفْجُرَ لَنَا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari sıygada gelen nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur  لَكَ , nakıs fiil  كان ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  جَنَّةٌ , muahhar ismidir.

Bu takdimin sebebi  جَنَّةٌ ‘deki nev ve kesret için gelen tenvin olabilir. 

كان ’nin muzari sıygada gelmesi teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

مِنْ نَخ۪يلٍ  ve ona matuf olan  عِنَبٍ , mübteda olan  جَنَّةٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. Bu kelimelerin tenkiri de kesret ve nev ifade eder.

فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يراًۙ  cümlesi,  فَ  ile  تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

تَفْج۪يراًۙ , mef’ûlu mutlak olarak cümleyi tekid etmiştir.

جَنَّةٌ - نَخ۪يلٍ - عِنَبٍ - الْاَنْهَارَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

تُفَجِّرَ- تَفْج۪يراًۙ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. تُفَجِّرَ  fiili  تفعيل  babındadır. Bu bab fiile kesret anlamı katar.

فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يراًۙ  [O bahçe gürül gürül ırmaklar akıtsın] ifadesinde üslubun güzelliğini artıran hoş bir seci sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)

Ayette geçen ”ırmakları akıtmak’ tan maksat, sulama esnasında nehirleri içlerinden akıtmak veya nehirlerin devamlı akıtılmasıdır. (Ruhu’l Beyan)