4 Nisan 2025
İsrâ Sûresi 87-96 (290. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

İsrâ Sûresi 87. Ayet

اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۜ اِنَّ فَضْلَهُ كَانَ عَلَيْكَ كَب۪يراً  ...


Ancak Rabbin’den bir rahmet olarak böyle yapmadık. Çünkü O’nun sana olan lütfu büyüktür.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا ancak hariç
2 رَحْمَةً rahmeti ر ح م
3 مِنْ
4 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
5 إِنَّ çünkü
6 فَضْلَهُ O’nun lutfu ف ض ل
7 كَانَ ك و ن
8 عَلَيْكَ sana olan
9 كَبِيرًا cidden büyüktür ك ب ر

اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۜ

 

اِلَّا  istisna edatıdır.  رَحْمَةً  istisnâ-i munkatı’ olup mansubdur.  مِنْ رَبِّكَ  car mecruru   رَحْمَةً e müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Buradaki istisna harfi istidrak manasındadır. Bu istidrak; beklenen şart fiilinin gereğidir. (Âşûr)


اِنَّ فَضْلَهُ كَانَ عَلَيْكَ كَب۪يراً

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

فَضْلَهُ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو dir.

عَلَيْكَ  car mecruru  كَب۪يراً ’e müteallıktır.  كَب۪يراً  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.

اِلَّا رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۜ

 

Önceki ayetten istisna edilenleri bildirilen ayette  اِلَّا , istisna edatı  رَحْمَةً  müstesnadır.  رَحْمَةً ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder. Car mecrur olan  مِنْ رَبِّكَۜ ’nin müteallakı  رَحْمَةً  veya  رَحْمَةً ‘in mahzuf sıfatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  رَبِّكَۜ  izafetinde  Rabb ismine muzâfun ileyh olan muhatap zamiri dolayısıyla Hz.Peygamber şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Önceki ayetten istisna, munkatı’ dır. Bazı alimlere göre  اِلَّا  hasr edatıdır.

Önceki ayetteki  شِئْنَا لَنَذْهَبَنَّ  ile bu ayetteki  رَبِّكَۜ  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)


اِنَّ فَضْلَهُ كَانَ عَلَيْكَ كَب۪يراً

 

İstisna için ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ve istimrar ifade eden bu cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyh olan  فَضْلَهُ , veciz anlatım kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafet, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  فَضْلَ  için tazim ifade eder.

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Car mecrur  عَلَيْكَ, müteallakı olan  كَانَ ’nin haberi  كَب۪يراً ’e ihtimam için takdim edilmiştir. 

كَانَ  fiili, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurgular ve ona dikkat çeker. (Müfredat)

Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

رَحْمَةً - فَضْلَهُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İsrâ Sûresi 88. Ayet

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِه۪ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَه۪يراً  ...


De ki: “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 لَئِنِ andolsun eğer
3 اجْتَمَعَتِ toplansalar ج م ع
4 الْإِنْسُ insan(lar) ا ن س
5 وَالْجِنُّ ve cin(ler) ج ن ن
6 عَلَىٰ üzere
7 أَنْ
8 يَأْتُوا getirmek ا ت ي
9 بِمِثْلِ bir benzerini م ث ل
10 هَٰذَا bu
11 الْقُرْانِ Kur’an’ın ق ر ا
12 لَا
13 يَأْتُونَ getiremezler ا ت ي
14 بِمِثْلِهِ onun benzerini م ث ل
15 وَلَوْ ve eğer
16 كَانَ olsalar ك و ن
17 بَعْضُهُمْ biri ب ع ض
18 لِبَعْضٍ diğerine ب ع ض
19 ظَهِيرًا arka (destek) ظ ه ر
Kur’ân-ı Kerîm’in Allah tarafından gönderilmediğini, Hz. Muhammed’in sözü olduğunu iddia edenlere bir cevap olan bu âyetlerde, insanların görünmez varlıklardan da destek alarak Kur’an’ın bir benzerini ortaya koymaya kalkışsalar da bunu başaramayacakları, çünkü Kur’an’ın, gerek ifade güzelliği, gerekse içeriğinin zenginliği ve kusursuzluğu dolayısıyla Allah’tan başkasının ortaya koyması mümkün olmayacak derecede mükemmel ve ulaşılamaz bir kitap olduğu anlatılmaktadır (Kur’an’ın i‘cazı konusunda bk. Bakara 2/23). Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 519-52

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِه۪ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Mekulü’l-kavli  لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ  ’dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. 

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa “اِنْ ” kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اجْتَمَعَتِ  fetha üzere mebni mazi  fiilidir.  تِ  te’nis alametidir.  الْاِنْسُ  fail olup lafzen merfûdur.

الْجِنُّ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  الْاِنْسُ ‘ye matuftur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  عَلٰٓى  harf-i ceriyle birlikte  اجْتَمَعَتِ  fiiline müteallıktır.

يَأْتُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِمِثْلِ  car mecruru  يَأْتُوا  fiiline müteallıktır.  هٰذَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  الْقُرْاٰنِ  ism-i işaretten bedel veya atf-ı beyandır.

لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِه۪  cümlesi kasemin cevabıdır.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَأْتُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِمِثْلِه۪  car mecruru  يَأْتُونَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اجْتَمَعَتِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  جمع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَه۪يراً

 

وَ  haliyyedir. لَوْ  cezmetmeyen şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  كَانَ ’nin dahil olduğu cümle şart cümlesidir.

بَعْضُهُمْ  kelimesi  كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. Mutttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِبَعْضٍ  car mecruru  ظَه۪يراً ‘e müteallıktır.  ظَه۪يراً  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.

قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰٓى اَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِه۪ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَه۪يراً

 


İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  emri Allah Teâlâ’dan, Peygamber Efendimize hitaptır. Tehaddi ayetidir.

قُلْ  ile başlaması söylenecek şeylerin önemi sebebiyledir. Bu Kur'an’ı  şereflendiren bir övgüdür. Bu övgü ona iman eden kimselere bunun nimet olduğunu hatırlatmadır. (Âşûr) 

Ayette özellikle insanlarla cinler zikredilmiş, çünkü Kur'an'ın Allah’ın katından olduğunu inkâr edenler onlardır. Yoksa onlardan başkalarının buna muktedir oldukları anlamında değildir.

Bu ayet kâfirlerin, Kur'anın bazı ayetlerini diğer bazı ayetlerle değiştirmek girişiminden umutlarını da tamamen kesmektedir. (Ebüssuûd)

Insanla beraber cin kelimesinin zikredilmesi, umum ifadesi amacıyladır. (Âşûr) 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.  لَ  mahzuf kasem fiiline işaret için gelen lâm-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. 

Şart cümlesi …اجْتَمَعَتِ الْاِنْسُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  …يَأْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا  cümlesi masdar tevilinde olup  عَلٰٓى harfiyle birlikte  اجْتَمَعَتِ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.  الْقُرْاٰنِ ’ın  هٰذَا  ile işaret edilmesi tazim, önemini belirtmek ve dikkatleri toplamak içindir.

İşaret isminde istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile o sırada yazılı metin halinde olmayan Kur'an’a  işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

الْقُرْاٰنِ  bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

لَا يَأْتُونَ بِمِثْلِه۪  cümlesi kasemin cevabıdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. Kasem fiilinin ve şartın cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Şart ve mukadder cevap cümlesinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müşriklerin halini bildiren  وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَه۪يراً  cümlesi hal  وَ ‘ıyla gelmiştir. 

Şart harfi  لَوْ  vasliyye olarak gelmiş, kendinden sonra gelenin önceki manayı içermediğini belirtmiştir. (Âşûr) 

كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber, ibtidaî kelamdır.

Car mecrur  لِبَعْضٍ, nakıs fiil  كَانَ ’nin haberi olan  ظَه۪يراً ’e müteallıktır. Amiline, siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir. 

Allah Teâlâ Kur'an’ın benzerini getirmekten aciz olduklarını şart cümlesini kasemle tekid ederek belirtmiştir. Kur'an’ın  هٰذَا  ile işaret edilmesi tazim, önemini belirtmek ve dikkatleri toplamak içindir.

اجْتَمَعَتِ  fiili  اِفتِعال  babındadır. Bu bab fiile dönüşlülük, müşareket, izhar, ittihaz manaları katar.

الْاِنْسُ - الْجِنُّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

يَأْتُوا - يَأْتُونَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بِمِثْلِ - لِبَعْضٍ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اجْتَمَعَتِ ‘ da cem’,  الْاِنْسُ  ve الْجِنُّ ‘ da taksim vardır.

Bu yemin cümlesi, Hz. Peygambere yönelik olarak değil, Peygamberimiz tarafından mütekebbir kâfirlere yönelik olarak sevk edilmiştir. (Ebüssuûd)

Kur'an, Arapları, surelerine benzeyen bir sure getirmeye davet etmiştir. Bu tehaddi, kısa sureler gibi uzun sureleri de kapsamıştır. Fakat Araplar, bu husustaki acizliklerini bildikleri için böyle bir şeye kalkışmamışlardır. Onlar, savaşı, kan dökmeyi ve Arap kabilelerini (ahzâb) toplamayı, Kur'an'a meydan okumaktan daha kolay bulmuşlardır.

Sabit olan bir diğer husus ise onların, eşsiz beyanının etkisinde kalıp dinlemekten kendilerini alıkoyamadıkları Kur'an'ın, insanların kulaklarına ulaşmasını engellemeye çalışmalarıdır. Çünkü onlar, Kur'an’ın kulağa ulaştığı anda gönülde büyük bir etki bırakacağını biliyorlardı. (Fâdıl Sâlih Samerrâî, et-Ta’bîru’l-Kur'anî, s. 9)

 

İsrâ Sûresi 89. Ayet

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۘ فَاَبٰٓى اَكْثَرُ النَّاسِ اِلَّا كُفُوراً  ...


Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlara her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Yine de insanların çoğu ancak inkârda direttiler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 صَرَّفْنَا biz türlü biçimlerde anlattık ص ر ف
3 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
4 فِي
5 هَٰذَا bu
6 الْقُرْانِ Kur’an’da ق ر ا
7 مِنْ her
8 كُلِّ çeşit ك ل ل
9 مَثَلٍ misali م ث ل
10 فَأَبَىٰ ama direttiler ا ب ي
11 أَكْثَرُ çoğu ك ث ر
12 النَّاسِ insanlardan ن و س
13 إِلَّا ancak
14 كُفُورًا inkarda ك ف ر

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۘ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  

صَرَّفْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim  zamir  نَا  fail olup mahallen merfûdur.  لِلنَّاسِ  car mecruru  صَرَّفْنَا  fiiline müteallıktır. ف۪ي هٰذَا  car mecruru  صَرَّفْنَا  fiiline müteallıktır.  

الْقُرْاٰنِ  ism-i işaretten bedel veya atfı beyandır.

مِنْ كُلِّ  car mecruru  صَرَّفْنَا  fiilinin mahzuf mef’ûlunün mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri, صرّفنا عبرة من كلّ مثل- أو مثلا من كل مثل (Her atasözünden bir ibret veya örnek çıkardık.) şeklindedir. 

مَثَلٍۘ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

صَرَّفْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  صرف ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 فَاَبٰٓى اَكْثَرُ النَّاسِ اِلَّا كُفُوراً

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اَبٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  

اَكْثَرُ  fail olup lafzen merfûdur. النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  كُفُوراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَلَقَدْ صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۘ فَاَبٰٓى اَكْثَرُ النَّاسِ اِلَّا كُفُوراً

 

وَ  istînâfiyyedir. Âşûr önceki ayetteki …قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ  cümlesine matuf olduğunu söylemiştir. 

لَ, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.

قَدْ  tahkik harfi ve mahzuf kasem ile tekid edilmiş  صَرَّفْنَا لِلنَّاسِ ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ مِنْ كُلِّ مَثَلٍۘ  cümlesi, mukadder kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapılır. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

الْقُرْاٰنِ ’ın  هٰذَا  ile işaret edilmesi tazim, önemini belirtmek ve dikkatleri toplamak içindir.

الْقُرْاٰنِ  bedeldir. Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

İşaret isminde istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile o sırada yazılı metin halinde olmayan Kur'an’a  işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde de istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  işaret edilen Kur'an, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Kur'an, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Câmi’, her iki durumdaki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

مِنْ كُلِّ ‘deki  مِنْ  harfi teb'iz içindir.  كُلِّ  ise umum ifade eder.  مَثَلٍۘ ’deki tenvin nev ve tazim içindir. (Âşûr)

Yine mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  فَاَبٰٓى اَكْثَرُ النَّاسِ اِلَّا كُفُوراً   cümlesi, kasemin cevabına  فَ  ile atfedilmiştir.

اَبٰٓى  fiilinin mef’ûlu, bariz olduğu için hazf edilmiştir. Yani:  أبى العَمَلَ بِهِ  demektir. (Âşûr)

صَرَّفْنَا  fiili  تفعيل  babındadır. Bu bab, fiile en çok kesret anlamı katması için kullanılır.

Ayetteki ikinci  النَّاسِ  kelimesi, zamir yerine zahir isim kullanılması sebebiyle ıtnâbdır. Bu ıtnâbdaki amaç, yapılanın insanla ilgili olduğunu zihinlere iyice yerleştirmektir.

Muktezâ-i zâhirin dışına çıkıp zamir makamında zâhir isim kullanmak, tazim ve tekid ifade eder. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

النَّاسِ  kelimesinin marife gelmesi umum içindir. (Âşûr)

النَّاسِ  kelimesinin tekrarında ıtnâb reddü’l-acüz ale’s-sadr,  كُفُوراً  ve  اَبٰٓى  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah Teâlâ bu ayet-i kerimede, Kur'an-ı Kerim’in çeşitli yerlerinde, insanlar için her çeşit misali zikrettiğini, bununla beraber, insanların çoğunun hakkı inkârda ısrar ettiklerini beyan ediyor. Bu da insanların çoğunun, akıllarını kullanmadıklarını, hakkı düşünüp nasihatlerden pay almadıklarını göstermektedir. (Taberî)

 
İsrâ Sûresi 90. Ayet

وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعاًۙ  ...


90-93. Ayetler Meal  :   
Dediler ki: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça; yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olup, aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmadıkça; yahut iddia ettiğin gibi, gökyüzünü üzerimize parça parça düşürmedikçe; yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmedikçe; yahut altından bir evin olmadıkça; ya da göğe çıkmadıkça sana asla inanmayacağız. Bize gökten okuyacağımız bir kitap indirmedikçe göğe çıktığına da inanacak değiliz.” De ki: “Rabbimi tenzih ederim. Ben ancak resûl olarak gönderilen bir beşerim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا dediler ki ق و ل
2 لَنْ
3 نُؤْمِنَ inanmayız ا م ن
4 لَكَ sana
5 حَتَّىٰ kadar
6 تَفْجُرَ fışkırtıncaya ف ج ر
7 لَنَا bize
8 مِنَ -nden
9 الْأَرْضِ yeryüzü- ا ر ض
10 يَنْبُوعًا bir göze ن ب ع
Tefsirlerde 90. âyetin iniş sebebiyle ilgili olarak İbn İshak’tan nakledilen bir rivayete göre (meselâ bk. Taberî, XV, 164-166; Kurtubî, X, 334-336) Utbe ve Şeybe kardeşler, Ebû Süfyân, Nadr b. Hâris, Ebû Cehil, Ümeyye b. Halef, Velîd b. Mugîre gibi Kureyş’in ileri gelen müşrikleri, Kur’an’ın mûcizevî üstünlüğünü kabul etmedikleri gibi onun benzerini ortaya koymaktan da âciz kalınca bir heyet halinde Kâbe’nin yanında toplanıp kendisiyle görüşmek üzere Hz. Peygamber’i oraya davet etmişlerdi. Hz. Peygamber, samimi bir görüşme yapacaklarını umarak yanlarına geldiğinde ona özetle şunları söylediler: Sen şimdiye kadar Araplar’dan hiç kimsenin yapmadığı kadar halkımız arasında bir ihtilâf ortaya çıkardın; atalarımızı yerdin, ilâhlarımıza hakaret ettin, akıllılarımızı ahmak yerine koydun, toplumumuzu böldün, bize olmadık kötülükler yaptın. Eğer bunları mal için yapıyorsan aramızda sana mal toplayalım ve seni en zenginimiz yapalım, şan ve şeref kazanmak için yapıyorsan seni başımıza lider yapalım, eğer ruhsal bir rahatsızlık sebebiyle bunu yapıyorsan bir tabip bulup iyileşmen için malımızı mülkümüzü harcayalım veya seni mâzur sayalım (çünkü onu cin çarptığını düşünenler de vardı). 
 
Hz. Peygamber, bu söylediklerinin hiçbirinin doğru olmadığını, aksi ne Allah’ın kendisini gerçek bir elçi olarak gönderdiğini, kendisine bir kitap indirdiğini, uyarıcılık görevini yerine getirmesini emrettiğini; bu sebeple onlara Allah’ın mesajlarını tebliğ ettiğini ve uyarıda bulunduğunu ifade ederek eğer kendisini dinleyip uyarısını kabul ederlerse bundan dünya ve âhiret hayatları bakımından kârlı çıkacaklarını, ama reddederlerse artık kendisi için sabredip Allah’ın hükmünü beklemekten başka bir çare kalmayacağını ifade etti. Bunun üzerine söz konusu heyet, alaycı bir üslûpla –etraftaki dağları kaldırarak verimli topraklarını genişletmesi, söylediklerini doğrulaması için atalarından bir zatı diriltmesi gibi daha başka talepler yanında– konumuz olan âyetlerde belirtilen saçma isteklerini sıraladılar. Resûlullah ise, kendisinin bunları gerçekleştirmek gibi bir görevinin olmadığını belirterek yukarıda anlatılan açıklamalarını tekrar hatırlattı ve nihayet umduğunu bulamamanın verdiği üzüntü içinde onlardan ayrıldı (Sîretü İbn İshâk, s. 187-188).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 521-522

Nebe'a نَبْعٌ : نبع pınardan suyun kaynayıp çıkması ve gözden yaşların akması demektir.  يَنْبُوعٌ sözcüğü ise kendisinden su kaynayıp çıkan pınar ve yaş akan göz anlamında kullanılır. Çoğulu يَنابِيع şeklinde gelir. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de sadece isim olarak 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli menbâdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعاًۙ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَنْ نُؤْمِنَ ‘dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren harftir. Tekid ifade eder.  نُؤْمِنَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir. تَفْجُرَ  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.

اَنْ  harfi altı yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra 3) Lam-ı cuhûddan sonra 4) Lam-ı ta’lîlden (sebep bildiren  لِ) sonra 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  نُؤْمِنَ  fiiline müteallıktır.

تَفْجُرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  لَنَا  car mecruru  تَفْجُرَ   fiiline müteallıktır.

مِنَ الْاَرْضِ  car mecruru  تَفْجُرَ  fiiline müteallıktır.  يَنْبُوعاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

وَقَالُوا لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعاًۙ

 

وَ  istînâfiyyedir veya önceki ayetteki … فَاَبٰٓى اَكْثَرُ النَّاسِ  cümlesine matuftur. Ayet, müspet mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  لَنْ نُؤْمِنَ لَكَ حَتّٰى تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعاًۙ  cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-î haber talebî kelamdır.

İnanmayanların sözleri olan mekulü’l-kavl,  لَنْ  edatıyla tekid edilmiştir. لَنْ, muzarinin başına gelen ve onu nasb ederek manasını müstakbel olumsuza çeviren bir edattır.

حَتّٰى  da muzarinin başına gelerek onu gizli  اَنْ ‘le nasb eden, gaye bildiren edattır.

Akabindeki  تَفْجُرَ لَنَا مِنَ الْاَرْضِ يَنْبُوعاًۙ  cümlesiyle birlikte  نُؤْمِنَ  fiiline müteallıktır. 

Mef’ûl olan  يَنْبُوعاًۙ ’daki tenvin nev ifade eder. 

يَنْبُوعاًۙ, suyu akmayan pınardır,  يفعول  veznindedir,  نبع الماء  deyiminden gelir ki su dolmaktır. (Beyzâvî)
İsrâ Sûresi 91. Ayet

اَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يراًۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 تَكُونَ olmalı ك و ن
3 لَكَ senin
4 جَنَّةٌ bir bahçen ج ن ن
5 مِنْ -dan
6 نَخِيلٍ hurmalar- ن خ ل
7 وَعِنَبٍ ve üzümlerden ع ن ب
8 فَتُفَجِّرَ fışkırtmalısın ف ج ر
9 الْأَنْهَارَ ırmaklar ن ه ر
10 خِلَالَهَا aralarından خ ل ل
11 تَفْجِيرًا gürül gürül ف ج ر

اَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يراًۙ

 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَكُونَ  nakıs mansub muzari fiildir.  لَكَ  car mecruru  تَكُونَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.  جَنَّةٌ  kelimesi  تَكُونَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur.

مِنْ نَخ۪يلٍ  car mecruru  جَنَّةٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır.  عِنَبٍ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  نَخ۪يلٍ ‘e matuftur.

تُفَجِّرَ  fiili atıf harfi  فَ  ile  تَكُونَ ‘ye matuftur. تُفَجِّرَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

الْاَنْهَارَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  خِلَالَهَا  mekân zarfı,  تُفَجِّرَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تَفْج۪يراً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir.Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَفْج۪يراً  lafzı burda tekit için gelen mef’ûlu mutlak çeşidinden gelmiştir.

Mef’ûlu mutlakın fiili şu durumlarda hazf edilebilir: 1) Emir ve nehy fiillerinin yerini alırsa, 2) Dua ifade eden fiilin yerini alırsa, 3) Sonucu (akıbeti) açıklamak için getirildiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُفَجِّرَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi فجر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَوْ تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ مِنْ نَخ۪يلٍ وَعِنَبٍ فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يراًۙ

 

Bu ayette mütekellim olan inanmayanların, Peygamber Efendimize söyledikleri sözler devam ediyor.  اَوْ  atıf harfiyle …تَفْجُرَ لَنَا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari sıygada gelen nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur  لَكَ , nakıs fiil  كان ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  جَنَّةٌ , muahhar ismidir.

Bu takdimin sebebi  جَنَّةٌ ‘deki nev ve kesret için gelen tenvin olabilir. 

كان ’nin muzari sıygada gelmesi teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

مِنْ نَخ۪يلٍ  ve ona matuf olan  عِنَبٍ , mübteda olan  جَنَّةٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. Bu kelimelerin tenkiri de kesret ve nev ifade eder.

فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يراًۙ  cümlesi,  فَ  ile  تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

تَفْج۪يراًۙ , mef’ûlu mutlak olarak cümleyi tekid etmiştir.

جَنَّةٌ - نَخ۪يلٍ - عِنَبٍ - الْاَنْهَارَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

تُفَجِّرَ- تَفْج۪يراًۙ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. تُفَجِّرَ  fiili  تفعيل  babındadır. Bu bab fiile kesret anlamı katar.

فَتُفَجِّرَ الْاَنْهَارَ خِلَالَهَا تَفْج۪يراًۙ  [O bahçe gürül gürül ırmaklar akıtsın] ifadesinde üslubun güzelliğini artıran hoş bir seci sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)

Ayette geçen ”ırmakları akıtmak’ tan maksat, sulama esnasında nehirleri içlerinden akıtmak veya nehirlerin devamlı akıtılmasıdır. (Ruhu’l Beyan)

 
İsrâ Sûresi 92. Ayet

اَوْ تُسْقِطَ السَّمَٓاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفاً اَوْ تَأْتِيَ بِاللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ قَب۪يلاًۙ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 تُسْقِطَ düşürmelisin س ق ط
3 السَّمَاءَ gökten س م و
4 كَمَا gibi
5 زَعَمْتَ zannettiğin ز ع م
6 عَلَيْنَا üzerimize
7 كِسَفًا parçalar ك س ف
8 أَوْ yahut
9 تَأْتِيَ getirmelisin ا ت ي
10 بِاللَّهِ Allah’ı
11 وَالْمَلَائِكَةِ ve melekleri م ل ك
12 قَبِيلًا karşımıza ق ب ل

 Kesefe كسف: Kendi başına sararma, kızarma ve kararma anlamına gelen كُسُوفٌ kelimesi ay ve güneşin geçici ve özel bir engel nedeniyle gizlenip örtünmelerini anlatan bir ifadedir. Aynı köke ait كِسْفَة  ise bulut/pamuk gibi seyrek yapılı ve değişebilen cisimlerin bir parçası demektir, çoğulu كِسَف olarak kullanılır. (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda toplam 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli küsûftur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اَوْ تُسْقِطَ السَّمَٓاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفاً اَوْ تَأْتِيَ بِاللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ قَب۪يلاًۙ

 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُسْقِطَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  السَّمَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

كَ  harfi cerdir.  مَا  müşterek ism-i mevsûl,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri, إسقاطا كالذي زعمته (İddia ettiğin şeyi düşürerek) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  زَعَمْتَ عَلَيْنَا ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.

زَعَمْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfudur.

عَلَيْنَا  car  mecruru  تُسْقِطَ  fiiline müteallıktır.  كِسَفاً  hal olup fetha ile mansubdur. Muzâfı hazf edilmiştir. Takdiri; ذات كسف (Yoğunluk sahibi) şeklindedir.  

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder.  تَأْتِيَ  mansub muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

بِاللّٰهِ  car mecruru  تَأْتِيَ  fiiline müteallıktır.  الْمَلٰٓئِكَةِ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la lafza-i celâle matuftur. قَب۪يلاً  lafza-i celâlin veya  الْمَلٰٓئِكَةِ  ‘nin hali olup fetha ile mansubdur.

تُسْقِطَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  سقط ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اَوْ تُسْقِطَ السَّمَٓاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفاً اَوْ تَأْتِيَ بِاللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ قَب۪يلاًۙ

 

Ayet önceki ayete matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İnanmayanların sözleri devam etmektedir. Bu ayette inanmak için iki istekte bulunuyorlar.

İlk cümle  اَوْ تُسْقِطَ السَّمَٓاءَ كَمَا زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفاً , müspet mansub muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve sılası زَعَمْتَ عَلَيْنَا كِسَفاً  cümlesi, masdar tevilinde  كَ  harfi ile birlikte  تُسْقِطَ  fiiline müteallıktır.

كِسَفاً  takdiri  ذات  olan mahzuf muzâfla birlikte haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Aynı üslupla gelen  اَوْ تَأْتِيَ بِاللّٰهِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ قَب۪يلاًۙ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle …تُسْقِطَ  cümlesine atfedilmiştir. 

الْمَلٰٓئِكَةِ , car mecrur  بِاللّٰهِ ’ye temâsül nedeniyle atfedilmiştir.

قَب۪يلاًۙ  lafza-i celal ve meleklerden hal olarak ıtnâb sanatıdır.
İsrâ Sûresi 93. Ayet

اَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِنْ زُخْرُفٍ اَوْ تَرْقٰى فِي السَّمَٓاءِۜ وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتّٰى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَاباً نَقْرَؤُ۬هُۜ قُلْ سُبْحَانَ رَبّ۪ي هَلْ كُنْتُ اِلَّا بَشَراً رَسُولاً۟  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوْ yahut
2 يَكُونَ olmalı ك و ن
3 لَكَ senin
4 بَيْتٌ bir evin ب ي ت
5 مِنْ
6 زُخْرُفٍ altından ز خ ر ف
7 أَوْ ya da
8 تَرْقَىٰ çıkmalısın ر ق ي
9 فِي
10 السَّمَاءِ göğe س م و
11 وَلَنْ ama asla
12 نُؤْمِنَ inanmayız ا م ن
13 لِرُقِيِّكَ senin (göğe) çıkmana ر ق ي
14 حَتَّىٰ
15 تُنَزِّلَ indirmedikçe ن ز ل
16 عَلَيْنَا üzerimize
17 كِتَابًا bir Kitap ك ت ب
18 نَقْرَؤُهُ okuyacağımız ق ر ا
19 قُلْ de ki ق و ل
20 سُبْحَانَ şanı yücedir س ب ح
21 رَبِّي Rabbimin ر ب ب
22 هَلْ miyim?
23 كُنْتُ ben ك و ن
24 إِلَّا başka bir şey
25 بَشَرًا bir insan(dan) ب ش ر
26 رَسُولًا elçi ol(arak gönderil)en ر س ل

Raqaye رقي :  Fiil olarak  رَقِيَ basamak ve/veya merdiveni tırmanıp çıkmak anlamına gelir. İftial babındaki formu da (إرْتَقَى) aynı manadadır. Bu fiile ait bir diğer mana da büyü, rukye ve efsun yapmaktır. Aynı köketen olan تَرْقُوَة  kelimesi göğsün en üst kısmında nefesin çoktığı baş tarafına denir ve çoğulu تَراقِي şeklindedir. ( Bu kelimenin ( تَراقِي / تَرْقُوَة ) anlamının köprücük kemiği olduğu görüşü de vardır. Hazırlayanın notu) (Müfredat)

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri terakkî, rukye ve Rukiye'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

اَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِنْ زُخْرُفٍ اَوْ تَرْقٰى فِي السَّمَٓاءِۜ

 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَكُونَ  nakıs mansub muzari fiildir.  لَكَ  car mecruru  تَكُونَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.

بَيْتٌ  kelimesi  يَكُونَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur.

مِنْ زُخْرُفٍ  car mecruru  بَيْتٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder.  تَرْقٰى  elif üzere mukadder fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

فِي السَّمَٓاءِ  car mecruru  تَرْقٰى  fiiline müteallıktır.    


وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتّٰى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَاباً نَقْرَؤُ۬هُۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  لَنْ  muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.  نُؤْمِنَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

لِرُقِيِّكَ  car mecruru  نُؤْمِنَ  fiiline müteallıktır.

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  تُنَزِّلَ  muzari fiilini gizli  اَنْ  ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.

اَنْ  harfi altı yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra 3) Lam-ı cuhûddan sonra 4) Lam-ı ta’lîlden (sebep bildiren  لِ) sonra 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  نُؤْمِنَ  fiiline müteallıktır. تُنَزِّلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

عَلَيْنَا  car mecruru  تُنَزِّلَ  fiiline müteallıktır.  كِتَاباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

نَقْرَؤُ۬هُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


قُلْ سُبْحَانَ رَبّ۪ي هَلْ كُنْتُ اِلَّا بَشَراً رَسُولاً۟

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

سُبْحَانَ رَبّ۪ي  cümlesi itiraziyyedir.  سُبْحَانَ  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri;  أسبح  (tesbih ederim) şeklindedir.  رَبّ۪ي  muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli  هَلْ كُنْتُ اِلَّا بَشَراً رَسُولاً۟ ‘dir. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

هَلْ  istifham harfidir.  كُنْتُ  sükun üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

تُ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  بَشَراً  kelimesi  كُنْتُ ‘nun haberi olup lafzen mansubdur. رَسُولاً  kelimesi  بَشَراً ‘in sıfatıdır. 

اَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِنْ زُخْرُفٍ اَوْ تَرْقٰى فِي السَّمَٓاءِۜ وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتّٰى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَاباً نَقْرَؤُ۬هُۜ 

 

Ayet önceki ayete  اَوْ  harfiyle atfedilmiştir. Müşriklerin sözlerinin devamıdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Bu ayette isteklerini bildirdikleri ilk cümle olan  اَوْ يَكُونَ لَكَ بَيْتٌ مِنْ زُخْرُفٍ , müspet muzari sıygada gelen nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car mecrur  لَكَ , nakıs fiil  كان ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  بَيْتٌ , muahhar ismidir.

كان ’nin muzari sıygada gelmesi teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

بَيْتٌ  ’deki tenvin, kesret, nev ve tazim ifade eder.  مِنْ زُخْرُفٍ , muahhar mübteda olan  بَيْتٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. Bu kelimelerin tenkiri de kesret ve tazim ifade eder.

اَوْ تَرْقٰى فِي السَّمَٓاءِۜ  cümlesi,  اَوْ  ile  تَكُونَ لَكَ جَنَّةٌ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَلَنْ نُؤْمِنَ لِرُقِيِّكَ حَتّٰى تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَاباً نَقْرَؤُ۬هُۜ  cümlesi,  لَنْ  edatıyla tekid edilmiştir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.  لَنْ , muzariyi gelecek zamana taşır, asla manası verir ve tekid ifade eder.

حَتّٰى  muzarinin başına gelerek onu gizli  اَنْ ‘le nasb eden, gaye bildiren edattır.

Akabindeki  تُنَزِّلَ عَلَيْنَا كِتَاباً نَقْرَؤُ۬هُۜ  cümlesiyle birlikte  نُؤْمِنَ  fiiline müteallıktır. 

Mef’ûl olan  كِتَاباً ’deki tenvin nev ifade eder.  كِتَاباً  için sıfat konumundaki  نَقْرَؤُ۬هُۜ  cümlesi muzari fiil sıygasında gelerek ayetteki diğer muzari fiiller gibi teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Müşriklerin inanmak için istedikleri mucizeleri sıralamaları taksim sanatıdır.


قُلْ سُبْحَانَ رَبّ۪ي هَلْ كُنْتُ اِلَّا بَشَراً رَسُولاً۟

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.

قُلْ  ile mekulü’l-kavl arasındaki  سُبْحَانَ رَبّ۪ي  cümlesi, itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

سُبْحَانَ , takdiri  أسبّح  [Tesbih ederim.] olan mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Aynı zamanda muzâftır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبّ۪ي  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هَلْ كُنْتُ اِلَّا بَشَراً رَسُولاً۟ , menfi  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır. 

Burada  هَلْ , nefi manasındadır.  هَلْ  ve اِلَّا  ile oluşan kasr, müsned ve müsnedün ileyh arasında, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. 

Peygamberimizin, beşer bir rasulden başka birşey olmadığını kesin bir üslupla belirtmiştir. Onların, mucize göstermesi gerektiği düşüncelerine ve onun bir peygamber olduğuna inanmamalarına karşılık, itiraziyye cümlesi ve kasr olmak üzere tekidli bir şekilde cevap verilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

رَسُولاً۟  nakıs fiil  كَانُ ’nin haberi olan  بَشَراً  için sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

تَرْقٰى - لِرُقِيِّكَ  ve  يَكُونَ - كُنْتُ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları  vardır.

كِتَاباً - نَقْرَؤُ۬هُۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

 
İsrâ Sûresi 94. Ayet

وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَبَعَثَ اللّٰهُ بَشَراً رَسُولاً  ...


İnsanlara hidayet (Kur’an) geldikten sonra onların iman etmelerine ancak, “Allah, bir beşeri mi peygamber olarak gönderdi?” demeleri engel olmuştur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا ve
2 مَنَعَ alıkoyan şey م ن ع
3 النَّاسَ insanları ن و س
4 أَنْ
5 يُؤْمِنُوا iman etmekten ا م ن
6 إِذْ zaman
7 جَاءَهُمُ kendilerine geldiği ج ي ا
8 الْهُدَىٰ hidayet ه د ي
9 إِلَّا ancak
10 أَنْ
11 قَالُوا demeleridir ق و ل
12 أَبَعَثَ mı gönderdi? ب ع ث
13 اللَّهُ Allah
14 بَشَرًا bir insanı ب ش ر
15 رَسُولًا elçi olarak ر س ل
“Kurtuluş rehberi” diye çevirdiğimiz hüdâdan maksat vahiy bilgisidir (Taberî, XV, 166; Zemahşerî, II, 375). Bu âyetlerden anlaşıldığına göre putperestlerin Hz. Peygamber’e inanmamalarının bir sebebi de, onun melek benzeri bir varlık değil kendileri gibi bir insan olmasıydı. Halbuki onlar, peygamberlerin insan üstü olması gerektiğini düşünüyorlar; Allah’ın, peygamberleri insanların kendi varlık türlerinden göndermesindeki hikmeti anlayamıyorlardı. Eğer yeryüzünde melekler yaşasaydı iletişim kurabilmeleri için Allah onlara elçi olarak melek gönderirdi. Ama Allah insanlara peygamber olarak melek gönderseydi onu göremezler, kendi dilleriyle iletişim kuramazlar, sonuçta risâletin hedefi gerçekleşemezdi.
 
96. âyet, davet ve tebliğin bütün açıklığına, ikna ediciliğine rağmen müşriklerin red ve inkârda inat etmeleri, küstahça tavırlarını sürdürmeleri karşısında Peygamber’e güven telkin ederken inkârcılara da bu anlamsız tavırlarının Allah tarafından bilindiği hatırlatılarak bir defa daha uyarıda bulunulmaktadır.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 522

وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَبَعَثَ اللّٰهُ بَشَراً رَسُولاً

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  مَنَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

النَّاسَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  مَنَعَ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune  müteallıktır.

يُؤْمِنُٓوا   fiili  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِذْ   zaman zarfı,   يُؤْمِنُٓوا  fiiline müteallıktır.

إِذْ : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  الْهُدٰٓى  fail olup mukadder damme ile merfûdur.

اِلَّٓا  hasr edatıdır.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  مَنَعَ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Mekulü’l-kavli,  اَبَعَثَ اللّٰهُ بَشَراً رَسُولاً ‘dir. قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

Hemze istifham harfidir.  بَعَثَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  للّٰهُ   fail olup lafzen merfûdur.

بَشَراً  mef’ûl olan  رَسُولاً ’den haldir. Çünkü daha önce  رَسُولاً  için sıfat idi. Takdim edilince  رَسُولاً  mef’ûlun bihi olur.

وَمَا مَنَعَ النَّاسَ اَنْ يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اَبَعَثَ اللّٰهُ بَشَراً رَسُولاً

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet, menfi mazi fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İkinci mef’ûl olan, masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki müspet muzari fiil cümlesi  يُؤْمِنُٓوا اِذْ جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى , masdar tevilindedir.  جَٓاءَهُمُ الْهُدٰٓى  cümlesine muzâf olan zaman zarfı  اِذْ , masdar cümlesinin fiili olan  يُؤْمِنُٓوا ‘ye müteallıktır.

Ayetteki ikinci masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  قَالُٓوا اَبَعَثَ اللّٰهُ بَشَراً رَسُولاً  cümlesi,  مَنَعَ  fiilinin faili konumundadır. 

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan … اَبَعَثَ اللّٰهُ  istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müşriklerin sözleri olan cümlede  بَشَراً , mef’ûl olan  رَسُولاً ’den haldir. Çünkü daha önce  رَسُولاً  için sıfat idi. Takdim edilince  رَسُولاً  mef’ûlun bihi oldu.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

رَسُولاً ‘in tenkiri cins ve tazim ifade eder. 

Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da anlam itibariyle soru değil, istihza ve tahkir anlamı içermektedir. Vaz edildiği anlamın dışında mana kazanması sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

مَنَعَ  fiilinin iki mef’ûlunun faile ihtimam sebebiyle, takdimi söz konusudur. Ayrıca cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Kasr, fiille fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.  مَا  nefy harfi ile  اِلَّٓا  istisna edatının oluşturduğu kasr, onların inanmama sebebini etkili, kesin bir üslupla ifade etmiştir.

Ayette mecazî isnad vardır. Onları inanmaktan men eden [Allah beşer bir peygamber mi gönderdi] şeklindeki tariz içeren sözleri  değil, bu sözün taşıdığı manaya uygun düşen fikirleridir. Yani, yanlış akıl yürütmeleridir..

Bu kelamdan murad, bu sözün bazılarından sadır olması ve diğer bazılarını imandan engellemesi demek değildir; fakat iman etmelerine engel olan, bu sözü söylemelerini gerektiren hepsine şamil inançtır. Bunun söz olarak ifade edilmesi, bunun, ağızlarından çıkan mücerret bir söz olduğunu, hiçbir anlamı ve delili olmadığını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

النَّاسَ ‘deki marifeliği istiğrak ifade ettiği aşikârdır. (Âşûr)

اللّٰهُ  - رَسُولاً  ve  اَبَعَثَ - رَسُولاً  ve النَّاسَ -  بَشَراً  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İsrâ Sûresi 95. Ayet

قُلْ لَوْ كَانَ فِي الْاَرْضِ مَلٰٓئِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنّ۪ينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَلَكاً رَسُولاً  ...


De ki: “Eğer yeryüzünde, (insanlar yerine) yerleşip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten bir melek peygamber indirirdik.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 لَوْ eğer
3 كَانَ olsaydı ك و ن
4 فِي
5 الْأَرْضِ yer yüzünde ا ر ض
6 مَلَائِكَةٌ melekler م ل ك
7 يَمْشُونَ yürüyen م ش ي
8 مُطْمَئِنِّينَ uslu uslu ط م ن
9 لَنَزَّلْنَا elbette gönderirdik ن ز ل
10 عَلَيْهِمْ onlara
11 مِنَ -ten
12 السَّمَاءِ gök- س م و
13 مَلَكًا bir meleği م ل ك
14 رَسُولًا elçi ر س ل

قُلْ لَوْ كَانَ فِي الْاَرْضِ مَلٰٓئِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنّ۪ينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَلَكاً رَسُولاً

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli,  كَانَ فِي الْاَرْضِ مَلٰٓئِكَةٌ  ‘dır.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

كَانَ   şart fiili olup mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  كَانَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.  مَلٰٓئِكَةٌ  kelimesi  كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur.  يَمْشُونَ  fiili,  مَلٰٓئِكَةٌ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَمْشُونَ   fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مُطْمَئِنّ۪ينَ  kelimesi  يَمْشُونَ  ‘deki failin hali olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır. نَزَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  نَزَّلْنَا   fiiline müteallıktır.  مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  نَزَّلْنَا  fiiline müteallıktır.

مَلَكاً  kelimesi  رَسُولاً ‘in hali olup fetha ile mansubdur.  رَسُولاً  kelimesi  نَزَّلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

مُطْمَئِنّ۪ينَ  kelimesi,  sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan  إفعلَلَّ babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ لَوْ كَانَ فِي الْاَرْضِ مَلٰٓئِكَةٌ يَمْشُونَ مُطْمَئِنّ۪ينَ لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَلَكاً رَسُولاً

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Ayette mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.

Ayetin başında  قُلْ  emrin bulunması mekulü’l-kavlin Allah katında bir önemi, şanı ve ciddiyeti bulunduğuna işaret eder. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan …  لَوْ كَانَ فِي الْاَرْضِ مَلٰٓئِكَةٌ  cümlesi, şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.

كَانَ ’nin dahil olduğu cümlede, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatı vardır.  فِي الْاَرْضِ , nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  مَلٰٓئِكَةٌ , muahhar ismidir.

Bu cümlede  كَانَ ’nin tam fiil olması da caizdir.

يَمْشُونَ مُطْمَئِنّ۪ينَ  cümlesi  مَلٰٓئِكَةٌ ‘ün sıfatıdır. Nekra isimden sonraki cümleler, sıfat olurlar. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

مُطْمَئِنّ۪ينَ , meleklerin yani  يَمْشُونَ  fiilinin failinin halidir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Cevap harfi lamla gelen  لَنَزَّلْنَا عَلَيْهِمْ مِنَ السَّمَٓاءِ مَلَكاً رَسُولاً  şeklindeki müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَلَكاً , mef’ûl olan  رَسُولاً ’den haldir. رَسُولاً ‘in tenkiri cins ifade eder. 

الْاَرْضِ - السَّمَٓاءِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Din ve dünya işlerinden ihtiyaç duyduklarını açıklamak üzere peygamber olarak bir melek gönderirdik. Çünkü bir cins varlık, kendi cinsine en yatkın ve yakındır. Yeryüzünün sakinleri insanlar olunca, faydalanmaları, faydalı olabilmeleri için onlara gönderilen peygamberin de insan olması zorunludur. Müşrikler, bilmiyorlar ki aynı cinsten olmak, yakınlığı ve kaynaşmayı; cins farklılığı da nefreti ve uzaklaşmayı getirir. (Ruhu’l Beyan)

 
İsrâ Sûresi 96. Ayet

قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً  ...


De ki: “Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter. Çünkü O, kullarından hakkıyla haberdardır, onları hakkıyla görendir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 كَفَىٰ yeter ك ف ي
3 بِاللَّهِ Allah
4 شَهِيدًا şahid olarak ش ه د
5 بَيْنِي benimle ب ي ن
6 وَبَيْنَكُمْ sizin aranızda ب ي ن
7 إِنَّهُ şüphesiz O
8 كَانَ ك و ن
9 بِعِبَادِهِ kullarını ع ب د
10 خَبِيرًا haber alır خ ب ر
11 بَصِيرًا görür ب ص ر

قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli,  كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

كَفٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

بِ  zaiddir.  للّٰهِ  lafza-i celâli lafzen mecrur,  كَفٰى  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. 

شَهٖيداً  temyiz olup lafzen mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَيْن۪ي  mekân zarfı,  شَه۪يداً ‘e müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَيْنَكُمْ  mekân zarfı atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.


اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ‘nin ismi müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

بِعِبَادِه۪  car mecruru  خَب۪يراً ‘e müteallıktır.

خَب۪يراً  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup fetha ile mansubdur.

بَص۪يراً  kelimesi  كَانَ ‘nin ikinci haberi olup fetha ile mansubdur. 

خَب۪يراً  -  بَص۪يراً  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ كَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Tekid ifade eden zaid  بِ  harfi nedeniyle mecrur olan lafza-i celâl, fiilin faili olarak merfû mahaldedir. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla  اللّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  شَه۪يداً  temyizdir. Temyiz, anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır. Kelimenin nekreliği tazim ifade eder.

َشَه۪يد  kelimesi  شَاهِدُ ’nun mübalağasıdır.  شَاهِدُ , bir hadise vukua gelirken orada olup hadisenin vukuunu gözüyle görendir. Hadise yerine uzak olanlar gözleriyle göremeyeceklerinden, başka vasıta ile olayı öğrenseler bile onlara şahit denmez. Şehit, insanların hazır bulunmadıkça bilemedikleri şeyleri bilen, gören ve haberi olandır.

بَيْنَ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah’ın şahit olarak kâfi olduğu sözünde tağlîb vardır. Allah sadece şahit olarak değil, basîr, semî, hafîz vs. olarak da yeter. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Peygamberimizdir.

Lafza-i celâle dahil olan  بِ  harf-i ceri zaiddir.  كَفٰى  fiilinin failine tekid için bitişir. İfadenin aslı  كَفى اللَّهُ شَهِيدًا  şeklindedir. (Âşûr)

اِنَّهُ كَانَ بِعِبَادِه۪ خَب۪يراً بَص۪يراً

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Önceki ifadenin ta’lili hükmündeki cümle,  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ ’nin iki haberi olan  خَب۪يراً بَص۪يراً۟  kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında  وَ  olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.

Car mecrur  بِعِبَادِه۪ , ihtimam için amili  خَب۪يراً ’e takdim edilmiştir.  بِعِبَادِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması  عِبَادِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

"Çünkü O, kullarından çok iyi haberdardır, çok iyi görendir” onların görünen ve görünmeyen hallerini bilir; ona göre karşılığını verir. Bunda Resulullah (sav) 'e teselli, kâfirlere de tehdit vardır. (Beyzâvî, Ebüssuûd) 

 
Günün Mesajı
Bütün cinlerin ve insanların Kur'an-ı Kerim'in benzerini getirmekten aciz olması bu kitabın Allah Teala tarafından gönderildiğini, bir insan sözü olmadığını gösterir.
Kafirler resulullah'tan sav birçok maddi mucize göstermesini istemiştir. Ancak Allah Teala bu istekleri kabul etmemiştir. Resulullah kendisine vahiy gelen bir beşerdir bu vahiyden maksat da insanlara tebliğ etmesidir.
Sayfadan Gönüle Düşenler
Öğretmen sınıfa elinde iki kutuyla girdi ve masasına koyduktan sonra kapaklarını açtı. Çocukların yüzleri aydınlandı çünkü kutulardan birinde poğaça, diğerinde ise üzerinde bir sürü şekerlemesi olan kocaman bir çikolatalı pasta vardı. 

Öğrencilerine gülümseyerek; hepsinden yiyeceklerini ama öncesinde dersi dinlemeleri gerektiğini açıkladı:

“Kalpteki hallerin dengesi şaştığı zaman, insanın etrafını algılayışı da kısıtlanır. Kalpteki dengeler nasıl şaşar? İnsan sadece dünyayı istediği ve sevdiği zaman. Peki algılayışı nasıl kısıtlanır? İnsan sadece dünyalıkların süslediği ve güzelleştirdiklerine değer verdiği zaman. Bunun sonucunda; insan etrafındaki her şeyi dünyalık penceresinden değerlendirir ve istekleriyle tepkilerini de ona göre şekillendirir. 

Mesela; Allah, Peygamberi Hz. Muhammed (sav)’le, Mekke müşriklerinin en değer verdikleri dil sanatında üstünlüğünü kanıtlayan ve inanmayanların bile hayranlıklarını gizleyemedikleri Kur’an-ı Kerim’i gönderdi. İman etmeyenler; Rasulullah (sav)’e davasından vazgeçmesi için dünyayı (kadın, para, makam vb.) teklif etti. Kabul etmeyişine akıl erdiremedikleri için de sonrasında saçma isteklerde bulundular. 

Kısacası; bir kişiyi dünyalıkla vazgeçirmenin mümkün olduğunu düşündükleri gibi, dünyalık meselelerde kendilerinden üstünlüğü olmayan birine de hakikati söyleme ihtimalini yakıştıramadılar. Dünya penceresinden bakmaya devam eden herkes, kaybedenlerden oldu.”

Öğretmen, dersin başından beri gözlerini masadan ayıramayan öğrencilerine pasta ve poğaçadan ikram etti. Çocukların hepsi, ilk şekerlemeli çikolatalı pastaya yöneldi çünkü şüphesiz o basit bir poğaçadan daha cazipti. Ancak pastayı ağzına alan geri tükürüyordu. Şekerlemeler bayat olduğu gibi galiba pasta da tuzluydu. Öğretmen:

“Şeker yerine tuz koyduğumu farkettiğimde, çöpe atmaktansa bu durumu değerlendirmeye karar verdim. Merak etmeyin dışarıda ağzınıza layık bir pastam var. Ama önce görünüşüne kandığınız pastadan dolayı dinlemekte zorlandığınız dersimizi duamızla özetleyelim:

Allahım! Gözlerimi hakikati görenlerden, kulaklarımı hakikati işitenlerden ve kalbimi hakikati sevenlerden eyle. Hayata ve insanlara; dünyevi pencereden bakanlardan ve nefsime hoş gelen kılıflarına göre değerlendirenlerden olmaktan koru. Fiziksel özelliklerine ya da zenginliklerine önem vererek, kalbi çürüklerle vaktini harcayanlardan olmaktan ve zaman geçtikçe kendi kalbini de çürümeye bırakanlara benzemekten koru. Kullarını, Senin rızan için sevmemi, gönlümün Senin katında değeri olanlara meyil etmesini ve yoluma beni hakikate teşvik edecekleri yoldaş seçmemi nasip et.”

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji