بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِه۪ۜ وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَلٰى وُجُوهِهِمْ عُمْياً وَبُكْماً وَصُماًّۜ مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَع۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | ve kime |
|
2 | يَهْدِ | hidayet ederse |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | فَهُوَ | işte odur |
|
5 | الْمُهْتَدِ | doğru yolu bulan |
|
6 | وَمَنْ | kimi de |
|
7 | يُضْلِلْ | sapıklıkta bırakırsa |
|
8 | فَلَنْ | artık |
|
9 | تَجِدَ | bulamazsın |
|
10 | لَهُمْ | onlar için |
|
11 | أَوْلِيَاءَ | veliler |
|
12 | مِنْ |
|
|
13 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
14 | وَنَحْشُرُهُمْ | ve onları süreriz |
|
15 | يَوْمَ | günü |
|
16 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
17 | عَلَىٰ | üyerine |
|
18 | وُجُوهِهِمْ | yüzleri |
|
19 | عُمْيًا | kör |
|
20 | وَبُكْمًا | ve dilsiz |
|
21 | وَصُمًّا | ve sağır |
|
22 | مَأْوَاهُمْ | varacakları yer |
|
23 | جَهَنَّمُ | cehennemdir |
|
24 | كُلَّمَا | her seferinde |
|
25 | خَبَتْ | (ateş) dindiği |
|
26 | زِدْنَاهُمْ | onlara artırırız |
|
27 | سَعِيرًا | çılgın alevi |
|
وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَهْدِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda mahallen merfûdur. الْمُهْتَدِ haber olup ى üzere mukadder damme ile merfûdur.
الْمُهْتَدِ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِه۪ۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يُضْلِلْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder. تَجِدَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
لَهُمْ car mecruru mukaddem mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.
اَوْلِيَٓاءَ mef’ûlun bih olup sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ دُونِه۪ car mecruru اَوْلِيَٓاءَ ’nın mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَلٰى وُجُوهِهِمْ عُمْياً وَبُكْماً وَصُماًّۜ
وَ istînâfiyyedir. نَحْشُرُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَوْمَ zaman zarfı, نَحْشُرُهُمْ fiiline müteallıktır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلٰى وُجُوهِهِمْ car mecruru وَنَحْشُرُهُمْ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, ماشين (yürüyerek) şeklindedir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عُمْياً kelimesi نَحْشُرُهُمْ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. بُكْماً ve صُماًّ kelimeleri atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ
İsim cümlesidir. ْمَأْوٰيهُم mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَهَنَّمُ haber olup gayri munsariftir.
Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَع۪يراً
كُلَّمَا şart manası taşıyan zaman zarfıdır. خَبَتْ şart fiili olup elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ te’nis içindir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir.
فَ karinesi olmadan gelen زِدْنَاهُمْ cümlesi şartın cevabıdır.
Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir.
Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt ف’si) gelmez. Ayrıca لَمْ (cahd-ı mutlak) ve لَا (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt ف’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
زِدْنَاهُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef'ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
سَع۪يراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ
وَ istînâfiyye, مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ, sübut ifade eden isim cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَهْدِ اللّٰهُ cümlesi مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Müsnedün ileyhin, bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
الْمُهْتَد۪يۚ [Hidayete eren kimse] kelimesinin tekil olması, hidayet yolunun bir dalalet yollarının ise çok olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd, Araf Suresi 178)
فَ karînesiyle gelen cevap cümlesi هُوَ الْمُهْتَد۪يۚ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede muzari sıygada gelen يَهْدِ fiili hudûs, teceddüt, istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
يَهْدِ - الْمُهْتَدِۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمُهْتَدِۚ kelimesindeki tarif, ahd-i zihnîdir. (Âşûr)
وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِه۪ۜ
İstînâfa matuf olan cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Atıf sebebi tezattır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Şart cümlesi olan مَنْ يُضْلِلْ, sübut ifade eden isim cümlesidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُضْلِلْ cümlesi, مَنْ ’in haberidir.
Hidayete kavuşanlar tekil zamiriyle ifade edilerek Hak yolun bir; o yoldan gidenlerin de az olduklarına; hidayetten uzaklaşanlar ise çoğul zamiriyle belirtilerek batıl yolların ve o yolun yolcularının çokluğuna işaret edilmiştir. Hidayetten uzaklaştırılanları Hak yoluna ulaştıracak ve dalaleti onlardan uzaklaştıracak yardımcılar bulamazsın. (Ruhu’l Beyan)
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
فَ karînesiyle gelen فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِه۪ۜ şeklindeki cevap cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. لَنْ tekid ifade eder.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber talebî kelamdır.
دُونِه۪ izafeti gayrının tahkiri içindir.
وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ cümlesiyle, وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُمْ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِه۪ۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَهْدِ [Hidayete erdirirse] - يُضْلِلْ [saptırırsa] kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır. (Safvetu’t Tefasir)
وَنَحْشُرُهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ عَلٰى وُجُوهِهِمْ عُمْياً وَبُكْماً وَصُماًّۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
عَلٰى وُجُوهِهِمْ car mecruru fiildeki mef’ûl zamirin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri ماشين [yürüyerek]’dir.
عُمْياً, mef’ûlün ikinci halidir. بُكْماً ve صُماًّۜ, hal olarak عُمْياً’e tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.
يَهْدِ اللّٰهُ - مَنْ يُضْلِلْ - نَحْشُرُهُمْ kelimeleri arasında gaibden mütekellime geçişte güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
عُمْياً - بُكْماً - صُماًّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette zikredilen haşr, hesaptan sonra mahşer yerinden cehenneme, kuvvetleri ve hisleri alınmış olarak haşredilmeleri de olabilir. Ve bu şekilde haşredildikten sonra kuvvetleri ve hisleri sonra kendilerine iade ediliyor da olabilir. Zira mahşerin bazı yerlerinde onların bu duyularla idrak ettikleri şüphe götürmez bir gerçektir. (Ebüssuûd)
مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedün ileyhin izafetle gelmesi, tahkir içindir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ ifadesinde istiare vardır. Alay içindir. مَأْوٰي, aslında sığınılacak yer demektir. Sığınılacak yer insanın sıkıntılardan kaçarak kurtulduğu yerdir, onlar kendilerinin rahat olacaklarını zannettiler. Onlar bu dünyada din ile alay ediyorlardı, bu sözlerde de onlara karşı alay vardır. Cehennemin, insanın huzur bulmak, rahatlamak için ve hiç itiraz etmeden gittiği bir yere benzetilmesi, cehennemin korkunçluğunu mübalağa içindir.
Haber olan جَهَنَّمُۜ kelimesi, a’cemî alem olduğu için tenvin almamıştır.
كُلَّمَا خَبَتْ زِدْنَاهُمْ سَع۪يراً
Fasılla gelen cümlede كُلَّمَا, şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Müteallakı زِدْنَاهُمْ’dur. Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzâfun ileyh olan şart cümlesi خَبَتْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi زِدْنَاهُمْ سَع۪يراً, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)
زِدْنَاهُمْ fiilinin ikinci mef’ûlü olan سَع۪يراً ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
خَبَتْ - زِدْنَاهُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
خبو, ateşin yavaşlaması demektir. Nitekim bu kelime ‘dindi, söndü’ manasınadır. (Fahreddin er-Râzî)
Bunun, “yavaşlamaya yüz tuttukça…” anlamında olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)
ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ذَٰلِكَ | işte budur |
|
2 | جَزَاؤُهُمْ | cezaları |
|
3 | بِأَنَّهُمْ | çünkü onlar |
|
4 | كَفَرُوا | inkar ettiler |
|
5 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
6 | وَقَالُوا | ve dediler |
|
7 | أَإِذَا | sonra mı? |
|
8 | كُنَّا | biz olduktan |
|
9 | عِظَامًا | kemikler |
|
10 | وَرُفَاتًا | ve ufalanmış toprak |
|
11 | أَإِنَّا | biz mi? |
|
12 | لَمَبْعُوثُونَ | diriltileceğiz |
|
13 | خَلْقًا | bir yaratılışla |
|
14 | جَدِيدًا | yeni |
|
ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık belirten harf, ك ise muhatap zamiridir.
جَزَٓاؤُ۬هُمْ haber olup lafzen merfûdur. هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harf-i ceriyle birlikte جَزَٓاؤُ۬هُمْ ’e müteallıktır. بِ harf-i ceri, sebebiyyedir.
هُمْ muttasıl zamir أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
كَفَرُوا fiili, أَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
بِاٰيَاتِنَا car mecruru كَفَرُوا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çogul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c. Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُنَّا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كُنَّا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
نَا muttasıl zamiri كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. عِظَاماً kelimesi كُنَّا ’nın haberi olarak fetha ile mansubdur.
رُفَاتاً kelimesi atıf harfi وَ ’la عِظَاماً ’e matuftur.
Hemze istifham harfidir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. نَا muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مَبْعُوثُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.
خَلْقاً mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri, بعثا şeklindedir. جَد۪يداً kelimesi خَلْقاً ’ın sıfatı olup lafzen mansubdur.
مَبْعُوثُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan بعث fiilinin ism-i mef’ûludur.
جَد۪يداً kelimesi خَلْقاً ’ın sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1- İsim cümlesi olan sıfatlar,
2- Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mütekellim Allah Teâlâdır.
ذٰلِكَ ile Allah’ın koyduğu hükümlere işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Bu ayetteki بِاَنَّهُمْ ’deki bâ harfi, sebebiyye bâ'sıdır. (Fahreddin er-Râzî)
ذٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan Suresi 57, s. 190)
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan جَزَٓاؤُ۬هُمْ veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ve dahil olduğu هُمْ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا cümlesi masdar teviliyle mecrur mahaldedir. بِ harfi ve هُمْ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا cümlesi, جَزَٓاؤُ۬هُمْ ’e müteallıktır.
Masdar-ı müevvel isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِاٰيَاتِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ şan ve şeref kazanmıştır.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً
وَ atıf harfidir. Cümle كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli, şarttan mücerret zaman zarfı اِذَا ’nın dahil olduğu ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen muhatapların bu soruyu sormaktaki maksatlarının cevap beklemek değil, inkâr olduğu açıktır. Dolayısıyla cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, müstakbel zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
اِذَا, takdiri أنبعث [Yeniden diriltilir miyiz?] olan mahzuf fiile müteallıktır.
رُفَاتاً, nakıs fiil كَان ’nin haberi olan عِظَاماً ’e temâsül nedeniyle atfedilmiştir.
ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً
Fasılla gelen cümle takdiri, أإذا كنّا عظاما… نبعث من جديد [Kemik olduğumuz zaman mı yeni bir şekilde yaratılacağız?] olan mukadder cevabın tefsiri hükmündedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle, istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp imkânsızlık bildirme, taaccüp ya da inkârî manada geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
جَد۪يداً kelimesi, خَلْقاً ’nın sıfatıdır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
خَلْقاً, amili لَمَبْعُوثُونَ olan mef’ûlü mutlaktır.
مَبْعُوثُونَ - خَلْقاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ءَاِذَا كُنَّا عِظَاماً وَرُفَاتاً (Kemik ve toz olduğumuz zaman mı?) soru cümlesi inkâr ifade eder.
ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقاً جَد۪يداً (Biz gerçekten diriltilecek miyiz?) cümlesinde soru edatı olan hemzenin tekrarı inkârı pekiştirmek içindir. Aynı şekilde اِنَّ ve lam edatlarıyla pekiştirilmesi de olayın şiddetle inkâr edildiğine işarettir. (Safvetu’t Tefasir, İsra Suresi 49)اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ وَجَعَلَ لَهُمْ اَجَلاً لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَاَبَى الظَّالِمُونَ اِلَّا كُفُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَوَلَمْ |
|
|
2 | يَرَوْا | görmediler mi ki? |
|
3 | أَنَّ | şüphesiz |
|
4 | اللَّهَ | Allah |
|
5 | الَّذِي |
|
|
6 | خَلَقَ | yaratan |
|
7 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
8 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
9 | قَادِرٌ | kadirdir |
|
10 | عَلَىٰ |
|
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يَخْلُقَ | yaratmağa da |
|
13 | مِثْلَهُمْ | kendilerinin benzerini |
|
14 | وَجَعَلَ | ve koymuştur |
|
15 | لَهُمْ | kendileri için |
|
16 | أَجَلًا | bir süre |
|
17 | لَا | yoktur |
|
18 | رَيْبَ | şüphe |
|
19 | فِيهِ | onda |
|
20 | فَأَبَى | ama yapmazlar |
|
21 | الظَّالِمُونَ | zalimler |
|
22 | إِلَّا | başka bir şey |
|
23 | كُفُورًا | inkardan |
|
Ebeye إباءٌ : أبي aşırı derecede ve şiddetle karşı çıkma, sakınma, kendini tutma ve uzak durmadır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri aba ve abâyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ
Hemze istifham harfi, وَ istînâfiyyedir.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَرَوْا fiili نْ ’un hazfıyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir ve bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. ‘Bilmek, sanmak ve değiştirme’ manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette يَرَوْا fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, يَرَوْا fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. اللّٰهَ lafza-i celâli, اَنَّ ’in ismi olarak mahallen mansubdur.
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası خَلَقَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
السَّمٰوَاتِ mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes kelimeler fetha yerine kesra alırlar.
الْاَرْضَ kelimesi atıf harfi و ’la makabline matuftur.
قَادِرٌ haber olup lafzen merfûdur.
أَنْ ve masdar-ı müevvel, عَلٰٓى harf-i ceriyle birlikte قَادِرٌ ’a müteallıktır.
يَخْلُقَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
مِثْلَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَجَعَلَ لَهُمْ اَجَلاً لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
لَهُمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. اَجَلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. لَا رَيْبَ kelimesi اَجَلاً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harftir. رَيْبَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. ف۪يهِ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
قَادِرٌ kelimesi sülâsî mücerred olan قدر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَبَى الظَّالِمُونَ اِلَّا كُفُوراً
فَ atıf harfidir. اَبَى mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. الظَّالِمُونَ fail olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.
اِلَّا istisna edatıdır. كُفُوراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الظَّالِمُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham harfi hemze, inkârî manadadır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikaz ve azarlama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Kur'an-ı Kerim’de istifham edatlarının asli manalarını terk edip mecazî anlam kazandıkları sıklıkla görülür. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Menfi muzari fiil sıygasında gelen cümlede masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ kendinden sonra gelen isim cümlesini masdara çevirir. Burada masdar-ı müevvel, يَرَوْا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Lafza-i celâlin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl االَّذ۪ي ’nin sılası olan خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Müsned olan قَادِرٌ , ism-i fail kalıbındadır. Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki masdar harfi اَنْ ’in dahil olduğu يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ cümlesi, masdar tevilinde عَلٰٓى harf-i ceriyle birlikte اَنَّ ’nin haberi olan قَادِرٌ ’a müteallıktır.
Masdar-ı müevvel mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
خَلَقَ- يَخْلُقَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette atıf harfi و ’dan önce gelen istifham edatı hemze, inkâr anlamı içermektedir. Yani onlar (kâfirler) mutlaka bu gibi nesnelerin benzerlerini görmüşlerdir. O halde, Allah’ın sonsuz güç ve kuvveti kendileri için görünür bir hal alsın ve böylece Allah’tan korksunlar diye onlara ne oluyor da bu nesneler (yaratıklar) üzerinde düşünmüyorlar? (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı, Nahl Suresi 48)
Allah Teâlâ nübüvveti inkâr edenlerin şüphelerine cevap verince, haşri, neşri inkâr edenlere de cevap vermek için bunların şüphelerine yer vermiştir. Bu şüphe de şudur: "İnsan çürüyüp kırıntı haline geldikten sonra, onun aynısının yeniden meydana gelmesi imkânsız bir şeydir." Allah buna, gökleri ve yeri yaratmaya kādir olanın, insanları yeniden ilk şekilleriyle yaratmaya kādir olması uzak birşey değil diyerek cevap vermiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَجَعَلَ لَهُمْ اَجَلاً لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ
İstînâfa atfedilen bu cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَهُمْ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır.
Mef’ûlun bih olan اَجَلاً ’deki tenvin, tazim ifade eder.
لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ cümlesindeki لَا cinsini nefyeden harftir. İsim cümlesine dahil olur, ismini nasbeder. اَجَلاً için sıfat olan bu cümlede لَا 'nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Car mecrur ف۪يهِۜ bu mahzuf habere müteallıktır.
جَعَلَ - اَجَلاً kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.
فَاَبَى الظَّالِمُونَ اِلَّا كُفُوراً
Yine mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan فَاَبَى الظَّالِمُونَ اِلَّا كُفُوراً cümlesi, وَجَعَلَ لَهُمْ اَجَلاً cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir.
اَبٰٓى fiilindeki olumsuzluk manasıyla istisna edatı arasında oluşan kasr, cümleyi iki kez tekid etmiştir. Kasr faille, mef’ûl arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
الظَّالِمُونَ maksûr/mevsuf, كُفُوراً maksûrun aleyh/sıfattır.
Fail ile cümlenin diğer çeşitli öğeleri (yâni mef'ûlun bihi, mef'ûlün li-eclihi, zarf, mef'ûlu mutlak, temyîz ve car mecrur) arasında gerçekleşen kasrların hem kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf hem de kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması caizdir. Bu; failin mef'ûle kasredilmesinde açıklığa kavuşan mana bakımındandır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu istisna, bir şeyi, zıddı olan bir şeye benzetmek yoluyla tekiddir. (Âşûr)
كُفُوراً ’deki tenvin, kesret ve tahkir ifade eder.
الظَّالِمُونَ - كُفُوراً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.قُلْ لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ رَبّ۪ٓي اِذاً لَاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْاِنْفَاقِۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ قَتُوراً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | لَوْ | eğer |
|
3 | أَنْتُمْ | siz |
|
4 | تَمْلِكُونَ | sahip olsaydınız |
|
5 | خَزَائِنَ | hazinelerine |
|
6 | رَحْمَةِ | rahmet |
|
7 | رَبِّي | Rabbimin |
|
8 | إِذًا | o zaman |
|
9 | لَأَمْسَكْتُمْ | tutardınız |
|
10 | خَشْيَةَ | korkarak |
|
11 | الْإِنْفَاقِ | harcamaktan |
|
12 | وَكَانَ | gerçekten |
|
13 | الْإِنْسَانُ | insan |
|
14 | قَتُورًا | çok cimridir |
|
قُلْ لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ رَبّ۪ٓي اِذاً لَاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْاِنْفَاقِۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
Munfasıl zamiri اَنْتُمْ mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri; تَمْلِكُونَ şeklindedir.
تَمْلِكُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
خَزَٓائِنَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَحْمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
رَبّ۪ٓي muzâfun ileyh olup ى üzere mukadder fetha ile mecrurdur. Muttasıl zamir ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِذًا cevap harfidir.
ل harfi لَوْ ‘in cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اَمْسَكْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. خَشْيَةَ mef’ûlun lieclih olup fetha ile mansubdur. الْاِنْفَاقِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile, “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a. Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b. Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c. Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d. Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e. Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Not: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمْسَكْتُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi مسك ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَكَانَ الْاِنْسَانُ قَتُوراً۟
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
الْاِنْسَانُ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. قَتُوراً۟ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur. قَتُوراً kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ رَبّ۪ٓي اِذاً لَاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْاِنْفَاقِۜ
İstînâf cümlesidir. Fasılla gelmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Peygamber (sav)’dir.
قُلْ emriyle başlayan ayet emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Ayetin başında قُلْ emrin bulunması mekûlu-l kavlin Allah katında bir önemi ve şanı, ciddiyeti bulunduğuna işaret eder.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan …لَوْ اَنْتُمْ تَمْلِكُونَ cümlesi, şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.
لَوْ edatının özelliği, fiilin başına gelmesidir. Çünkü bu kelime, birşey bulunmadığı için, diğer bir şeyin de olmayacağını ifade eder. İsim, zatlara; fiil ise, işlere tesirlere delalet eder. O halde yok olan zatlar değil, fiiller ve tesirlerdir. Binaenaleyh لَوْ kelimesinin, fiillere has olduğu sabit olur. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Munfasıl zamir اَنْتُمْ öncesinde takdiri تَمْلِكُونَ [Malik olursunuz.] olan fiil mahzuftur. اَنْتُمْ , mukadder fiilin failidir.
Bu takdire göre mekulü’l-kavl olan şart cümlesi müspet muzari fiil sıygasında haberî isnaddır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَمْلِكُونَ خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ رَبّ۪ٓي cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir.
Veciz ifade için gelen خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ رَبّ۪ٓي izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle mütekellim zamirinin ait olduğu Hz. Peygamber, şan ve şeref kazanmıştır. Yine Rabb ismine muzâf olması خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ için tazim ifade etmiştir.
اِذاً , cevap harfidir.
Lam-ı rabıtanın dahil olduğu لَاَمْسَكْتُمْ خَشْيَةَ الْاِنْفَاقِۜ cümlesi, لَوْ ’in cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayet-i kerimede müsned olan تَمْلِكُونَ fiili hazf olmuştur. Çünkü لَوْ sadece fiilin önüne gelir. Burada da bu hazfolan fiilin zamirinden bedel olan اَنْتُمْ zamiri buna delalet etmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
خَزَٓائِنَ رَحْمَةِ ifadesinde istiare vardır. Burada خَزَٓائِنَ (hazineler) ile kastedilen, Allah Teâlâ’nın, rızıkların ve yaratıkların menfaatlerinin bulunduğu cihetler olarak var eylediği yerlerdir. İsteme ve dileme esnasında hayır ve bereket talebi sırasında eller o cihetlere doğru kaldırılır. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)
اَمْسَكْتُمْ - قَتُوراً۟ ve رَبّ۪ٓي- رَحْمَةِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, الْاِنْفَاقِۜ - اَمْسَكْتُمْ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَكَانَ الْاِنْسَانُ قَتُوراً۟
Ayetin son cümlesi ta’lil manasında istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَتُوراً۟ nakıs fiil كَانَ ’nin haberidir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)
İsm-i fail, kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiilierin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fail Ve İşlevleri)
قَتُوراً۟ kelimesi فعول vezninde sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir..
Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَانَ الْاِنْسَانُ قَتُوراً۟ [İnsan çok nankördür] cümlesi yüz çevirmesinin illeti (sebebi) gibidir. (Beyzâvî)
قَتُوراً۟ , cimrilikte aşırılıktır. القَتْرِ ’dan türemiştir, infakta eli sıkı olmaktır. (Âşûr)
Ayetin son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir.
Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Kâfirler:[“Biz, sana katiyen inanmayız; ta ki bizim için şu yerden bir pınar akıtasın.”] (İsra Suresi, 90) deyince mallarının artması ve geçimlerinin genişlemesi için nehirlerin ve pınarların akıtılmasını istemiş oldular. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ onlara, “Allah'ın rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, cimrilikte ve kıskançlıkta devam eder, hiç kimseye faydalı olmak istemezdiniz.” dedi. Buna göre, onların istedikleri o şeyleri yerine getirmenin bir faydası yoktur. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ فَسْـَٔلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِذْ جَٓاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | andolsun |
|
2 | اتَيْنَا | biz vermiştik |
|
3 | مُوسَىٰ | Musa’ya |
|
4 | تِسْعَ | dokuz |
|
5 | ايَاتٍ | mu’cize |
|
6 | بَيِّنَاتٍ | açık açık |
|
7 | فَاسْأَلْ | sor |
|
8 | بَنِي | oğullarına |
|
9 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
10 | إِذْ | zaman |
|
11 | جَاءَهُمْ | (Musa) onlara geldiği |
|
12 | فَقَالَ | demişti |
|
13 | لَهُ | ona |
|
14 | فِرْعَوْنُ | Fir’avn |
|
15 | إِنِّي | şüphesiz ben |
|
16 | لَأَظُنُّكَ | sanıyorum ki sen |
|
17 | يَا مُوسَىٰ | Musa |
|
18 | مَسْحُورًا | büyülenmişsin |
|
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مُوسَى mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
تِسْعَ ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. اٰيَاتٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. بَيِّنَاتٍ kelimesi اٰيَاتٍ kelimesinin sıfatın olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَسْـَٔلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِذْ جَٓاءَهُمْ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri: إذا جاءك بنو إسرائيل فاسألهم عن الآيات التسع (İsrailoğulları Sana geldiği zaman dokuz ayeti sor.) şeklindedir.
سْـَٔلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
بَن۪ٓي mef’ûlun bih olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ى ’dir. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır.
اِسْرَٓائ۪لَ muzâfun ileyh olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذْ zaman zarfı, اٰتَيْنَا fiile müteallıktır.
(إِذْ) : Yanlız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a. (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b. (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c. (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d. Sükun üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَهُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُوراً
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. لَهُ car mecruru قَالَ fiiline müteallıktır.
فِرْعَوْنُ fail olup lafzen merfûdur. فِرْعَوْنُ kelimesi gayri munsarif olduğu için tenvin almaz. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l-kavl, اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ cümlesidir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ى mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اَظُنُّكَ fiili اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. اَظُنُّكَ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mecrurdur.
يَا مُوسٰى مَسْحُوراً itiraziyye cümlesidir.
يَا nida harfidir. مُوسٰى münadadır. Müfred alem olup takdir edilen damme üzere mebni mahallen mansubdur.
مَسْحُوراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَسْحُوراً kelimesi sülâsî mücerred olan سحر fiilinin ism-i mef’ûlüdür.
اٰتَيْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi اتى ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. قَدْ ve لَ ile tekid edilmiş cevap cümlesi وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسٰى تِسْعَ اٰيَاتٍ بَيِّنَاتٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) Cümlede azamet zamirine isnad sebebiye fiilin tazimi söz konusudur.
Mütekellim Allah Teâlâ’dır. Muhatap Peygamber Efendimizdir. Ayette Allah Teâlâ, Musa’ya (as) verdiği 9 ayete yemin etmiştir.
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
بَيِّنَاتٍ kelimesi, اٰيَاتٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur'an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
اٰيَاتٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
اٰيَاتٍ - اٰتَيْنَا kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Ayetlerden maksat her şeriatta bulunan genel hükümlerdir. Bunlara ayet denmesi bunları yapanın ve yapmayanın ahirette mutlu ve mutsuz olması hasebiyledir. (Beyzâvî)
Biz, Musa'ya peygamberliğine ve Allah katından getirdiklerinin doğruluğuna pek açık olarak delalet eden dokuz mucize vermiştik. Bunlar şunlardır; Asa, beyaz el, çekirge, kımıl, kurbağalar, kan, tufan, kıtlık ve ürün azlığı. (Ebüssuûd)
Hz. Musa'nın, firavun ve taraftarlarının dışında, İsrailoğullarına getirdiği birçok mucize daha vardır. Asasını taşa vurarak su fışkırtması, çölde İsrailoğullarını bulutla gölgelendirmesi, gökten üzerlerine bıldırcın eti ve kudret helvası inmesi bu mucizelerdendir. (Taberî)
Alimler, bunlardan yedisi üzerinde ittifak etmişlerdir. Bunlar asa-i Musa, yed-i beyzâ, tufan, çekirge istilası, bit istilası, gökten kurbağa yağması ve suların kana dönüşmesi. Geriye iki tanesi kalır. Her müfessirin, bu iki mucize ile ilgili değişik
görüşleri vardır. (Fahreddin er-Râzî)
فَسْـَٔلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اِذْ جَٓاءَهُمْ فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُوراً
فَ rabıtadır. Bu cümleden önce mahzuf bir şart olduğunun işaretidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan فَسْـَٔلْ بَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır.
Takdiri, …إذا جاءك بنو إسرائيل [İsrailoğulları sana geldiği zaman…]’dir. Mahzuf şart ve mezkur cevabından oluşan, şart üslubunda talebî inşâî isnad olan terkip, itiraziyyedir. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اِذْ zaman zarfı ayetin başındaki اٰتَيْنَا fiiline müteallıktır.
Muzâfun ileyh olan جَٓاءَهُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. …فَقَالَ لَهُ فِرْعَوْنُ اِنّ۪ي cümlesi aynı üslupta gelerek جَٓاءَهُمْ cümlesine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan …اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ cümlesi, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan لَاَظُنُّكَ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümleye dahil olan tekid lamı diye isimlendirilen bu edatın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ’nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur'an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)
يَا مُوسٰى مَسْحُوراً itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâğatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”In Kullanımı)
Mef’ûl olan مَسْحُوراً ’daki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.
اَظُنُّكَ hem zannetmek, hem kesin bilmek olmak üzere iki zıt anlama gelen bir fiildir. Burada kesin bilmek anlamındadır.
Musa kelimesinin tekrarı ayette konuyla ilgili olması bakımından dikkati onun üzerine çekmek ve onu teşrif için olabilir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُوراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | (Musa) dedi ki |
|
2 | لَقَدْ | andolsun |
|
3 | عَلِمْتَ | sen biliyorsun ki |
|
4 | مَا |
|
|
5 | أَنْزَلَ | indirmez |
|
6 | هَٰؤُلَاءِ | bunları |
|
7 | إِلَّا | başkası |
|
8 | رَبُّ | Rabbinden |
|
9 | السَّمَاوَاتِ | göklerin |
|
10 | وَالْأَرْضِ | ve yerin |
|
11 | بَصَائِرَ | kanıtlar olarak |
|
12 | وَإِنِّي | şüphesiz ben de |
|
13 | لَأَظُنُّكَ | seni görüyorum |
|
14 | يَا فِرْعَوْنُ | Fir’avn |
|
15 | مَثْبُورًا | mahvolmuş |
|
قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli mukadder kasemin cevabı olan لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ ’dır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
عَلِمْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
İsm-i işaret هٰٓؤُ۬لَٓاءِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. رَبُّ fail olup lafzen merfûdur. السَّمٰوَاتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِ atıf harfi و ’la السَّمٰوَاتِ ’ye matuftur. بَصَٓائِرَ hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْزَلَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi نزل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُوراً
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ى mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. اَظُنُّكَ fiili اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. اَظُنُّكَ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mecrurdur.
يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُوراً itiraziyye cümlesidir. يَا nida harfidir. فِرْعَوْنُ münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.
مَثْبُوراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَثْبُوراً kelimesi sülâsî mücerred olan ثبر fiilinin ism-i mef’ûludur.قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ بَصَٓائِرَۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Mütekellim Hz. Musa, muhatap Firavundur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mahzuf kasemin cevabı, قَدْ ve لَ ile tekid edilmiş …لَقَدْ عَلِمْتَ مَٓا اَنْزَلَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Aynı zamanda قَالَ fiilinin mekulü’l-kavlidir.
Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan مَٓا اَنْزَلَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ اِلَّا رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ cümlesi عَلِمْتَ fiilinin mef’ûlü yerindedir.
Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Kasr, fiille fail arasındadır. اَنْزَلَ maksûr/sıfat, رَبُّ maks’ûrun aleyh/mevsuftur.
İnkâr ve vehim içinde olan Firavuna karşı Musa (as), bu mucizeleri Rabbinden başkasının getiremeyeceği hususunu ما nefy harfi ve إلا hasr edatıyla oluşan kasr üslubuyla belirtmiştir.
Mef’ûl konumundaki işaret ismi هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ile Allah’ın indirdiği ayetlere işaret edilmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)
Veciz anlatım kastıyla gelen رَبُّ السَّمٰوَاتِ izafetinde السَّمٰوَاتِ ’nin Rabb ismine muzâfun ileyh olması, onun tazimine işaret eder.
بَصَٓائِرَۚ haldir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.
Ayetteki بَصَٓائِرَۚ “apaçık hüccetler olarak” demektir. Bunlar sanki, akılların basiretleri (gözleri)dir. Bu hususta sözün özü şudur: Mucize, âdetin (alışılmışın) üstünde olan bir iş olup bunu yapan kimse, bunu iddia ettiği şeyin tasdik edilmesi için yapar. Hz. Musa’nın (as) mucizeleri, her iki özelliği de taşır. Çünkü onlar da harikulade işlerdir. Akıl açıkça bir değneğin büyük bir yılana dönüşmesine, sonra da sihirbazların onca ip ve değneklerini yutmasına, daha sonrada eski haline gelip bir sopa olmasına ancak Allah'ın kādir olacağına şehadet eder. Binaenaleyh böylesi fiilleri ancak Allah Teâlâ yapar. Denizin ikiye ayrılması, dağın onların tepesine kaldırılıp bir şemsiye gibi tutulmasında söylenecek söz de aynıdır. Binaenaleyh bütün bunları göklerin ve yerin Rabbinin indirdiği (yaptığı) sabit olur.
Mucizelerin ikinci özelliği de Allah Teâlâ'nın bunları, Hz. Musa’nın peygamberliğinin doğru olduğunu göstersin diye yaratmış olmasıdır. Ayetteki, “Andolsun ki bunları göklerin ve yerin Rabbinden başkasının indirmediğini biliyorsun.” cümlesi ile kastedilen budur. Bunlar birer basiret yani Hz. Musa'nın doğruyu söylediğine delil olan şey olarak indirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu kelamda Hz. Musa, firavunun zannına karşı kendi zannını beyan etmiştir. Ama iki zan arasında çok fark vardır. Nasıl olmasın ki, Firavunun zannı apaçık bir bühtandır; Hz Musa'nın zannı ise kesin olanı talim etmektir. (Ebüssuûd)
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nâzîr sanatları vardır.
وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُوراً
Cümle وَ ’la mekulü’l-kavle atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi olan لَاَظُنُّكَ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümleye dahil olan tekid lamı diye isimlendirilen bu edatın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ’nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Kur'an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2017/3)
يَا فِرْعَوْنُ itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itirâziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Sevinç Resul, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayette hal konumundaki مَثْبُوراً [helak olmuş] demektir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tnâb sanatıdır.
مَثْبُوراً Helak olmak, yok olmak, demektir. İnsanın, gelen bir musibet esnasında, veyl ve sübûr kelimelerini diline dolaması, yaygın bir iştir. Nitekim Cenab-ı Hak, “Onlar orada, ey helak (sübûr) diye bağırırlar. Onlara denir ki: Bugün bir kere helak (sübûr) çağırmayın, birçok helak çağırın.” (Furkan Suresi, 13-14) buyurmuştur. Bil ki Firavun, Musa'yı meshûr (büyülenmiş) olarak niteleyince Hz. Musa (as) da “Sen de mesbûrsun” yani “Bu mucizeler, ayetler çok net, açık ve kesindir. Onların Allah katından olduğu ve Allah'ın onları, beni peygamberlik iddiamda doğrulamam için indirdiğine hiçbir akıllı şüphe etmez. Sen ise bunları kabul etmiyorsun. Binaenaleyh seni bu inkâra sürükleyen, hasedin, inadın, zulmün, cahilliğin ve dünya sevgindir. Böyle olan herkesin akıbeti ise helak ve yokluktur.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
مَثْبُوراً (Helak olmuş) - مَسْحُوراً (Büyülenmiş) (101. ayet) kelimeleri arasında cinâs-ı nâkıs vardır. Zira bazı harfler değişmiştir. (Safvetü’t Tefasir)
اِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا مُوسٰى مَسْحُوراً (Ey Musa! Seni büyülenmiş bir kimse olarak görüyorum.) sözüne karşılık Musa’nın (as), وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّكَ يَا فِرْعَوْنُ مَثْبُوراً (Ey Firavun! Ben de senin helak olmuş bir kimse olduğuna inanıyorum.) (101.ayet) sözü arasında güzel mukabele sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)
Bu cümleler arasında ayrıca reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.فَاَرَادَ اَنْ يَسْتَفِزَّهُمْ مِنَ الْاَرْضِ فَاَغْرَقْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ جَم۪يعاًۙ
فَاَرَادَ اَنْ يَسْتَفِزَّهُمْ مِنَ الْاَرْضِ فَاَغْرَقْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ جَم۪يعاًۙ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَادَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
أَنْ ve masdar-ı müevvel, اَرَادَ fiilinin mef’ûlun bihi olup mahallen mansubdur.
يَسْتَفِزَّ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنَ الْاَرْضِ car mecruru يَسْتَفِزَّ fiiline müteallıktır.
فَ atıf harfidir. اَغْرَقْنَاهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. مَنْ müşterek ismi mevsûl, اَغْرَقْنَاهُ ’deki mef’ûlun bihine matuf olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası mahzuftur.
مَعَ mekân zarfı, ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَم۪يعاً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harfi cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَادَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi رود ’dir.
اَغْرَقْنَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi غرق ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
يَسْتَفِزَّ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi فزز ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
فَاَرَادَ اَنْ يَسْتَفِزَّهُمْ مِنَ الْاَرْضِ
Cümle فَ ile önceki ayetteki …قَالَ cümlesine atfedilmiştir. Mütekellim Allah Teâlâ’dır.
Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَرَادَ fiilinin mef’ûlü konumundaki masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَسْتَفِزَّهُمْ مِنَ الْاَرْضِ cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِنَ الْاَرْضِ [O yerden] ile Mısır toprağı kastedilmiştir. Zeccac, ayetteki استفزاز fiili ile “Onların, İsrailoğullarını öldürmek veya sürgün etmek suretiyle çıkarmak istemeleri” manasının kastedilmiş olması uzak bir ihtimal değildir, demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
فَاَغْرَقْنَاهُ وَمَنْ مَعَهُ جَم۪يعاًۙ
Ayetin ikinci cümlesi, فَ ile makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleler arasında manen ve lafzen ittifak mevcuttur.
Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Mansub mahalde, اَغْرَقْنَاهُ fiilinin mef’ûlüne matuf olan müşterek ism-i mevsûl مَنْ’in sılası mahzuftur. مَعَهُ mahzuf sılaya matuftur. Sıla cümlesinin hazfi icaz-ı hazif sanatıdır.
جَم۪يعاًۙ, haldir. Hâl, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden itnâb sanatıdır.وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِه۪ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اسْكُنُوا الْاَرْضَ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَف۪يفاًۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقُلْنَا | ve dedik |
|
2 | مِنْ |
|
|
3 | بَعْدِهِ | onun ardından |
|
4 | لِبَنِي | oğullarına |
|
5 | إِسْرَائِيلَ | İsrail |
|
6 | اسْكُنُوا | oturun |
|
7 | الْأَرْضَ | o ülkede |
|
8 | فَإِذَا |
|
|
9 | جَاءَ | gelince |
|
10 | وَعْدُ | zamanı |
|
11 | الْاخِرَةِ | ahiret |
|
12 | جِئْنَا | getireceğiz |
|
13 | بِكُمْ | hepinizi |
|
14 | لَفِيفًا | bir araya |
|
وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِه۪ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اسْكُنُوا الْاَرْضَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ بَعْدِه۪ car mecruru قُلْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِبَن۪ٓي car mecruru قُلْنَا fiiline müteallıktır. اِسْرَٓائ۪لَ muzâfun ileyh olup cer alameti fethadır. اِسْرَٓائ۪لَ muzâfun ileyh olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l-kavli اسْكُنُوا ’dur. قُلْنَا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اسْكُنُوا damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَف۪يفاًۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzâri fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum Muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ sükun üzere mebni mazi fiildir. وَعْدُ fail olup lafzen merfûdur. الْاٰخِرَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ karinesi olmadan gelen جِئْنَا بِكُمْ لَف۪يفاً cümlesi şartın cevabıdır.
جِئْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِكُمْ car mecruru جِئْنَا fiiline müteallıktır. لَف۪يفاً kelimesi بِكُمْ ’deki zamirin hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقُلْنَا مِنْ بَعْدِه۪ لِبَن۪ٓي اِسْرَٓائ۪لَ اسْكُنُوا الْاَرْضَ
Ayetin ilk cümlesi فَاَغْرَقْنَاهُ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.
Ayetin mütekellimi Allah Teâlâ, muhatabı İsrail oğullarıdır.
قُلْنَا fiilinin mekulü’l-kavli olan اسْكُنُوا الْاَرْضَ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Firavun, sırf Mısır kendisine kalsın diye, Musa ve adamlarını oradan sürüp çıkarmak istedi. Ama Allah Teâlâ, Firavunu boğup öldürdü ve Mısır krallığını Musa ile kavmine verdi. İsrailoğullarına “O yerde siz oturun.” yani “Bu yer, düşmanınızdan temizlenmiş olarak artık size aittir.” buyurdu. (Fahreddin er-Râzî)
فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَف۪يفاًۜ
فَ atıf harfidir. اِذَا ; şart fiilinin gerçekleşme ihtimalinin kuvvetli olduğunu ifade eden şart edatıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
Şart cümlesi olan جَٓاءَ وَعْدُ الْاٰخِرَةِ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi جِئْنَا بِكُمْ لَف۪يفاًۜ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiiller mazi sıygada gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)
لَف۪يفاً kelimesi, بِكُمْ ’deki zamirden haldir. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Geldi manasındaki جَٓاءَ fiili, بِ harfiyle kullanıldığında getirdi manasına gelir. Fiillerin harflerle yeni mana kazanması tazmin sanatıdır.
جِئْنَا - جَٓاءَ fiilleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَف۪يفاً, kıymetli-kıymetsiz, itaatkâr-asi, kuvvetli-zayıf gibi, karışık kimselerden meydana gelmiş büyük bir topluluk demektir. Bir şeyi diğer bir şeye kattığında, onları leffetmiş/iliştirmiş olursun.Yine “Orduları bi araya getirdim.” denilmesi de böyledir. Cenab-ı Hakk'ın, [“Bacaklar birbirine dolandığında”] (Kıyame Suresi, 29) ayeti de bu manadadır. Bu, “Biz sizi kabirlerinizden karışık yani Müslüman, kâfir, itaatkâr, fasık bütün insanları birbirine karışmış olarak mahşere getirip toplarız.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)Kendisinden daha zengin olana baktı. Neden daha çok yardımda bulunmuyor diye sordu. Daha çok param olsaydı, daha çok yardım ederdim diye düşündü. Sabah uyandığında baktı ki, artık o zenginliğe sahipti. Elini cebine atınca, önüne gelirleriyle giderlerini getirdiler.
Meğer zenginliğiyle berabar hayat standartları da yükselmiş. Daha şık giyinmeye ve daha lüks yaşamaya başlamış. Düşünmüş taşınmış. Eskiden gelirine göre ne kadar yardım ediyorduysa, yine o oranda vermeye devam etmiş.
Verdiklerinin kıymeti bilinsin, biraz da minnet gösterilsin istemiş. Sonuçta verdiği miktar az değilmiş. Öyle herkese de vermek istememiş, hakkedenleri belirlemiş. Sonuçta onun da kriterleri varmış. Fakat sanki nefsinin sesi daha baskınmış.
Kendisinden daha zengin olana baktı. Sonra kendisine. Önce kendi kafa yapısını değiştirmeye karar verdi. Zira kendisinden başkasını değiştirme gücü yoktu. Anladı ki, başkaları hakkında konuşmak oldukça kolaydı ve aslında faydasızdı.
Ey rahmet hazineleri sonsuz olan Allahım! Gösteremediğimiz merhameti ve hoşgörüyü, başkalarından bekleme bahanesiyle, onların işlerini konuşmaktan Sana sığınırız. Şüphesiz ki, o merhamete ve hoşgörüye sahip kalp, ancak kendi halini ve amellerini güzelleştirmeye odaklıdır. Kalbimizi merhametle ve hoşgörüyle doldur, gözümüzü doyur ve gönlümüzü zenginleştir. Allahım! Bizi; Sana kul olanlardan, infak edenlerden, gördüklerinden ders çıkaranlardan, başkalarındansa kendisine bakanlardan, hatalarını düzeltenlerden, doğrularını çoğaltanlardan ve Sana yaklaşmak umuduyla, kendisini Senin rızana uygun şekilde değiştirenlerden eyle.
Amin.
***
Uyum sağlamak; kimi zaman sıkılmaya sebep olsa da genel itibariyle yeryüzünün nimetlerindendir çünkü zorlukları kolaylaştıran ve ciddi sıkıntıların ardından hayata devam ettiren bir destek halidir. Bu değişim süreci, unutmak ya da umursamamak anlamına gelmemektedir. Yaşanan zorlukları farklı açılardan ele alarak ve açığa çıkan şiddetli duygu ve düşüncelerin başa çıkılır olduğunu öğrenerek zamanla hayatın içindeki diğer güzellikleri tekrar görebilmektir.
Cennet ve cehennem hayatlarının anlatıldığı ayetlere bakıldığı zaman ise orada uyum sağlamak gibi bir şey olmadığı hissi uyanıyor. Sanki cennette hep olumlu, cehennemde ise olumsuz duygular diri tutuluyor. Birinde huzur, diğerinde acı hiç etkisini yitirmiyor. Bu tam olarak akıl alır bir mesele olmadığı için cennet ve cehennem hayatları daha basit algılanıyor. Ancak şöyle düşünülebilir; sadece cehennemden yeterince korkmaya odaklanmak değil, Allah’ın mümin kulları için yarattığı cenneti isteyip kalpler heyecanla doldurulabilir.
Bununla birlikte dünyanın cennet olmadığı hatırlandığında zorluklarda bocalayan hallere şefkatle yaklaşılır. Önemli olan, o anın içerisinde Allah’ın rızasını gözetme niyetine bürünebilmek ve dua ile beklemektir. İnsan nefsi acelecidir ve her şeye hemen uyum sağlamak ister çünkü kendisini zorlayan ve çaba isteyen değişimler sancılıdır. Bu nefis ile kalbin mücadelesidir. Nefsani vesveselere kapıldığını farkettiğin anda umutsuzluğa kapılmak yerine şükür ve istiğfar ile Allah’a sığınmalıdır. Zira Allah her hali bilen, affetmeyi seven ve yardımı yakın olandır.
Ey Allahım! Benliklerimizi; Senin rızanı kazanmak, kurtuluşa ermek ve cennet nimetlerine kavuşmak heyecanı ile doldur. Cehennemi bizden uzaklaştır, cennetini bize yakınlaştır. Hallerimizi dünyayla ve dünyalıklarla alakalı olan vesveselerden arındır. Sana itaat ve taatten uzaklaştıran her türlü faydasız duygu ve düşünceden arındır. Farklı imtihanlardan geçen ve zorlanan her kulunun yar ve yardımcısı, yol göstericisi ol. Üzerimize, cennet rüzgarlarını anımsatan rahmet kapılarını aç. Bizi afiyet ile Seninle ve bizi Sana ulaştıracak salih amellerle meşgul eyle. İki cihanda da iyilik ve afiyet verdiğin salih kulların arasına kat.
Amin.