وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ ف۪ي فَجْوَةٍ مِنْهُۜ ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَتَرَى | ve görürsün |
|
2 | الشَّمْسَ | güneşi |
|
3 | إِذَا | zaman |
|
4 | طَلَعَتْ | doğduğu |
|
5 | تَزَاوَرُ | eğiliyor |
|
6 | عَنْ |
|
|
7 | كَهْفِهِمْ | mağaralarından |
|
8 | ذَاتَ |
|
|
9 | الْيَمِينِ | sağa doğru |
|
10 | وَإِذَا | ve zaman |
|
11 | غَرَبَتْ | battığı |
|
12 | تَقْرِضُهُمْ | onları makaslayıp geçiyor |
|
13 | ذَاتَ |
|
|
14 | الشِّمَالِ | sola doğru |
|
15 | وَهُمْ | ve onlar |
|
16 | فِي | içindedirler |
|
17 | فَجْوَةٍ | bir dehlizin |
|
18 | مِنْهُ | onun (mağaranın) |
|
19 | ذَٰلِكَ | bu (durum) |
|
20 | مِنْ |
|
|
21 | ايَاتِ | ayetlerindendir |
|
22 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
23 | مَنْ | kime |
|
24 | يَهْدِ | hidayet verirse |
|
25 | اللَّهُ | Allah |
|
26 | فَهُوَ | o |
|
27 | الْمُهْتَدِ | yolu bulmuştur |
|
28 | وَمَنْ | ve kimi de |
|
29 | يُضْلِلْ | sapıklıkta bırakırsa |
|
30 | فَلَنْ | artık |
|
31 | تَجِدَ | bulamazsın |
|
32 | لَهُ | onun için |
|
33 | وَلِيًّا | bir dost |
|
34 | مُرْشِدًا | yol gösteren |
|
Vezera زور : زَوْرٌ göğüs demektir. زَوَرٌ ise göğüs üstündeki meyil, eğrilik veya çarpıklıktır. Yalana زُورٌ denmiştir. Bunun nedeni yönelmesi gereken cihetinden veya amacından başka bir yöne, tarafa meyletmiş olmasıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ziyaret, mezar, müzevir, ve zor (Farsça'dan)dur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. تَرَى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
الشَّمْسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
طَلَعَتْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
طَلَعَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
تَزَاوَرُ cümlesi تَرَى ’deki failinden hali olarak mahallen mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَزَاوَرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir.
عَنْ كَهْفِهِمْ car mecruru تَزَاوَرُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ذَاتَ mekân zarfı, تَزَاوَرُ fiiline müteallıktır. الْيَم۪ينِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. تَزَاوَرُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ babındadır. Sülâsîsi زور ’dir.
Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhur (görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak, aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar.
وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ ف۪ي فَجْوَةٍ مِنْهُۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. وَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
غَرَبَتْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. غَرَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
تَقْرِضُهُمْ cümlesi تَرَى ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur. تَقْرِضُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
ذَاتَ mekân zarfı, تَقْرِضُهُمْ fiiline müteallıktır. الشِّمَالِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي فَجْوَةٍ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. مِنْهُ car mecruru فَجْوَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. ذٰ işaret ismi, sükun üzere mebni,mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
مِنْ اٰيَاتِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَهْدِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda mahallen merfûdur. الْمُهْتَدِ haber olup tahfif için mahzuf olan ى üzere mukadder damme ile merfûdur.
الْمُهْتَدِ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُضْلِلْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
تَجِدَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
لَهُ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe müteallıktır.
وَلِياًّ kelimesi تَجِدَ fiilinin birinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. مُرْشِداً kelimesi وَلِياًّ ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
HAKİKİ SIFAT
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. MÜFRED OLAN SIFATLAR
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُضْلِلْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İf’al babındadır. Sülâsîsi ضلل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
مُرْشِداً۟ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَتَرَى الشَّمْسَ اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ وَهُمْ ف۪ي فَجْوَةٍ مِنْهُۜ
وَ istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Şart manalı zaman zarfı اِذَا bu cümlede şarttan mücerret olabilir. Müspet mazi fiil sıygasındaki طَلَعَتْ cümlesine muzâf olmuştur. Müteallakı تَرَى fiilidir.
تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ cümlesi تَرَى fiilinin failinden haldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ cümlesi, tezat nedeniyle …اِذَا طَلَعَتْ تَزَاوَرُ cümlesine atfedilmiştir.
Müfessirler tarafından, اِذَا ’nın şart anlamı olduğu da söylenmiştir. O takdirde تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ cümlesi cevap ve اِذَا ’nın müteallakı olur.
Güneşi görürsün ifadesinde hitap Resulullah’a veya herkesedir. (Beyzâvî)
الشِّمَالِ - الْيَم۪ينِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
Cenab-ı Hak, “Ey muhatap, sen doğduğu zaman güneşi, onların mağaralarından saptığını (uğramadığını) görürsün.” demiştir. Bununla “Bu ifadenin kendisine yöneltildiği kimse bunu görür.” manası kastedilmemiştir. Fakat hitaplarda bu tarzı kullanmak âdet olup bu, “Eğer sen onu görseydin, böyle görürdün.” demektir. Ayetteki, ذَاتَ الْيَم۪ينِ deyimi [sağ tarafa] demektir. ذَاتَ , aslında mevsufun yerine geçmiş bir sıfattır. Çünkü bu kelime, Arapların (Mal sahibi adam ve kadın) şeklindeki sözlerindeki ذو ’nun müennesidir. Buna göre ifadenin takdiri “taraf yönüne” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
تَزَاوَرُ الشَّمْسَ ve تَقْرِضُ الشَّمْسَ ifadelerinde istiare vardır. Birincisi, Allah Teâlâ’nın güneş hakkındaki تَزَاوَرُ عَنْ كَهْفِهِمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ [Mağaralarının sağ tarafına meyleder.] sözüdür. Çünkü تَزَاوَرُ kelimesinin asıl anlamı meyletmektir. Bu تَزَاوَرُ , göğüs manasındaki زور ‘den alınmıştır. Buna göre sanki Yüce Allah, (yönünü bir şeyden (başka tarafa) çeviren kişinin göğsü ve yüzüyle dönmesi gibi güneş de o yerden (sağ tarafa) meyleder) buyurmuştur. Bu ifadeyle söz konusu mağaranın doğu ve batı cihetlerinden konumunu; ayrıca güneş doğarken ışıkların mağarayı kaplamadığını, batarken de mağaraya düşen renginin solmadığını açıklamış olur.
Diğer istiare ise وَاِذَا غَرَبَتْ تَقْرِضُهُمْ ذَاتَ الشِّمَالِ [Batarken de sol taraftan (onlara isabet etmeden) makaslayıp geçer.] ifadesidir. Bu konuda iki yorum vardır. Birincisi: güneşin onları sol cihetten (makas açısıyla) kesmesi yani ışık huzmelerini onlardan meylettirerek kendilerini geçmesidir. İkinci yoruma göre ise anlam şöyledir: Güneş onlara uğradığı zaman kendilerine az ışık verir, onlardan ayrılırken de o ışığı geri alır. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)
طَلَعَتْ (Doğdu) - غَرَبَتْ (Battı) ve يَهْدِ (Doğru yola iletir) - يُضْلِلْ (Saptırır) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcâb sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)
تَزَاوَرُ , meyletmek, dönmek demektir. Nitekim, “O şeye meyletti.” manasında, زاره denilir. زور (yalan) da doğrudan sapma ve meyletmedir. (Fahreddin er-Râzî)
فَجْوَةٍ geniş yer demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Burada, Ashab-ı Kehfin o mağaraya sığındıktan sonraki halleri beyan edilmektedir. Bunun sarahatle zikredilmemesi, buna ihtiyaç olmadığını bildirmek içindir.
Onlar mağaranın genişçe bir yerinde oldukları için kudret elinin müdahalesi olmasa da onlara isabet ederdi. (Ebüssuûd)
ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak gelen cümle, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede مِنْ اٰيَاتِ ’nin müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. ذٰلِكَ mübtedadır.
Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuş ve tazim ifade etmiştir. İşaret ismi işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder.
İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 119)
İşaret isminde istiare vardır. Ayette, Ashab-ı Kehf’in haberlerine işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)
Veciz ifade kastıyla gelen اٰيَاتِ اللّٰهِۜ izafetinde, ayetlerin lafza-i celâle muzaf olması, bu ayetlerin bütün kemal vasıflara sahip olduğu ve her türlü noksanlıktan uzak olduğu manasını kazandırır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Bu cümle itiraziyyedir. (Âşûr)
Allah Teâlâ sonra, ذٰلِكَ مِنْ اٰيَاتِ اللّٰهِۜ [Bu, Allah'ın ayetlerindendir.] buyurmuştur. “Allah'ın bu uzun müddet içinde onları o mağarada muhafaza edişi, O'nun yüce kudretine ve güzel hikmetine delalet eden ayetlerdendir.” (Fahreddin er-Râzî)
مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
مَنْ şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ , sübut ifade eden isim cümlesidir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَهْدِ اللّٰهُ cümlesi مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Burada zamir makamında müsnedün ileyh olarak ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek, mehabeti ve muhabbeti artırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi هُوَ الْمُهْتَد۪يۚ , sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الْمُهْتَد۪ [Hidayete eren kimse] kelimesinin tekil olması, hidayet yolunun bir, dalalet yollarının ise çok olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd, Araf Suresi 178)
يَهْدِ - الْمُهْتَدِۚ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَنْ , ذَاتَ , اِذَا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ Sözünden murad, onların matluba isabet etmeleriyle ve umdukları geniş rahmet ve kolaylığın gerçekleştirildiğini haber vermekle onları övmek ve kendilerine şahitlik etmektir. Yahut bu gibi ayetlerin çok olduklarına, fakat ancak Allah’ın ibret almak için muvaffak kıldığı kimselerin bunlardan faydalandıklarına dikkat çekmektir. (Ebüssuûd)
وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟
Cümle وَ ’la önceki ayetteki …مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِ cümlesine atfedilmiştir.
Şart üslubunda haberî isnaddır. Atıf sebebi tezattır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Şart cümlesi olan مَنْ يُضْلِلْ , sübut ifade eden isim cümlesidir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يُضْلِلْ cümlesi, مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَ karinesiyle gelen فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟ şeklindeki cevap cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. لَنْ tekid ifade eder.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber talebî kelamdır.
وَلِياًّ ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Menfî siyakta nekre umuma işarettir.
مُرْشِداً۟ kelimesi وَلِياًّ için sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
وَمَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَدِۚ cümlesiyle وَمَنْ يُضْلِلْ فَلَنْ تَجِدَ لَهُ وَلِياًّ مُرْشِداً۟ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَلِياًّ - مُرْشِداً۟ - الْمُهْتَدِۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,
يَهْدِ [Hidayete erdirirse] - يُضْلِلْ [Saptırırsa] kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)