Kehf Sûresi 18. Ayet

وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً وَهُمْ رُقُودٌۗ وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِۜ لَوِ اطَّـلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً  ...

Uykuda oldukları hâlde, sen onları uyanık sanırsın. Biz onları sağa sola çeviriyorduk. Köpekleri de mağaranın girişinde iki kolunu uzatmış (yatmakta idi.) Onları görseydin, mutlaka onlardan yüz çevirip kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَحْسَبُهُمْ sen onları sanırsın ح س ب
2 أَيْقَاظًا uyanıklar ي ق ظ
3 وَهُمْ onlar
4 رُقُودٌ uyudukları halde ر ق د
5 وَنُقَلِّبُهُمْ ve onları (uykuda) çeviririz ق ل ب
6 ذَاتَ
7 الْيَمِينِ sağlarına ي م ن
8 وَذَاتَ ve
9 الشِّمَالِ sollarına ش م ل
10 وَكَلْبُهُمْ ve köpekleri de ك ل ب
11 بَاسِطٌ uzatmış vaziyettedir ب س ط
12 ذِرَاعَيْهِ ön ayaklarını ذ ر ع
13 بِالْوَصِيدِ girişte و ص د
14 لَوِ eğer
15 اطَّلَعْتَ görseydin ط ل ع
16 عَلَيْهِمْ onların durumunu
17 لَوَلَّيْتَ mutlaka dönüp و ل ي
18 مِنْهُمْ onlardan
19 فِرَارًا kaçardın ف ر ر
20 وَلَمُلِئْتَ ve içine dolardı م ل ا
21 مِنْهُمْ onlardan
22 رُعْبًا korku ر ع ب
 
Yerleşim alanlarından uzak bir yerde karanlık bir mağarada birkaç genç insan derin bir uykuya dalmışlar, fakat uyanık gibi görünmektedirler. Köpekleri de mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatmış yatmakta ve sanki onları korumaktadır. Belki de köpeği, kendilerini vahşi hayvanlara karşı koruması için yanlarına almışlardı. Saç ve sakallarının uzaması gibi bazı fiziksel değişiklikler, dışarıdan bakanları korkutacak bir manzara oluşturmuş, uzun uykuları müddetince bedenlerinin zarar görmemesi için Allah tarafından sağa sola döndürülmüşlerdir.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 542
 

Yeqaza يقظ  :  Kur'an-ı Mecid'de رُقُودٌ sözcüğünün mukabili olarak kullanılan يَقِظٌ kelimesinin çoğulu أيْقاظٌ 'dır. Kelimenin temeldeki manası uyanıklık, tetikte olmak, idrakı açık ve hareket halinde olmaktır. Bu da bedenen ve fikren istikrar ve istirahat demek olan رُقُودٌ un zıddıdır. (Tahqiq)

Kuran’ı Kerim’de sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri yakaza, teyakkuz, müteyakkız ve ikazdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً وَهُمْ رُقُودٌۗ 

 

Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَحْسَبُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَيْقَاظاً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. وَ  haliyyedir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

رُقُودٌ  haber olup lafzen merfûdur.  


 وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  نُقَلِّبُهُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.

Muttasıl zamir  هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ذَاتَ  mekân zarfı,  نُقَلِّبُهُمْ  fiiline müteallıktır. الْيَم۪ينِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. ذَاتَ الشِّمَالِ  atıf harfi و ’la  makabline matuftur.

نُقَلِّبُهُمْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفاعَلَ  babındadır. Sülâsîsi  قلب dir.

Bu bab fiile müşareket (ortaklık/işteşlik), tekellüf ve tezâhur (görünmek ve zorlanmak), tedrîc (bir işin aşamalı olarak aralıklarla ve yavaş yavaş meydana gelmesi), mutavaat fâale (mufaale babına ait bir fıilin dönüşlülüğü için kullanılması) ve mücerred mana (türemiş olduğu mücerred fiille aynı anlamda kullanılması) anlamları katar. 


وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  كَلْبُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur.  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَاسِطٌ  haber olup lafzen merfûdur.

ذِرَاعَيْهِ  ism-i fail olan  بَاسِطٌ ’un mef’ûlun bihi olup müsenna olduğu için  ي  ile mansubdur. İzafetten dolayı  ن  harfi hazf edilmiştir. Aynı zamanda muzâftır. 

Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِالْوَص۪يدِ  car mecruru  بَاسِطٌ  kelimesine müteallıktır.

بَاسِطٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  بسط  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  لَوِ اطَّـلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً

 

لَوْ   gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. 

اطَّـلَعْتَ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  اطَّـلَعْتَ  fiiline müteallıktır.

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıta harfidir.

وَلَّيْتَ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  وَلَّيْتَ  fiiline müteallıktır.

فِرَاراً  mef’ûlu mutlak naibi olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir. لَ  harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıta harfidir. 

مُلِئْتَ  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  مُلِئْتَ  fiiline müteallıktır.  رُعْباً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً وَهُمْ رُقُودٌۗ 

 

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Peygamber (sav) veya herkestir.

Cümle  وَ ’la önceki ayetteki …وَتَرَى الشَّمْسَ  cümlesine atfedilmiştir.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. İki mef’ûle müteaddi olan  تَحْسَبُهُمْ  fiilinin ikinci mef’ûlu olan  اَيْقَاظاً ’deki tenvin nev ifade eder.

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَهُمْ رُقُودٌ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden itnâb sanatıdır.

اَيْقَاظاً  ile  رُقُودٌۗ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً  cümlesi ile  وَهُمْ رُقُودٌۗ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Ayetteki  رُقُودٌۗ , masdar olup ism-i mef'ul مرقُودٌۗ  manasınadır. Nitekim “Rükû eden, oturan ve secde eden topluluk” denir.  رُقُودٌۗ  kelimesinin,  راقد in cemisi olduğunu söyleyenler yanılmışlardır. Çünkü  فاعل  veznindeki kelime,  ففُعول  vezni üzere cemi olmaz. (Fahreddin er-Râzî) Mef’ûliyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

Burada zikredilen “Onlar uykuda oldukları halde” ifadesi, daha önce kulaklarına perde vurulmasının zikrine dayanılarak zikredilmeyen hususun izahıdır. (Ebüssuûd)

تَحْسَبُهم  fiilinin muzari olarak gelmesi bunun uzun süre tekrarlandığına delalet içindir. (Âşûr)


 وَنُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ 

 

Cümle  وَ ’la önceki ayetteki …وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

نُقَلِّبُهُمْ  fiili, azamet zamirine isnad edilerek tazim edilmiştir.

الشِّمَالِۗ - الْيَم۪ينِ  kelimeleri arasında mürâât-ı  nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

Ayetteki, ذَاتَ  lafzı, zarf olarak mansubdur. Çünkü bunun manası, “Biz onları sağ tarafta veya sağ taraf üzerine çeviriyorduk.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

التَّقْلِيبُ ; bir şeyi içini dışına çevirmektir. Muzari olarak gelmesi zamana bağlı olarak teceddüdünü ifade içindir. Bu teceddüdün ayetin nüzulü sırasında olması gerekmez. (Âşûr)


 وَكَلْبُهُمْ بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ بِالْوَص۪يدِۜ

 

Cümle  وَتَحْسَبُهُمْ اَيْقَاظاً  cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedi  بَاسِطٌ , ism-i fail kalıbında gelmiştir. Haberin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsufa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)  

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ذِرَاعَيْهِ  izafeti  بَاسِطٌ ’un mef’ûlüdür.  بَاسِطٌ ’un ism-i fail kalıbında olması, mef’ûl almasını mümkün kılmıştır. 

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiilierin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan, Arapçada İsm-İ Fâil Ve İşlevleri, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10, (2007) s. 55-90)

Bu ayetteki  بَاسِطٌ  kelimesi isim halinde gelen bir müsneddir ve süreklilik ifade eder. Yani ayakları uzanmış bir haldeki yatma eylemindeki devamlılığı göstermektedir. Eğer bu  يَبْسُطُ  şeklinde fiil olarak gelseydi süreklilik manası kaybolacak ve köpeğin uzanma eylemini tekrarlama anlamı ortaya çıkacaktı ki bu, köpeğin bu fiili açısından uygun olmayacaktı. Yani köpek ayaklarını bir uzatıp bir çekip sonra tekrar uzatıp yatması anlamı olacaktı ve köpek bunu sürekli tekrar eder bir vaziyette olacaktı ki bu garip bir durumu ortaya çıkaracaktı. Bu nedenle köpeğin içinde bulunduğu durumu bildirmek açısından ifadenin isim olarak gelmesi gerekmiştir. (Cürcânî, Delâilü’l İ’câz Söz Dizimi ve Anlambilim)

Ayrıca ismi fail olmasıyla da geçmiş hal hikâye edilmiş olur. İbn Aşûr, bu duruma dikkat çekmiş ve köpeklerin bu halinin devamlı olduğunun anlatılması için ifadenin bu şekilde geldiğini belirtmiştir. Ayrıca mağarada uyuyanların farklı taraflara çevrildiğinin anlatılması da  نُقَلِّبُهُمْ ذَاتَ الْيَم۪ينِ وَذَاتَ الشِّمَالِۗ  cümlesinde fiil olarak gelmiş, böylece olayın gerçekleştiği an hikâye edilmiştir. Köpeklerinin dönmediği ve ayakları üzerinde sürekli kaldığı da müsnedin isim olarak gelmesiyle gösterilmiştir. (Ali Karataş, Kur'an’daki Yüklemlerin (Müsnedlerin) İsim Ve Fiil Olarak Kullanımları Ve Bazı Meallere Yansıma Sorunu) 

İsm-i failin geçmiş zamana delaletine gelince; tenvinle kullanılan ism-i fail amel etme şartları bulunduğunda, anlam bakımından aynı muzari fiil gibidir. Bu sebeple tenvinli ism-i failin geçmiş zamana delaleti şimdiki zamanın hikâyesi ile mümkündür.

Şimdiki zamanın hikâyesi aynı şimdiki zaman gibidir. Şimdiki zamanın hikâyesi iki şekilde mümkündür. Birincisinde kişi kendisini olayın olduğu zamanda var kabul edip öyle düşünmesi iken, ikincisi olayın olduğu zamanı şu anda var kabul etmektir. 

Bu ayette  بَاسِطٌ ذِرَاعَيْهِ  ism-i fail ve muzâfun ileyhi, zaman bakımından şimdiki zamanın hikâyesidir. İsm-i failin geçmiş zamana delalet ettiği yerlerden birisi de amel etme şartları bulunmadığında isim tamlaması olduğu zamandır. Böyle ism-i failin izafeti manevi izafet olduğu için geçmiş zaman ifade etmektedir. (Hasan Duran, Kur'an-ı Kerim’de Teceddüt ve Sübût Manası İçin Yapılan Udûl Çeşitleri)  

Kollarını eşiğe yaymıştı ifadesi geçmiş zamanın hikâyesidir, bunun içindir ki ism-i fail amel etmiştir.  فِرَاراً  kelimesinin masdar olma ihtimali de vardır, çünkü o da bir nevi arka dönmektir, mef’ûlün leh ve hal olma ihtimali de vardır. (Beyzâvî)

بِالْوَص۪يدِۜ [Mağaranın girişinde] demektir. Zeccâc:  وَص۪يدِۜ, evin ve odanın giriş yeri, avlusu manasına olup çoğulu  وصائد  ve  وُصود ’dur, demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

بِالْوَص۪يدِ “Mağaranın girişinde” demektir. Zeccâc:  ص۪يدِۜ , evin ve obanın giriş yeri, avlusu manasına olup çoğulu  وصائد  ve  وُصود ’dur demiştir. (Fahreddin er-Râzî)


لَوِ اطَّـلَعْتَ عَلَيْهِمْ لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiş, şart üslubunda haberî isnaddır.

Müspet mazi fiil sıygasındaki  اطَّـلَعْتَ عَلَيْهِمْ  cümlesi, şarttır.

Lam-ı rabıtanın dahil olduğu, yine mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber talebî kelam olan  لَوَلَّيْتَ مِنْهُمْ فِرَاراً  cümlesi  لَوْ ’in cevabıdır.  فِرَاراً  mahzuf mef’ûlü mutlakın müradifi olarak ondan naibdir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber talebî kelamdır.

Aynı üslupla gelen  وَلَمُلِئْتَ مِنْهُمْ رُعْباً  cümlesi, hükümde ortaklık sebebiyle şartın cevabına atfedilmiştir.

Temyiz veya mef’ûl olan  رُعْباً ’deki tenvin, kesret ifade eder.

Cümlelerdeki fiillerin hepsi mazi sıygada gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

لَمُلِئْتَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef'ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

لَوَلَّيْتَ - وَنُقَلِّبُهُمْ - فِرَاراً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اطَّـلَعْتَ - لَوَلَّيْتَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.

Ayette “İçin korkuyla dolardı.” cümlesinin “geri dönüp kaçardın” cümlesinden sonra zikredilmesi, her birinin ayrı bir sonuç olarak terettüp ettiğini bildirmek içindir. Çünkü eğer bu iki hal (dönüp kaçma ile içine korku dolması), mevcudun aksi olan gerçekleşme, sırasına göre zikredilmiş olsaydı, ilk akla gelen, her ikisinin bir tek sonuç olarak terettüp etmesi olurdu. Bir de zikredilen tertip, kaçmakla da korkunun gitmediğini zımnen bildirmek içindir. Nitekim normal olan kaçmakla korkunun kalkmasıdır. (Ebüssuûd)

الِاطِّلاعُ ; bir şeye nezaret etmek ve onu yüksek bir yerden görmek demektir; çünkü طَلَعَ  fiilinin  افْتِعالٌ  babında gelmesi; dağa çıkıp oradan görmeyi ifade eder. Bu bab; mübalağa ifade eder.  عَلى harfiyle gelmiştir. Sonra kimsenin görmediği bir şeyi görmek için iyi bilinen bir metafor olarak kullanılmıştır. مُلِّئْتَ  kelimesinde de temsilî istiare vardır.  الرُّعْبَ  kelimesi temyiz olarak gelmiştir. Mana olarak faildir. Fiil icmali mana için meçhul bina edilince hakkı fail olan kelime temyiz olmuştur. Bu; eşsiz bir isnaddır. Bununla icmalden sonra tafsil meydana gelmiştir. (Âşûr)