Kehf Sûresi 34. Ayet

وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌۚ فَقَالَ لِصَاحِبِه۪ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَنَا۬ اَكْثَرُ مِنْكَ مَالاً وَاَعَزُّ نَفَراً  ...

Derken onun büyük bir serveti oldu. Arkadaşıyla konuşurken ona dedi ki: “Benim malım seninkinden daha çok. Adamlardan yana da senden daha üstünüm.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَانَ ve vardı ك و ن
2 لَهُ O(adam)ın
3 ثَمَرٌ ürünü ث م ر
4 فَقَالَ dedi ki ق و ل
5 لِصَاحِبِهِ arkadaşı ص ح ب
6 وَهُوَ ve o
7 يُحَاوِرُهُ konuşurken ح و ر
8 أَنَا ben
9 أَكْثَرُ zenginim ك ث ر
10 مِنْكَ senden
11 مَالًا malca م و ل
12 وَأَعَزُّ ve güçlüyüm ع ز ز
13 نَفَرًا adamca da ن ف ر
 
Yüce Allah önceki âyetlerde inanmayanların cehennemdeki durumlarıyla inananların cennetteki durumlarını anlattıktan sonra, burada da bu iki grubun hallerine uygun olarak biri imanın, diğeri küfrün temsilcisi durumundaki iki adamın inanç ve davranış özelliklerini örnek vermiştir. Âyetlerden anlaşıldığına göre küfrün temsilcisi olan şahıs büyük bir servete sahiptir; imanın temsilcisi ise fakir ve zayıftır. Servet sahibi olan şahıs Allah’a iman edip verdiği nimete şükredeceği yerde, servetini fakir arkadaşına karşı böbürlenme ve nankörlük vesilesi yapmıştır. Malının yok olmayacağına ve kıyametin kopmayacağına inanmaktadır; kopsa bile âhirette Allah katında dünyadakinden daha iyi bir durumda olacağını iddia etmektedir. Âhirete inanan arkadaşı ise iman ve sâlih amel konusunda ona öğüt vermiş, kendisini topraktan yaratıp çeşitli safhalardan geçirdikten sonra mükemmel bir insan haline getiren Allah’a ortak koşarak nankörlük etmesinin uygun olmadığını, âhireti inkâr etmenin bir bakıma Allah’ı inkâr etmek olduğunu bildirmiştir. Zenginlik de yoksulluk da birer imtihan aracıdır. Bu âyetlerde imtihanı kazanan ile kaybeden iki örnek canlı bir üslûp içinde, karşılaştırma yöntemiyle verilmektedir. Bu iki kişinin kimlikleri konusunda tefsirlerde farklı görüşler vardır: a) Bunlar Mekke’de Mahzûm kabilesinden iki kardeştir. Biri kâfir olan Esved b. Abdü’l-Eşed, diğeri ise müslüman olan kardeşi Ebû Seleme’dir. Bahçeler ise muhtemelen Tâif’te bulunmaktadır. b) Bunlar İsrâiloğulları’ndan iki kardeştir. Babalarından kalan mirası bölüştüklerinde, mümin olan malını hayır yolunda harcamış, diğeri ise örnekte anlatılan bağları satın almıştır. Sonuç ise anlatıldığı gibi hüsrandır (İbn Âşûr, XV, 316). c) Bu olay inananla inanmayan insanın iç dünyalarını anlatan bir temsildir. Burada inanmanın insan ruhuna verdiği güven ve huzur ile inançsızlığın sebep olduğu güvensizlik ve huzursuzluk anlatılarak Mekkeli zengin müşriklerle yoksul müslümanların ruh halleri tasvir edilmiştir. Yoksul insanlarla beraber oturmaya tenezzül etmeyen zenginlerin tutumlarını kınayan ve Hz. Peygamber’e onların sözlerine uymamasını emreden âyetlerden sonra bu misalin getirilmesi, müşriklerin sonunun o bahçe sahibi zenginin sonuna benzeyeceğine işaret etmektedir. 
Kuran Yolu Tefsiri
 

  Havera حور  :  Hûr حُور hâricî bir cereyanla ayrılmak ve daha iyi veyâ kötü olarak başka bir hâle dönmektir. Maddî ya da ma’nevî olabilir. Amaç önceki hâlden farklı olmaktır. Bu ma’nâda elbisenin kirden temizlenmesi ve beyazlatılması için kullanılır. Mütekellime (konuşmacı) i’tirâz sâdedinde de kullanılır.

Havarî  حَوارِِي kelimesinin manası da bu şekilde kavminin dîninden ayrılıp yeni bir dîne dönmek/bağlanmaktır.
Hûr حُور kelimesi melekler âleminden ayrılıp insanlarla yaşayabilecek hâle gelmeyi de ifâde eder. (Tahqiq)
  Bu kökün üç asli anlamı vardır: Renk, geri dönmek, dönüp durmak. (Makâyıs)

Kur’ân-ı Kerim'de geldiği mânâlar:
1-      Dönmek : İnşikak/14
2-      Tartışmak : Kehf/34
3-      Huri : Vakıa /56
4-      Havari : Al-i İmran/ 52, Maide/112, Saff/14, 111. (Kur’ân’da Çok Anlamlılık).

حَوْرٌ ya bi zâtihi ya da fikirde tereddüt ve gidip gelmedir. Aynı köke ait مُحاوَرَة sözcüğü birine sözü geri döndürmek; biriyle atışmak veyahut konuşmaktır. Kuran-ı Kerim'de de geçen تَحاوُرٌ kullanımı da buradan gelir. Ayeti kerimelerde geçen bizim de Türkçede hûri olarak kullandığımız حَوَرٌ kelimesinin asıl manası ise gözdeki siyahlığın içindeki küçük beyazlığın iyice görünmesidir ve bu gözün güzelliğinin en mükemmel şeklidir. Son olarak حَوارِيُّون 'a gelince onlar Hz. İsa'nın yardımcıları/havarileridir.(Müfredat) 

Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hûri, havari, muhavere, mihver ve havradır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  لَهُ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

ثَمَرٌ  kelimesi  كَانَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. 

 فَقَالَ لِصَاحِبِه۪ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَنَا۬ اَكْثَرُ مِنْكَ مَالاً وَاَعَزُّ نَفَراً

 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.

لِصَاحِبِه۪  car mecruru  قَالَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

هُوَ يُحَاوِرُهُٓ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur. Haliyyedir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُحَاوِرُهُ  fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. يُحَاوِرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Mekulü’l-kavli اَنَا۬ اَكْثَرُ ’dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur.

اَكْثَرُ  haber olup lafzen merfûdur. مِنْكَ  car mecruru  اَكْثَرُ ’ye müteallıktır. مَالاً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اَعَزُّ نَفَراً  atıf harfi و la makabline matuftur. 

يُحَاوِرُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  حور ’dir.   

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

اَعَزُّ - اَكْثَرُ  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَكَانَ لَهُ ثَمَرٌۚ فَقَالَ لِصَاحِبِه۪ وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ اَنَا۬ اَكْثَرُ مِنْكَ مَالاً وَاَعَزُّ نَفَراً

 

وَ  istînâfiyyedir. Nakıs fiil  كَانَ ’nin dahil olduğu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُ  car-mecruru,  كَانَ nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. ثَمَرٌۚ , nakıs fiil  كَانَ ‘nin muahhar ismidir.

Müsnedün ileyhin nekre gelişi teksir, nev ve tazim ifade eder.

ثَمَرٌۚ  “Çeşitli mallar” demektir. Bu, Arapların, mal çoğaldığı zaman söyledikleri sözlerdendir. Mücahid'in bu ifadeye, altın ve gümüş manası verdiği de rivayet edilmiştir. Buna göre ayetin manası, “O iki bahçenin yanı sıra pek çok nakit para da bulunuyordu.” şeklinde olur.

Makabline matuf olan … فَقَالَ لِصَاحِبِه۪  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَ ’la gelen  وَهُوَ يُحَاوِرُهُٓ  cümlesi haldir. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَنَا۬ اَكْثَرُ مِنْكَ  cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübteda olan  اَنَا۬ ’nin haberi  اَكْثَرُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.  مَالاً , temyizdir.

وَاَعَزُّ نَفَراً , haber olan  اَكْثَرُ مِنْكَ مَالاً ’e atfedilmiştir. Cihet-i câmia tezâyüftür.

İsm-i tafdil veznindeki اَعَزُّ  mübalağa ifade etmiştir.  نَفَراً , temyizdir.

Arapçada bir kelime veya cümle ifade edilişi itibarıyla bir ek açıklamaya ihtiyaç duyabilir. Açıklanmaya ihtiyaç duyan müphem isim veya cümleye yapılan ek izahat, o müphem kelime veya cümlenin açıklayıcısı manasında temyizi, başka bir deyişle mümeyyizi olur. (Halil İbrahim Karaöz, Arap Dili Gramerinde Temyiz, Y.L. Tez.)

ثَمَرٌ - مَالاً  ile اَعَزُّ - اَكْثَرُ  ve  يُحَاوِرُهُٓ - قَالَ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.