Kehf Sûresi 33. Ayet

كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ اٰتَتْ اُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْـٔاًۙ وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَراًۙ  ...

Her iki bağ da meyvelerini vermiş ve ürünlerinden hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. Bu iki bağın arasından bir de nehir fışkırtmıştık.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كِلْتَا her iki ك ل و
2 الْجَنَّتَيْنِ bağ (da) ج ن ن
3 اتَتْ vermişti ا ت ي
4 أُكُلَهَا yemişini ا ك ل
5 وَلَمْ ve
6 تَظْلِمْ eksik etmemişti ظ ل م
7 مِنْهُ ondan
8 شَيْئًا hiçbir şey ش ي ا
9 وَفَجَّرْنَا ve akıtmıştık ف ج ر
10 خِلَالَهُمَا aralarından خ ل ل
11 نَهَرًا bir ırmak ن ه ر
 
Yüce Allah önceki âyetlerde inanmayanların cehennemdeki durumlarıyla inananların cennetteki durumlarını anlattıktan sonra, burada da bu iki grubun hallerine uygun olarak biri imanın, diğeri küfrün temsilcisi durumundaki iki adamın inanç ve davranış özelliklerini örnek vermiştir. Âyetlerden anlaşıldığına göre küfrün temsilcisi olan şahıs büyük bir servete sahiptir; imanın temsilcisi ise fakir ve zayıftır. Servet sahibi olan şahıs Allah’a iman edip verdiği nimete şükredeceği yerde, servetini fakir arkadaşına karşı böbürlenme ve nankörlük vesilesi yapmıştır. Malının yok olmayacağına ve kıyametin kopmayacağına inanmaktadır; kopsa bile âhirette Allah katında dünyadakinden daha iyi bir durumda olacağını iddia etmektedir. Âhirete inanan arkadaşı ise iman ve sâlih amel konusunda ona öğüt vermiş, kendisini topraktan yaratıp çeşitli safhalardan geçirdikten sonra mükemmel bir insan haline getiren Allah’a ortak koşarak nankörlük etmesinin uygun olmadığını, âhireti inkâr etmenin bir bakıma Allah’ı inkâr etmek olduğunu bildirmiştir. Zenginlik de yoksulluk da birer imtihan aracıdır. Bu âyetlerde imtihanı kazanan ile kaybeden iki örnek canlı bir üslûp içinde, karşılaştırma yöntemiyle verilmektedir. Bu iki kişinin kimlikleri konusunda tefsirlerde farklı görüşler vardır: a) Bunlar Mekke’de Mahzûm kabilesinden iki kardeştir. Biri kâfir olan Esved b. Abdü’l-Eşed, diğeri ise müslüman olan kardeşi Ebû Seleme’dir. Bahçeler ise muhtemelen Tâif’te bulunmaktadır. b) Bunlar İsrâiloğulları’ndan iki kardeştir. Babalarından kalan mirası bölüştüklerinde, mümin olan malını hayır yolunda harcamış, diğeri ise örnekte anlatılan bağları satın almıştır. Sonuç ise anlatıldığı gibi hüsrandır (İbn Âşûr, XV, 316). c) Bu olay inananla inanmayan insanın iç dünyalarını anlatan bir temsildir. Burada inanmanın insan ruhuna verdiği güven ve huzur ile inançsızlığın sebep olduğu güvensizlik ve huzursuzluk anlatılarak Mekkeli zengin müşriklerle yoksul müslümanların ruh halleri tasvir edilmiştir. Yoksul insanlarla beraber oturmaya tenezzül etmeyen zenginlerin tutumlarını kınayan ve Hz. Peygamber’e onların sözlerine uymamasını emreden âyetlerden sonra bu misalin getirilmesi, müşriklerin sonunun o bahçe sahibi zenginin sonuna benzeyeceğine işaret etmektedir. 
Kuran Yolu Tefsiri
 

كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ اٰتَتْ اُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْـٔاًۙ

 

كِلْتَا  kelimesi mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Kelime ismi maksûrdur.  الْجَنَّتَيْنِ  muzâfun ileyh olup  müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur.

Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى – اَلْعَصَا  gibi.

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiren îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰتَتْ اُكُلَهَا  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

اٰتَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.

اُكُلَهَا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

تَظْلِمْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.  مِنْهُ  car mecruru  تَظْلِمْ fiiline müteallıktır.

شَيْـٔاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 


وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَراًۙ

 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَجَّرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

خِلَالَهُمَا  mekân zarfı,  فَجَّرْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نَهَراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَجَّرْنَا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  فجر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ اٰتَتْ اُكُلَهَا وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْـٔاًۙ وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَراًۙ

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Iki bahçe sahibi kıssasının devamı olan ayetin ilk cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh  كِلْتَا الْجَنَّتَيْنِ , veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir.  اٰتَتْ اُكُلَهَا  cümlesi, müsneddir.

Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Mübteda tesniye olduğu halde haberde müfrede iltifat edilmiştir.

وَلَمْ تَظْلِمْ مِنْهُ شَيْـٔاًۙ  menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olup haber cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

شَيْـٔاًۙ ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Olumsuz cümlede nekre umuma işaret eder,  مِنْ  hiç manası verir.

Ayetin fasılası olan  وَفَجَّرْنَا خِلَالَهُمَا نَهَراًۙ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir. Cümle, قد takdiriyle haldir. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tnâb sanatıdır.

اُكُلَهَا - الْجَنَّتَيْنِ - نَهَراًۙ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

ظْلِمْ الْجَنَّة  ifadesinde istiare vardır. Çünkü buradaki  ظْلِمْ , ne sözlükteki ne de din örfündeki asli anlamdadır.  ظْلِمْ  sözlükte, bir şeyi konulması gereken yerin dışında bir yere koymak anlamında isim; din dilinde ise yarar sağlamak, zararı savmak gayesiyle olmaksızın, haksız yere verilmiş zarar  anlamında kullanılan isimdir. Burada kastedilen mana ise (bahçe) sahibinden hiçbir şey esirgemedi şeklindedir ki bu anlamın  ظْلِمْ  ismiyle ifade edilmesi güzel düşmüştür. Çünkü meyve bahçesi olan o bahçenin meyveleri, bahçe sahibinin hak ettiği şey konumundadır. Bu sebeple bahçe o hak edileni tam ve noksansız olarak çıkardığında sahibine hiçbir şekilde zulmetmedi; yani onun hak ettiği hiçbir şeyi esirgemedi denilmesi güzel düşmüştür. Buna göre şayet bahçe ekinlerini eksik bırakır, beklenen meyveleri vermezse, böylece sahibini zarara sokarsa zalim hükmünde olur. Burada اٰتَتْ اُكُلَهَا [Yemişlerini verdi] ifadesi de bu manayı teyit etmektedir. Çünkü (ayet) اٰتَتْ (vermek) lafzını getirince ardından  ظْلِمْ  (hakkını vermeme) lafzını getirmesi güzel olmuştur. Zira  ظْلِمْ ’ün buradaki manası men (vermemek)’dir. Buna göre sanki burada Allah Teâlâ, “Bahçe, sahibinin hak ettiği her şeyi verdi, ondan hiçbir şeyi esirgemedi.” buyurmuştur. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

Gerçekleşme sırasına göre ürünlerin yetişmesi, ırmakların fışkırmasından sonra olduğu halde burada bu sıranın aksinin zikredilmesi, iki bağın güzelliklerinin tamamlanmasında her ikisinin ayrı ayrı unsurlar olduklarını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)