وَاَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَت۪يمَيْنِ فِي الْمَد۪ينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ اَبُوهُمَا صَالِحاًۚ فَاَرَادَ رَبُّكَ اَنْ يَبْلُغَٓا اَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَاۗ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۚ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ اَمْر۪يۜ ذٰلِكَ تَأْو۪يلُ مَا لَمْ تَسْطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراًۜ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَمَّا | ise |
|
2 | الْجِدَارُ | duvar |
|
3 | فَكَانَ | idi |
|
4 | لِغُلَامَيْنِ | çocuğun |
|
5 | يَتِيمَيْنِ | iki yetim |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الْمَدِينَةِ | şehirde |
|
8 | وَكَانَ | ve vardı |
|
9 | تَحْتَهُ | altında |
|
10 | كَنْزٌ | bir hazine |
|
11 | لَهُمَا | onlara ait |
|
12 | وَكَانَ | ve idi |
|
13 | أَبُوهُمَا | babaları da |
|
14 | صَالِحًا | iyi bir kimse |
|
15 | فَأَرَادَ | istedi ki |
|
16 | رَبُّكَ | Rabbin |
|
17 | أَنْ |
|
|
18 | يَبْلُغَا | onlar (büyüyüp) ersinler |
|
19 | أَشُدَّهُمَا | güçlü çağlarına |
|
20 | وَيَسْتَخْرِجَا | ve çıkarsınlar |
|
21 | كَنْزَهُمَا | hazinelerini |
|
22 | رَحْمَةً | bir rahmet olarak |
|
23 | مِنْ |
|
|
24 | رَبِّكَ | Rabbinden |
|
25 | وَمَا |
|
|
26 | فَعَلْتُهُ | bunları yapmadım |
|
27 | عَنْ |
|
|
28 | أَمْرِي | ben kendiliğimden |
|
29 | ذَٰلِكَ | işte budur |
|
30 | تَأْوِيلُ | içyüzü |
|
31 | مَا | şeylerin |
|
32 | لَمْ |
|
|
33 | تَسْطِعْ | senin güç yetiremediğin |
|
34 | عَلَيْهِ | hakkında |
|
35 | صَبْرًا | sabırla |
|
وَاَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَت۪يمَيْنِ فِي الْمَد۪ينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ اَبُوهُمَا صَالِحاًۚ
وَ atıf harfidir. اَمَّا tafsil manasında şart harfidir. Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
الْجِدَارُ mübteda olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
كَانَ لِغُلَامَيْنِ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’in ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. لِغُلَامَيْنِ car mecruru كَانَ ’in mahzuf haberine müteallık olup müsenna olduğu için ي ile mecrurdur.
يَت۪يمَيْنِ kelimesi لِغُلَامَيْنِ ’nin sıfatı olup müsenna olduğu için ي ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِي الْمَد۪ينَةِ car mecruru لِغُلَامَيْنِ ’nin mahzuf ikinci sıfatına müteallıktır.
وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
تَحْتَهُ mekân zarfı, كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَنْزٌ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. لَهُمَا car mecruru كَنْزٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
اَبُوهُمَا kelimesi كَانَ ’nin ismi olup harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti و’dır. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. صَالِحاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
فَاَرَادَ رَبُّكَ اَنْ يَبْلُغَٓا اَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَاۗ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۚ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اَرَادَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبُّكَ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يَبْلُغَٓا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan elif fail olarak mahallen merfûdur.
اَشُدَّهُمَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir وَيَسْتَخْرِجَا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan elif fail olarak mahallen merfûdur.
كَنْزَهُمَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَحْمَةً mef’ûlun lieclih olup fetha ile mansubdur. مِنْ رَبِّكَ car mecruru رَحْمَةً kelimesine müteallıktır.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
İki tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
1) Harf-i cersiz kullanımı:
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c) Mef’ûlün leh olacak mastarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d) Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَخْرِجَا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi خرج ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ اَمْر۪يۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
فَعَلْتُهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamiri تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَنْ اَمْر۪ي car mecruru failin mahzuf hale müteallıktır. Takdiri, مستقلّا أو منفردا (Müstakil veya münferid olarak) şeklindedir.
ذٰلِكَ تَأْو۪يلُ مَا لَمْ تَسْطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراًۜ۟
İsim cümlesidir. ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. تَأْو۪يلُ haber olup lafzen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَسْتَطِـعْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. عَلَيْهِ car mecruru تَسْتَطِـعْ fiiline müteallıktır.
صَبْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
تَسْتَطِـعْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi طوع ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
تَسْطِـعْ fiili, طوع fiilinin istif’al babıdır. تَ harfi hafiflik için düşürülmüştür.وَاَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَت۪يمَيْنِ فِي الْمَد۪ينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ اَبُوهُمَا صَالِحاًۚ
Mütekellim Hz. Hızır, muhatap Musa’dır (a.s.). Ayet, 80. ayetteki … وَاَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ cümlesine matuftur. Cümleler arasında lafzen ve manen ittifak mevcuttur.
الْجِدَارُ mübteda, فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَت۪يمَيْنِ فِي الْمَد۪ينَةِ cümlesi, haber, aynı zamanda şartın cevabıdır. كَانَ ’nin dahil olduğu haber cümlesinde îcâz-ı hazif vardır. Car mecrur لِغُلَامَيْنِ nakıs fiil كَانَ ’nin haberine müteallıktır.
Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَت۪يمَيْنِ kelimesi, لِغُلَامَيْنِ için sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَمَّا şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı فَ ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde زَيْدٌ ذاهِبٌَ dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde; اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince mutlaka gidecek” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi bunun izahında; “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir.” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Keşşâf)
…فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ cümlesine وَ ile atfedilen وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ cümlesi, كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Aynı üslupta gelen وَكَانَ اَبُوهُمَا صَالِحاًۚ cümlesi de … فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ cümlesine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.
لِغُلَامَيْنِ - اَبُوهُمَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَانَ fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
İki çocuğun babalarının salih olduğunun, كَانَ ’nin dahil olduğu, isme isnad edilmiş haberle belirtilmesi, babanın bu vasfının onun ayrılmaz bir parçası haline geldiğini gösterir.
فَاَرَادَ رَبُّكَ اَنْ يَبْلُغَٓا اَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَاۗ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۚ
ف ile …فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ cümlesine atfedilen bu cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبُّكَ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan كَ zamiri dolayısıyla Hz. Musa şan ve şeref kazanmıştır.
اَنْ masdar harfi ve akabindeki يَبْلُغَٓا اَشُدَّهُمَا cümlesi masdar teviliyle اَرَادَ fiilinin mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi, muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَا cümlesi masdar-ı müevvele matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
رَحْمَةً kelimesi, amili اَرَادَ fiili olan mef’ûlün lieclihtir. Kelimedeki tenvin; kesret, nev ve tazim ifade eder. Masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
رَحْمَةً ’nin kelimesinin, اَرَادَ ’nin mef’ûlün lehi yahut mef’ûlü mutlakı olma ihtimali de vardır, çünkü hayır istemek de rahmettir. Mahzûfa müteallık olduğu da söylenmiştir ki takdiri şöyledir: فعلن ما فعلت رحمة من ربك (Yaptığımı Rabbinin merhameti için yaptım.) (Beyzâvî)
كَنْزَ - رَبِّكَۚ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ اَمْر۪يۜ
…وَاَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ cümlesine atfedilen وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ اَمْر۪يۜ cümlesi menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle ile matufun aleyh arasındaki câmi’, sıkı anlam bağlantısıdır.
Ayetin başına atfedilen bu cümle kıssanın sonlandığına işaret etmektedir.
Daha sonra o zat, “Ben bunu kendiliğimden yapmadım.” yani “Bu işleri kendiliğimden, kendi görüşümle yapmadım, ancak Allah'ın emri ve vahyi ile yaptım. Çünkü insanların mallarını yaralamaya, kusurlu hale getirmeye ve kanlarını akıtmaya yeltenmek, ancak vahiyle ve kesin nass ile caiz olur.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
ذٰلِكَ تَأْو۪يلُ مَا لَمْ تَسْطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراًۜ۟
Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife oluşu müsnedün ileyhe dikkat çekip net bir şekilde ortaya koymak içindir.
İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder.
ذٰلِكَ ile olaylara işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu; mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11)
Cümlenin müsnedi olan تَأْو۪يلُ مَا izafet formunda gelmiştir. Muzafun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası لَمْ تَسْطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراًۜ۟, menfi muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
صَبْراً kelimesindeki tenvin kıllet ve umum ifade eder.
79-80-82. ayetlerde اَمَّا السَّف۪ينَةُ [Gemiye gelince] - اَمَّا الْغُلَامُ [Çocuğa gelince] اَمَّا الْجِدَارُ [Duvara gelince] şeklinde başlayan paragraflar arasında leff-i neşr-i müretteb sanatı vardır. Zira daha önce gemiye binmeleri, köleyi öldürmesi ve duvarı yapması anlatılmış, daha sonra bunlar aynı tertipte anlatılarak leff-i neşr-i müretteb sanatı yapılmıştır. Bu, edebi sanatlardandır. (Safvetu’t Tefasir)
Bu üç ayette اَرَادَ fiillerinin failleri farklı gelmiştir. Bununla ilgili İmam Nesefi'nin bir açıklaması vardır:
1. فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا [Onu kusurlu kılmak istedim]; (اَرَدْتُ) (Kehf Suresi, 79) yaptığı iş zahiren ifsat olduğu için kendine nispet etmiştir.
2. Bu fiilde hem ifsat hem inam var, bu yüzden “istedik” demiştir. (اَرَدْنَٓا) (Kehf Suresi, 81)
3. Burada sırf inam var, ayrıca kulun kudretinin haricinde olduğu için اَرَادَ رَبُّكَ [Rabbin istedi] demiştir. (اَرَادَ ) (Kehf Suresi, 82)
Bu üç meselede, nazar-ı dikkate alınan temel düstur; iki zarar çeliştiğinde, daha büyüğünü savuşturmak için daha küçüğünü üstlenmeyi gerektirir. (Fahreddin er-Râzî)