بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكَ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْراً
قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكَ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْراً
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Mekulü’l-kavli, اَلَمْ اَقُلْ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
اَقُلْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.
Mekulü’l-kavli, اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ ’dur. اَقُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olarak fetha ile mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كَ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَنْ تَسْتَط۪يعَ fiili, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. تَسْتَط۪يعَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
مَعِيَ mekân zarfı, failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, كونك معي (Benimle beraber olman) şeklindedir.
صَبْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
تَسْتَط۪يعَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi طوع ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
قَالَ اَلَمْ اَقُلْ لَكَ اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْراً
Ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittsâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Faili Hz. Hızır olan قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli …اَلَمْ اَقُلْ لَكَ istifham üslubunda, talebî inşâî isnaddır. Hemze inkârî istifham hemzesidir. Cümle, soru anlamında değil, tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mütekellimin, cevabını bildiği soruyu muhataba yöneltmesi, bedî’ sanatlardan tecâhül-i âriftir.
Ayette geçen “لَكَ -sana” ifadesi, kendisine yapılan uyarının artırılmış olduğunu bildirir. Çünkü o, ikinci defa ahdini bozmuştu. (Ruhu’l Beyan, Fahreddin-er Râzi - Ebüssuûd)
Ayet, 72. ayetin aynısıdır. Burada sadece car mecrur ilavesi vardır. Bu tekrarda tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Böyle tekrarlanan lafızlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189)
اَلَمْ اَقُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّكَ لَنْ تَسْتَط۪يعَ مَعِيَ صَبْراً ise اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi لَنْ ile tekid edilmiş menfi muzarı fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadir Suresi 1)
قَالَ اِنْ سَاَلْتُكَ عَنْ شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْن۪يۚ قَدْ بَلَغْتَ مِنْ لَدُنّ۪ي عُذْراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi ki |
|
2 | إِنْ | eğer |
|
3 | سَأَلْتُكَ | sana sorarsam |
|
4 | عَنْ |
|
|
5 | شَيْءٍ | bir şey |
|
6 | بَعْدَهَا | bundan sonra |
|
7 | فَلَا | artık olma |
|
8 | تُصَاحِبْنِي | bana arkadaş |
|
9 | قَدْ | elbette |
|
10 | بَلَغْتَ | sana ulaşmıştır |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | لَدُنِّي | benim tarafımdan |
|
13 | عُذْرًا | bir özür |
|
قَالَ اِنْ سَاَلْتُكَ عَنْ شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْن۪يۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavl, اِنْ سَاَلْتُكَ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
سَاَلْتُكَ şart fiili olup damme üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَنْ شَيْءٍ car mecruru سَاَلْتُكَ fiiline müteallıktır.
بَعْدَهَا zaman zarfı, سَاَلْتُكَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُصَاحِبْن۪ي meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
تُصَاحِبْن۪ي sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi صحب ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
قَدْ بَلَغْتَ مِنْ لَدُنّ۪ي عُذْراً
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. بَلَغْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ لَدُنّ۪ي car mecruru عُذْراً ’a müteallıktır. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamir ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عُذْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
قَالَ اِنْ سَاَلْتُكَ عَنْ شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْن۪يۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiş ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan …اِنْ سَاَلْتُكَ عَنْ شَيْءٍ şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
سَاَلْتُكَ şart fiilidir.
سأل fiili aslında istemek manasındadır. عَنْ harf-i ceriyle kullanıldığında sormak manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.
شَيْءٍ ’deki tenvin kıllet, nev ve umum ifade etmiştir.
فَ şartın cevabına dahil olan rabıtadır. لَا تُصَاحِبْن۪يۚ cümlesi şartın cevabıdır. Nehiy üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
لَا تُصَاحِبْن۪يۚ fiili, مفاعلة babındadır. Bu babın fiile kattığı manalardan en fazla kullanılanları müşareket ve teksirdir.
قَدْ بَلَغْتَ مِنْ لَدُنّ۪ي عُذْراً
Ta’lil hükmünde istînâf cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faideî haber talebî kelamdır. قَدْ ile tekid edilmiş cümle mazi sıygada gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)
Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır
Musa’nın (a.s.) sözlerini قَدْ tahkik harfiyle tekid etme ihtiyacı duymasının sebebi, Hz. Hızır'ı ikna etmek istemesidir.
İşte bu noktada Hz. Musa, “Eğer bundan sonra sana birşey sorarsam seninle arkadaşlık etmeye çok arzulu ve düşkün olmama rağmen benimle arkadaşlık etme.” demiştir ki bu ifade, çok şiddetli bir pişmanlığı ortaya koyan bir ifadedir. Daha sonra Hz. Musa “Artık ben seni kesinlikle mazur sayarım.” demiştir ki onun bundan kastı, onu işte bu yolla methedip yumuşatmaktır. (Fahreddin er-Râzî)
فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَيَٓا اَهْلَ قَرْيَةٍۨ اسْتَطْعَمَٓا اَهْلَهَا فَاَبَوْا اَنْ يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا ف۪يهَا جِدَاراً يُر۪يدُ اَنْ يَنْقَضَّ فَاَقَامَهُۜ قَالَ لَوْ شِئْتَ لَتَّخَذْتَ عَلَيْهِ اَجْراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَانْطَلَقَا | yine yürüdüler |
|
2 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
3 | إِذَا |
|
|
4 | أَتَيَا | vardıklarında |
|
5 | أَهْلَ | halkına |
|
6 | قَرْيَةٍ | bir kent |
|
7 | اسْتَطْعَمَا | yemek istediler |
|
8 | أَهْلَهَا | oranın halkından |
|
9 | فَأَبَوْا | fakat kaçındılar |
|
10 | أَنْ |
|
|
11 | يُضَيِّفُوهُمَا | onları konuklamaktan |
|
12 | فَوَجَدَا | derken buldular |
|
13 | فِيهَا | orada |
|
14 | جِدَارًا | bir duvar |
|
15 | يُرِيدُ | yüz tutan |
|
16 | أَنْ |
|
|
17 | يَنْقَضَّ | yıkılmağa |
|
18 | فَأَقَامَهُ | hemen onu doğrulttu |
|
19 | قَالَ | (Musa) dedi ki |
|
20 | لَوْ | eğer |
|
21 | شِئْتَ | isteseydin |
|
22 | لَاتَّخَذْتَ | alırdın |
|
23 | عَلَيْهِ | buna karşılık |
|
24 | أَجْرًا | bir ücret |
|
Qadda قضّ : Kur'an-ı Kerim'de infial babında إنْقَضَّ formunda geçmektedir ve anlamı düştü/yıkıldı olarak ifade edilir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de infial babı formunda 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli inkızâzdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَيَٓا اَهْلَ قَرْيَةٍۨ اسْتَطْعَمَٓا اَهْلَهَا فَاَبَوْا اَنْ يُضَيِّفُوهُمَا
Fiil cümlesidir. فَ istînâfiyyedir. انْطَلَقَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan elif fail olarak mahallen merfûdur.
حَتّٰٓى ibtida harfidir. حَتّٰٓى edatı 3 şekilde kullanılabilir:
1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada başlangıç edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. Cümleye muzâf olur. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bkz. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتَيَٓا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اَتَيَٓا fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan elif fail olarak mahallen merfûdur.
اَهْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. قَرْيَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
فَ karinesi olmadan gelen اسْتَطْعَمَٓا اَهْلَهَا cümlesi şartın cevabıdır.
اسْتَطْعَمَٓا fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan elif fail olarak mahallen merfûdur.
اَهْلَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَاَبَوْا اَنْ يُضَيِّفُوهُمَا cümlesi atıf harfi فَ ile makabline matuftur.
اَبَوْا fiili mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُضَيِّفُوهُمَا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan هُمَا mef ulun bih olarak mahallen mansubdur.
Fiili muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. Kur’an-ı Kerim’de çok nadir de olsa bazen cümlede اَنْ ’den önce (لِ) harf-i cerini ve اَنْ ’den sonra da nâfiye lâ’sını (لَا) görebiliriz. لِئَلَّا şeklinde yazılır. Bazen ise bu اَنْ ’den önce (لِ) harf-i ceri ve nâfiye lâ’sının (لَا) hazf edildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
انْطَلَقَا۠ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi طلق ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerret yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
اسْتَطْعَمَٓا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi طعم ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
فَوَجَدَا ف۪يهَا جِدَاراً يُر۪يدُ اَنْ يَنْقَضَّ فَاَقَامَهُۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. وَجَدَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan elif fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهَا car mecruru وَجَدَا fiiline müteallıktır.
جِدَاراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يُر۪يدُ fiili, جِدَاراً’in sıfatı olarak mahallen mansubdur. يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يَنْقَضَّ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
فَ atıf harfidir. اَقَامَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَنْقَضَّ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi قضض ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.
قَالَ لَوْ شِئْتَ لَتَّخَذْتَ عَلَيْهِ اَجْراً
Fiil cümlesidir. Fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Mekulü’l-kavl, لَوْ شِئْتَ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. شِئْتَ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
تَّخَذْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur. عَلَيْهِ car mecruru اتَّخَذْتَ fiiline müteallıktır.
اَجْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اتَّخَذْتَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil افتعال babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَٓا اَتَيَٓا اَهْلَ قَرْيَةٍۨ اسْتَطْعَمَٓا اَهْلَهَا فَاَبَوْا اَنْ يُضَيِّفُوهُمَا فَوَجَدَا ف۪يهَا جِدَاراً يُر۪يدُ اَنْ يَنْقَضَّ فَاَقَامَهُۜ
فَ, istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Gaye bildiren cer harfi ve akabindeki … اِذَٓا اَتَيَٓا اَهْلَ قَرْيَةٍۨ cümlesi masdar teviliyle انْطَلَقَا۠ fiiline müteallıktır. Şart manalı zaman zarfı اِذَا ’nın muzâf olduğu اَتَيَٓا اَهْلَ قَرْيَةٍۨ cümlesi, şart cümlesidir.
Müspet mazi fiil sıygasında gelen …اسْتَطْعَمَٓا اَهْلَهَا فَاَبَوْا اَنْ cümlesi, şartın cevabı, aynı zamanda اِذَا ’nın müteallakıdır. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu cümlenin sıfat, ..فَاَبَوْا اَنْ يُضَيِّفُوهُمَا cümlesinin veya …قَالَ لَوْ شِئْتَ cümlesinin cevap olduğu da söylenmiştir.
Ayetin başlangıcındaki فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَٓا ibaresi, 71 ve 74. ayetlerdekiyle aynıdır. Aralarında tekrir ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
انْطَلَقَا۠ fiili انفعال babındadır.
Bu ayette söz konusu kişilerin kasabaya geliş ve girişleri kolay olduğundan ve herhangi bir zorlukla karşılaşmadıklarından جاء yerine اَتَيَٓ fiili zikredilmiştir.
Kur'an, meşakkat, zorluk ve güçlüğün olduğu durumlarda اَتَيَٓ fiilini değil, جاء fiilini kullanır. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu, c. 3, s. 160)
جاء yerine اَتَيَٓ fiilinin kulanılması lafız mana uyumu ile mürâât-ı nazîr sanatıdır.
اسْتَطْعَمَٓا fiili استفعال babındadır. Bu babın fiile kattığı anlamlardan en çok kullanılan talep bu fiilde de görülmektedir.
اسْتَطْعَمَٓا اَهْلَهَا cümlesi قَرْيَةٍۨ ’in sıfatı olarak gelmiştir. Ancak اسْتَطْعَمَٓاهَا şeklinde muzâfun ileyh olarak zamir gelmesi gerekirdi. Zamir yerine اَهْلَ kelimesinin tekrarı; bu sıfatın asıl konulduğu manada olmaması sebebiyledir. Dolayısıyla قَرْيَةٍۨ ’den değil, “ehlinden yemek istediler” buyurulmuştur. Yani “O karyedeki herkesten teker teker yemek istediler ama hiçbiri buna yanaşmadı.” demektir. Eğer اسْتَطْعَمَٓاهَا şeklinde gelseydi bu mana bu kadar açık bir şekilde ifade edilmiş olmazdı. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
فَاَبَوْا اَنْ يُضَيِّفُوهُمَا cümlesi اسْتَطْعَمَٓا اَهْلَهَا cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُضَيِّفُوهُمَا muzari fiil cümlesi, masdar tevilinde فَاَبَوْا fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan فَوَجَدَا ف۪يهَا جِدَاراً cümlesi فَ ile …فَاَبَوْا cümlesine atfedilmiştir. Cümleler arasında lafzen ve manen ittifak vardır.
جِدَاراً için sıfat konumundaki يُر۪يدُ اَنْ يَنْقَضَّ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Nekre bir isimden sonra gelen cümleler o ismin sıfatı olurlar.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يَنْقَضَّ muzari fiil cümlesi, masdar tevinde فَاَبَوْا fiilinin mef’ûlü konumundadır.
يُر۪يدُ fiilinin جدار kelimesine isnadı aklî mecazdır.
فَاَقَامَهُ cümlesi, …فَوَجَدَا cümlesine فَ ile atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
اراد الجدار ifadesinde istiare vardır. Çünkü istemek (irade), gerçek anlamıyla cansız varlıklar için doğru olmaz. Bunun anlamı, yapılarda iş görmek isteyen kimsenin haline benzeterek “yıkılmak üzere” yani yıkılmaya yaklaşmış demektir. Çünkü duvarda, dosdoğru dururken eğilme, sabit dururken kımıldama ve yerinden oynama şeklinde yıkılma emareleri görülünce anlam genişlemesi üslubu üzere onun için yıkılma isteme ifadesinin kullanılması güzel düşmüştür. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları, Safvetu’t Tefasir)
قَالَ لَوْ شِئْتَ لَتَّخَذْتَ عَلَيْهِ اَجْراً
Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiş, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَوْ شِئْتَ لَتَّخَذْتَ عَلَيْهِ اَجْراً şart üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
Müspet mazi fiil sıygasındaki شِئْتَ cümlesi, şart cümlesidir.
Rabıta harfinin dahil olduğu, yine mazi fiil sıygasında gelmiş faide-i haber ibtidaî kelam olan لَتَّخَذْتَ عَلَيْهِ اَجْراً cümlesi لَوْ ’in cevabıdır. Mef’ûl olan اَجْراً kelimesindeki tenvin nev ve kıllet ifade eder.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavl, Musa’ya (a.s.) ait sözlerdir.
لَوْ edatı, bir şeyin bulunmaması sebebiyle diğer şeyin de olmayacağını ifade etmek için kullanılır.
لَتَّخَذْتَ fiili اِفْتِعال babındadır. Bu bab fiile, mutavaat, müşareket, ittihaz, izhar, talep gibi anlamlar katar.
اَهْلَ ve اَنْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Akşam yemeği temin etmek için onu ücret almaya teşvik etmek istedi ya da fuzuli iş yaptığını söylemek istedi. Çünkü لَوْ edatında az da olsa olumsuzluk manası vardır. Sanki azıktan mahrum kalıp da şiddetle ihtiyaç duydukları halde, lüzumsuz bir şeyle meşgul olduğu için kendine hakim olamamıştır. (Beyzâvî)قَالَ هٰذَا فِرَاقُ بَيْن۪ي وَبَيْنِكَۚ سَاُنَبِّئُكَ بِتَأْو۪يلِ مَا لَمْ تَسْتَطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi |
|
2 | هَٰذَا | işte bu |
|
3 | فِرَاقُ | ayrılmasıdır |
|
4 | بَيْنِي | benimle |
|
5 | وَبَيْنِكَ | senin arasının |
|
6 | سَأُنَبِّئُكَ | sana haber vereceğim |
|
7 | بِتَأْوِيلِ | içyüzünü |
|
8 | مَا | şeylerin |
|
9 | لَمْ |
|
|
10 | تَسْتَطِعْ | güç yetiremediğin |
|
11 | عَلَيْهِ | üzerine |
|
12 | صَبْرًا | sabırla |
|
قَالَ هٰذَا فِرَاقُ بَيْن۪ي وَبَيْنِكَۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
Mekulü’l-kavl, هٰذَا فِرَاقُ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsm-i işaret هٰذَا, mübteda olarak mahallen merfûdur. فِرَاقُ haber olup lafzen merfûdur.
بَيْن۪ي mekân zarfı, فِرَاقُ ’e müteallıktır. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَيْنِكَ mekân zarfı atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
سَاُنَبِّئُكَ بِتَأْو۪يلِ مَا لَمْ تَسْتَطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراً
Fiil cümlesidir. سَاُنَبِّئُكَ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
سَاُنَبِّئُكَ merfû muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِتَأْو۪يلِ car mecruru سَاُنَبِّئُكَ fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَسْتَطِـعْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. عَلَيْهِ car mecruru تَسْتَطِـعْ fiiline müteallıktır.
صَبْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
سَاُنَبِّئُكَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
تَسْتَطِـعْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi طوع ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
قَالَ هٰذَا فِرَاقُ بَيْن۪ي وَبَيْنِكَۚ
Fasılla gelmiş beyanî istînâf cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰذَا فِرَاقُ بَيْن۪ي وَبَيْنِكَۚ, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavl Hızır’ın (a.s.) sözleridir.
Müsnedün ileyhin ism-i işaretle gelmesi, haberin önemini ortaya koyarak ona dikkat çekme amacına matuftur. Hızır’ın (a.s.) artık ayrılık vaktinin geldiğini bildirmesinin yanında, Musa’yı (a.s.) azarlama maksadı da olabilir.
Kendisiyle duruma işaret edilen هٰذَا ’da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu; mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11)
فِرَاقُ ’nın بَيْن lafzına izafeti mastarın mecazen zarfa izafeti kabilindendir. Aslı üzere هٰذَا فِرَاقُ بَيْنَ şeklinde de okunmuştur. (Beyzâvî - Âşûr)
بَيْن kelimesi, münasebet, vuslat, ilgi demektir. Zira Cenab-ı Hak da “And olsun, aranızdaki (bağ) parça parça olmuştur.” (Enam Suresi, 94) buyurmuştur. Buna göre mana, “Bu, aramızın ayrılığı yani aramızdaki münasebetlerin sona ermesidir.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
بَيْنِ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
سَاُنَبِّئُكَ بِتَأْو۪يلِ مَا لَمْ تَسْتَطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراً
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, mekulü’l-kavle dahildir. İstikbal harfi سَ ile tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
بِتَأْو۪يلِ ’nin muzâfun ileyhi olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası لَمْ تَسْتَطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراً , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıla cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِ siyaktaki önemine binaen amili صَبْراً ’e takdim edilmiştir. Mef’ûl olan صَبْراً ’deki tenvin kıllet ve umum ifade eder.
Ayette خبر değil de نبّأ fiilinin kullanılması, mürâât-ı nazîr sanatının teşâbüh-i etrâf faslındandır. Çünkü نبّأ fiili önemli haberler söz konusu olduğunda kullanılır.
Daha sonra o âlim kimse Hz. Musa'ya [Sana, asla sabredemediğin şeylerin içyüzünü haber vereceğim.] demiştir. Yani “Bu üç sorunun hikmetini haber vereceğim.” demektir. Te'vil kelimesinin aslı, Arapların, “İş ona varıp dayandı, vardı.” manasında söyledikleri, على الامر الى كذا şeklindeki deyimlerine dayanır. Binaenaleyh ما تاويله denildiğinde bunun manası, “Onun varacağı yer neresidir, bu iş nereye varacaktır?” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî, Ruhu'l Beyan)
اَمَّا السَّف۪ينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا وَكَانَ وَرَٓاءَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَف۪ينَةٍ غَصْباً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمَّا |
|
|
2 | السَّفِينَةُ | O gemi |
|
3 | فَكَانَتْ | idi |
|
4 | لِمَسَاكِينَ | yoksulların |
|
5 | يَعْمَلُونَ | çalışan |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الْبَحْرِ | denizde |
|
8 | فَأَرَدْتُ | istedim |
|
9 | أَنْ | ki |
|
10 | أَعِيبَهَا | onu kusurlu yapmak |
|
11 | وَكَانَ | çünkü vardı |
|
12 | وَرَاءَهُمْ | onların ilerisinde |
|
13 | مَلِكٌ | bir kral |
|
14 | يَأْخُذُ | alan |
|
15 | كُلَّ | her |
|
16 | سَفِينَةٍ | gemiyi |
|
17 | غَصْبًا | zorla |
|
Ğasabe غصب : غَصَبَ fiili gasbetmek, zorla almak, gayrı meşru bir şekilde ele geçirmektir. غَصْبٌ ise gasp ve kanunsuz olarak sahip olma demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli gasbetmektir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Ayebe : عيب عابٌ / عَيْبٌ bir şeyin kendisinden dolayı عَيْبَةٌ olduğu, yani eksikliğin odağı olduğu bir durumdur. Sülasi formundaki kullanımı (عابَ-يَعِيبُ) ya geçtiği ayeti kerimedeki gibi fiilien ayıplı hale getirmek ya da sözle yani onu yererek ayıplı hale getirmekle olur. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil olarak 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli ayıptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَمَّا السَّف۪ينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا وَكَانَ وَرَٓاءَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَف۪ينَةٍ غَصْباً
اَمَّا tafsil manasında şart harfidir. Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
السَّف۪ينَةُ mübteda olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. كَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. كَانَتْ nakıs mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَتْ ’in ismi müstetir olup takdiri هى ’dir. لِمَسَاك۪ينَ car mecruru كَانَتْ ’in mahzuf haberine müteallıktır.
مَسَاك۪ينَ kelimesi müntehel cumû’ sıygasında olan isimlerden olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْمَلُونَ fiili, مَسَاك۪ينَ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. يَعْمَلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فِي الْبَحْرِ car mecruru يَعْمَلُونَ fiiline müteallıktır.
فَ atıf harfidir. اَرَدْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. اَع۪يبَهَا mansub muzari fiildir. Fail ise müstetir zamir انا ’dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
وَرَٓاءَهُمْ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
مَلِكٌ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. يَأْخُذُ fiili, مَلِكٌ sıfatı olarak mahallen merfûdur. يَأْخُذُ merfû muzari fiiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. سَف۪ينَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
غَصْباً mef’ûlu mutlaktan naibdir. Takdiri, مبيّن لنوعه (Çeşidini, türünü açıklayan) şeklindedir.
اَرَدْتُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi رود ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
اَمَّا السَّف۪ينَةُ فَكَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا وَكَانَ وَرَٓاءَهُمْ مَلِكٌ يَأْخُذُ كُلَّ سَف۪ينَةٍ غَصْباً
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette, Hızır’ın (a.s.) sözleri devam etmektedir.
السَّف۪ينَةُ mübteda, فَكَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ cümlesi haber, aynı zamanda şartın cevabıdır. كَانَ ’nin dahil olduğu haber cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِمَسَاك۪ينَ, nakıs fiil كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî; اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır, demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)
اَمَّا şart anlamı içeren bir harf olduğu için cevabı فَ ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde زَيْدٌ ذاهِبٌَ dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde; اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince mutlaka gidecek.” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi bunun izahında, “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir.” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Keşşâf)
يَعْمَلُونَ فِي الْبَحْرِ cümlesi, لِمَسَاك۪ينَ kelimesinin sıfatıdır. Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istikrar ve tecessüm ifade etmiştir. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
…فَكَانَتْ لِمَسَاك۪ينَ cümlesine فَ ile atfedilen فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleler arasında manen ve lafzen ittifak mevcuttur.
اَرَدْتُ fiili, iki mef’ûlü nasb yapan fiillerdendir. اَنْ masdar harfi ve akabindeki اَع۪يبَهَا cümlesi masdar teviliyle اَرَدْتُ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi olan اَع۪يبَهَا muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hızır’ın فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا [Gemiyi kusurlu hale getirdim] diyerek görünüşte kötü olan bir fiili kendisine isnad etmesi, فَاَرَادَ رَبُّكَ اَنْ يَبْلُغَٓا اَشُدَّهُمَا “Rabbin, çocukların büyüyüp güçlenmelerini istedi.” (Kehf Suresi, 82) diyerek de hayrı Allah’a isnad etmesinde edep öğretme sanatı vardır. Bu üslup, kulların Allah’a karşı nasıl davranacaklarını öğretmektedir. (Safvetu’t Tefasir)
قد takdiriyle hal cümlesi وَكَانَ وَرَٓاءَهُمْ مَلِكٌ, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi sübut ifade eder.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَأْخُذُ كُلَّ سَف۪ينَةٍ غَصْباً cümlesi, مَلِكٌ kelimesinin sıfatıdır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
غَصْباً mef'ûl-u mutlak veya hal olarak mansubdur.
سَف۪ينَةٍ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
كُلَّ سَف۪ينَةٍ [Her gemi] terkibinde hazif yoluyla îcaz vardır. “Her sağlam gemiyi” takdirindedir. فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا [Onu kusurlu yapmak istedim.] ifadesinden anlaşıldığı için صالحة (sağlam) lafzı kaldırılmıştır. (Safvetu’t Tefasir)
İhtibâk bir belâgat terimi olarak “İkinci cümlede benzeri zikredilen kelime veya ifadenin birinci cümleden, birinci cümlede benzeri zikredilenin de ikinci cümleden hazf edilmesi” şeklinde tanımlanır. Buna göre ihtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831; Hacımüftüoğlu, İ’câz ve Belâgat Deyimleri, s. 82)
وَرَٓاءَهُمْ kelimesiyle o gemiyi gasp yoluyla alan melikin, onların önünde olması kastedilmiştir. Bu izahı, Ferrâ yapmıştır. Bunun böyle izah edilmesinin delili ise [Onların önünde de cehennem vardır. (İbrahim Suresi, 16)] ayetidir. Keza [Önlerindeki o çetin günü bırakırlar. (İnsan Suresi, 27)] ayeti de böyledir. Bu işin hakikati şudur: Senin göremediğin şey, senden gizlenmiş; sen de ondan gizlenmişsindir. O halde senin göremediğin her şey senin ötendedir. Bir şeyin önüne de o şey ondan gaib olduğunda ve görülmediğinde وَرَٓاءَ /verâ lafzı kullanılır. (Fahreddin er-Râzî)
وَاَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَش۪ينَٓا اَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ
وَاَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَش۪ينَٓا اَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَمَّٓا tafsil manasında şart harfidir.
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
الْغُلَامُ mübteda olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
كَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
اَبَوَا kelimesi كَانَ ’nin ismi olup elif ile merfudur. مُؤْمِنَيْنِ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup müsenna olduğu için ي ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. خَش۪ينَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. يُرْهِقَهُمَا mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Muttasıl zamir هُمَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
طُغْيَاناً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. كُفْراً matuf olup fetha ile mansubtur.
مُؤْمِنَيْنِ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ فَخَش۪ينَٓا اَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ
Mütekellim Hz. Hızır, muhatap Musa’dır (a.s.). Ayet, önceki ayetteki السَّف۪ينَةُ فَكَانَتْ cümlesine matuftur. Cümleler arasında lafzen ve manen ittifak mevcuttur.
الْغُلَامُ mübteda, فَكَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ cümlesi haber, aynı zamanda şartın cevabıdır. كَانَ’nin dahil olduğu haber cümlesinde اَبَوَاهُ, nakıs fiil كَانَ ’nin ismi, مُؤْمِنَيْنِ haberidir.
Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin haberi, isminin bir cüzü durumundadır. Burada كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi, mümin vasfının ebeveynin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş olduğunu belirtir.
Önceki ayetteki gibi اَمَّا الْغُلَامُ [Çocuğa gelince] ifadesinden de kâfir lafzı kaldırılmıştır. Çünkü فَكَانَ اَبَوَاهُ مُؤْمِنَيْنِ [Anne ve babası mümin idiler.] cümlesi, çocuğun kâfir olduğunu göstermektedir. (Safvetu’t Tefasir)
اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşeri; اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)
اَمَّا şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı فَ ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde زَيْدٌ ذاهِبٌَ dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde; اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince mutlaka gidecek.” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi bunun izahında; “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir.” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Keşşâf)
الْغُلَامُ - اَبَوَاهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
…كان أبواه cümlesine فَ ile atfedilen فَخَش۪ينَٓا اَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümleler arasında manen ve lafzen ittifak vardır.
اَنْ masdar harfi ve akabindeki يُرْهِقَهُمَا طُغْيَاناً cümlesi masdar teviliyle خَش۪ينَٓا fiilinin mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi, muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil muzari sıygada gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
طُغْيَاناً mef’ûlü mutlak veya haldir. كُفْراًۚ, tezâyüf nedeniyle طُغْيَاناً ’a atfedilmiştir.
اَنْ يُرْهِقَهُمَا طُغْيَاناً وَكُفْراًۚ ifadesiyle, o çocuğun, ana-babasını tuğyana ve küfre sevketmesi kastedilmiştir. Bu, (Kehf Suresi, 73) ayetinde olduğu gibidir. Yani “Beni bir güçlüğe ve darlığa itme” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Burada اَبَوَاهُ [Anne ve babası] ifadesinde tağlîb sanatı vardır. İki babası denilmiş, anne-babası kastedilmiştir. (Safvetu’t Tefasir)
طُغْيَاناً - كُفْراًۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.فَاَرَدْنَٓا اَنْ يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْراً مِنْهُ زَكٰوةً وَاَقْرَبَ رُحْماً
فَاَرَدْنَٓا اَنْ يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْراً مِنْهُ زَكٰوةً وَاَقْرَبَ رُحْماً
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَدْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, اَرَدْنَٓا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يُبْدِلَ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. رَبُّهُمَا fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
خَيْراً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنْهُ car mecruru خَيْراً ’a müteallıktır. زَكٰوةً kelimesi خَيْراً ’in temyizi olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin irabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَقْرَبَ atıf harfi و ‘ la makabline matuftur. رُحْماً temyiz olup fetha ile mansubdur.
يُبْدِلَهُمَا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi بدل ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
Masdar kalıbında olan زَكٰوةً kelimesinde i’lâl vardır. Kelimenin aslı زكوة ’dir. Fethadan sonra gelen harekeli و, elife çevrilmiştir.فَاَرَدْنَٓا اَنْ يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْراً مِنْهُ زَكٰوةً وَاَقْرَبَ رُحْماً
Mütekellim Hz. Hızır, muhatap Musa’dır (a.s.). Ayet önceki ayetteki فَخَش۪ينَٓا fiiline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
أنْ masdar harfi ve sonrasındaki …يُبْدِلَهُمَا رَبُّهُمَا خَيْراً cümlesi, masdar teviliyle اَرَدْنَٓا fiilinin mef’ûlü yerindedir.
Anne babaya ait olan هُمَا zamirinin رَبُّ ismiyle izafeti onları şereflendirmek içindir.
Mef’ûl olan خَيْراً masdar kalıbındadır. İsm-i fail yerine masdar kalıbının kullanılması mübalağa içindir. Kelimedeki tenvin; kesret, nev ve tazim ifade eder.
خَيْراً ’e tezâyüf nedeniyle atfedilen اَقْرَبَ ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
زَكٰوةً ve رُحْماً kelimeleri temyizdirler.
Şefkate daha layık buyurulmuştur. Yani “Bunun yerine verilen o çocuk, ebeveynine daha itaatkar ve daha şefkatli olmak suretiyle ana-babasına daha şefkatli ve merhametli olur.” demektir. رُحْماً, şefkat ve rahmet demektir. (Fahreddin er-Râzî)
خَيْراً - رُحْماً - زَكٰوةً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَاَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَت۪يمَيْنِ فِي الْمَد۪ينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ اَبُوهُمَا صَالِحاًۚ فَاَرَادَ رَبُّكَ اَنْ يَبْلُغَٓا اَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَاۗ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۚ وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ اَمْر۪يۜ ذٰلِكَ تَأْو۪يلُ مَا لَمْ تَسْطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراًۜ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَمَّا | ise |
|
2 | الْجِدَارُ | duvar |
|
3 | فَكَانَ | idi |
|
4 | لِغُلَامَيْنِ | çocuğun |
|
5 | يَتِيمَيْنِ | iki yetim |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الْمَدِينَةِ | şehirde |
|
8 | وَكَانَ | ve vardı |
|
9 | تَحْتَهُ | altında |
|
10 | كَنْزٌ | bir hazine |
|
11 | لَهُمَا | onlara ait |
|
12 | وَكَانَ | ve idi |
|
13 | أَبُوهُمَا | babaları da |
|
14 | صَالِحًا | iyi bir kimse |
|
15 | فَأَرَادَ | istedi ki |
|
16 | رَبُّكَ | Rabbin |
|
17 | أَنْ |
|
|
18 | يَبْلُغَا | onlar (büyüyüp) ersinler |
|
19 | أَشُدَّهُمَا | güçlü çağlarına |
|
20 | وَيَسْتَخْرِجَا | ve çıkarsınlar |
|
21 | كَنْزَهُمَا | hazinelerini |
|
22 | رَحْمَةً | bir rahmet olarak |
|
23 | مِنْ |
|
|
24 | رَبِّكَ | Rabbinden |
|
25 | وَمَا |
|
|
26 | فَعَلْتُهُ | bunları yapmadım |
|
27 | عَنْ |
|
|
28 | أَمْرِي | ben kendiliğimden |
|
29 | ذَٰلِكَ | işte budur |
|
30 | تَأْوِيلُ | içyüzü |
|
31 | مَا | şeylerin |
|
32 | لَمْ |
|
|
33 | تَسْطِعْ | senin güç yetiremediğin |
|
34 | عَلَيْهِ | hakkında |
|
35 | صَبْرًا | sabırla |
|
وَاَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَت۪يمَيْنِ فِي الْمَد۪ينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ اَبُوهُمَا صَالِحاًۚ
وَ atıf harfidir. اَمَّا tafsil manasında şart harfidir. Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
الْجِدَارُ mübteda olup lafzen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
كَانَ لِغُلَامَيْنِ cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’in ismi müstetir olup takdiri هو ’dir. لِغُلَامَيْنِ car mecruru كَانَ ’in mahzuf haberine müteallık olup müsenna olduğu için ي ile mecrurdur.
يَت۪يمَيْنِ kelimesi لِغُلَامَيْنِ ’nin sıfatı olup müsenna olduğu için ي ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِي الْمَد۪ينَةِ car mecruru لِغُلَامَيْنِ ’nin mahzuf ikinci sıfatına müteallıktır.
وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
تَحْتَهُ mekân zarfı, كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَنْزٌ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. لَهُمَا car mecruru كَنْزٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَ atıf harfidir. كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
اَبُوهُمَا kelimesi كَانَ ’nin ismi olup harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti و’dır. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. صَالِحاً kelimesi كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubdur.
فَاَرَادَ رَبُّكَ اَنْ يَبْلُغَٓا اَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَاۗ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۚ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اَرَادَ fetha üzere mebni mazi fiildir. رَبُّكَ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. يَبْلُغَٓا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan elif fail olarak mahallen merfûdur.
اَشُدَّهُمَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir وَيَسْتَخْرِجَا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan elif fail olarak mahallen merfûdur.
كَنْزَهُمَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَحْمَةً mef’ûlun lieclih olup fetha ile mansubdur. مِنْ رَبِّكَ car mecruru رَحْمَةً kelimesine müteallıktır.
Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. “Mef’ûlün lieclihi” veya “Mef’ûlün min eclihi” de denir. Mef’ûlün leh mansubtur. Fiile “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.
Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki, zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.
İki tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı
1) Harf-i cersiz kullanımı:
Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:
a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.
b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.
c) Mef’ûlün leh olacak mastarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.
d) Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.
e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.
Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَسْتَخْرِجَا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi خرج ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ اَمْر۪يۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
فَعَلْتُهُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamiri تُ fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَنْ اَمْر۪ي car mecruru failin mahzuf hale müteallıktır. Takdiri, مستقلّا أو منفردا (Müstakil veya münferid olarak) şeklindedir.
ذٰلِكَ تَأْو۪يلُ مَا لَمْ تَسْطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراًۜ۟
İsim cümlesidir. ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. تَأْو۪يلُ haber olup lafzen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَسْتَطِـعْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. عَلَيْهِ car mecruru تَسْتَطِـعْ fiiline müteallıktır.
صَبْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
تَسْتَطِـعْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi طوع ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
تَسْطِـعْ fiili, طوع fiilinin istif’al babıdır. تَ harfi hafiflik için düşürülmüştür.وَاَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَت۪يمَيْنِ فِي الْمَد۪ينَةِ وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ لَهُمَا وَكَانَ اَبُوهُمَا صَالِحاًۚ
Mütekellim Hz. Hızır, muhatap Musa’dır (a.s.). Ayet, 80. ayetteki … وَاَمَّا الْغُلَامُ فَكَانَ cümlesine matuftur. Cümleler arasında lafzen ve manen ittifak mevcuttur.
الْجِدَارُ mübteda, فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ يَت۪يمَيْنِ فِي الْمَد۪ينَةِ cümlesi, haber, aynı zamanda şartın cevabıdır. كَانَ ’nin dahil olduğu haber cümlesinde îcâz-ı hazif vardır. Car mecrur لِغُلَامَيْنِ nakıs fiil كَانَ ’nin haberine müteallıktır.
Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَت۪يمَيْنِ kelimesi, لِغُلَامَيْنِ için sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَمَّا şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı فَ ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde زَيْدٌ ذاهِبٌَ dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde; اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince mutlaka gidecek” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi bunun izahında; “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir.” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Keşşâf)
…فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ cümlesine وَ ile atfedilen وَكَانَ تَحْتَهُ كَنْزٌ cümlesi, كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Aynı üslupta gelen وَكَانَ اَبُوهُمَا صَالِحاًۚ cümlesi de … فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ cümlesine hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir.
لِغُلَامَيْنِ - اَبُوهُمَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
كَانَ fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
İki çocuğun babalarının salih olduğunun, كَانَ ’nin dahil olduğu, isme isnad edilmiş haberle belirtilmesi, babanın bu vasfının onun ayrılmaz bir parçası haline geldiğini gösterir.
فَاَرَادَ رَبُّكَ اَنْ يَبْلُغَٓا اَشُدَّهُمَا وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَاۗ رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۚ
ف ile …فَكَانَ لِغُلَامَيْنِ cümlesine atfedilen bu cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz anlatım kastıyla gelen, رَبُّكَ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan كَ zamiri dolayısıyla Hz. Musa şan ve şeref kazanmıştır.
اَنْ masdar harfi ve akabindeki يَبْلُغَٓا اَشُدَّهُمَا cümlesi masdar teviliyle اَرَادَ fiilinin mef’ûlü yerindedir. Masdar-ı müevvel cümlesi, muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَيَسْتَخْرِجَا كَنْزَهُمَا cümlesi masdar-ı müevvele matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
رَحْمَةً kelimesi, amili اَرَادَ fiili olan mef’ûlün lieclihtir. Kelimedeki tenvin; kesret, nev ve tazim ifade eder. Masdar vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
رَحْمَةً ’nin kelimesinin, اَرَادَ ’nin mef’ûlün lehi yahut mef’ûlü mutlakı olma ihtimali de vardır, çünkü hayır istemek de rahmettir. Mahzûfa müteallık olduğu da söylenmiştir ki takdiri şöyledir: فعلن ما فعلت رحمة من ربك (Yaptığımı Rabbinin merhameti için yaptım.) (Beyzâvî)
كَنْزَ - رَبِّكَۚ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ اَمْر۪يۜ
…وَاَمَّا الْجِدَارُ فَكَانَ cümlesine atfedilen وَمَا فَعَلْتُهُ عَنْ اَمْر۪يۜ cümlesi menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle ile matufun aleyh arasındaki câmi’, sıkı anlam bağlantısıdır.
Ayetin başına atfedilen bu cümle kıssanın sonlandığına işaret etmektedir.
Daha sonra o zat, “Ben bunu kendiliğimden yapmadım.” yani “Bu işleri kendiliğimden, kendi görüşümle yapmadım, ancak Allah'ın emri ve vahyi ile yaptım. Çünkü insanların mallarını yaralamaya, kusurlu hale getirmeye ve kanlarını akıtmaya yeltenmek, ancak vahiyle ve kesin nass ile caiz olur.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)
ذٰلِكَ تَأْو۪يلُ مَا لَمْ تَسْطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراًۜ۟
Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ mübtedadır. Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife oluşu müsnedün ileyhe dikkat çekip net bir şekilde ortaya koymak içindir.
İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder.
ذٰلِكَ ile olaylara işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir. Zat, manaya dönüşmüştür. Bu; mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 11)
Cümlenin müsnedi olan تَأْو۪يلُ مَا izafet formunda gelmiştir. Muzafun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası لَمْ تَسْطِـعْ عَلَيْهِ صَبْراًۜ۟, menfi muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
صَبْراً kelimesindeki tenvin kıllet ve umum ifade eder.
79-80-82. ayetlerde اَمَّا السَّف۪ينَةُ [Gemiye gelince] - اَمَّا الْغُلَامُ [Çocuğa gelince] اَمَّا الْجِدَارُ [Duvara gelince] şeklinde başlayan paragraflar arasında leff-i neşr-i müretteb sanatı vardır. Zira daha önce gemiye binmeleri, köleyi öldürmesi ve duvarı yapması anlatılmış, daha sonra bunlar aynı tertipte anlatılarak leff-i neşr-i müretteb sanatı yapılmıştır. Bu, edebi sanatlardandır. (Safvetu’t Tefasir)
Bu üç ayette اَرَادَ fiillerinin failleri farklı gelmiştir. Bununla ilgili İmam Nesefi'nin bir açıklaması vardır:
1. فَاَرَدْتُ اَنْ اَع۪يبَهَا [Onu kusurlu kılmak istedim]; (اَرَدْتُ) (Kehf Suresi, 79) yaptığı iş zahiren ifsat olduğu için kendine nispet etmiştir.
2. Bu fiilde hem ifsat hem inam var, bu yüzden “istedik” demiştir. (اَرَدْنَٓا) (Kehf Suresi, 81)
3. Burada sırf inam var, ayrıca kulun kudretinin haricinde olduğu için اَرَادَ رَبُّكَ [Rabbin istedi] demiştir. (اَرَادَ ) (Kehf Suresi, 82)
Bu üç meselede, nazar-ı dikkate alınan temel düstur; iki zarar çeliştiğinde, daha büyüğünü savuşturmak için daha küçüğünü üstlenmeyi gerektirir. (Fahreddin er-Râzî)
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنْ ذِي الْقَرْنَيْنِۜ قُلْ سَاَتْلُوا عَلَيْكُمْ مِنْهُ ذِكْراًۜ
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنْ ذِي الْقَرْنَيْنِۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. يَسْـَٔلُونَكَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَنْ ذِي car mecruru يَسْـَٔلُونَكَ fiiline müteallıktır.
ذِي, harfle îrab olan beş isimden biri olup cer alameti ي ’dır. الْقَرْنَيْنِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için ي ile mecrurdur.
قُلْ سَاَتْلُوا عَلَيْكُمْ مِنْهُ ذِكْراًۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. Mekulü’l-kavli سَاَتْلُوا ’dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
سَاَتْلُوا fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. اَتْلُوا fiili, و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
عَلَيْكُمْ car mecruru اَتْلُوا fiiline müteallıktır. مِنْهُ car mecruru ذِكْراً ’in mahzuf haline müteallıktır.
ذِكْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَيَسْـَٔلُونَكَ عَنْ ذِي الْقَرْنَيْنِۜ
Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir.
و istînâfiyye, cümle müstenefe cümlesidir. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سأل istedi demektir. Bu fiil, عَنْ harf-i ceriyle kullanıldığında sordu manasına gelir. Bu tazmin sanatıdır.
ذِي ; Sahip manasına gelir ve harfle îrablanır. Burada ى ile mecrur olmuştur.
قُلْ سَاَتْلُوا عَلَيْكُمْ مِنْهُ ذِكْراًۜ
Beyani istinaf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli istikbal harfi س ile tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Bu emir, mekulü’l-kavlin Allah katında bir önemi, şanı ve ciddiyeti bulunduğuna işaret eder.
س muzari fiile dahil olur, zamanı müstakbele taşır ve tekid ifade eder.
Bu “anlatacağım, haber vereceğim” fiilinin başında, gelecek zamanı anlatan س harfinin olmasının manası, “Eğer Allah beni (o bilgiye) vakıf kılar, o hususta bir vahiy indirir ve bu halin keyfiyetinden bana haber verirse mutlaka ben bu (okuma işini) yapacağım.” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
ذِكْراً kelimesi, سَاَتْلُوا fiilinin mef'ûlün bihi olarak nasb olmuştur. Tenvin tazim ifade eder.
Cümledeki car mecrurların mef’ûle takdim edilmeleri konudaki önemleri sebebiyledir.
سَاَتْلُوا - ذِكْراً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.
Bu cümlede hitap, soranlara; مِنْهُ zamiri de ذِي الْقَرْنَيْنِۜ ’e aittir. Zamirin Allah'a raci olduğu da söylenmiştir. (Beyzâvî)İnsan için kolaydır;
Yaşadıklarını ve gördüklerini; bulunduğu ana göre değerlendirmek. Tanıdığı ve tanımadığı insanları; yaptığı bir kaç işe göre derecelendirmek. Bir olumsuzlukla, onlarca olumluyu görmemek ve hissetmemek. Huzurunu, nefsani duygularla ve vesveselerle gölgelemek. Ön yargılarıyla, fırsatları geri çevirmek ve kıymetli insanlardan uzaklaşmak. Aceleyle yanlış kararlar almak ve yanlış insanlarla dostluk kurmak. Hayatın bir kaç andan ibaret olmadığı gibi, insan da yaptığı bir kaç işten ibaret değildir.
İnsan için zordur;
Hiçbir şeyin boşa gitmediğine inanarak ve yaşadıklarının ardında gizlenenlerde ya da vesile olacaklarında hayır olduğunu umarak beklemek. Hayatın ve insanların; sadece bildiklerinden ibaret olmadığını çünkü bildiklerinin ne kadar sınırlı olduğunu hatırlamak. Zamanında bekleyemediği ya da acele ettiği bir çok şeyin sona erdiğine defalarca şahit olmasına ve bazı anların içinden çıkmak için sabırsızlanırken ya da neden onları yaşadığını anlayamazken, sonradan “aslında iyi ki öyle olmuş” demesine rağmen ders almamak.
Ey Rabbim! Sana; Kur’an-ı Kerim’inin içindeki her müjde, uyarı, dua ve ibret için hamd ederiz. Bizi; Kelamını okuyanlardan; sevenlerden; anlayanlardan; kalbine, hayatının her alanına, her ilişkisine ve yaşadığı her anına işleyenlerden eyle. Bizi; Sana tevekkül eden; namaz ve dua ile beklemesini bilen; yaşadığı her şeyde Sana güvenen; gördükleri ve insanlar hakkında hüsnü zan eden; gittiği her mekanda, hayrı konuşan ve hayrı hatırlayan kullarından eyle. Ey Rabbim! Bize; iki cihanda da gözümüzü ve gönlümüzü aydınlatacak hayırlar nasip et.
Amin.
***
Herkesin, belli çabaların ardından elde etmesi gerektiğine inandığı karşılıkları ve ulaşmayı umduğu sonuçları vardır. Kısacası akıllar bir alışveriş dünyası mantığıyla, nefisler de onun hevesiyle doludur. Ancak görünenlerin ardında saklı kalan ve akıllara sığması mümkün olmayan muazzam bir detay zinciri vardır. Bu yüzden de iki kere iki dört etmesi gerekirken, insan görünürde gelen beş ile daha iyisiyle ya da üç ile daha da kötüsüyle karşılaşabilir. Görünürde denir çünkü insan için hayat, dünyadan ibaret değildir ve her şeyin tam karşılığı ahirette verilecektir.
Aslında belki de dünya hayatı, biraz hz. Musa’nın Hızır (as)’la geçirdiği kısa zamana ve onun yaptıklarına akıl sır erdirememesine benzer. Ayrıldıkları zaman anlaşılır ki, hepsinde görünmeyen bir hikmet vardır. Allah’ın elçisi olan hz. Musa’nın, yapılanların sebebini anlayamaması da önemli bir ibrettir. İstenmeyen bir sonuçla karşılaşan insanın, oturup neden ve keşke’lerle kendisini yıpratmasındansa kendisini yaratan Allah’a teslim olması en güzelidir. Her şeyi anlayamayacağını kabul etmek, önemli erdemlerden biridir ve Allah’a güvenmek iç huzurunun asıl kaynağıdır.
Ey Allahım!
Sadece görünenlere aldanarak, görünmez hikmetleri unutarak, beklentilerle dolu olan nefislerimizin yalanlarına kanmaktan muhafaza buyur.
Bulunduğumuz ve hazırlandığımız anlar için varmışız ve her şeyin en iyisini hakkediyormuşuz hissiyle dolduran dünyanın ışıltısına kapılmaktan muhafaza buyur.
Ey Allahım!
Bizi elinden geleni yapanlardan ve gerisini Sana bırakanlardan eyle. İki cihanda da rahmet ve muhabbet ile muamele ettiklerinden, afiyet ve iyilik verdiklerinden, cehennem ateşinden ve azabından koruduklarından eyle.
Amin.