22 Nisan 2025
Kehf Sûresi 84-97 (302. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kehf Sûresi 84. Ayet

اِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْاَرْضِ وَاٰتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ سَبَباًۙ  ...


Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda (amacına ulaşabileceği) bir yol verdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا elbette biz
2 مَكَّنَّا güçlü kıldık م ك ن
3 لَهُ onu
4 فِي
5 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
6 وَاتَيْنَاهُ ve ona verdik ا ت ي
7 مِنْ
8 كُلِّ her ك ل ل
9 شَيْءٍ şeyden ش ي ا
10 سَبَبًا bir sebep س ب ب

اِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْاَرْضِ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

مَكَّنَّا لَهُ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

مَكَّنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

لَهُ  car mecruru  مَكَّنَّا  fiiline müteallıktır.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  مَكَّنَّا  fiiline müteallıktır. 


 وَاٰتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ سَبَباًۙ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ كُلِّ  car mecruru  اٰتَيْنَاهُ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

سَبَباً  mef'ûlun bihi olarak fetha ile mansubdur. 

اٰتَيْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

اِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْاَرْضِ وَاٰتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ سَبَباًۙ

 

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap, Hz. Peygamber nezdinde, Zülkarneyn hakkında  soru soranlardır. İstînâfiye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  مَكَّنَّا nın, azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder. Müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, sebat, hudûs ve temekkün ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

فِي الْاَرْضِ  ibaresindeki  فِي  harfinde istiare vardır. Car ve mecrurun ilişkisi, zarf ve mazruf ilişkisine benzetilmiştir.  الْاَرْضِ  içine girilecek bir şeye benzetilmiştir.

Beyzâvî, bu ayeti tereddütle soru soran kimseye verilen cevap bağlamında değerlendirmiştir.

Bu surenin başında Yahudilerin müşriklere, Hz. Peygamberden (sav) Ashab-ı Kehf, Zülkarneyn kıssaları ile ruhu sormalarını tavsiye etmişlerdir. İşte “Sana Zülkarneyn'i sorarlar.” ifadesi ile bu sorma kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Yahudiler veya onların yönlendirmesiyle hareket eden müşrikler Hz. Peygamberi denemek için ona Zülkarneyn’den sorunca Cenab-ı Hak, tekidli bir ifadeyle “De ki: Size ondan haber vereceğim. Gerçekten Biz ona yeryüzünde imkân verdik.” buyurmuştur. Burada hitap soru soranlaradır. Muhatap hükmü öğrenmek için tereddütle soru soran kimse yerinde olduğundan mütekellimin hükmü tekidli olarak bildirmesi güzel olmuştur. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

Ayetin ikinci cümlesi  وَاٰتَيْنَاهُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ سَبَباًۙ , öncesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin, azamet zamirine isnad edilmiş mazi sıygada gelişi tazim, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

سَبَباًۙ  kelimesi, asıl lügat manası itibarı ile ip demektir. Sonra bu kelime, maksada erişmekte tutulan, vesile edilen herşey için mecazî olarak kullanılmıştır. Bu manası ile o (سَبَباًۙ), ilmi, kudreti ve aletleri için alır. Binaenaleyh ayetteki, ona herşeyin sebebini bahşettik ifadesi, “Ona, sayesinde-vasıtası ile bu şeylerin elde edildiği işlerin her birinden ona verdik.” demektir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

سَبَباًۙ  kelimesindeki tenvin; kesret, nev ve tazim,  شَيْءٍ ’deki tenvin ise kesret içindir.
Kehf Sûresi 85. Ayet

فَاَتْبَعَ سَبَباً  ...


O da (Batı’ya gitmek istedi ve) bir yol tuttu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَتْبَعَ o da tuttu ت ب ع
2 سَبَبًا bir yol س ب ب

فَاَتْبَعَ سَبَباً

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اَتْبَع  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. 

سَبَباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَتْبَعَ  fiilinin ikinci mef’ûlu mahzuftur. Takdiri; أتبع سببا سببا آخر (Başka bir neden için bir nedeni takip etti) şeklindedir.

اَتْبَعَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  تْبَعَ ’dır.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

فَاَتْبَعَ سَبَباً

 

فَ  atıf harfiyle önceki ayeteteki  اِنَّا مَكَّنَّا لَهُ فِي الْاَرْضِ  cümlesine, hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Cümleler arasında manen ve lafzen tenâsüp mevcuttur. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

اَتْبَعَ  fiili iki mef’ûle müteaddi fiillerdendir. Mef’ûllerden biri  سَبَباً  diğeri ise mahzuftur. 

Cümlenin takdiri  فأتبع سببًا سببًا آخر  [Başka bir neden için bir nedeni takip etti] veya  فأتبع أمره سببًا [İşinde bir sebebi takip etti] şeklindedir.

اَتْبَعَ  fiili,  اِفعال  babındadır. Bu bab fiile kesret, haynunet, sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul manaları katar.

Daha sonra Cenab-ı Hak, “O da o vesileyi (yolu) tuttu.” buyurmuştur. Bu, “Allah ona her şeyin sebebini verdiği için o birşey dilediğinde, kendisini o dileğine ulaştıracak ve yaklaştıracak olan sebebi, yolu tutardı.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

السَّبَبِ  kelimesi burada zamirle değil açık olarak gelmiştir. Çünkü ilk istenenden farklı bir anlam kastedildiğinde anlamların farklılığına dair bir uyarı olarak izhar etmek güzeldir. (Âşûr)
Kehf Sûresi 86. Ayet

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ ف۪ي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْماًۜ قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِمَّٓا اَنْ تُعَذِّبَ وَاِمَّٓا اَنْ تَتَّخِذَ ف۪يهِمْ حُسْناً  ...


Güneşin battığı yere varınca, onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar (gibi) buldu. Orada (kâfir) bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya (onları) cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حَتَّىٰ nihayet
2 إِذَا ne zaman ki
3 بَلَغَ ulaştı ب ل غ
4 مَغْرِبَ battığı yere غ ر ب
5 الشَّمْسِ güneşin ش م س
6 وَجَدَهَا ve onu buldu و ج د
7 تَغْرُبُ batarken غ ر ب
8 فِي
9 عَيْنٍ bir gözede ع ي ن
10 حَمِئَةٍ kara balçıklı ح م ا
11 وَوَجَدَ ve buldu و ج د
12 عِنْدَهَا onun yanında da ع ن د
13 قَوْمًا bir kavim ق و م
14 قُلْنَا dedik ki ق و ل
15 يَا ذَا
16 الْقَرْنَيْنِ Zu’l-Karneyn ق ر ن
17 إِمَّا ya
18 أَنْ
19 تُعَذِّبَ azâb edersin ع ذ ب
20 وَإِمَّا veya
21 أَنْ
22 تَتَّخِذَ davranırsın ا خ ذ
23 فِيهِمْ kendilerine
24 حُسْنًا güzel ح س ن
“Kara bir balçık” diye tercüme ettiğimiz aynin hamietin tamlaması farklı iki okunuşa göre “siyah balçıklı göze, sıcak göze” anlamlarına gelir. Her iki kıraat da güneşin batışı esnasında okyanusta ve başka bazı denizlerde meydana gelen manzarayı tasvir eder. Buralarda, güneşin battığı noktada ya siyah balçıklı bir göze veya buharlaşmakta olan bir sıcak su gözesi görünümü meydana gelmektedir. Bu iki mânayı birleştirerek, “güneşi siyah balçıklı bir sıcak su gözesine batıyor gibi gördü”şeklinde bir mâna vermek de mümkündür.
 
 Yüce Allah, Zülkarneyn’i yeryüzünde güç, kuvvet, ilim, irfan ve her türlü maddî ve mânevî imkâna sahip bir lider kıldı. Bu imkânlar sayesinde dilediğini elde edebiliyor ve dilediğini yapabiliyordu. O bu imkânları Allah yolunda kullanmak üzere cihad ve fütuhata çıktı. Tefsirlerde nakledildiğine göre Zülkarneyn, batıda Atlas Okyanusu’na veya Karadeniz’e kadar gitti. Orada güneşin deniz ufkunda batışını seyretti. Güneş, sislerle kaplı deniz ufkunda, sanki balçıklı bir su gözesine veya sıcak su gözesine gömülür gibi batıyordu. Kur’an burada coğrafî ve kozmografik bilgi vermemiş, bakanın ufukta gördüğünü tasvir etmiştir.
 
 Tefsircilerin kanaatine göre Zülkarneyn’in sahilde karşılaştığı kavim inkârcı bir topluluk idi. O yüzden Allah Teâlâ onu, bu kavmi cezalandırmak veya eğitmek ve böylece iyilikle yola getirmek arasında serbest bıraktı.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 578

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ

 

حَتّٰٓى  harfi ibtidaiyyedir.  حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: 

1) Harf-i cer olarak  2) Başlangıç edatı olarak  3) Atıf edatı olarak kullanılır. Burada başlangıç edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umûmiyetle muzâri olur, mazi de olsa muzâri manası verilir: 

a) (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum Muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

بَلَغَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَلَغَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

مَغْرِبَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  Aynı zamanda muzâftır.  الشَّمْس  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


وَجَدَهَا تَغْرُبُ ف۪ي عَيْنٍ حَمِئَةٍ 

 

Fiil cümlesidir.  وَجَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هوdir. 

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

تَغْرُبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هىdir. 

تَغْرُبُ  fiili,  وَجَدَهَا deki mef’ûlun bihin hali olarak mahallen mansubdur.  ف۪ي عَيْنٍ  car mecruru  تَغْرُبُ  fiiline müteallıktır.

حَمِئَةٍ  kelimesi  عَيْنٍnin sıfatı olup lafzen mecrurdur.  حَمِئَةٍ  kelimesi,  فعلة  vezninde sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Aslı  حمئdır.

Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْماًۜ 

 

Cümle atıf harfi وَ 'ile makabline matuftur.  وَجَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.

عِنْدَهَا  mekân zarfı,  وَجَدَ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَوْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.


قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِمَّٓا اَنْ تُعَذِّبَ وَاِمَّٓا اَنْ تَتَّخِذَ ف۪يهِمْ حُسْناً

 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا   fail olarak mahallen merfûdur. 

Mekulü’l-kavli,  يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ dir. قُلْنَا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَا  nida harfidir.  ذَا  münada olup harfle îrab olan beş isimden biri olup nasb alameti elif ’dir. Aynı zamanda muzâftır.  الْقَرْنَيْنِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اِمَّٓا اَنْ تُعَذِّبَ dır.

اِمَّا  tahyir harfidir.  اِمَّا ; yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اِمَّا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî, talebî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının tahyir ve ibaha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)  

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur.

Takdiri;  إمّا تعذيبك واقع بهم (Sana yaptıkları azabın onların başına gelmesi) şeklindedir.

تُعَذِّبَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

وَ  atıf harfidir.  اِمَّٓا  tahyir harfidir.  

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri;  اتّخاذك حسنا فيهم واقع بهم  (Onların içinden sana iyi davrananlara iyi davranman…) şeklindedir.

تَتَّخِذَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.  ف۪يهِمْ  car mecruru  تَتَّخِذَ   fiilinin ikinci mef’ûlun bihine müteallıktır.

حُسْناً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

تَتَّخِذَ   fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَغْرُبُ ف۪ي عَيْنٍ حَمِئَةٍ وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْماًۜ 

 

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamber nezdinde, Zülkarneyn hakkında  soru soranlardır.  حَتّٰٓى  ibtida harfi,  اِذَا  şart manalı zaman zarfıdır.  اِذَا ’nın muzâfun ileyhi, şart cümlesi olan  بَلَغَ مَغْرِبَ الشَّمْسِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı olan  وَجَدَهَا  cümlesi de aynı üslupta gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَغْرُبُ ف۪ي عَيْنٍ حَمِئَةٍ  cümlesi,  وَجَدَهَا ’daki mef’ûlün halidir. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabına hükümde ortaklık nedeniyle atfedilen  وَوَجَدَ عِنْدَهَا قَوْماًۜ  cümlesi de matufun aleyhle aynı üsluptadır. 

عَيْنٍ  ve mef’ûl olan  قَوْماًۜ ’deki tenvin muayyen olmayan cinse işaret eder.  حَمِئَةٍ  kelimesi  عَيْنٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

مَغْرِبَ  - تَغْرُبُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

حَمِئَةٍ , çamurlu demektir,  حمنة البرُّ  deyiminden gelir ki kuyunun çamurlu olmasıdır. (Beyzâvî)

وَجَدَهَا daki  هَا  zamirinin neye raci olduğu hususunda iki görüş vardır:

a) Güneşe (الشَّمْسِ) racidir. Zamirin müennes oluşu, الشَّمْسِ  kelimesinin müennes-i semaî oluşundan ötürüdür. Çünkü insan, güneşin orada battığını hayal edip öyle olduğunu zannedince, orada meskûn olan insanlar sanki güneşe yakın bir yerde oturmuş gibi olurlar. 

b) Kara bir balçık göze,  عَيْنٍ حَمِئَةٍ  ifadesine racidir. (Fahreddin er-Râzî)

قَوْماً  kelimesinin nekre gelişi; onların inanç ve davranışları bilinmeyen, yabancı bir millet olduklarına işaret eder. (Âşûr)


قُلْنَا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِمَّٓا اَنْ تُعَذِّبَ وَاِمَّٓا اَنْ تَتَّخِذَ ف۪يهِمْ حُسْناً

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnad edilmesi tazim ifade eder.

قُلْنَا  fiilinin mekulü’l-kavli olan …يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِمَّٓا اَنْ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. ذَا الْقَرْنَيْنِ  münadadır. Nidanın cevabı  اِمَّٓا اَنْ تُعَذِّبَ  cümlesine dahil olan  اِمَّٓا , tahyir harfidir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تُعَذِّبَ  şeklindeki muzari fiil cümlesi, masdar teviliyle mahzuf mübteda için haberdir. Takdiri;  الجزاء تعذيبك لهم  [Sana azap etmelerinin cezası…] şeklindedir.

Aynı üsluptaki  اِمَّٓا اَنْ تَتَّخِذَ  cümlesi nidanın cevabına  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.

اِمَّٓا : İki yargıyı seçmeli olarak birbirine bağlayan bir tercih edatıdır.  اِمَّٓا  ile yapılan atıfta genellikle yargılardan yalnızca birinin gerçekleşmesi söz konusudur. el-Mâlekî talebî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّٓا  edatının tahyir ve ibâha, haberî cümlelerden sonra kullanılan  اِمَّٓا  edatının ise şek ve tereddüt ifade ettiğini söyler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

تُعَذِّبَ   fiili  تفعيل  babındadır. Bu babın fiile kattığı anlamlardan en fazla kullanılanı kesrettir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel nidanın cevabıdır.  اَنْ تُعَذِّبَ  cümlesiyle  اَنْ تَتَّخِذَ ف۪يهِمْ حُسْناً  cümleleri arasında mukabele vardır.

وَجَدَ , اِمَّٓا , اَنْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تُعَذِّبَ - حُسْناً  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 
Kehf Sûresi 87. Ayet

قَالَ اَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ اِلٰى رَبِّه۪ فَيُعَذِّبُهُ عَذَاباً نُكْراً  ...


Zülkarneyn, “Her kim zulmederse, biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 أَمَّا
3 مَنْ kim
4 ظَلَمَ haksızlık ederse ظ ل م
5 فَسَوْفَ
6 نُعَذِّبُهُ ona azab edeceğiz ع ذ ب
7 ثُمَّ sonra
8 يُرَدُّ döndürülecektir ر د د
9 إِلَىٰ
10 رَبِّهِ Rabbine ر ب ب
11 فَيُعَذِّبُهُ O da ona azab edecektir ع ذ ب
12 عَذَابًا bir azapla ع ذ ب
13 نُكْرًا görülmemiş ن ك ر
Riyazus Salihin, 221 Nolu Hadis
Ümmü Seleme  radıyallau anhâ’ dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem  şöyle buyurdu:
“Ben sadece bir beşerim. Sizler bana yargılanmak üzere geliyorsunuz. Belki sizin biriniz, delilini getirmekte diğerinizden daha becerikli ve daha üstün anlatımlı olabilir. Ben de dinlediğime göre o kimsenin lehinde hüküm veririm. Kimin lehine kardeşinin hakkını alıp hüküm vermişsem, ona cehennemden bir parça ayırmış olurum.”
(Buhârî, Şehâdât 27, Hıyel 10, Ahkâm 20; Müslim, Akdiye 4. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Akdiye 7, Edeb 87; Tirmizî, Ahkâm, 11,18; Nesâî, Kudât 12,33; İbni Mâce, Ahkâm 5)

قَالَ اَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  

اَمَّا  şart ve tafsil harfidir.  اَمَّا  lafzındaki, şart harfi olan  إنْ  harfi,  مَّا ’ya idgam edilmişti.  مَّا  zaiddir.

Mekulü’l-kavli,  مَنْ ظَلَمَ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  ظَلَمَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

ظَلَمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  سَوْفَ نُعَذِّبُهُ  cümlesi  مَنْ in haberi olarak mahallen merfûdur.

سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.

نُعَذِّبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

نُعَذِّبُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  عذب’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

 ثُمَّ يُرَدُّ اِلٰى رَبِّه۪ 

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُرَدُّ  merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو’dir.

اِلٰى رَبِّه۪  car mecruru  يُرَدُّ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 

فَيُعَذِّبُهُ عَذَاباً نُكْراً

 

فَ  atıf harfidir.  يُعَذِّبُهُ  merfû muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri هوdir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

عَذَاباً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur. 

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak üçe ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir.Adedini bildiren mef’ûlü mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

نُكْراً  kelimesi,  عَذَاباً ‘nin sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ اَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ ثُمَّ يُرَدُّ اِلٰى رَبِّه۪ فَيُعَذِّبُهُ عَذَاباً نُكْراً

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ , Zülkarneyn'in rastladığı kavme söylediği sözlerdir.  

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübtedadır. Mevsûlün sılası olan  ظَلَمَ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat,

s. 107)

Zülkarneyn: ‘’Kim zulmederse’’ yani “İnkârını sürdürmek suretiyle kendisine zulmederse”, demiştir. Bunun bu manaya olduğunun delili, Hak Teâlâ'nın sonraki ayette, buna mukabil “ama kim de iman eder ve salih amel işlerse” buyurmuş olmasıdır. (Fahreddin er-Râzî) 

Rabıta  فَ ’si ile gelen  فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ  cümlesi haber, aynı zamanda şartın cevabıdır.  سَوْفَ ’nin dahil olduğu müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Cümle şart üslubunda, faide-i haber, talebî kelamdır.

اَمَّا  harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşeri;  اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)

اَمَّا  şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı  فَ  ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde  زَيْدٌ ذاهِبٌَ  dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde; اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince mutlaka gidecek” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi bunun izahında; “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir.” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Keşşâf)

Zülkarneyn  اَمَّا  ve  سَوْفَ  olmak üzere iki tekid unsuru taşıyan şart üslubuyla konuşmuştur. 

يُعَذِّبُ  fiili  تفعيل  babındadır. Bu babın fiile kattığı anlamlardan en fazla kullanılanı kesrettir.

Terahi ifade eden  ثُمَّ  atıf harfiyle makabline atfedilen  ثُمَّ يُرَدُّ اِلٰى رَبِّه۪  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Zulmeden kişiye ait zamirin Rabb ismine izafesi, Allah’ın rububiyet vasfıyla onun üzerindeki nimetlerini hatırlatmaya ve Rab’dan gelecek azabın daha can yakıcı olacağına işarettir.

يُرَدُّ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

نُعَذِّبُهُ - عَذَاباً - يُعَذِّبُهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَذَاباً  mef’ûlü mutlak olarak nasb edilmiştir. Azabı tekid etmektedir. 

يُعَذِّبُ  fiilinin tekrarı, ayetin konusuyla irtibatı bakımından son derece yerindedir. Azabın öne çıkarılmasıyla, tehdidi ve korkuyu artırmak amaçlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

نُكْرا  kelimesi,  عَذَاباً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayetin başında fiillerde kullanılan mütekellim biz zamirinden, ayetin sonunda gaib zamire iltifat edilmiştir. İltifattaki murad, muhatabın dikkatini çekmek, uyarıyı kuvvetlendirmektir.

عَذَاباً , نُكْراً , ظَلَمَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kehf Sûresi 88. Ayet

وَاَمَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُ جَزَٓاءًۨ الْحُسْنٰىۚ وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ اَمْرِنَا يُسْراًۜ  ...


“Her kim de iman eder ve salih amel işlerse, ona mükâfat olarak daha güzeli var. (Üstelik) ona emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَمَّا ise
2 مَنْ kimseye
3 امَنَ inanan ا م ن
4 وَعَمِلَ ve yapan ع م ل
5 صَالِحًا iyi işler ص ل ح
6 فَلَهُ ona vardır
7 جَزَاءً mükafat ج ز ي
8 الْحُسْنَىٰ en güzel ح س ن
9 وَسَنَقُولُ ve söyleyeceğiz ق و ل
10 لَهُ ona
11 مِنْ -dan
12 أَمْرِنَا buyruğumuz- ا م ر
13 يُسْرًا kolay olanı ي س ر

وَاَمَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً 

 

وَ  atıf harfidir.  اَمّا şart ve tafsil harfidir. اَمّا lafzındaki, şart harfi olan  إنْ  harfi,  مَّا ’ya idgam edilmişti. مَّا  zaiddir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. 

عَمِلَ  fiili atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  عَمِلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  صَالِحاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.


 فَلَهُ جَزَٓاءًۨ الْحُسْنٰىۚ 

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  جَزَٓاءً  kelimesi masdar olup  الْحُسْنٰى nın hali konumunda fetha ile mansubdur.

الْحُسْنٰى  muahhar mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.  


وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ اَمْرِنَا يُسْراًۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. Fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

نَقُولُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن dur. لَهُ  car mecruru  نَقُولُ  fiiline müteallıktır.

مِنْ  ibtida-i gaye içindir. مِنْ اَمْرِ  car mecruru  نَقُولُ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُسْراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَاَمَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُ جَزَٓاءًۨ الْحُسْنٰىۚ

 

Önceki ayetteki mekulü’l-kavle matuf olan ayet, Zülkarneyn'in sözlerinin devamıdır.

Cümlenin atıf sebebi tezattır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mübtedadır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنَاً , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107)

وَعَمِلَ صَالِح , sılaya matuftur. Cihet-i câmia tezâyüftür. Rabıta  فَ ’si ile gelen  فَلَهُ جَزَٓاءًۨ الْحُسْنٰىۚ  cümlesi haber, aynı zamanda şartın cevabıdır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Haber cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْحُسْنٰىۚ , muahhar mübtedadır.  الْحُسْنٰىۚ ’dan hal olan  جَزَٓاءًۨ , masdar kalıbında gelmiştir. Bu kelimenin mahzuf fiilden naib, mef’ûlü mutlak olduğu da söylenmiştir.

اَمَّا ’nın dahil olduğu cümle, şart üslubunda, faide-i haber talebî kelamdır.

اَمَّا  harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ  harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî:  اَمَّا  cümleye tekid anlamı kazandırır, demiştir. (İtkan, c. 1, s. 421)

اَمَّا  şart anlamı içeren bir harftir, bu yüzden de cevabı  فَ  ile birlikte gelir. Cümle içerisinde kullanılmasının anlama katkısı ise ilave bir tekid sağlamasıdır. Nitekim Zeyd’in gideceğini anlatmak istediğinde  زَيْدٌ ذاهِبٌَ  dersin. Ama bunu tekid ederek Zeyd’in mutlaka gideceğini ve gitmekte kararlı olduğunu belirtmek istediğinde; اما زيد مذاهب “Zeyd’e gelince mutlaka gidecek” dersin. Bu sebeple Sîbeveyhi bunun izahında; “Her ne olursa olsun Zeyd gidecektir.” demiştir. Bu izah iki fayda celb etmektedir; ilki onun tekid anlamı ihtiva etmesi, ikincisi de şart anlamı ihtiva etmesidir. (Keşşâf)

صَالِحاً  kelimesindeki tenvin; tazim veya özel bir nev olduğu içindir.

جَزَٓاءً  kelimesi, güzel mükâfat ile tavsif edilmiştir. Mevsûfun sıfatına muzâf kılınması, yaygın bir kullanıştır. Nitekim  دارُ الآخرة  ve  حق اليقين  izafetlerinde de böyledir. (Fahreddin er-Râzî)

اَمَّا مَنْ ظَلَمَ فَسَوْفَ نُعَذِّبُهُ  (Haksızlık edene gelince onu cezalandıracağız) ayetine karşılık olarak  اَمَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُ جَزَٓاءًۨ الْحُسْنٰىۚ  [‘’İman edip de iyi davranan kimseye gelince, onun için en güzel karşılık vardır’’] ayetinin söylenmesinde latif bir mukabele sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)


 وَسَنَقُولُ لَهُ مِنْ اَمْرِنَا يُسْراًۜ

 

Ayetin son cümlesi şartın cevabına matuftur.  سَ  istikbal harfiyle tekid edilmiş, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Muzari fiil, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümledeki  مِنْ  ibtida-î gaye içindir. Car mecrur  مِنْ اَمْرِنَا , ihtimam için mef’ûle takdim edilmiştir.

يُسْراً  mef’ûl olarak mansubdur. Bu kelimedeki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

اَمْرِ  kelimesinin azamet zamirine muzâf olması emri tazim içindir.

اٰمَنَ - صَالِحاً - حُسْنٰىۚ  kelimelerinde mürâât-ı nazîr sanatı,  مَنْ  ve  مِنْ  kelimeleri arasında cinas vardır. 

Allah Teâlâ sonra [Ona emrimizden kolayını söyleyeceğiz buyurmuştur.] Bu, “Biz ona çetin ve zor olan şeyleri emretmeyiz ancak zekât, haraç ve benzeri kolay şeyleri emrederiz.” demek olup “Bu kolaydır.” takdirindedir. Bu tıpkı kolay bir söz (İsra Suresi, 26) ifadesinde olduğu gibidir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Kehf Sûresi 89. Ayet

ثُمَّ اَتْـبَعَ سَبَباً  ...


Sonra yine (doğuya doğru) bir yol tuttu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra yine
2 أَتْبَعَ tuttu ت ب ع
3 سَبَبًا bir yol س ب ب
Zülkarneyn batıda işlerini bitirdikten sonra doğunun yolunu tuttu. Neticede, muhtemelen Afrika’nın veya Asya’nın doğu kıyılarına, Hint Okyanusu’na, yahut Hazar denizine ulaştı. Âyetlerin akışından anlaşıldığına göre burada medenî hayat gelişmemişti. Zülkarneyn’in karşılaştığı insanlar, medeniyetten uzak olduklarından, güneşin sıcağına ve yağmura karşı korunmak için ne elbise dikip giymesini biliyorlardı ne de barınabilecekleri evleri vardı, topraklarında güneşe karşı koruyabilecek bitki örtüsü de bulunmuyordu.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 578-579

ثُمَّ اَتْـبَعَ سَبَباً

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَتْبَع  fetha üzere mebni mazi fiildir.Faili müstetir olup takdiri هو’dir. 

سَبَباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَتْبَعَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  تبع ’dır.

İf’âl babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

ثُمَّ اَتْـبَعَ سَبَباً

 

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamber nezdinde, Zülkarneyn hakkında  soru soranlardır. 

İsti’naf cümlesidir. 85. ayete matuf olduğu da söylenmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

اَتْبَعَ  fiili iki mef’ûle müteaddi fiillerdendir. Mef’ûllerden biri  سَبَباً  diğeri ise mahzuftur. 

Cümlenin takdiri  فأتبع سببًا سببًا آخر  [Başka bir neden için bir nedeni takip etti.] veya  فأتبع أمره سببًا  [İşinde bir sebebi takip etti.] şeklindedir.

سَبَباً  kelimesi mef'ûl olarak nasb olmuştur. Kelimedeki tenvin tazim içindir.

Ayet, 85. ayet ile atıf harfi hariç aynıdır. İki ayet arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ثُمَّ , birbirine bağlanan öğelerin arasında zaman farkı olduğunu, atfedilenin, kısa da olsa bir süre sonra gerçekleştiğini ifade eder. 

اَتْـبَعَ  fiili,  اِفعال  babındadır.  اِفعال  babı fiile kesret, haynunet, sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul manaları katar.

Daha sonra Cenab-ı Hak, “O da o vesileyi (yolu) tuttu.” buyurmuştur. Bu, “Allah ona her şeyin sebebini verdiği için o bir şey dilediğinde, kendisini o dileğine ulaştıracak ve yaklaştıracak olan sebebi, yolu tutardı.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Kehf Sûresi 90. Ayet

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلٰى قَوْمٍ لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا سِتْراًۙ  ...


Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حَتَّىٰ nihayet
2 إِذَا ne zaman ki
3 بَلَغَ ulaştı ب ل غ
4 مَطْلِعَ doğduğu yere ط ل ع
5 الشَّمْسِ güneşin ش م س
6 وَجَدَهَا ve onu buldu و ج د
7 تَطْلُعُ doğarken ط ل ع
8 عَلَىٰ üzerine
9 قَوْمٍ bir kavmin ق و م
10 لَمْ
11 نَجْعَلْ yapmadığımız ج ع ل
12 لَهُمْ kendilerine
13 مِنْ
14 دُونِهَا ona (güneşe) karşı د و ن
15 سِتْرًا bir siper س ت ر

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ 

 

حَتّٰٓى  harfi ibtidaiyyedir.  حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: 

1) Harf-i cer olarak  2) Başlangıç edatı olarak  3) Atıf edatı olarak kullanılır. Burada başlangıç edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a) (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

بَلَغَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَلَغَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

مَطْلِعَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  Aynı zamanda muzâftır. الشَّمْسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


 وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلٰى قَوْمٍ 

 

Fiil cümlesidir.  وَجَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. 

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

تَطْلُعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.  تَطْلُعُ  fiili  وَجَدَ ’deki mef’ûlun bihin hali olarak mahallen mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  “و ” gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلٰى قَوْمٍ  car mecruru  تَطْلُعُ  fiiline müteallıktır.


لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا سِتْراًۙ

 

Cümle  قَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  نَجْعَلْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

لَهُمْ  car mecruru  نَجْعَلْ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihine müteallıktır. 

مِنْ دُونِهَا  car mecruru  سِتْراً ’nin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

سِتْراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ عَلٰى قَوْمٍ لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا سِتْراًۙ

 

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamber nezdinde, Zülkarneyn hakkında  soru soranlardır. حَتّٰٓى  ibtida harfi,  اِذَا  şart manalı zaman zarfıdır.  اِذَا ’nın muzâfun ileyhi, şart cümlesi olan  بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı olan  وَجَدَهَا  cümlesi de aynı üslupta gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَطْلُعُ عَلٰى قَوْمٍ  cümlesi,  وَجَدَهَا ’daki mef’ûlün halidir. 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَوْماً ’deki tenvin muayyen olmayan cinse işaret eder.

86. ayetteki  حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ  [Nihayet güneşin battığı yere varınca] ibaresiyle bu ayetteki  حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ مَطْلِعَ الشَّمْسِ وَجَدَهَا تَطْلُعُ  [Nihayet güneşin doğduğu yere ulaşınca] ibaresi arasında mukabele sanatı vardır.

مَغْرِبَ  (Batı) - مَطْلِعَ  (Doğu) arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

مَطْلِعَ - تَطْلُعُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

لَمْ نَجْعَلْ لَهُمْ مِنْ دُونِهَا سِتْراًۙ  cümlesi  قَوْمٍ ’in sıfatıdır. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Mef’ûl olan  سِتْراًۙ  kelimesindeki tenvin kıllet ve umum ifade eder. 

Nefy siyakında nekre, umum ve şumûle delalet eder. (Dr. Salâh Abdu'l-Fettâh el-Hâlidî, Vakafât Düşündüren Ayetler, s. 78)

Kehf Sûresi 91. Ayet

كَذٰلِكَۜ وَقَدْ اَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْراً  ...


İşte böyle. Şüphesiz biz onun yanındakileri ilmimizle kuşatmışızdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَذَٰلِكَ işte böyle
2 وَقَدْ ve muhakkak
3 أَحَطْنَا biliyorduk ح و ط
4 بِمَا
5 لَدَيْهِ onun yanındakini
6 خُبْرًا ilmimizle خ ب ر

كَذٰلِكَۜ وَقَدْ اَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْراً

 

İsim cümlesidir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل (gibi) manasındadır. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Takdiri, الأمر (Durum) şeklindedir. ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

وَ   istînâfiyyedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اَحَطْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsul  بِ  harf-i ceriyle  اَحَطْنَا  fiiline müteallıktır. 

لَدَيْهِ  mekân zarfı,  ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

خُبْراً  kelimesi  اَحَطْنَا  fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

كَذٰلِكَۜ 

 

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamber nezdinde, Zülkarneyn hakkında  soru soranlardır. Ayet fasılla gelmiş istînâf cümlesidir. Ayette îcâz-ı hazif vardır.

كَ  teşbih harfidir. Car mecrur, takdiri  الأمر (Durum) olan mahzuf bir mübtedanın haberine veya takdiri  حكم  (Hükmetti) olan mahzuf bir fiile müteallıktır. Şöyle takdir edilir: حكم بهؤلاء الذين هم في مطلع الشمس كما حكم بأولئك الذين هم في مغربها (Güneşin doğduğu yerde olan kişiler hakkında güneşin battığı yerde olanlar hakkında verdiği hüküm gibi hükmetti.)

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)

كَذٰلِكَ  (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki isti’mali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ, “O kavimlerin durumu, Zülkarneyn'in bulduğu bu şekilde idi.” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

كَذٰلِكَ ’nin,  وَجَدَ ’nin yahut  نَجْعَلْ   fiilinin mahzuf masdarının sıfatı yahut  قَوْمٍ ’in sıfatı olması da caizdir. Yani güneş küfür ve hükümde onlar gibi bir kavmin üzerine doğuyordu demektir. (Beyzâvî)


وَقَدْ اَحَطْنَا بِمَا لَدَيْهِ خُبْراً

 

Cümlede  وَ  istînâfiyyedir. Tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî  kelamdır. Fiil azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

اَحَطْنَا  fiiline müteallık, cer mahallindeki müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. Mekân zarfı  لَدَيْهِ  bu mahzuf sılaya müteallıktır.

خُبْراً  kelimesi  اَحَطْنَا  fiilinin mef'ûlu olarak nasb olmuştur. Tenvin kesret ve tazim ifade eder.
Kehf Sûresi 92. Ayet

ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَباً  ...


Sonra yine bir yol tuttu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra yine
2 أَتْبَعَ tuttu ت ب ع
3 سَبَبًا bir yol س ب ب
Zülkarneyn üçüncü defa ordusunu hazırlayıp seferlerine devam etti. Bu seferin hangi istikamete yapıldığı Kur’an’da açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte, tefsirciler bunun kuzeye yapıldığı kanaatindedirler. Kâmil Miras da Zülkarneyn’in bu üçüncü seferinin güneyden kuzeye doğru gerçekleştiğini savunur ve bunun Kur’an’ın nazmından anlaşıldığını ifade eder (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, IX, 100). Bir görüşe göre Zülkarneyn’in vardığı iki dağ arasından maksat Hazar denizinden Karadeniz’e doğru uzanan dağ sıraları arasında bulunan Demirkapı mıntıkasıdır. Bu dağların ötesinde Ye’cûc ve Me’cûc bulunmaktadır (Mevdûdî, III, 179). Diğer bir görüşe göre bu iki dağ doğuda, Türk yurdunun sona erdiği bölgede bulunmaktadır; meşhur Türk müfessirleri Zemahşerî ile Ebüssuûd bu kanaattedirler. Elmalılı da, “Bu görüş Çin Seddi’ne bir işarettir” diyerek konuya biraz daha açıklık getirmek istemiştir (V, 3285). Ancak tarihçilerin verdiği bilgiye göre Çin Seddi’ni Zülkarneyn değil Çinliler yaptırmışlardır. Zülkarneyn’in ulaştığı bu iki dağ eğer doğuda ise bunların Tanrı dağları ile Altaylar, seddin de bu iki dağ arasında, Çin Seddi’nden çok daha önce yapılmış fakat zamanla yıkılmış bir set olması gerekir. 93. âyette “Nerede ise hiçbir sözü anlamayan bir kavim buldu” diye tercüme ettiğimiz cümle farklı okunuşa göre, “Nerede ise hiçbir sözü anlatamayan bir kavim buldu” anlamı da verilebilir. Yani Zülkarneyn’in karşılaştığı kavim, kendi dillerinden başka dil bilmedikleri için Zülkarneyn’in sözlerini anlamıyorlardı veya kendi düşüncelerini ona anlatamıyorlardı. Ama kendisine her türlü imkân lutfedilmiş olan Zülkarneyn, onlarla anlaşma yolunu buldu ve onların teklif ve yardımlarıyla Ye’cûc ve Me’cûc’e karşı büyük bir set yaptı. Kur’an bu seddin nerede ve ne zaman yapıldığı konusunda herhangi bir açıklama yapmamıştır. Ancak genellikle tefsirlerde Zülkarneyn’in karşılaştığı, söz anlamayan veya anlatamayan kavmin Türkler olduğuna işaret edilmiştir (Zemahşerî, II, 498; Râzî, XXI, 169; İbn Kesîr, V, 191; Elmalılı, V, 3287). Bu durumda olay Orta Asya veya Kafkaslar’da meydana gelmiş olmalıdır. 
Kuan Yolu Tefsiri

ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَباً

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَتْبَع  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. 

سَبَباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اَتْبَعَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  تبع ’dır.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

ثُمَّ اَتْبَعَ سَبَباً

 

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamber nezdinde, Zülkarneyn hakkında  soru soranlardır. 

Ayet,  ثُمَّ  ile  كَذٰلِكَۜ… cümlesine atfedimiştir.  ثُمَّ , birbirine bağlanan öğelerin arasında zaman farkı olduğunu, atfedilenin, kısa da olsa bir süre sonra gerçekleştiğini ifade eder. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) 

اَتْبَعَ  fiili iki mef’ûle müteaddi fiillerdendir. Mef’ûllerden biri  سَبَباً  diğeri ise mahzuftur. 

Cümlenin takdiri  فأتبع سببًا سببًا آخر  (Başka bir neden için bir nedeni takip etti.) veya  فأتبع أمره سببًا (İşinde bir sebebi takip etti.) şeklindedir.

سَبَباً  kelimesi mef'ûl olarak nasb olmuştur. Kelimedeki tenvin tazim içindir.

اَتْـبَعَ  fiili,  اِفعال  babındadır.  اِفعال  babı fiile kesret, haynunet, sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul manaları katar.

سَبَباً  kelimesi mef'ûl olarak nasb olmuştur. Kelimedeki tenvin kesret içindir.

Ayet, 85 ve 89. ayetlerle aynıdır. Bu ayetler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

85, 89 ve bu ayetteki  اَتْبَعَ سَبَباً  cümlesi Zülkarneyn'in yola koyuluşunu ifade eden ibaredir. Aynı gibi görünse de bu ifadelerden  ثُمَّ ’nin delaletiyle, Zülkarneyn'in üçünde de farklı zamanlarda farklı yollara yöneldiği anlaşılmaktadır.  

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, s. 189) Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Bu, “Allah ona her şeyin sebebini verdiği için o birşey dilediğinde, kendisini o dileğine ulaştıracak ve yaklaştıracak olan sebebi, yolu tutardı.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

 

Kehf Sûresi 93. Ayet

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِنْ دُونِهِمَا قَوْماًۙ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلاً  ...


İki dağ arasına ulaşınca, bunların önünde, neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حَتَّىٰ nihayet
2 إِذَا ne zaman ki
3 بَلَغَ ulaştı ب ل غ
4 بَيْنَ arasına ب ي ن
5 السَّدَّيْنِ iki sed س د د
6 وَجَدَ buldu و ج د
7 مِنْ
8 دُونِهِمَا onların dışında د و ن
9 قَوْمًا bir kavim ق و م
10 لَا
11 يَكَادُونَ neredeyse ك و د
12 يَفْقَهُونَ hiç anlamayan ف ق ه
13 قَوْلًا söz ق و ل

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِنْ دُونِهِمَا قَوْماًۙ

 

حَتّٰٓى  harfi ibtidaiyyedir.  حَتّٰٓى  edatı 3 şekilde kullanılabilir: 

1) Harf-i cer olarak  2) Başlangıç edatı olarak  3) Atıf edatı olarak kullanılır. Burada başlangıç edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezm etmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a) (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

بَلَغَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَلَغَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir. 

بَيْنَ  mekân zarfı,  amili olan  بَلَغَ ’nın mef’ûlün bihidir. Aynı zamanda muzâftır.

السَّدَّيْنِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur.

وَجَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.  مِنْ دُونِهِمَا  car mecruru  وَجَدَ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هِمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  قَوْماً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.


  لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلاً

 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَكَادُونَ   fiili  نَ ’un sübutuyla nakıs, merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  يَكَادُونَ ‘nun ismi olarak mahallen merfûdur. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

Mukârebe (Yaklaşma) Fiilleri: Mübteda ve haberin başına gelerek nakıs fiiller gibi isim cümlesinin mübtedasını ismi, haberini ise haberi yaparlar. İsmini ref, haberini nasb ederler. Haberleri daima muzari fiil ile başlar. Bu fiiller -e yazdı, az kalsın…, neredeyse… , -mek üzereydi gibi manalara gelir. Bu fiillerden Kur'an’da sadece  كَادَ ‘nin kullanımına rastlanmıştır.  كَادَ  fiili tam fiil olarak da kullanılır. Bu durumda peşinden muzari fiil gelmez ve gerçek anlamı olan “tuzak kurdu, hile yaptı, aldattı” manalarına gelir. Bu şekilde geldiğinde normal fiil gibi amel eder. Yani fail ve mef’ûl alabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا يَكَادُونَ  cümlesi  قَوْماً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَفْقَهُونَ  fiili  يَكَادُونَ ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.  يَفْقَهُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

قَوْلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

حَتّٰٓى اِذَا بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ وَجَدَ مِنْ دُونِهِمَا قَوْماًۙ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلاً

 

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamber nezdinde, Zülkarneyn hakkında  soru soranlardır.  حَتّٰٓى  ibtida harfi,  اِذَا , şart manalı zaman zarfıdır.  اِذَا ’nın muzâfun ileyhi, şart cümlesi olan  بَلَغَ بَيْنَ السَّدَّيْنِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı olan  وَجَدَ مِنْ دُونِهِمَا قَوْماًۙ  cümlesi de aynı üslupta gelmiştir. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَوْماً ’deki tenvin muayyen olmayan cinse işaret eder.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ قَوْلاً

cümlesi,  قَوْماًۙ ’in sıfatıdır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Nakıs fiil  كَادُ ’nin haberi  يَفْقَهُونَ قَوْلاً nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَادُ  fiilinin müspetinden menfi, menfisinden müspet mana anlaşılır. Buna göre ayetteki  لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ  ifadesi onların hiçbirşey anlamadıklarına değil, güçlük ve zorlukla anlayabildiklerine delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)

يَفْقَهُونَ  fiilinin mef'ûlu olarak nasb olan  قَوْلاً  kelimesindeki tenvin kesret içindir. 

Keşşâf sahibi ise şöyle der: Bu kelime zamme ile olursa  بَيْنَ السٌُدَّين , ism-i mef'ûl manasında olur. O zaman “Allah'ın yaptığı ve yarattığı şey” hakkında kullanılır. Fetha ile okunursa masdar olur ve “insanların yapması ve icat etmesi” demek olur. (Fahreddin er-Râzî)

 
Kehf Sûresi 94. Ayet

قَالُوا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجاً عَلٰٓى اَنْ تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَداًّ  ...


Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye’cüc ve Me’cüc (adlı kavimler) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadırlar. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 يَا ذَا Zu’l-Karneyn
3 الْقَرْنَيْنِ Zu’l-Karneyn ق ر ن
4 إِنَّ şüphesiz
5 يَأْجُوجَ Ye’cuc
6 وَمَأْجُوجَ ve Me’cuc
7 مُفْسِدُونَ bozgunculuk yapıyorlar ف س د
8 فِي
9 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
10 فَهَلْ mi?
11 نَجْعَلُ verelim ج ع ل
12 لَكَ sana
13 خَرْجًا bir vergi خ ر ج
14 عَلَىٰ için
15 أَنْ
16 تَجْعَلَ yapman ج ع ل
17 بَيْنَنَا bizimle ب ي ن
18 وَبَيْنَهُمْ onların arasına ب ي ن
19 سَدًّا bir sed س د د
Kur’ân-ı Kerîm, Ye’cûc ve Me’cûc’ün kimler olduğu, nerede ve ne zaman yaşadıkları hakkında bilgi vermemiştir. Ancak tarihçiler bunların Hz. Nûh’un oğlu Yâfes’in soyundan gelmiş iki kabile olduğunu söylemişlerdir. Bununla birlikte “Yeryüzünde fesat çıkarıyorlar” meâlindeki cümle, bunların birçok kabileden meydana gelmiş kalabalık bir kitle olduklarına delâlet eder. Nitekim yirmiden fazla kabileden meydana geldiklerine dair rivayetler de vardır (Elmalılı, V, 3288). Bir kısım âlimler, ayette geçen “Ye’cûc ve Me’cûc-ü kendi dönemlerinde savaşçı ve tamamen yıkıcı topluluklarla izah etmişler ise de bu görüşler indî değerlendirmelerdir (Bu konuda geniş bilgi için bk. Ateş, V, 330).
 
Ye’cûc ve Me’cûc hakkında Hz. Peygamber’den birçok hadis rivayet edilmiştir. Bunlardan bazıları şöyledir:
 
 Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Resûlullah buyurmuştur ki, “Ye’cûc ve Me’cûc her gün seddi delmeye çalışırlar. Tam delip de güneş ışınlarını görecekleri sırada başlarında bulunan kişi, ‘Haydi gidin yarın delersiniz’ der. Fakat ertesi gün döndüklerinde seddin eskisinden daha sağlam hale gelmiş olduğunu görürler. Nihayet müddetleri dolup da Allah onları insanların üzerine salmayı dilediği zaman başlarında bulunan adam, ‘Haydi gidin inşallah yarın delersiniz’ der. ‘İnşallah’ dediği için döndüklerinde seddi, bir önceki gün bıraktıkları biçimde bulurlar. Seddi delerler ve insanların karşısına çıkarlar; suları içerek kuruturlar, insanlar onlardan kaçıp kalelerine sığınırlar. Bunun üzerine onlar oklarını göğe atarlar. Attıkları oklar kana bulanmış olarak yere düşer. Daha sonra onlar, ‘Yerde olanları ezdik, gökte olanları yendik’ derler. Fakat Allah onların kafalarının içine bir kurt musallat eder, kurt onları öldürür.” Resûlullah devamla şöyle buyurmuştur: “Allah’a yemin ederim ki yeryüzündeki hayvanlar, onların etlerini yiyip kanlarını içerek semizleşir, şişmanlarlar” (Müsned, II, 510; İbn Mâce, “Fiten”, 4079-4081; Tirmizî, “Tefsîr”, 19).
 
 İbn Kesîr’e göre bu hadis Hz. Peygamber’e isnat edilemez. Zira söz konusu rivayette Ye’cûc ve Me’cûc’ün seddi delmeyi başardıkları belirtilmektedir. Oysa âyetin zâhirine bakıldığında onların, çok sağlam olan bu seddi aşmaları veya delmeleri mümkün görülmemektedir. İbn Kesîr’in kanaatine göre muhtemelen Ebû Hüreyre bu rivayeti, (yahudi iken müslüman olan) Kâ‘bü’l-Ahbâr’dan nakletmiş; sonraki bazı râviler de bu sözü yanlışlıkla Hz. Peygamber’e isnat etmişlerdir. Çünkü (İsrâiliyât türü rivayetleriyle meşhur olan) Kâ‘b, Ebû Hüreyre ile sık sık birlikte oluyor ve ona ivayette bulunuyordu (V, 194; Ye’cûc ve Me’cûc hakkında bilgi için bk. İlyas Çelebi, 101-132).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 580-581

  Ecce : أجج   اُجاجٌ çok tuzlu ve hararetli demektir. Ye'cüc ve Me'cüc يَاْجُوج -مَاْجُوج  kavramları da bu köktendir. Aşırı kargaşa içinde, çalkantılı olmalarından dolayı sağa sola oynayan ateşe ve dalgalı sulara benzetilmişlerdir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim olarak 2 defa sadece bu ayette geçmiştir.(Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Yecüc ve Mecüc'dür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

قَالُوا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

Mekulü’l kavli, يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. 

يَا  nida harfidir. ذَا  münada olup harfle îrab olan beş isimden biri olup nasb  alameti elif ’dir. Aynı zamanda muzâftır. الْقَرْنَيْنِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere iki kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve üç şekilde gelir: 

1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

Nidanın cevabı  اِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ ’dir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  يَأْجُوجَ  kelimesi  اِنَّ nin ismi olup lafzen mansubdur. 

مَأْجُوجَ  atıf harfi وَ la  يَأْجُوجَ ye matuftur.

يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ  kelimeleri,  gayri munsarıftır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

مُفْسِدُونَ  kelimesi,  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  مُفْسِدُونَ ’e müteallıktır.

مُفْسِدُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجاً عَلٰٓى اَنْ تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَداًّ

 

فَ  atıf harfidir.  هَلْ  istifhâm harfidir.  نَجْعَلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. لَكَ  car mecruru  نَجْعَلُ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihine müteallıktır.

خَرْجاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  عَلٰٓى  harfi-i ceriyle birlikte  نَجْعَلُ  fiiline müteallıktır.  

تَجْعَلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  بَيْنَنَا  mekân zarfı,  تَجْعَلَ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَيْنَهُمْ  atıf harfi  وَ ’la  بَيْنَنَا ’ya matuftur.  سَداًّ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

قَالُوا يَا ذَا الْقَرْنَيْنِ اِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  ذَا الْقَرْنَيْنِ  münadadır. Nidanın cevabı olan  اِنَّ يَأْجُوجَ وَمَأْجُوجَ مُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi  مُفْسِدُونَ ism-i fail kalıbında gelmiştir. 

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiilierin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-İ Fâil Ve İşlevleri)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Karye halkı, Yecüc ve Mecüc’den şikayetlerini  اِنَّ  ve isim cümlesiyle ile tekid ederek inkâri kelamla bildirmişlerdir.

فِي الْاَرْضِ ; şeklindeki car mecrur  مُفْسِدُونَ  kelimesinin müteallıkıdır. Kelimenin ism-i fail vezninde olması, müteallık almasına olanak sağlamıştır.


 فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجاً عَلٰٓى اَنْ تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَداًّ

 

Nidanın cevabına matuf olan cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İnşâ üslubunda gelmesine rağmen cümle haber manasındadır.

فَهَلْ نَجْعَلُ لَكَ خَرْجاً  [Ücret verelim mi?] ifadesi aslında yardım etmesini istediklerini belirtir. Cümle istifham anlamından çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

خَرْجاً  kelimesindeki tenvin belirsiz bir nevi ifade içindir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  تَجْعَلَ بَيْنَنَا وَبَيْنَهُمْ سَداًّ  cümlesi, masdar tevilinde, harf-i cerle birlikte  نَجْعَلُ  fiiline müteallıktır. 

تَجْعَلَ - بَيْنَهُمْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

Hamza ve Kisâî  خَرْجاً  kelimesini  خَرَاج  şeklinde okumuşlar; diğer kıraat alimleri ise خَرْج  diye okumuşlardır.  خَرْج  ve  خَرَاج  kelimelerinin aynı anlama geldiğini söyleyenler olmuştur. Yine bunların, farklı iki kelime olduğu da belirtilmiştir. Alimler  bu iki görüş üzere ihtilaf etmişlerdir. Buna göre elifsiz olarak  خَرْج  kelimesinin, ‘ücret’ anlamına geldiği söylenmiştir.  خَرَاج  ise her sene sultanın topladığı şeydir (vergi, öşür). (Fahreddin er-Râzî)

Kehf Sûresi 95. Ayet

قَالَ مَا مَكَّنّ۪ي ف۪يهِ رَبّ۪ي خَيْرٌ فَاَع۪ينُون۪ي بِقُوَّةٍ اَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْماًۙ  ...


Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği (imkân ve kudret, sizin vereceğiniz vergiden) daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de, sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 مَا
3 مَكَّنِّي beni bulundurduğu imkanlar م ك ن
4 فِيهِ içinde
5 رَبِّي Rabbimin ر ب ب
6 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
7 فَأَعِينُونِي siz bana yardım edin de ع و ن
8 بِقُوَّةٍ güçle ق و ي
9 أَجْعَلْ yapayım ج ع ل
10 بَيْنَكُمْ sizinle ب ي ن
11 وَبَيْنَهُمْ onlar arasına ب ي ن
12 رَدْمًا sağlam bir engel ر د م

قَالَ مَا مَكَّنّ۪ي ف۪يهِ رَبّ۪ي خَيْرٌ فَاَع۪ينُون۪ي بِقُوَّةٍ اَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْماًۙ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.  

Mekulü’l-kavli,  مَا مَكَّنّ۪ي ف۪يهِ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Müşterek ism-i mevsul  مَا  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  مَكَّنّ۪ي ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

مَكَّنّ۪ي  fetha üzere mebni mazi fiildir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. ف۪يهِ  car mecruru  مَكَّنّ۪ي  fiiline müteallıktır. 

رَبّ۪ي  fail olup  mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

خَيْرٌ  mübteda olan  مَا ’nın haberi olarak lafzen merfûdur. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, 

إن طلبت العون فأعينوني (Yardım istiyorsanız bana yardım edin.) şeklindedir.

اَع۪ينُون۪ي  fiili  ن۪ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  بِقُوَّةٍ  car mecruru  اَع۪ينُون۪ي  fiiline müteallıktır. 

فَ   mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن تعينوني أجعل… (Bize yardım edersen …. yaparız) şeklindedir.

اَجْعَلْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنَاdir.  بَيْنَكُمْ  mekân zarfı ,   اَجْعَلْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

بَيْنَهُمْ  atıf harfi  وَ ’la  بَيْنَكُمْ ’e matuftur. رَدْماًۙ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مَكَّنّ۪ي  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  مكن ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

اَع۪ينُون۪ي  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  عون ’dır.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

قَالَ مَا مَكَّنّ۪ي ف۪يهِ رَبّ۪ي خَيْرٌ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Allah Teâlâ, Zülkarneyn’in, kavme söylediği sözleri bildirmektedir.

قَالَ  fiilinin mekulü’l kavli olan  مَا مَكَّنّ۪ي ف۪يهِ رَبّ۪ي خَيْرٌ  cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki haberin önemine dikkat çekmek içindir.

Mevsûlün sılası  مَكَّنّ۪ي ف۪يهِ رَبّ۪ي , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, s. 107) Müsned olan خَيْرٌ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

رَبّ۪ي  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

Mekulü’l-kavlin ilk cümlesi, “Rabbimin beni sahibi kıldığı bol mal ve geniş zenginlik, sizin harcayacağınız haraçtan daha hayırlıdır. Benim ona ihtiyacım yoktur.” demektir. Bu, tıpkı Süleyman (as)’ın, [“İşte Allah’ın bana verdiği, sizin verdiğinizden daha çok hayırlıdır.”] (Neml Suresi, 36) demesi gibidir. (Fahreddin er-Râzî)


 فَاَع۪ينُون۪ي بِقُوَّةٍ اَجْعَلْ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُمْ رَدْماًۙ

 

Takdiri …إن طلبت العون  (Yardım istiyorsanız bana yardım edin.) olan mahzuf bir şartın cevabıdır. Cümleye dahil olan rabıta  فَ ’si, bu hazfin işaretidir. Bu  فَ   harfini, fasiha olarak yorumlayan alimler de vardır. 

Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. Mahzuf şart ve mezkûr cevaptan müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşaî isnaddır.

اَع۪ينُون۪ي  fiili,  اِفعال  babında emirdir.  اِفعال  babı, fiile, tadiye, sayruret, kesret, haynunet gibi anlamlar katar.

مَكَّنّ۪ي  - اَع۪ينُون۪ي - بِقُوَّةٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  بَيْنَ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

رَدْماًۙ  kelimesindeki tenvin, nev ve tazim ifade eder.

رَدْماًۙ  kelimesi, set, duvar anlamına gelir ve  سدّ  kelimesinden daha fazla kullanılır.  (Fahreddin er-Râzî)
Kehf Sûresi 96. Ayet

اٰتُون۪ي زُبَرَ الْحَد۪يدِۜ حَتّٰٓى اِذَا سَاوٰى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انْفُخُواۜ حَتّٰٓى اِذَا جَعَلَهُ نَاراًۙ قَالَ اٰتُون۪ٓي اُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْراًۜ  ...


“Bana (yeterince) demir madeni getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu (dağlarla) bir hizaya getirince, “körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor (gibi) yapınca da, “Bana erimiş bakır getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اتُونِي bana getirin ا ت ي
2 زُبَرَ kütleleri ز ب ر
3 الْحَدِيدِ demir ح د د
4 حَتَّىٰ o kadar ki
5 إِذَا
6 سَاوَىٰ aynı seviyeye getirince س و ي
7 بَيْنَ arasını ب ي ن
8 الصَّدَفَيْنِ iki dağın ص د ف
9 قَالَ dedi ق و ل
10 انْفُخُوا üfleyin! ن ف خ
11 حَتَّىٰ nihayet
12 إِذَا
13 جَعَلَهُ onu sokunca ج ع ل
14 نَارًا bir ateş haline ن و ر
15 قَالَ dedi ق و ل
16 اتُونِي getirin bana ا ت ي
17 أُفْرِغْ dökeyim ف ر غ
18 عَلَيْهِ üzerine
19 قِطْرًا erimiş katran ق ط ر

اٰتُون۪ي زُبَرَ الْحَد۪يدِۜ حَتّٰٓى اِذَا سَاوٰى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انْفُخُواۜ 

 

Fiil cümlesidir.  اٰتُون۪ي  fiili  ن۪ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. زُبَر  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْحَد۪يدِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

حَتّٰٓى  gaye bildiren cer harfidir.  حَتّٰٓى  edatı 3 şekilde kullanılabilir: 

1) Harf-i cer olarak  2) Başlangıç edatı olarak  3) Atıf edatı olarak kullanılır. Burada başlangıç edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا) dan sonraki şart cümlesinin, fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a) (إِذَا)  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)

c) Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

سَاوٰى  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  سَاوٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  بَيْنَ  mekân  zarfı,  سَاوٰى  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. 

الصَّدَفَيْنِ  muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için  ي  ile mecrurdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  قَالَ  cümlesi şartın cevabıdır.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.  

Mekulü’l-kavli,  انْفُخُوا ’dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

انْفُخُوا  damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 


 حَتّٰٓى اِذَا جَعَلَهُ نَاراًۙ قَالَ اٰتُون۪ٓي اُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْراًۜ

 

حَتّٰٓى  gaye bildiren cer harfidir. 

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

جَعَلَهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَعَلَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. 

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

نَاراً  kelimesi  جَعَلَهُ  fiilinin  ikinci mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  قَالَ  cümlesi şartın cevabıdır. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هوdir.  

Mekulü’l-kavli,  اٰتُون۪ٓي اُفْرِغ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اٰتُون۪ٓي  fiili  ن۪ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

فَ  karinesi olmadan gelen  اُفْرِغْ  fiili mukadder şartın cevabıdır. Takdiri; إن تأتوني قطرا أفرغه عليه (Bana bir parça getirirseniz üzerine dökün.) şeklindedir.

اُفْرِغْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.  عَلَيْهِ  car mecruru  اُفْرِغْ  fiiline müteallıktır.

قِطْراً  kelimesi  اٰتُون۪ٓي  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

اٰتُون۪ي زُبَرَ الْحَد۪يدِۜ حَتّٰٓى اِذَا سَاوٰى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ قَالَ انْفُخُواۜ 

 

Mütekellim Zülkarneyn, muhatap Yecüc ve Mecüc’den muzdarip karye halkıdır.

Zülkarneyn’in sözlerinin devamı olan bu ayet, fasılla gelmiş isti’naf cümlesidir. 

Ayetin ilk cümlesi  اٰتُون۪ي زُبَرَ الْحَد۪يدِۜ , emir üslubunda, talebî inşâî isnaddır.

زُبَرَ  kelimesi  زُبْرَ nin çoğuludur. زُبْرَ , büyük demir parçası demek olup Kamus'ta zikredildiği üzere örs manasına da gelir. Yani ‘’demir aletler ve takımlar ile demir kütlelerini, demir cinslerini getiriniz dedi’’, getirdiler. (Elmalılı)

حَتّٰٓى  gaye ve cer harfi,  اِذَا , şart manalı zaman zarfıdır.  اِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan şart cümlesi  سَاوٰى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı olan  قَالَ انْفُخُواۜ  cümlesi de aynı üslupta gelmiştir.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  انْفُخُواۜ , emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اِذَا  harfi de manen ve lafzen mazi fiilin başına gelebilir. Burada ise istimrar ifadesi için mazi fiilin başına gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

زُبَرَ الْحَد۪يدِ  tabiri ‘demir blokları ve parçaları’ demektir. (Fahreddin er-Râzî)

حَتّٰٓى اِذَا سَاوٰى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ  sözü, öncesindeki lafzın hazfedildiğine işaret eder. Takdiri, “Demir çubukları ona getirdiler, onları dizdi ve iki yamacın arasını birleştirinceye kadar buna devam etti.” şeklindedir. Burada îcaz-ı hazif vardır. (Âşur)


 حَتّٰٓى اِذَا جَعَلَهُ نَاراًۙ قَالَ اٰتُون۪ٓي 

 

حَتّٰٓى  gaye ve cer harfi,  اِذَا , şart manalı zaman zarfıdır.  اِذَا ’nın muzâfun ileyhi olan şart cümlesi  سَاوٰى بَيْنَ الصَّدَفَيْنِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı olan  قَالَ اٰتُون۪ٓي  cümlesi de aynı üslupta gelmiştir.  قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli  اٰتُون۪ٓي  şeklinde emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

جَعَلَهُ نَاراًۙ  [Onu bir ateş yaptı.] cümlesinde teşbih-i beliğ vardır. Sıcaklık ve şiddetli kırmızılık hususunda onu ateş gibi yaptı demektir. Benzetme edatı ve benzetme yönü ibareden kaldırılmış, böylece teşbih-i beliğ olmuştur. (Safvetü’t Tefasir)

اٰتُون۪ٓي  , حَتّٰٓى  , اِذَا  , قَالَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 


اُفْرِغْ عَلَيْهِ قِطْراًۜ

 

Mukadder şartın cevabı olan cümle müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir. Mahzuf şartın takdiri  إن تأتوني قطرا  [Bana bir parça getirirseniz…] şeklindedir. Îcaz-ı hazif vardır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden oluşmuş terkip şart üslubunda haberî isnaddır.

اُفْرِغْ  cümlesini, talebin cevabı olarak kabul eden alimler de vardır.

قِطْراً  kelimesi, bakır eriyiğine denir; zira o, sıvı olup akar. Bu kelime  اُفْرِغْ  (üfleyeyim) fiilinin mef'ûlü olarak mansubdur ve takdiri de “Bana bakır eriyiği getirin de o bakır eriyiğini o demir parçalarının üzerine dökeyim.” şeklindedir. Ancak, birinci “demir eriyiği” kelimesi, ikincisi kendisine delalet ettiği için hazf edilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Sonraki ifadelerden anlaşıldığı için önceki cümleden  قِطْراًۜ  kelimesinin hazf edilişi ihtibâk sanatıdır.

İhtibâk bir belagat terimi olarak; “İkinci cümlede benzeri zikredilen kelime veya ifadenin birinci cümleden, birinci cümlede benzeri zikredilenin de ikinci cümleden hazf edilmesi” şeklinde tanımlanır. Buna göre ihtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831; Hacımüftüoğlu, İ’câz ve Belâgat Deyimleri, s. 82)

 
Kehf Sûresi 97. Ayet

فَمَا اسْطَاعُٓوا اَنْ يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْباً  ...


Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَمَا artık
2 اسْطَاعُوا ne güçleri yetti ط و ع
3 أَنْ
4 يَظْهَرُوهُ onu aşmaya ظ ه ر
5 وَمَا ne de
6 اسْتَطَاعُوا güçleri yetti ط و ع
7 لَهُ onu
8 نَقْبًا delmeye ن ق ب
Riyazus Salihin, 191 Nolu Hadis
Mü’minlerin annesi, Ümmü’l-Hakem Zeyneb Binti Cahş radıyallahu anhâ’ nın anlattığına göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sel-lem, korkudan titreyerek onun yanına girdi ve:
“Allah’dan başka ilah yoktur. Yaklaşan şerden dolayı vay Arabın haline! Bugün Ye’cûc ve Me’cûc’un seddinden şu kadar yer açıldı” buyurdu ve baş parmağı ile şehadet parmağını birleştirerek halka yaptı. Bunun üzerine ben:
– Ey Allah’ın Resûlü! İçimizde iyiler de olduğu halde helâk olur muyuz, dedim? Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem :
– “Kötülük ve günahlar çoğaldığı vakit, evet” buyurdu.
(Buhârî, Fiten 4, 28; Müslim, Fiten 1. Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 7, Menâkıb 25;  Ebû Dâvûd, Fiten 1; Tirmizî, Fiten 23; İbn Mâce, Fiten 9)

فَمَا اسْطَاعُٓوا اَنْ يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْباً

فَ  atıf harfidir.  مَا اسْطَاعُٓوا  cümlesi mahzuf istînâfa matuftur.Takdiri; فجاء القوم يقصدون ثقبه فما استطاعوا (İnsanlar onu delmek için geldiler ama yapamadılar.) şeklindedir.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

اسْطَاعُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  يَظْهَرُوهُ  fiili نْ ’u hazfıyla mansub muzari fildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَا اسْتَطَاعُوا   cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اسْتَطَاعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

لَهُ  car mecruru  نَقْباً ’e müteallıktır.  نَقْباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اسْطَاعُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

فَمَا اسْطَاعُٓوا اَنْ يَظْهَرُوهُ وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْباً

 


فَ  ile takdiri  فجاء القوم يقصدون ثقبه  (İnsanlar onu delmek için geldiler ama yapamadılar.) olan mahzuf istînafa atfedilmiş ayet, menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber, ibtidaî kelamdır. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَظْهَرُوهُ  cümlesi, masdar tevilinde  مَا اسْطَاعُٓوا  fiilinin mef’ûlüdür.

Aynı üslupta gelen ikinci cümle olan  وَمَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْباً  birinciye matuftur. 

Ayette birlikte kullanılan  مَا اسْطَاعُٓوا   ve  مَا اسْتَطَاعُوا  fiillerinden ilki salt olarak bir işi yapamamayı ifade ederken ikincisi elinden gelen gayreti gösterdikten sonra gücün yetmemesini ifade eder. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

Bu ayette geçen  اسْطَاعُٓوا - اسْتَطَاعُوا  fiilleri, iki fiil sıygası arasındaki beyanî farklılık sebeplerini açıklamaktadır. Ordu için seddi aşmak, onu delip geçmekten daha kolay olması sebebiyle aşmanın önündeki fiilden bir harf hazf edilerek  فَمَا اسْطَاعُٓوا اَنْ يَظْهَرُوهُ  buyurulmuştur. Oysa benzer bir hazif, uzun ve meşakkatli fiilde gerçekleşmemiş; aksine delip geçmenin önündeki fiile daha uzun bir sıyga verilerek  مَا اسْتَطَاعُوا لَهُ نَقْباً  buyrulmuştur. (İzzet Marangozoğlu , Fâdıl Sâlih es-Sâmerrâî’nin Beyânî Tefsir Anlayışı)

اسْتَطَاعُوا  fiili  استفعال  babındadır. Bu bâba giren fiiller taleb, tahavvül, itikat ve vicdan gibi anlamlar kazanır.

نَقْباً  kelimesindeki tenvin azlık ifade eder.

اسْطَاعُٓوا - اسْتَطَاعُوا  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s sadr,  مَا ’nın tekrarında reddü’l-acüz ale’s sadr sanatı vardır. 
Günün Mesajı
Miladi 7. nci asırda inmiş ve Kıyamet'e kadar geçerli olan Kur'ân'ın başlıca dört hedefi vardır:
1) Allah'ın varlığını ve birliğini,
2) Peygamberliği,
3) Haşir ve Âhiret'i zihinlerde ve kalblerde tesbit,
4) İbadet ve Adalet.
Bu maksatla her seviyeden insana hitap eder. İnsanların çoğu avam olduğu ve gözüne, kulağına, kısaca beş duyusuna dayandığı için, onların duyularıyla idraklerine de saygı gösterir.
Bu sebeple, herkesin anlayabileceği, fakat her sahada en üst seviyedeki insanların da, kendi seviyelerine göre tatmin olacakları bir dil ve üslüp kullanır. Bu bakımdan, zaman zaman teşbih (benzetme), istiare (kapalı benzetme), tecsim (cisim giydirme), telmih (atıfta bulunma) ve mecaz gibi sanatlara başvurur, temsiller getirir.
Bu açıdan, ayette geçen güneşin battığı yer ifadesi, mecazi bir ifadedir. Kur'ân, bunu insanlar güneşi batıyor gördüğü için kullanmıştır. Aynı şekilde, güneşin kızgın, kara ve çamurlu bir su gözesinde batması da mecazdır. Kur'ân, bu belâğat yüklü mecazi anlatımla Hz. Zülkarmeyn'in, suların çok fazla buharlaştığı yaz şıcağında, muhtemelen, bir çöl ülkesinde, güneşin denizde veya geniş bir nehirde bir su gözesinde batıyor gibi göründüğü noktaya kadar ilerlediğini ifade buyurmaktadır.
94. ayette geçen Ye'cuc ve Me'cuc'un da böyle olduğu görüşü vardır. Çekirgelerin bazı yıllarda büyük sürüler halinde ortaya çıkıp ekinleri yiyip bitirmesi gibi, Ye'cuc ve Me'cuc'un da medeni dünyayı defalarca istilâ edip, sonra kabuklarına çekilen, fakat yok olmayan vahşi topluluklar oldukları ifade edilmiştir. (Şualar, “Beşinci Şua”)
Sayfadan Gönüle Düşenler

Arkadaşımla sohbet ederken, saate bakmamak için kendimi tutuyordum. Zira birazdan mahallenin delisinin geleceğini biliyordum. O yüzden, o saate bakıp da, hadi sizin deliyi dinlemeye gidelim der demez teklifini kabul ettim. Tam zamanında yetiştik, dinleyenlerin arasına karıştık:

Allah’ın kelamı dilimde, hayat yollarında yürüyorum. Belki Zülkarneyn misaliyim, belki de değilim, bilmiyorum. 

Günün birinde; hayat yollarımdan biri, güneşin doğmadığı yere çıktı. Dövüle dövüle imtihan dünyasında olduğum hatırlatıldı. Sahip olduğum her şeye karanlıklar çöktü. Nefsim olduğu yerde kalmak isterken, kalbim Allah rızası için yürümeye devam etti. Her boğulduğumda, Rabbim Allah diyerek nefes aldırdı. Kasvete teslim olan bedenimi ise adeta sürükledi.

Günün sonunda; ufukta ışık gören halim, sevinçle ve umutla doldu. Mubarek olsun, güneşin batmadığı memlekete hoşgeldin denildi. Benliğim secdeye kapanırken, şükür dualarına başlandı. Isınacağını bilene üşümek, doyacağını bilene acıkmak, dinleneceğini bilene yorulmak ne hoştu. Belirsizliklere hapsolmuş insan, dünya üzerindeki her şey geçip gitmeye mahkumdu.

Günün ertesinde; kalbim duaya oturdu: Ey Rabbim! Ye’cûc ve Me’cûc gibi, nefsani heveslerin ve şeytani vesveselerin bozgunculuk yaparak huzurumuzu kaçırmasından Sana sığınırım. Zülkarneyn misali; onların üzerini örtmek ve etkilerinden korunmak için yardımını isterim. Beni; Sana samimiyetle güvenenlerden ve tevekkül edenlerden eylemeni dilerim. Yürüdüğüm yolları kolaylaştırmanı ve benliğimi rahmetin ile sarmalamanı isterim. 

Yalandan hakikate, nefsimden kalbime, geçiciden sonsuzluğa varmak için yürüyorum. Hep bir umut içindeyim, Rabbimin merhameti ile muhabbetine sığınıyorum.

Yalan dünyanın yolcusuyum, ebedi saadet için çalışıyorum. Hep bir hasret içindeyim, alemlerin Rabbine kavuşmayı bekliyorum. 

Rabbine hasret yaşayanlardan ve kurtuluşu için çalışanlardan olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji