23 Nisan 2025
Kehf Sûresi 98-110 (303. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Kehf Sûresi 98. Ayet

قَالَ هٰذَا رَحْمَةٌ مِنْ رَبّ۪يۚ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ رَبّ۪ي جَعَلَهُ دَكَّٓاءَۚ وَكَانَ وَعْدُ رَبّ۪ي حَقاًّۜ  ...


Zülkarneyn, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi (kıyametin kopma vakti) gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Zu’l-Karneyn) dedi ki ق و ل
2 هَٰذَا bu
3 رَحْمَةٌ bir rahmetdir ر ح م
4 مِنْ
5 رَبِّي Rabbimden ر ب ب
6 فَإِذَا zaman
7 جَاءَ geldiği ج ي ا
8 وَعْدُ va’di و ع د
9 رَبِّي Rabbimin ر ب ب
10 جَعَلَهُ onu eder ج ع ل
11 دَكَّاءَ yerle bir د ك ك
12 وَكَانَ ve ك و ن
13 وَعْدُ va’di و ع د
14 رَبِّي Rabbimin ر ب ب
15 حَقًّا haktır (gerçektir) ح ق ق
Bu iki âyette anlatılan “seddin bozulması, Ye’cûc ve Me’cûc’ün kalabalığı ve sûrun üflenmesi üzerine toplanmaları” iki şekilde yorumlanmıştır: 1. Kıyamet yaklaşınca (kıyamet alâmeti olarak) seddin açılması (Enbiyâ 21/96), Ye’cûc Me’cûc’ün yayılması, sonra birinci sûr ile kıyametin başlaması, haşir ve hesap. 2. Birinci sûrda bütün dağlar gibi o seddin bulunduğu yerin de büyük değişime uğraması, ikinci surda diğerleri gibi Ye’cûc Me’cûc’ün de diriltilerek, birbirine girmiş büyük kalabalıklar halinde haşredilme ve hesaba çekilmeleri. Ye’cûc Me’cûc hakkında başka rivayetler de vardır. Ancak bilginin gerçeklik değeri konusundaki İslâmî kurallara göre bunlara dayanarak kesin bir bilgiye ulaşmak mümkün değildir. Yukarıda özetlenen yorumlara ilaveten 83-99. âyetlerde anlatılan kıssada geçen bazı isim ve kavramlarla ilgili şöyle bir te’vil de yapılmıştır: Zülkarneyn Hz. Muhammed’i, Zülkarneyn’in set yaparak aralarını kapattığı iki dağ Mekke ile Medine’yi, set de Mekke’nin fethi ile sağlanmış olan İslâm birliğini, Ye’cûc ve Me’cûc ise inkârcıları temsil etmektedir. Bu inkârcılar kıyamete kadar İslâm birliğini bozamayacaklar; kıyamet (şaşmaz sözün gerçekleşmesi) yaklaştığında ise inkârcılar dalgalar halinde birbirlerine karışacaklardır (bk. Orhan Kuntman, s. 295-302, 328). 
Kuran Yolu Tefsiri

قَالَ هٰذَا رَحْمَةٌ مِنْ رَبّ۪يۚ فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ رَبّ۪ي جَعَلَهُ دَكَّٓاءَۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  

Mekulü’l-kavli,  هٰذَا رَحْمَةٌ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  رَحْمَةٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

مِنْ رَبّ۪ي  car mecruru  رَحْمَةٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

جَاءَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  وَعْدُ  fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  رَبّ۪ي  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَعَلَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

دَكَّٓاءَ  kelimesi  جَعَلَ ‘nin ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Mevsufu mahzuftur. Takdiri;  أرضا دكّاء  (Arzı yerle bir eder.) şeklindedir.

دَكَّٓاءَ  gayri munsarifdir. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Buradaki hemze te’nis alametidir. 

 

وَكَانَ وَعْدُ رَبّ۪ي حَقاًّۜ

 

وَ  atıf harfidir.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

وَعْدُ  kelimesi  كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  رَبّ۪ي  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

حَقاًّ  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.

قَالَ هٰذَا رَحْمَةٌ مِنْ رَبّ۪يۚ 

 

Ayet istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Bu ayet Zülkarneyn kıssasıyla ilgili son ayettir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا رَحْمَةٌ مِنْ رَبّ۪يۚ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismi olarak gelmesi, habere işaret ederek önemini vurgular.

İşaret isimleri mahsus şeyleri işaret etmek için kullanılırlar. Buradaki gibi aklî şeyleri işaret etmekte kullanıldıklarında istiare olur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi)

رَبّ۪ي  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim tazim kazanmıştır.

Bu kelam bize bildiriyor ki bu eser normal olarak insanların gayretiyle meydana getirilen eserler kabilinden değil, fakat zahiren benim girişimimle olmuşsa da hakikatte sırf ilâhi bir ihsandır. (Ebüssuûd)

قَالَ هٰذَا رَحْمَةٌ مِنْ رَبّ۪يۚ  İstînâf-ı beyaniyye cümlesidir. Burada gizli bir soruya cevap vardır. Gizli soru: Zülkarneyn bu büyük işi tamamlayınca ne yaptı? Ona şu cümle ile cevap verilir: Bu, Rabbimden bir rahmettir. (Âşûr)


 فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ رَبّ۪ي جَعَلَهُ دَكَّٓاءَۚ وَكَانَ وَعْدُ رَبّ۪ي حَقاًّۜ

 

 

فَ  , atıf harfidir.  اِذَا  ; şart fiilinin gerçekleşme ihtimalinin kuvvetli olduğunu ifade eden şart edatıdır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  جَٓاءَ وَعْدُ رَبّ۪ي  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır ve  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih es-Samerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 88.)

اِذَا  edatı  اِنْ  edatının aksine kesinlik, zan ve vukuu çokça olan cümlelerde bulunma özelliğine sahiptir.  اِنْ  edatı şüphe, vehim ve vukuu nadir olan cümlelerde bulunur. (Itkan c.1 s.407)

Cevap cümlesi  جَعَلَهُ دَكَّٓاءَۚ , müspet mazi fiil sıygasıyla faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı zamanda  اِذَا ’nın müteallakıdır. 

Cümlede fiiller mazi sıygada gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müstakbel, vukûunun kesinliğini ifade için maziyle gelebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fiille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bundan önce Allah'ın (cc) rahmetinin genişliği beyan edildikten sonra bu kelam da O’nun kudretinin büyüklüğünü beyan etmektedir. (Ebüssuûd)

وَعْدُ رَبّ۪ي izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan ي zamirinin ait olduğu Zülkarneyn, yine Rabb ismine muzâf olan  وَعْدُ , şan  ve şeref kazanmıştır.

وَعْدُ رَبّ۪ي  izafeti, vaadi tazim içindir.

دكآّء  kelimesi  فعلاء  vezninde sıfat-ı müşebbehedir. Sıfat-ı müşebbehe mübalağa ifade eder.

دكآّء  kelimesinin tenvin alamaması gayri munsarif olmasından ileri gelmektedir. Bu kelimedeki tenvin kesret ifade eder.

فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ رَبّ۪ي  [Rabbimin vaadi geldiği zaman] ifadesinde mecazî isnad vardır. Gelen vaat değil, vaadin vaktidir.

Ayetteki  هٰذَا  ifadesi, sete işarettir. Yani; "Bu set, Allah'tan bir nimet ve kullarına bir rahmettir” demektir. Veya bu zamirle, "o iki dağın yakasını bir araya getirip dümdüz yapma imkân ve kudreti Allah'tan bir rahmettir" demektir. Fakat,  فَاِذَا جَٓاءَ وَعْدُ رَبّ۪ي  [Rabbimin vaadi gelince] yani kıyametin gelmesi yaklaşınca, Allah Teâlâ o seddi, dümdüz eder. Yerle bir eder. Arapçada, yüksek iken yerle bir, dümdüz olan her şey hakkında ( إندكّ /dümdüz oldu) fiili kullanılır. Bu kelime, “dümdüz arazi, toprak" manasında olmak üzere, med ile ( دكآّء ) şeklinde de okunmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

وَكَانَ وَعْدُ رَبّ۪ي حَقاًّۜ  cümlesi, mekulü’l-kavle dahil olan şart cümlesine matuftur.  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ ‘nin haberinin isim olarak gelmesi, devam ve süreklilik ifade eder.

Son cümle tezyîldir. (Âşûr) Tezyîl cümleleri, tetmim ıtnâbı babındandır.

Zülkarneyn’in sözlerinde,  رَبّ۪  lafzının mütekellim zamirine izafetiyle üç kez tekrarlanması onun Rabbine olan tazim, muhabbet ve haşyetinin işaretidir.

وَعْدُ  رَبّ۪ي  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

رَحْمَةٌ  رَبّ۪ي  حَقاًّۜ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Kehf Sûresi 99. Ayet

وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ ف۪ي بَعْضٍ وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعاًۙ  ...


O gün biz onları bırakırız, dalga dalga birbirlerine karışırlar. Sonra sûra üfürülür de onları toptan bir araya getiririz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَتَرَكْنَا biz bırakırız ت ر ك
2 بَعْضَهُمْ birbirlerini ب ع ض
3 يَوْمَئِذٍ o gün
4 يَمُوجُ dalgalanır bir halde م و ج
5 فِي içinde
6 بَعْضٍ birbiri ب ع ض
7 وَنُفِخَ ve üflenir ن ف خ
8 فِي
9 الصُّورِ Sur’a ص و ر
10 فَجَمَعْنَاهُمْ ve onları toplarız ج م ع
11 جَمْعًا hepsini ج م ع
Riyazus Salihin, 410 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Sûr sahibi boruyu ağzına koymuş, ne zaman üflemekle emrolunursa hemen üfleyeceği ânın iznini bekleyip durmakta iken ben nasıl sevinebilirim?”  Bu haber, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashabına ağır geldi. Bunun üzerine Resûlullah:
“Hasbünallah ve ni’me’l-vekîl: Allah bize yeter, o ne güzel vekildir, deyiniz” buyurdu.
(Tirmizî, Kıyamet 8; Tefsîru sûre (39))

Riyazus Salihin, 412 Nolu Hadis
Hz. Âişe radıyallahu anhâ, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim demiştir:
“İnsanlar, kıyamet gününde, yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak Allah’ın huzurunda toplanırlar.” Bunun üzerine ben:
– Yâ Resûlallah! Kadınlar ve erkekler birlikte olunca, birbirlerine bakmazlar mı, dedim? Peygamber Efendimiz:
– “Âişe! Durum, onların bunu akıllarına getiremeyecekleri kadar ciddidir” buyurdu.
Bir başka rivayette:
“İş, birbirlerine bakamayacakları derecede şiddetlidir”, buyurdu.
(Buhârî, Rikak 45; Müslim, Cennet 56,59. Ayrıca bk. Buhârî, Enbiyâ 8, 48, Tefsîru sûre (5), 14; Tirmizî, Kıyamet 3, Tefsîru sûre (80), 2; Nesâî, Cenâiz 118-119; İbni Mâce, Zühd 33)

وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ ف۪ي بَعْضٍ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  تَرَكْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

بَعْضَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı,  إذ  için muzâftır.  تَرَكْنَا  fiiline müteallıktır.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri;  إذ خرجوا من وراء السدّ  (Settin arkasına geçtikleri zaman) şeklindedir.  

يَمُوجُ ف۪ي بَعْضٍ  cümlesi  تَرَكْنَا  ‘nın ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَمُوجُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. ف۪ي بَعْضٍ  car mecruru   يَمُوجُ  fiiline müteallıktır.


 وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعاًۙ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  نُفِخَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i fail müstetir olup takdiri هو ‘dir. فِي الصُّورِ  car mecruru  نُفِخَ  fiiline müteallıktır.

فَ  atıf harfidir.  جَمَعْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

جَمْعاً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ يَمُوجُ ف۪ي بَعْضٍ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

Ayetin birinci cümlesi olan  وَتَرَكْنَا بَعْضَهُمْ يَوْمَئِذٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يَمُوجُ ف۪ي بَعْضٍ  cümlesi,  تَرَكْنَا  fiilinin ikinci mef’ûlü yerindedir. Cümle muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَوْمَئِذٍ  ; kıyamet gününden kinayedir.

يَمُوجُ ف۪ي بَعْضٍ  (Birbirine çarparak çalkalanır) cümlesinde istiare vardır. Müstear lafız  مَوْج ‘dir. Bilindiği gibi denizdeki suyun hareketini ifade eder. Bu kelime; ba’s günündeki insanların heyecan, telaş, koşuşturma hareketini ifade etmek için kullanılmıştır. Kalabalık oldukları ve korku içinde oldukları için dalga gibi birbirlerine girmişlerdir. Câmi’; açıkça görünen dalgalanma şeklindeki hareket halidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyân İlmi, Safvetü’t Tefasir)


 وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعاًۙ

 

Cümle istînâf cümlesine  وَ  ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi iki cümle arasında manen ve lafzen bulunan ittifaktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiil meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef'ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûreti İbrahim, s. 127)

Ayetin son cümlesi  فَجَمَعْنَاهُمْ جَمْعاًۙ , makabline matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mef’ûlu mutlak olan  جَمْعاًۙ , cümleyi tekid etmiştir.

Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir.

جَمَعْنَا  جَمْعاًۙ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak, reddü’l-acüz ale’s-sadr,  بَعْضٍ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Kehf Sûresi 100. Ayet

وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِلْكَافِر۪ينَ عَرْضاًۙ  ...


100-101. Ayetler Meal  :   
O gün cehennemi; gözleri Zikr’ime (Kur’an’a) karşı perdeli olan ve onu dinleme zahmetine dahi katlanamayan kâfirlerin karşısına (bütün dehşetiyle) dikeriz!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَعَرَضْنَا ve göstereceğiz ع ر ض
2 جَهَنَّمَ cehennemi
3 يَوْمَئِذٍ o gün
4 لِلْكَافِرِينَ kafirlere ك ف ر
5 عَرْضًا açıkça ع ر ض
Dünya ölçüleriyle mahiyeti kavranamayacak bir şey olan sûr, Allah’ın resulü tarafından boynuza benzetilmiştir. Sûra üflemekle görevli melek İsrâfil’dir. İki defa üfleyecek, birinci üfleyişte kâinattaki canlılar yok olacak, ikincisinde de bütün canlılar tekrar dirilecekler (bilgi için bk. En‘âm, 6/73) inkârları sebebiyle kalpleri kararmış olduğu için dünyada Allah’ın varlığını ve kudretini gösteren deliller karşısında gözlerini ve kulaklarını kapayıp onları görmezden ve işitmezlikten gelenler âhirette cehennemle yüz yüze getirileceklerdir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 581
Riyazus Salihin, 398 Nolu Hadis
İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Hesap gününde cehennem getirilir. Cehennemin yetmiş bin dizgini ve her bir dizgini çeken yetmiş bin de melek vardır.”
(Müslim, Cennet 29. Ayrıca bk. Tirmizî, Cehennem 1)

وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِلْكَافِر۪ينَ عَرْضاًۙ

 

Fiil cümlesidir.  عَرَضْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

جَهَنَّمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Gayri munsarif bir kelimedir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (  اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ  ) da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarife girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı,  إذ  için muzâftır.  عَرَضْنَا  fiiline müteallıktır.  إذ  mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır.

لِلْكَافِر۪ينَ  car mecruru  عَرَضْنَا  fiiline müteallıktır.  الْكَافِر۪ينَ ‘nin cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

عَرْضاً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.

Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:

1) Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2) Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlun mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3) Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlun mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

الْكَافِر۪ينَ  kelimesi, sülâsî mücerredi olan  كفر  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَعَرَضْنَا جَهَنَّمَ يَوْمَئِذٍ لِلْكَافِر۪ينَ عَرْضاًۙ

 

Cümle  وَ  ‘la, …  جَمَعْنَا  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.

Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade etmiştir.

يَوْمَئِذٍ  kıyamet gününden kinayedir.

عَرْضاًۙ  mef'ûlu mutlaktır ve tekid ifade eder.

عَرَضْنَا  ve  عَرْضاًۙ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.  

Mahşerde toplanacak olan herkes cehennemi göreceği halde, bu göstermenin kâfirlere tahsis edilmesi, bunun özellikle kâfirler için olmasından dolayıdır. (Ebüssuûd)

 

Kehf Sûresi 101. Ayet

اَلَّذ۪ينَ كَانَتْ اَعْيُنُهُمْ ف۪ي غِطَٓاءٍ عَنْ ذِكْر۪ي وَكَانُوا لَا يَسْتَط۪يعُونَ سَمْعاً۟  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar ki
2 كَانَتْ idi ك و ن
3 أَعْيُنُهُمْ gözleri ع ي ن
4 فِي içinde
5 غِطَاءٍ perde غ ط و
6 عَنْ karşı
7 ذِكْرِي beni anmaya ذ ك ر
8 وَكَانُوا ve idiler ك و ن
9 لَا
10 يَسْتَطِيعُونَ tahammül edemez ط و ع
11 سَمْعًا (Kur’an’ı) dinlemeğe س م ع

اَلَّذ۪ينَ كَانَتْ اَعْيُنُهُمْ ف۪ي غِطَٓاءٍ عَنْ ذِكْر۪ي 

 

İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ , mahzuf olan mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri;  هُمْ  (Onlar) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَتْ اَعْيُنُهُمْ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَانَتْ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  

اَعْيُنُهُمْ  kelimesi  كَانَتْ ‘in ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ف۪ي غِطَٓاءٍ  car mecruru  كَانَتْ  ‘in mahzuf haberine müteallıktır.  عَنْ ذِكْر۪ي  car mecruru  غِطَٓاءٍ ‘nin mahzuf sıfatına müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


  وَكَانُوا لَا يَسْتَط۪يعُونَ سَمْعاً۟

 

وَ  atıf harfidir.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. 

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

لَا يَسْتَط۪يعُونَ  cümlesi  كَانُوا ‘nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَسْتَط۪يعُونَ  fiilii  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

سَمْعاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَسْتَط۪يعُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil istif’âl babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

اَلَّذ۪ينَ كَانَتْ اَعْيُنُهُمْ ف۪ي غِطَٓاءٍ عَنْ ذِكْر۪ي وَكَانُوا لَا يَسْتَط۪يعُونَ سَمْعاً۟

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemal-i ittisâldir. 

Has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ , takdiri  هم  (Onlar) olan mahzuf mübteda için haberdir. Mübtedanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Mevsûlün sılası  كَانَتْ اَعْيُنُهُمْ ف۪ي غِطَٓاءٍ عَنْ ذِكْر۪ي  cümlesi,  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Sıla cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي غِطَٓاءٍ  nakıs fiil  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. 

اَلَّذ۪ينَ ‘nin mecrur olarak önceki ayetteki  لِلْكَافِر۪ينَ  için bedel veya sıfat olması da caizdir. Önceki ayetteki  عَرَضْنَا ‘daki azamet zamirinden,  ذِكْر۪ي  kelimesinde müfred mütekellim zamirine iltifat vardır.

ذِكْر۪ي  izafetinde ذِكْر۪ ‘in Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması zikri tazim içindir.

Ayetin son cümlesi olan  وَكَانُوا لَا يَسْتَط۪يعُونَ سَمْعاً۟ , sıla cümlesine  وَ  harfiyle atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. 

Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedi olan  لَا يَسْتَط۪يعُونَ , menfi muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Mef’ûl olan  سَمْعاً۟ ’daki tenvin kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre umum ifade eder.

كَانَتْ اَعْيُنُهُمْ ف۪ي غِطَٓاءٍ عَنْ ذِكْر۪ي  [Benim zikrime karşı gözleri kapalı idi] cümlesinde de istiare vardır. Yani bakıyorlar, ibret almıyorlar, kendilerine evrenle ilgili deliller gösteriliyor, iman etmiyorlar. Gerçekte gözleri örtülü ve kapalı değildir. Temsil yoluyla böyle denilmiştir. (Safvetü't Tefasir ve Âşûr)

عَنْ ذِكْر۪ي  derken  عَنْ  harf-i ceri mücaveze içindir. Yani zikrimle husule gelen şeyi görmeye kapalıydı demektir. (Âşûr)

Bu kelam, onların gözle görülen apaçık ayetler karşısındaki körlüklerini de işitme ile ilgili delillerden yüz çevirmelerini de temsili olarak ifade etmektedir. (Ebüssuûd)

 
Kehf Sûresi 102. Ayet

اَفَحَسِبَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنْ يَتَّخِذُوا عِبَاد۪ي مِنْ دُون۪ٓي اَوْلِيَٓاءَۜ اِنَّٓا اَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِر۪ينَ نُزُلاً  ...


İnkâr edenler, beni bırakıp da kullarımı dost edineceklerini mi sandılar? Biz cehennemi kâfirlere konak olarak hazırladık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَحَسِبَ mi sandılar? ح س ب
2 الَّذِينَ o
3 كَفَرُوا inkarcılar ك ف ر
4 أَنْ
5 يَتَّخِذُوا kendilerine edineceklerini ا خ ذ
6 عِبَادِي kullarımı ع ب د
7 مِنْ
8 دُونِي benden ayrı olarak د و ن
9 أَوْلِيَاءَ veliler (dost) و ل ي
10 إِنَّا şüphesiz biz
11 أَعْتَدْنَا hazırladık ع ت د
12 جَهَنَّمَ cehennemi
13 لِلْكَافِرِينَ kafirlere ك ف ر
14 نُزُلًا konak olarak ن ز ل
Bu son bölümünde yer alan âyetler, sûrenin sonucu olup başlangıçta işaret edilen, sûre içinde de kıssalar ve darbımesellerle desteklenen ana fikri tekrar vurgulamaktadır. Sûrenin girişinde (1-8. âyetler) Allah Teâlâ’nın kutsiyeti ve kemal sıfatları ile Kur’an’ın üstünlüğü, müminlere verilecek mükâfatın müjdesi ve Allah’a çocuk yakıştırarak O’na ortak koşanların uyarılması konuları yer almıştı. İnkârcıların inatçı tutumları karşısında üzülen Hz. Peygamber’in durumuna da işaret edilmiş, dünya nimetlerinin imtihan için verildiği, bu nimetlerin bir gün yok olacağı bildirilmiş ve inkârcılar âhirete inanmaya davet edilmişlerdi. Burada da başlangıca bir atıf mahiyetinde ana tema tekrar ele alınmış, Arap edebiyatında konunun sonunu baş tarafıyla irtibatlandırma mânasına gelen ve “reddü’l-acez” denilen sanata güzel bir örnek verilmiştir.
 
 Âyette, Allah’ı bırakıp da Hz. Îsâ’ya, meleklere, şeytanlara ve benzeri varlıklara tapanlar kınanmaktadır. Şüphesiz ki Allah’tan başka hiçbir varlık ilâh olmaya lâyık değildir. İlâh diye taptıkları varlıklar onlara fayda sağlayamayacakları gibi onları koruyamaz da.
 
 Bu âyetin baş tarafını, farklı bir okuyuşa göre “Beni bırakıp kullarımı koruyucu edinmeleri onlara fayda verecek mi?” şeklinde de çevirmek mümkündür.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 583-584

اَفَحَسِبَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنْ يَتَّخِذُوا عِبَاد۪ي مِنْ دُون۪ٓي اَوْلِيَٓاءَۜ 

 

Hemze istifhâm harfidir.  فَ  istînâfiyyedir.  حَسِبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

 كَفَرُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  يَتَّخِذُوا  fiili  نَ  ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

عِبَاد۪ي  mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ دُون۪ٓي  car mecruru  اَوْلِيَٓاءَ ‘ye müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْلِيَٓاءَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَوْلِيَٓاءُ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.


اِنَّٓا اَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِر۪ينَ نُزُلاً

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

نَا  mütekellim zamir  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.  اَعْتَدْنَا  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَعْتَدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

 جَهَنَّمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  جَهَنَّمَ  gayri munsariftır.  

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

لِلْكَافِر۪ينَ  car mecruru  نُزُلاً ‘nin mahzuf haline müteallıktır.  نُزُلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَلْكَافِر۪ينَ  kelimesi, sülâsî mücerredi olan  كفر  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَفَحَسِبَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنْ يَتَّخِذُوا عِبَاد۪ي مِنْ دُون۪ٓي اَوْلِيَٓاءَۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Hemze istifham harfi,  فَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında gelen cümlenin müsnedün ileyhinin, ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçen kişileri tahkir ifade eder.

حَسِبَ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan …  كَفَرُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَتَّخِذُوا عِبَاد۪ي  cümlesi, masdar teviliyle  حَسِبَ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümle, istifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp kınama ve alay anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Yani benim yegâne ve tek ilâh olduğumu inkâr edenler, benden başka, benim idarem ve hakimiyetim altında (kullarım olan) melekleri, İsa ve Uzeyr (as)’ı, kendilerini benim azabımdan koruyacak mabut dostlar mı sandılar? Halbuki bu dostluk mümkün değildir. (Ebüssuûd)

مِنْ دُون۪ٓي  izafeti gayrının tahkiri içindir. Mef’ûl olan  اَوْلِيَٓاءَۜ ’deki tenvin de tahkir ifade eder.

Burada, "kullarım" kelimesinden de anlaşıldığı gibi kâfirlerden murad, Allah'ın yegâne ve tek ilâh olduğunu inkâr edenlerdir. (Ebüssuûd)

كَفَرُٓوا  -  كَافِر۪ينَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عِبَاد۪ي  izafeti, Allah’a ait mütekellim zamirine muzâf olan  عِبَاد۪  kelimesini tazim içindir.

Buradaki  عِبَاد۪ي  (kullarım) kelimesi hakkında birkaç görüş bulunmaktadır. Bununla, Hz. İsa (as)’ın ve meleklerin kastedildiği söylenmiştir. Yine, “Bunlar, kâfirlerin dost edinip kendilerine itaat ettikleri şeytanlardır” denilmiştir. Bunların putlar olduğu da söylenmiştir. Putlar, [“sizin gibi kullardır”] (Araf,194) ayetinde olduğu gibi; kullar olarak isimlendirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetin başında müfred mütekellim zamiriyle hitap ediliyorken ikinci cümlede cemi mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.

Ayette, kâfirler için tehekküm (ince bir alay) vardır. Nüzul, misafire, geldiğinde verilen hafif ikram olduğu cihetle de bunun devamında çok büyük bir azap olduğuna bir tenbih söz konusudur. Devamındaki azap öyle büyüktür ki diğer azaplar ona nispetle küçük kalır. (Beyzâvî) 


 اِنَّٓا اَعْتَدْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِر۪ينَ نُزُلاً

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu ayette fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsned, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

نُزُلاً  kelimesindeki tenvin kesret ve nev ifade eder. نُزُلاً ’de istiare vardır.

Cehennemde bulunmak konuklanmaya, ikramlanmaya benzetilmiştir. Halbuki ikramlanmak hoşa giden bir şeydir. Burada ikramlanmak azap manasında müsteardır. Aralarındaki zıddiyet, tehekküm ve alay kasdıyla tenâsübe benzetilmiş. Câmi’, her ikisinde de insanın kendisi için hazırlanmış şeye kavuşmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Bu kelam, o kâfirlere yapılan bu hazırlık, onların batıl zanları üzerine bina edilen küfürleri sebebiyle olduğunu ve onların, zanlarında hatalı olduklarını bildirmekte ve ayrıca onlarla istihza etmek anlamını da ifade etmektedir. Zira onları dost edinmeleri, kıyamet gününe azık ve diğer ihtiyaçlarını hazırlamak kabilindendir. Bu itibarla sanki şöyle denilmiştir: Biz, onların kendi nefisleri için hazırladıkları azık ve diğer ihtiyaçları yerine, kendileri için cehennemi hazırlamışızdır. (Ebüssuûd)

Bu kelamda, ziyafet (yolcu yemeği) kelimesinin kullanılması, cehennem azabının ötesinde de bunun örneği olduğu bir azap daha olduğuna imâ etmektedir. (Ebüssuûd)

نُزُلاً  kelimesiyle ilgili iki görüş bulunmaktadır:

1) Zeccâc, "Bu kelime, gidilecek ve konaklanacak yer demiştir" demiştir.

2) Bu, "konaklayan misafirler için hazırlanmış yer" anlamındadır. Bunun bir benzeri de, ["Onları elim bir azap ile müjdele"] (Al-i imrân. 21) ayetidir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Kehf Sûresi 103. Ayet

قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْاَخْسَر۪ينَ اَعْمَالاًۜ  ...


103-104. Ayetler Meal  :   
(Ey Muhammed!) De ki: “Amelce en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını sandıkları hâlde, dünya hayatındaki çabaları kaybolup giden kimseleri size haber verelim mi?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 هَلْ mi?
3 نُنَبِّئُكُمْ size söyleyeyim ن ب ا
4 بِالْأَخْسَرِينَ en çok ziyana uğrayanları خ س ر
5 أَعْمَالًا işleri bakımından ع م ل
İnsanlar, davranışlarında daima bir amaç gözetip ona göre çaba harcarlar. Meselâ kişinin hedefi Allah’ın rızâsını ve âhireti kazanmak ise bu hedefe ulaşmak için çaba gösterir ve ona göre çalışır. Eğer kişi yüce değerlerle ilgilenmeyip sadece dünyevî menfaat elde etmek istiyorsa gayretini de o yönde sarfeder.
 
 Allah’a ortak koşanlar tanrılarının kendilerini Allah’a yaklaştıracağını ve Allah katında küfür sayılan bu davranışlarının Allah’a itaat olduğunu sanmaktadırlar. Oysa Allah kendisine ortak koşanların amellerinin hiçbir değeri olmadığını bildirmiştir. Bu sebeple dünyada yapıp ettikleri boşa gitmiştir; âhirette Allah tarafından hiçbir değer verilmeyecektir. Hz. Peygamber’in hadisinde de bu hususa işaret edilmiştir: “Kıyamet gününde şişman ve iri cüsseli nice adamlar gelir ki Allah katında sivri sineğin kanadı kadar ağırlığı yoktur. (İsterseniz) ‘Biz kıyamet gününde onların amellerine değer vermeyeceğiz’ âyetini okuyunuz” (Buhârî, “Tefsîr”, 18/6). Bunlar âyetlerde belirtilen kötülükleri yaptıkları için cezaları cehennem olacaktır.
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 584

قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْاَخْسَر۪ينَ اَعْمَالاًۜ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli  هَلْ نُنَبِّئُكُمْ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

هَلْ  istifham harfidir.  نُنَبِّئُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِالْاَخْسَر۪ينَ  car mecruru   نُنَبِّئُكُمْ  fiiline müteallıktır.  الْاَخْسَر۪ينَ ‘nin cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.  اَعْمَالاً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخْسَر۪ينَ  ism-i tafdil kalıbındandır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْاَخْسَر۪ينَ اَعْمَالاًۜ

 

Fasılla gelen ayet istînâfiyyedir. İlk cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

Cümleye قُلْ emriyle başlanması dinleyicilerin dikkatle söylenen söze kulak vermesini sağlamak içindir. Çünkü böyle bir açılış onları ilgilendiren bir konu olduğunu hissettirir. (Âşûr)

هَلْ  inkârî manadadır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen soru anlamı dışında inkâr ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

اَعْمَالاًۜ  temyiz olarak mansubdur. Temyiz ıtnâb babındandır. 

Ayette  اَعْمَالاًۜ  [ameller] ifadesinin çoğul gelmesi, ya çok kimseden bahsedildiğinden veya her birinin amellerinin farklı farklı olmasındandır. (Beyzâvî)

Ayetin başındaki  قُلْ  emrindeki müfret muhatap zamirden,  نُنَبِّئُكُمْ ’da cemi mütekellim zamire iltifat edilmiştir.
Kehf Sûresi 104. Ayet

اَلَّذ۪ينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onların
2 ضَلَّ boşa gider ض ل ل
3 سَعْيُهُمْ bütün çabaları س ع ي
4 فِي
5 الْحَيَاةِ hayatında ح ي ي
6 الدُّنْيَا dünya د ن و
7 وَهُمْ ve kendileri de
8 يَحْسَبُونَ sanırlar ح س ب
9 أَنَّهُمْ kendilerinin
10 يُحْسِنُونَ iyi yaptıklarını ح س ن
11 صُنْعًا işlerini ص ن ع

اَلَّذ۪ينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا 

 

İsim cümlesidir.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl önceki ayetteki  الْاَخْسَر۪ينَ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  ضَلَّ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

ضَلَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  سَعْيُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru  سَعْيُهُمْ ‘deki zamirin haline müteallıktır.

الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الدُّنْيَا  kelimesi maksur isimdir. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi ( ى ) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksûr isimler genellikle ( ى ) ile biter. Fakat çok az olarak (  ا  ) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى  –  اَلْعَصَا  gibi…

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَهُمْ يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً

 

 

İsim cümlesidir.  وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَحْسَبُونَ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “  و  ve zamir” veya yalnız “  و  ” gelir. Bazen “  و  ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يَحْسَبُونَ  fiili,  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَحْسَبُونَ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  يَحْسَبُونَ  fiili sanmak manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُحْسِنُونَ  kelimesi  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  يُحْسِنُونَ  fiili,  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

صُنْعاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يُحْسِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil افعال  babındandır. Sülâsîsi  حسن ’dir.

افعال  babı fiile, tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اَلَّذ۪ينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً

 

Önceki ayetteki  الْاَخْسَر۪ينَ ‘nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan …  ضَلَّ سَعْيُهُمْ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107) Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَلَّذ۪ينَ ‘nin  اَخْسَر۪ينَ  isminden bedel veya atf-ı beyân olması da caizdir.

ضَلَّ سَعْيُهُمْ  ibaresinde  سَعْيُهُمْ  masdardır ve fiilin faili konumundadır. Masdar kalıbı ism-i fail kalıbı yerinde mübalağa amacıyla kullanılmıştır. Mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

ضَلالة السعي  ifadesinde istiare vardır. Çünkü  ألضلال ’in asıl anlamı (yolcunun doğru yoldan sapması) dır. Buna göre sanki kâfirlerin çabaları Allah Teâlâ’nın rızasına götüren yolun dışına yönlenmiş olması olduğu için yaptıklarının doğru yoldan ayrılmak ve sapmak diye nitelenmesi güzel düşmüştür. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)

الضَّلالِ  kelimesinin  سَعْيِهِمْ  ibaresine isnad edilmesi mecâz-ı aklîdir. Mana  الَّذِينَ ضَلُّوا في سَعْيِهِمْ  (çabaları boşa gidenler) şeklindedir. (Âşûr)

السَّعْيُ ; Zorlayarak şiddetli yürümek demektir. Burada “ومَن أرادَ الآخِرَةَ وسَعى لَها سَعْيَها  [Kim de ahireti ister ve ona ulaşmak için gereği gibi çalışırsa] (İsra/19)  ayetinde olduğu gibi amel manasında mecazdır. (Âşûr)

فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dünya hayatı içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü hayat hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Dünya hayatına dalmadaki aşırılığı ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Hal  وَ ’ıyla gelen  وَهُمْ يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً  cümlesi,  سَعْيُهُمْ ’deki zamirden haldir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.

Cümlenin müsnedi  يَحْسَبُونَ ‘nin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İhsan, yapılacak işleri layıkı veçhile (layık olduğu şekilde) yapmaktır. Bu, amellerin (işlerin) vasıf güzelliğidir ki bu güzellik zatî güzelliği gerektirmektedir. Yani onlar, o amellerini layık veçhile yaptıklarını sanıyorlardı; çünkü çaba harcayarak ve elde etmek için güçlüklerle katlanarak yaptıkları işleri beğeniyorlardı. (Ebüssuûd)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ  ve akabindeki  هُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعاً  cümlesi, masdar teviliyle iki mef’ûle müteaddi olan  يَحْسَبُونَ  fiilinin iki mefûlunun yerini almıştır. Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsned olan  يُحْسِنُونَ ‘nin, muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir.

Mef’ûl olan  صُنْعاً ’daki tenvin kesret ve nev ifade eder.

صُنْعاً  -  سَعْيُهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَحْسَبُونَ  يُحْسِنُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

يَحْسَبُونَ  -  يُحْسِنُونَ  kelimeleri arasında cinas-ı musahhaf vardır. (Âşûr)

يَحْسَبُونَ  -  يُحْسِنُونَ  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Kehf Sûresi 105. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَٓائِه۪ فَحَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَلَا نُق۪يمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَزْناً  ...


Onlar, Rab’lerinin âyetlerini ve O’na kavuşacaklarını inkâr eden, böylece amelleri boşa çıkan, o yüzden de kıyamet gününde amelleri için bir terazi kurmayacağımız kimselerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ işte onlar
2 الَّذِينَ kimselerdir
3 كَفَرُوا inkar eden ك ف ر
4 بِايَاتِ ayetlerini ا ي ي
5 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
6 وَلِقَائِهِ ve O’na kavuşmayı ل ق ي
7 فَحَبِطَتْ bu yüzden boşa çıkar ح ب ط
8 أَعْمَالُهُمْ eylemleri ع م ل
9 فَلَا
10 نُقِيمُ kurmayız ق و م
11 لَهُمْ onlar için
12 يَوْمَ günü ي و م
13 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
14 وَزْنًا bir terazi و ز ن
Riyazus Salihin, 257 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kıyamet günü, dünyada büyük diye tanınan iriyarı bir adam çıkagelir. Halbuki onun Allah yanında sinek kanadı kadar bile değeri yoktur.” 
 (Buhârî, Tefsîru sûre (18), 6; Müslim, Münâfikûn 18)

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَٓائِه۪ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا  ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

بِاٰيَاتِ  car mecruru  كَفَرُوا  fiiline müteallıktır.  رَبِّهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِقَٓائِه۪  atıf harfi  وَ ‘la  رَبِّهِمْ ‘e matuftur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و  : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَحَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَلَا نُق۪يمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَزْناً

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

حَبِطَتْ  sükun üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

اَعْمَالُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نُق۪يمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

لَهُمْ  car mecruru  نُق۪يمُ  fiiline müteallıktır.  يَوْمَ  zaman zarfı, mef’ûlun fih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Fiilin işlendiği zamanı veya yeri bildiren mef’ûldür. Mef’ûlün fihin diğer adı zarftır. 

Mef’ûlün fih mansubdur. Başına harf-i cer gelirse mahallen mansub olur. 

Mef’ûlün fihin harf-i cerleri şunlardır:  فِي  -  بِ  . 

Mef’ûlün fih fiilinin önüne geçebilir. 

Mef’ûlün fihi bulmak için fiile “nerede, ne zaman?” soruları sorulur. 

Mef’ûlün fih ikiye ayrılır: 

1. Zaman zarfı: Fiilin oluş zamanını bildiren mef’ûlün fihtir. 

2. Mekân zarfı: Fiilin oluş yerini, mekânını bildiren mef’ûlün fihtir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَزْناً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَٓائِه۪ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilen kâfirleri dikkatlere sunmak ve onları tahkir kastına matuftur.

Bu kelam, Peygamberimize söylenmesi emredilen cümlelere dahil olmayıp, fakat ziyana uğrayanların tarifini tamamlamak, onların hüsranlarının ve çabalarının boşa gitmesinin sebebini beyan etmek ve böylece tarifin, muhataplara tam uygunluğunu sağlamak üzere doğrudan doğruya Allah (cc) tarafından ifade edilmiştir. (Ebüssuûd)

Müsned konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ وَلِقَٓائِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107) Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَبِّهِمْ  izafetinde Rabb isminin kâfirlere ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır. 

103. ayetteki  هَلْ نُنَبِّئُكُمْ  ibaresindeki  ن (Biz) zamiri, zamir makamında açık isim olarak  رَبِّهِمْ  şeklinde gelmiştir. Muktezâ-i zâhire uygun olarak  أُولَئِكَ الَّذِينَ كَفَرُوا بِآياتِنا  şeklinde söylenebilirdi. (Âşûr)

Veciz anlatım kastıyla gelen  بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ  izafetinde  بِاٰيَاتِ  kelimesinin Rabb lafzına izafesi, onun şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir. 

لِقَٓائِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  لِقَٓائِ  şan ve şeref kazanmıştır.

كَفَرُوا  ‘de kâfirler cem’ edildikten sonra onların özellikleri sayılmıştır. Bu üslup taksim sanatıdır.

لقيَ  vuslat manasındadır. Vuslat Allah için muhaldir. Bu ifade ancak Allah'ın vereceği karşılığa hamledilir. Kevniyet alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

"Onu gördüm” manasında  لَقيِيتُهُ  denilmesinin de delalet ettiği gibi "Allah’a kavuşma, Allah’ı görme demektir. لقي , ‘kavuşmak’ demektir. Nitekim Cenab-ı Hak da [Su, takdir edilmiş bir emr üzere, iltikâ etti (birbirine kavuştu)] ( Kamer 12) buyurmuştur. Halbuki bu manada kavuşma Allah Teâlâ için imkânsızdır. Binaenaleyh bunu, Allah'ın mükâfatına kavuşma manasına hamletmek gerekir?” denirse, şöyle cevap verilir:  لقي  aslında kavuşmak, karşı karşıya gelmek manasında ise de ‘görme’ manasında kullanılması da zahir ve meşhur bir mecazdır (yaygındır). Mutezile’nin "Bununla, Allah’ın mükâfatına kavuşma kastedilmiştir, şeklindeki hükümleri ancak ayette bir takdir yapma ile olur. Halbuki lafzı meşhur ve yaygın mecazî manasına hamletmek, onu, yapılacak bir takdire göre ortaya çıkacak bir manaya hamletmekten daha uygun olduğu malumdur. (Fahreddin er-Râzî)


فَحَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَلَا نُق۪يمُ لَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَزْناً

 

فَ  atıf harfidir.  فَحَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ  cümlesi sıla cümlesine matuftur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَعْمَالُهُمْ  şeklindeki izafet hem muzâfı hem de muzâfun ileyhi tahkir için gelmiştir. 

Ayetin son cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin azamet zamirine isnadı, tazim ifade eder.

Mef’ûl olan  وَزْناً ’deki tenvin kıllet ve umum ifade eder.

Amelleri boşa gitmiş o mezkûr vasıfları taşıyan kâfirler için biz de bir terazi tutmayacağız; onların amellerine hiç itibar etmeyip kendilerini o amellerin sonuçlarından mahrum bırakacağız. Zira mükâfatların temel sebebi iyi amellerdir ve onların amelleri de tamamen boşa gitmiştir. Bu mahrumiyet amellerinin boşa gitmesinin kaçınılmaz sonuçlarından olduğundan, bu cümle, onun sonucu olarak ona atfedilmiştir. (Ebüssuûd)

Nefy siyakında nekre, umum ve şumûle delalet eder. (Dr. Salâh Abdu'l-Fettâh el-Hâlidî, Vakafât, s. 78)   

نُق۪يمُ  -  الْقِيٰمَةِ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kehf Sûresi 106. Ayet

ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَرُسُل۪ي هُزُواً  ...


İşte böyle. İnkâr etmeleri, âyetlerimi ve Peygamberlerimi alay konusu yapmaları yüzünden onların cezası cehennemdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ işte bu
2 جَزَاؤُهُمْ onların cezası ج ز ي
3 جَهَنَّمُ cehennemdir
4 بِمَا sebebiyle
5 كَفَرُوا inkarları ك ف ر
6 وَاتَّخَذُوا ve edinmeleri ا خ ذ
7 ايَاتِي ayetlerimi ا ي ي
8 وَرُسُلِي ve elçilerimi ر س ل
9 هُزُوًا eğlence ه ز ا

ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَرُسُل۪ي هُزُواً

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri; الأمر (Durum) şeklindedir.

جَزَٓاؤُ۬هُمْ  haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَهَنَّمُ  kelimesi  جَزَٓاؤُ۬هُمْ ‘un haberi olup lafzen merfûdur.  جَهَنَّمُ  kelimesi gayri munsariftir.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (  اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ  ) da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  müşterek ism-i mevsûlü  بِ  harf-i ceriyle  جَزَٓاؤُ۬هُمْ ‘e müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اتَّخَذُٓوا  fiili atıf harfi  وَ ‘la  كَفَرُوا ‘ya matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar. 

و  : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّخَذُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اتَّخَذُوا  fiili değiştirme manasına gelen kalp fiillerdendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar,

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰيَات۪ي  mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رُسُل۪ي  atıf harfi  وَ ‘la  اٰيَات۪ي ‘e matuftur.  هُزُواً  kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اتَّخَذُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

ذٰلِكَ جَزَٓاؤُ۬هُمْ جَهَنَّمُ بِمَا كَفَرُوا وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَرُسُل۪ي هُزُواً

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mütekellim Allah Teâlâ’dır.

ذٰلِكَ ’nin takdiri  الأمر  (Durum) olan mahzuf mübtedanın haberi olduğu da söylenmiştir. Bu ayetin daha farklı îrabları söz konusudur. ذٰلِكَ  ile cezaya işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/57, S. 190)

Allah Teâlâ sonra ["İşte bunlar onların cezası cehennemdir"] buyurur. Binaenaleyh buradaki  ذٰلِكَ , "Bahsettiğimiz bütün bu çeşitli ceza ve tehditler, onların bâtıl amellerinin karşılığıdır" demektir. (Fahreddin er-Râzî)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  جَزَٓاؤُ۬هُمْ  veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.  جَهَنَّمُ , haberdir.

Mecrur mahaldeki  مَا  müşterek ism-i mevsûlu başındaki harf-i cerle birlikte,  جَزَٓاؤُ۬هُمْ  ‘e müteallıktır. Sılası olan  كَفَرُوا  , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107)  

بِ  harf-i ceri sebebiyye,  مَا  masdariyedir. Yani küfürleri sebebiyle demektir. (Âşûr)

وَ  ile sıla cümlesine atfedilen son cümle  وَاتَّخَذُٓوا اٰيَات۪ي وَرُسُل۪ي هُزُواً , faide-i haber ibtidaî  kelamdır.

"Küfürlerinden dolayı" denilmesi, sarih olarak bildiriyor ki uğratılacakları cehennem azabı, onların, ayetleri ve peygamberleri alaya almak gibi diğer çirkinliklerini de içinde bulunduran küfürlerinden dolayıdır. Zira onlar, ayetleri ve peygamberleri sadece inkâr etmekle kalmayıp fakat onları alaya almak gibi pek büyük bir cürümü de işlemişlerdir. (Ebüssuûd)

اٰيَات۪ي  izafetinde ayetlerin, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması ayetleri tazim içindir.

رُسُل۪ي  kelimesinin, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması peygamberlerin şanı içindir.

هُزُواً  mef'ûl olarak mansubdur. Kelimedeki tenvin kesret ifadesi ve fasılaya riayet içindir.

Önceki ayetteki  نُق۪يمُ  ‘da azamet zamiriyle gelen ifadeden sonra,  اٰيَات۪ي ‘de müfred mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.

كَفَرُوا  -  اتَّخَذُٓوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Kehf Sûresi 107. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلاًۙ  ...


107-108. Ayetler Meal  :   
Şüphesiz, inanıp yararlı işler yapanlara gelince, onlar için içlerinde ebedî kalacakları Firdevs cennetleri bir konaktır. Oradan ayrılmak istemezler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا iman eden ا م ن
4 وَعَمِلُوا ve yapanlar ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ iyi işler ص ل ح
6 كَانَتْ ك و ن
7 لَهُمْ onlar için vardır
8 جَنَّاتُ cennetleri ج ن ن
9 الْفِرْدَوْسِ Firdevs
10 نُزُلًا konak olarak ن ز ل
İnanmayanlara verilecek cezaya karşılık inanıp iyi davrananlar, firdevs cennetlerine yerleştirilecek, orada ebedî kalacaklardır. Çünkü bunlar Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya gayret etmişler, amellerini O’nun emirleri doğrultusunda ve rızâsına uygun biçimde gerçekleştirmişlerdir.
 
 “Bahçelerin en iyisi, ortası, en güzel yeri, üzüm bağı, ağaçları sık ve çeşitli olan veya etrafı çevrili olan bahçe” anlamına gelen firdevs ile ilgili olarak Resûlullah bir hadisinde şöyle buyurur: “Cennette yüz derece vardır. Her derece arası, gökle yer arası kadar geniştir. Allah onları kendi uğrunda cihad edenler için hazırlamıştır. Allah’tan istediğiniz zaman ondan firdevsi isteyiniz. O, cennetin ortası ve en yüksek yeridir. Cennetin nehirleri oradan fışkırır. Üstünde de yüce rahmânın arşı vardır (Beyhak^, IX, 159).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 584-585
Peygamber Efendimiz Cennet’in içinde Cennetler bulunduğunu, bunların en yücesinin Firdevs Cenneti olduğunu söylemiş. (Buhâri, Cihâd 14). “ Allah’tan Cennet istediğinizde Firdevs’i isteyiniz” buyurmuştur. 
( Buhâri, Cihâd 4, Tevhîd 22).

Firdevs فردوس : Kelime İbranice, Süryanice ve Ârâmice'den Arapçaya alınmıştır. İçinde ağaçlar ve meyveler bulunan cennet manasındadır. Bu kökün فرد köküyle bir uyumu söz konusudur. Zira kelimeye vav ve sîn harfinin ilavesi genişlik ve uzunluğa delalet ederken aslında bu cennet muâdili olmayan münferid bir yerdir. Firdevs cennetine girenler iman, salih ameller, huşû, boş sözden yüz çevirme, emanete ve verdiği sözlere riayet, namazlara devamlılık sıfatlarıyla vasıflanmışlardır. (Tahqiq)

Kuran’ı Kerim’de isim olarak 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Firdevs'dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلاًۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl,  اِنَّ ‘nin ismi olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَمِلُوا  atıf harfi  وَ ‘la sılaya matuftur.  عَمِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

الصَّالِحَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.  الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَانَتْ  fiili,  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  كَانَتْ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  تْ  te’nis alametidir.

لَهُمْ  car mecruru  كَانَتْ ‘in haberi olan  نُزُلاً ‘e müteallıktır.

لِ  harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada istihkak ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَنَّاتُ  kelimesi  كَانَتْ  ‘in ismi olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْفِرْدَوْسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

نُزُلاً  kelimesi  كَانَتْ ‘in haberi olup lafzen mansubdur.

اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلاًۙ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi formunda geldiği için sübut, medih makamında olması sebebiyle de istimrar (devamlılık) ifade eder.

اِنَّ ‘nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi, habere dikkat çekmek ve bahsi geçenleri tazim amacına matuftur.

Müsnedün ileyhin ismi mevsulle gelmesi, sılada ifade edilen amellere dikkat çekmek içindir. (Âşûr)

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ , müspet mazi fiil siygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَانَتْ لَهُمْ جَنَّاتُ الْفِرْدَوْسِ نُزُلاً  cümlesi,  اِنَّ ’nin haberidir.  كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُمْ , nakıs fiil  كَانَ ’nin haberi olan  نُزُلاًۙ ’e takdim edilmiştir. Bu takdim ihtimam içindir.

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)

İmanları ve amellerinden dolayı cennete girmeyi hak ettikleri için tekrimen istihkak ifade eden  لِ  harf-i getirilmiştir. (Âşûr)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

جَنَّاتُ  kelimesinin  الْفِرْدَوْسِ ‘e izafe edilmesi beyan (açıklama) içindir. Yani cennetlerden Firdevs cinsi demektir. (Âşûr)

اٰمَنُوا  -  الصَّالِحَاتِ  ve  جَنَّاتُ  -  الْفِرْدَوْسِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

نُزُلاًۙ  kelimesi 102. ayetteki kâfirlere hitabı hatırlatmaktadır. Bu ayette de bu kelimenin seçilmesi reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatına güzel bir örnektir.

Bu ayet işaret ediyor ki iman ve iyi işler sahiplerine ilâhi rahmetin eseri, Allah'ın (cc) ezeli şefkatinin gereği olarak erişir; Cehennemin kâfirlere konak kılınması ise böyle olmayıp, onların kötü tercihlerinin gereğidir. (Ebüssuûd)

Katade,  الْفِرْدَوْسِ ’in cennetin merkezi ve en üstün yeri olduğunu söylerken, Kâ’b "Cennetler içinde,  الْفِرْدَوْسِ ’den daha üstün ve yücesi yoktur. Orada, emr-i bi’l maruf nehy-i ani’l-münker (iyiyi emir, kötüyü nehyeden) kimseler bulunacaklardır" demiştir. Mücahid “  الْفِرْدَوْسِ , Rumca ‘bahçe’ manasındadır" der. (Fahreddin er-Râzî)

Bir görüşe göre ise Firdevs, bazı özel bitkileri olan bahçedir. Diğer bir görüşe göre ise özellikle üzüm bağları için kullanılmaktadır. Müberred diyor ki: "Araplardan duyduğuma göre birbirlerine dolanan ağaçlar ve genellikle de bu tür üzüm ağaçları için kullanılmaktadır. Ebu Resûlullah'tan (sav) rivayet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:

"Cennette yüz derece vardır. Her iki derece arasında yüz yıllık mesafe vardır. Firdevs, en yüksek derecedir. Dört nehir de bu cennettedir. Siz de Allah'tan cennet dilerken O'ndan Firdevsi dileyin. Firdevsin üstünde de Rahman’ın arşı vardır. Cennet ırmakları da buradan fışkırmaktadır." (Ebüssuûd)

Amel-i salih, iman kelimesine atfedilmiştir. Birbirine atfedilenler, birbirinden farklı şeylerdir. Binaenaleyh bu, salih amelin imandan başka olduğunu gösterir. (Fahreddin er-Râzî)

اٰمَنُوا  -  عَمِلُوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Kehf Sûresi 108. Ayet

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلاً  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَالِدِينَ sürekli kalacaklardır خ ل د
2 فِيهَا orada
3 لَا hiç
4 يَبْغُونَ istemezler ب غ ي
5 عَنْهَا oradan
6 حِوَلًا ayrılmak ح و ل

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلاً

 

خَالِد۪ينَ  önceki ayetteki  لَهُمْ ’deki zamirin hali olup mansubdur. Nasb alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ى  ile nasb olurlar.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal müfred olan hal olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ‘ye müteallıktır.

يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلاً  cümlesi  خَالِد۪ينَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.

Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında  و   gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَبْغُونَ  fiili,  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  عَنْهَا  car mecruru  يَبْغُونَ  fiiline müteallıktır.  

حِوَلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülasisi mücerred olan  خلد  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلاً

 

Makablinin devamı olan ayette  خَالِد۪ينَ  önceki ayetteki  لَهُمْ ’deki zamirin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Menfi muzari fiil sıygasındaki  لَا يَبْغُونَ عَنْهَا حِوَلاً  cümlesi fasılla gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle  خَالِد۪ينَ ’deki zamirden haldir.

Bu ifade, cennetin son derece mükemmel olduğuna delalet eder. Çünkü insan dünyada iken saadet sayılacak bir dereceye ulaştığında, gözü yine de ondan üstün olana geçer. (Fahreddin er-Râzî)

 
Kehf Sûresi 109. Ayet

قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَاداً لِكَلِمَاتِ رَبّ۪ي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّ۪ي وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِه۪ مَدَداً  ...


De ki: “Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave etsek (denizlere deniz katsak); Rabbimin sözleri tükenmeden önce denizler tükenirdi.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 لَوْ şayet
3 كَانَ olsa ك و ن
4 الْبَحْرُ deniz ب ح ر
5 مِدَادًا mürekkep م د د
6 لِكَلِمَاتِ sözleri(ni yazmak) için ك ل م
7 رَبِّي Rabbimin ر ب ب
8 لَنَفِدَ tükenir ن ف د
9 الْبَحْرُ deniz ب ح ر
10 قَبْلَ önce ق ب ل
11 أَنْ
12 تَنْفَدَ tükenmeden ن ف د
13 كَلِمَاتُ sözleri ك ل م
14 رَبِّي Rabbimin ر ب ب
15 وَلَوْ ve şayet
16 جِئْنَا getirsek bile ج ي ا
17 بِمِثْلِهِ bir o kadarını daha م ث ل
18 مَدَدًا yardım için م د د
Allah’ın sözlerinden maksat O’nun ilim ve hikmetidir. Yüce Allah’ın ilim ve hikmeti sonsuz ve sınırsızdır; denizler ise büyüklüğüne rağmen sonlu ve sınırlıdır. Şu halde Allah’ın ilmini ve hikmetini yazmak için denizlerin tamamı mürekkep olarak kullanılsa, bir o kadar da ilâve edilse yine de Allah’ın ilmini yazmaya yeterli olmaz. Lokman sûresinin 27. âyetindeki ifade de böyledir.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 585

قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَاداً لِكَلِمَاتِ رَبّ۪ي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّ۪ي

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli,  لَوْ كَانَ الْبَحْرُ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur

كَانَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

الْبَحْرُ  kelimesi  كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur.  مِدَاداً  kelimesi  كَانَ ‘nin haberi olup lafzen mansubdur.

لِكَلِمَاتِ  car mecruru  مِدَاداً ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.

رَبّ۪ي  muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi  لَوْ ‘in cevabının başına gelen rabıtadır.  نَفِدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْبَحْرُ  fail olup lafzen merfûdur.  قَبْلَ  zaman zarfı,  نَفِدَ  fiiline müteallıktır.

قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَعْدَ  ve  قَبْلَ  ’nin geliş şekilleri şöyledir:

1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.

2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.

3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında  اَنْ  bulunur.

4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar. 

Ayette  قَبْلَ  başına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduğu için mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  قَبْلَ ‘nin muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَنْفَدَ  mansub muzari fiildir.  كَلِمَاتُ  fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. 

رَبّ۪ي  muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِه۪ مَدَداً

 

 

وَ  haliyyedir.  لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

جِئْنَا  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiriلنفد  (Muhakkak tükenirdi) şeklindedir.

بِمِثْلِه۪  car mecruru  جِئْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَدَداً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُلْ لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَاداً لِكَلِمَاتِ رَبّ۪ي لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّ۪ي

 

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz.Peygamberdir. Hz. Peygamber’e emirle gelen bu ayet istînâf cümlesidir.

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Ayetin başında  قُلْ  emrinin bulunması mekulü’l-kavlin Allah katında bir önemi ve şanı, ciddiyeti bulunduğuna işaret eder. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan …  لَوْ كَانَ الْبَحْرُ مِدَاداً  cümlesi, şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.

كَانَ ’nin dahil olduğu  كَانَ الْبَحْرُ مِدَاداً لِكَلِمَاتِ رَبّ۪ي  cümlesi, şart cümlesidir.

لِكَلِمَاتِ رَبّ۪ي  car mecruru,  كَانَ ’nin haberi olan  مِدَاداً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

لِكَلِمَاتِ رَبّ۪ي izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması sebebiyle mütekellim zamirinin ait olduğu Hz. Peygamber ve Rabb ismine muzâf olan لِكَلِمَاتِ , şan ve şeref kazandırmıştır.

لَوْ  edatı; şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler  ِلَوْ  edatını ‘’şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. Yani şartın imkânsızlığında cevabın da imkânsızlığını ifade eden bir edat olmaktadır.  (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

الْبَحْرُ  kelimesindeki  أل  takısı cins içindir. Hakiki istiğrak manasındadır. Bütün denizler demektir.

Lâm-ı rabıtanın dahil olduğu,  لَنَفِدَ الْبَحْرُ قَبْلَ اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّ۪ي   cümlesi, لَوْ ’in cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  أنْ  ve akabindeki  اَنْ تَنْفَدَ كَلِمَاتُ رَبّ۪ي  cümlesi, masdar teviliyle zaman zarfı  قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhidir. Masdar-ı müevvel, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 

 وَلَوْ جِئْنَا بِمِثْلِه۪ مَدَداً

 

Ayetin son cümlesine dahil olan  وَ  haliyedir.  لَوْ  şart harfidir. Müteakip  جِئْنَا بِمِثْلِه۪ مَدَداً  cümlesi, cevabı mahzuf şart cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafat, S.107) 

Takdiri  لنفد  (Muhakkak tükenirdi) olan cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu takdire göre şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette temsilî istiare vardır. (Âşûr)

Ayet-i Kerime’de Allah Teâlâ’nın ilminin genişliği temsil yoluyla anlatılmıştır. Yani “dünyadaki denizlerin hepsi mürekkep olsa …” demektir.  Allah’ın kelimelerinden kasıt O’nun ilmi, azameti ve celâlidir. 

Çok olmasına rağmen denizlerin suyu tükenir ve biter. Fakat Allah'ın kelimeleri tükenmez. Denizden bir misli daha su getirsek yine Allah'ın kelimeleri tükenmez. Bu ayetin benzeri Kamer/27 dir. Bu iki ayette de temsili olarak, haddi olmayan ilahi ilmi, yaratılmış olanlardan hiç birinin ihata edemeyeceği temsili olarak anlatılmaktadır. (İbdâul Beyan ve Âşûr)

Şu halde bu ifade, denizler tükendikten sonra Allah'ın sözlerinin de biteceğine delalet etmez.

Ayetteki "Ve bir o kadarını daha ilave getirsen" bölümü, telkin edilen kelAma dahil olmayıp doğrudan doğruya Allah tarafından ifade edilmekte olup bunun içeriğini tahkik, manasını tasdik etmekle beraber bir de içeriğe kuvvet katmak için getirilmiştir. Yani biz bir o kadarını daha ilave ve destek olarak getirsek de getirmesek de Allah'ın sözlerinin yazılması bitmeden o mürekkep denizler mutlaka tükenecektir. Zira nihayetleri olan iki şeyin toplamının da nihayeti vardır. Hatta varlık kavramına dahil olan bütün cisimlerin, mutlaka nihayetleri vardır. Zira boyutlu bütün varlıkların nihayetli olduklarına kesin deliller vardır. (Ebüssuûd)

Aklen muhal olsa bile “eğer” ifadesiyle bu  unsurları tahayyülde yaşatarak, zihinde oluşan tabloda ifadeler algıya yaklaştırılmıştır. 

Kur'an-ı Kerîm’de burada olduğu gibi mukârabe fiilleri ve şart edatları ile mübalağa anlamı yüklenmiş başka ayetler de vardır. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

نَفِدَ  -  تَنْفَدَ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak,  مِدَاداً  مَدَداً  kelimeleri arasında cinas-ı muharref,  لَوْ  كَلِمَاتُ  -  رَبّ۪ي  بَحْرُ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Kehf Sûresi 110. Ayet

قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَداً  ...


De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Ne var ki) bana, ‘Sizin ilâh’ınız ancak bir tek ilâhtır” diye vahyolunuyor. Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 إِنَّمَا şüphesiz
3 أَنَا ben de
4 بَشَرٌ bir insanım ب ش ر
5 مِثْلُكُمْ sizin gibi م ث ل
6 يُوحَىٰ vahyolunuyor و ح ي
7 إِلَيَّ bana
8 أَنَّمَا şüphesiz
9 إِلَٰهُكُمْ Tanrınız ا ل ه
10 إِلَٰهٌ Tanrıdır ا ل ه
11 وَاحِدٌ bir tek و ح د
12 فَمَنْ o halde kim
13 كَانَ ise ك و ن
14 يَرْجُو arzu eder ر ج و
15 لِقَاءَ kavuşmayı ل ق ي
16 رَبِّهِ Rabbine ر ب ب
17 فَلْيَعْمَلْ yapsın ع م ل
18 عَمَلًا iş(ler) ع م ل
19 صَالِحًا iyi ص ل ح
20 وَلَا ve asla
21 يُشْرِكْ ortak etmesin ش ر ك
22 بِعِبَادَةِ (yaptığı) ibadete ع ب د
23 رَبِّهِ Rabbine ر ب ب
24 أَحَدًا (hiç) kimseyi ا ح د
Şüphesiz ki Hz. Muhammed bir insandır. Allah’ın bütün ilmini kuşatması mümkün değildir. O, sadece kendisine vahyedilenleri bilir. Bu sûredeki kıssalar ona vahyedilen ilimlerdendir. Ona vahyedilenlerden biri de bütün insanların tanrısının bir tek tanrı olduğu gerçeğidir. O halde kim rabbine kavuşmayı umuyorsa güzel işler yapsın ve O’na kullukta başkalarını ortak koşmasın! 
 
 İslâm’a göre en büyük günah Allah’a ortak koşmaktır, yani Allah ile birlikte başka varlıkların da tanrı olduklarını kabullenmek ve onlara kulluk etmektir. Kur’an ıstılahında buna şirk denilmiştir ki Allah bunu kesinlikle affetmeyeceğini bildirmiştir (bk. en-Nisâ, 4/116). Şirkin açığı olduğu gibi gizlisi de vardır. Allah’tan başkasına tapmak, ondan yardım dilemek, tanrı imiş gibi itaat etmek, korumasına sığınmak ve benzeri davranışlar açık, gösteriş için Allah’a ibadet etmek de gizli şirk sayılmıştır. Nitekim hadislerde bundan küçük şirk diye de bahsedilmiştir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir.” Ashap “Ey Allah’ın resulü! Küçük şirk nedir?” diye sormuşlar. Resûlullah, “gösteriştir” diye cevap vermiş ve buyurmuştur ki, “Kıyamet gününde Allah Teâlâ insanlara amellerinin karşılığını vereceği zaman, riyakârlara şöyle diyecek: ‘Dünyada kendilerine gösteriş yaptığınız kimselere gidin, bakın bakalım onların katında herhangi bir mükâfat bulabilecek misiniz?” (Müsned, V, 428).
 
  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 585
Peygamber Efendimiz (s.a.):
“–Sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirktir.” buyurmuştu.
Yanındakiler:
“–Küçük şirk nedir ey Allâh’ın Resûlü?” diye sordular.
Resûlullah (s.a.) Efendimiz şu cevabı verdi:
“–Riyâ, yani gösteriştir. Kıyâmet günü insanlar amellerinin karşılığını alırlarken, Allah Teâlâ riyâ ehline:
«–Dünyadayken kendilerine mürâîlik yaptığınız/amellerinizi göstermek istediğiniz kimselere gidin! Bakın bakalım onların yanında herhangi bir karşılık bulabilecek misiniz?» buyurur.” (Ahmed, V, 428, 429)

قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mekulü’l-kavli,  اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّـمَٓا , kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

Mütekellim zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur.  بَشَرٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

مِثْلُكُمْ  kelimesi  بَشَرٌ  ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُوحٰٓى اِلَيَّ  cümlesi mübteda  اَنَا۬ ‘nin ikinci haberidir.  يُوحٰٓى   elif üzere damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. 

اَنَّـمَٓا  ve masdar-ı müevvel naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Takdiri;  يوحى إليّ وحدانية الله  (Bana Allah’ın vahdaniyeti vahyolunuyor) şeklindedir. 

اِلَيَّ  car mecruru  يُوحٰٓى  fiiline müteallıktır. 

اَنَّـمَٓا , kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اَنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

اِلٰهُكُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلٰهٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  وَاحِدٌ  kelimesi  اِلٰهٌ ‘nin sıfatı olup lafzen merfûdur.


فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً 

 

فَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur.  كَانَ  şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  كَانَ يَرْجُوا   cümlesi  مَنْ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.

كَانَ ‘nin ismi müstetir olup takdiri  هو  ‘dir.  يَرْجُوا  fiili  كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil olması, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylem olduğuna veya geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline getirilen davranış olduğuna işaret eder. Fail onu sürekli yaptığından adet haline getirmiştir. (Arap Dilinde Kane Fiili Ve Kur’an’da Kullanımı M.Vecih Uzunoğlu)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, S. 103)

يَرْجُوا  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

لِقَٓاءَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لْ  emir lamıdır.  يَعْمَلْ  meczum muzari fildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

عَمَلاً  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.  صَالِحاً  kelimesi  عَمَلاً ‘nin sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. 

Burada sıfat müfred olan sıfat olarak gelmiştir. Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

صَالِحاً  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَداً

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و  : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  يُشْرِكْ  meczum muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

 بِعِبَادَةِ  car mecruru  يُشْرِكْ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّه۪ٓ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir   هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَحَداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

قُلْ اِنَّـمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ

Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. Hz. Peygamber’e emirle gelen bu ayet isti’naf cümlesidir. Ayetin başında  قُلْ  emrinin bulunması mekulü’l-kavlin Allah katında bir önemi ve şanı bulunduğuna işaret eder.

Fasılla gelen ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle  اِنَّـمَٓا  kasr edatıyla tekid edilmiştir.  اَنَا۬  mübteda,  بَشَرٌ  haberdir.  مِثْلُكُمْ  izafeti  بَشَرٌ  kelimesinin sıfatıdır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

إنَّما أنا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ  şeklindeki hasr, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır, izafidir, kasr-ı kalptir. Yani ben ancak bir beşerim, gaybın bilgisi ise beşeriyeti aşar demektir. (Âşûr)

Kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. Mevsuf, sıfata hasredilmiştir. Kasr izafîdir. Peygamber Efendimiz, sadece beşer olmaya kasredilmiştir. Diğer sıfatlar yok sayılarak mübalağa yapılmıştır. 

Kendisine vahyedilenin ve ne için gönderildiğine dair en önemli şey, Allah'ın birliği (tevhidi) ve Cenab-ı Allah'a kavuşurken selamette olduğu şeylere dahil edilmiştir. (idmâc yapılmıştır.)  Bu yüzden surenin başındaki  لِيُنْذِرَ بَأْسًا شَدِيدًا مِن لَدُنْهُ  (Kehf/2) ayetinden  إنْ يَقُولُونَ إلّا كَذِبًا  (Kehf/5) ayetine kadar olan bölüm ile aralarında reddü'l acüz ale’s-sadr vardır. (Âşûr)

يُوحٰٓى اِلَيَّ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle,  اَنَا۬  için ikinci haberdir. Muzari fiil sıygası, cümleye teceddüt ve tecessüm anlamları katmıştır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Bu cümlenin beyanî istînâf olması da caizdir.

Kasr edatı  اَنَّـمَٓا ’nın dahil olduğu  اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ  cümlesi, masdar teviliyle  يُوحٰٓى fiilinin naib-i failidir. 

 إنَّما  hasr içindir. Bu hasr, izafî olup kasr-ı kalptir. (Âşûr)

يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّـمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ  ifadesi Allah bana ilâhın bir olduğunu ve bu sıfatta ortağı olmadığını vahyediyor demektir. (Âşûr) 

اَنَّـمَٓا ‘daki  مَٓا , kaffe ve mekfufe olduğu halde masdariyye olmaktan çıkmamıştır. (Mahmut Sâfî) Mübteda ve haberden müteşekkil masdar-ı müevvel, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

وَاحِدٌۚ  kelimesi  اِلٰهٌ  için sıfattır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bazı alimlere göre  اَنَّـمَٓا  bu ayette kasr edatıdır. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette  اَنَا۬  ile kastedilen Resul'ün (sav), cümlenin kalan kısmına tahsis edilmesidir. Yani onlar gibi beşer olmasına rağmen ona, ilâhlarının tek bir ilâh olduğunun vahyedildiğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 


فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً 

فَ   istînâfiyyedir.  مَن  şart harfi, mübtedadır.  كَانَ ’nin dahil olduğu  كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪  isim cümlesi  مَنْ ’in haberi, aynı zamanda şart cümlesidir. 

كَانَ ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s.103)

كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda, genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبِّه۪  izafetinde, Rabb ismine muzâfun ileyh olan gaib zamirin ait olduğu kişi, şan ve şeref kazanmıştır.

فَمَن كانَ يَرْجُو لِقاءَ رَبِّهِ  cümlesi tefrî’dir. (Âşûr)

Rabıta harfi  فَ  ile gelen cevap cümlesi  فَلْيَعْمَلْ عَمَلاً صَالِحاً , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslûbunda talebî inşâî isnaddır.

صَالِحاً  , mef’ûl olan  عَمَلاً ’in sıfatıdır. Sıfat, mevsufunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

صَالِحاً  ism-i fail kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

عَمَلاً ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiilierin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir.

(KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-İ Fâil Ve İşlevleri Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan)

Çünkü ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe kalıbının aksine, sonradan oluşa delâlet eder. Sıfat-ı müşebbehe sübuta delalet eder.  حسن  kelimesi sübuta,  حاسن  kelimesi hudûsa delalet eder. İsm-i fail şimdiki zamana veya istikbale delalet eder. (Halidî, Vakafat s.47)

Şart cümleleri haberî veya inşâî olabilir. Burada cevap cümlesi emri gaib olduğu için şart cümlesi inşâî isnaddır.

اِلٰهُكُمْ  -  اِلٰهٌ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَعْمَلْ  -  عَمَلاً  ve  وَاحِدٌۚ  -  اَحَداً  gruplarındaki kelimeler arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بَشَرٌ  -  اِلٰهٌ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı,  رَبِّ  اِلٰهٌ  يُوحٰٓى  ve  اِنَّـمَٓا  اَنَّـمَٓا  gruplarındaki kelimeler arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَداً

Cümle şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Ayrıca cümleler arasında lafzen ve manen ittifak mevcuttur.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. لَا ’nın nefy olması da muhtemeldir.

Mef’ûl olan  اَحَداً ‘deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.

Kur’an-ı Kerim’in her suresinde olduğu gibi bu surenin de sona erişi hüsn-i intehâ sanatının güzel bir örneğini teşkil etmektedir.

Hüsn-i intehâ; mütekellimin sözünü makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlamasıdır. Kur’an’daki surelerin sonu bu sanatın en güzel örnekleridir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Peygamberimiz (sav) den rivayet olunduğuna göre şöyle buyurmuştur:

"Bu kimse, yatağına yattığı zaman Kehf sûresinin son ayetini okursa, onun yatağı, Mekke'ye kadar parlayan bir nur olur. Bu nurun uzandığı yere kadar, yatağından kalkıncaya kadar kendisine dua eden melekler olur. Eğer yatağı Mekke'de ise, nuru Mekke'den Beytü’l-ma’mûr’a kadar parlar. O nurun içinde, uyanıncaya kadar kendisine dua eden melekler olur." (Ebüssuûd)

 
Günün Mesajı
104. ayetin ilk bölümü pek çok hususa parmak basmakta ve pek çok ikaz ihtiva etmektedir. Kısaca: * Kâfirler ve müşrikler, dünya Hayatında, dünya hayatı adına birtakım güzel şeyler yapabilirler. Fakat bu yaptıklarının Âhiret'te de geçerli olması imana bağlıdır. Dolayısıyla iman olmadıkça ne yaparlarsa yapsınlar, dünyadaki güzel işlerinin Âhiret'te onlara hiç bir faydası olmayacaktır. * Allah yolunda çalışan, inancında, muamelelerinde samimi, sözü ile özü birbirine uyan ve “kurşundan dökülmüş duvar” gibi birbirlerine tutkun müminler var oldukça, inkârcılar ne yaparlarsa yapsınlar, bütün yaptıkları sonunda boşa gidecektir. * Tarihte inanmayanların üstün oldukları zaman parçaları bulunabilir; fakat bunlar geçicidir ve nihai âkıbet, Âhiret'te mutlaka, ama dünyada da yine müminlere aittir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Dünyanın bir köşesinde, sınıflardan birinin duvarlarında, sadece hocanın sesi yankılanıyordu. İlim kuşu da, pencereye tünemiş, dışarıdan dersi dinliyordu:

“İman ve salih amel. Kur’an-ı Kerim’de beraber anılırlar. Allah’a samimiyetle teslim bir kul olmak için insanın ikisine de ihtiyacı vardır. İkisi de birbirini besler ve güçlenirler. Zira, kişinin kalbi yaptıklarıyla meşguldur ve o yaptıklarını ne için ya da kimin için yapıyorsa, onun sevgisiyle ve hayaliyle dolup taşıyordur. Sevgisi güçlendikçe onun için yaptıklarını da güzelleştirmek için elinden geleni yapar. Birinden birinin olmaması, belki şuna benzer; paranı korumaya almak için bankada kasa kiralayıp, kendi ellerinle bütün paranı kasaya yerleştirdikten sonra kapağını kapatmadan anahtarıyla beraber çıkıp gitmek. Yani insan kendince doğru olan her şeyi yapsa da, asıl yapması gerekeni yapmadığı zaman hiçbir şeyin garantisi yoktur. Her manada kaybeden olabilir. Ancak her işini Rabbinin rızası için yapan kul, en az iki kere kazanır. Allah’ın rızasını, dünya menfaatlerini ve ahiret nimetlerini.”

Ders bittikten sonra yuvasına dönmek için yola çıkan İlim Kuşu, dua etti:

Ey Allahım! Vaadin haktır. Sûra üflendiğinde ve bir araya toplandığımızda; cehennemle yüzyüze gelenlerden olmaktan Sana sığınırız. Şüphesiz o gün, yalnız Senin rahmetine ve yardımına muhtacız; bizi bağışladıklarından ve merhamet ettiklerinden eyle. Terazinin başına getirildiğimizde, halimizin; dünya üzerinde yaptıklarının boşa çıktığını öğrenenlerin haline benzemesinden Sana sığınırız. Biz ayetlerine ve Sana kavuşmaya iman edenlerdeniz; bizi ömrü boyunca iman ile salih ameller işleyenlerden, son nefesini imanıyla verenlerden ve Firdevs Cennetlerinde konaklayanlardan eyle.

Amin.

***

İyi ya da kötü görünümlü veya başarılı ya da başarısız sonuçlanan her şeyin belli bir süresi vardır. Bunu bilmek kul için Allah’tan bir rahmettir. Dünyalıklara kalbiyle bağlanmaması gerektiğini hatırlattığı gibi zorlukların elbet bir gün geçeceği düşüncesi ile kişiyi umutla doldurur. Şükür edilesi nimetleri ve kolaylıkları görmeyi kolaylaştırır.

Belirsizliklerle süslenen yeryüzünü keyifli kılanlardan biri; belki de iyilik ve kötülük sebeplerinin aynı dünyalık nimette barınabilmesidir. Kendisini ve içinde bulunduğu alemi yaratan Allah’a şükür ya da şikayet; teslimiyet ya da nankörlük niyetiyle yaklaşmasına göre gördükleri değişebilir. Bir gün kendisini üzen, diğer gün yüzünü güldürebilir. Zayıf hissettiği gerçekler karşısında, Allah’ın rahmetiyle güçlendiğine şahit olabilir. Sebebini anlamadığı zorlukların getirdiği kolaylıklara şaşırabilir. 

Her şeyin tam olarak ne kadar süreceğine dair bir bilgisinin olmaması da kişiye bir rahmettir. Belirsizliklerin huzursuzluk sebebi olarak görülmesine ve yürünen yolu zorlaştırmasına rağmen kimi zaman gönüllere doğan huzurun kaynağıdır. Kötülüklerin her an bitebileceği, iyiliklerin de hep süreceği hissiyle kişiyi daha çok çabalamaya teşvik eder. 

Ey Allahım! Dünyalıklara fazla bağlanmaktan ve bu bağlılığın getirdiği zorluklardan Sana sığınırız. Bizi daima teslimiyet içinde ve şükür niyetiyle yoluna devam edenlerden eyle. Korktuğu, üzüldüğü, sıkıldığı ve sevindiği, heyecanlandığı, umutlandığı zamanlarında; kısacası her anında kalbiyle Sana dönenlerden ve Sana koşanlardan eyle. Ağır gelen yüklerini ve gönlünü titreten isteklerini Sana arzedenlerden, yardımının yakınlığına inanarak bekleyenlerden ve Senin rahmetinin gölgesinde iki cihanda da güven içerisinde afiyet ile yaşayanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji