Meryem Sûresi 41. Ayet

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِبْرٰه۪يمَۜ اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّ  ...

Kitap’ta İbrahim’i de an. Gerçekten o, son derece dürüst bir kimse, bir peygamber idi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاذْكُرْ an (hatırla) ذ ك ر
2 فِي
3 الْكِتَابِ Kitapta ك ت ب
4 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’i
5 إِنَّهُ gerçekten o
6 كَانَ idi ك و ن
7 صِدِّيقًا çok doğru ص د ق
8 نَبِيًّا bir peygamber ن ب ا
 
Meryem sûresinin ikinci kıssasında Hz. Îsâ’nın tanrı değil, Allah’ın kulu ve resulü olduğu vurgulandıktan sonra, bu üçüncü kıssada da kendilerini, tevhid inancının temsilcisi ve Kâbe’nin bânisi olan Hz.İbrâhim’in soyundan saydıkları halde onun dinini terkederek putlara tapan Araplar’ın dikkati çekilmektedir. Kureyşliler Hz. İbrâhim’i dinî önderleri olarak kabul ediyor ve onun soyundan gelmekle iftihar ediyorlardı. Bununla beraber babası ve yakınlarının Hz. İbrâhim’e karşı uyguladıkları eziyet, işkence, yurdundan hicrete zorlanma gibi olumsuzlukları, Kureyşliler de İbrâhim’in yolunda olan Hz. Muhammed’e revâ görmüşlerdir. Hz. İbrâhim’e burada sadece nebî denilmiş olmakla birlikte, başka âyetlerde ona sahifeler gönderildiği ifade buyurulmuştur (bk. A‘lâ 88/18-19; Necm 53/36-37). Bu da onun hem nebî hem de resul olduğunu gösterir.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 601-602
 

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِبْرٰه۪يمَۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اذْكُرْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir. 

فِي الْكِتَابِ  car mecruru  اِبْرٰه۪يمَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. 

اِبْرٰه۪يمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.


 اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  كَانَ  ile başlayan cümle  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو’dir.  صِدّ۪يقاً  kelimesi  كَانَ nin haberi olup lafzen mansubdur.  نَبِياًّ  kelimesi  كَانَ nin ikinci haberi olup lafzen mansubdur.

نَبِياًّ  -  صِدّ۪يقاً  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ اِبْرٰه۪يمَۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Peygamber Efendimize emirle başlayan ayet, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstînâfiyye  وَ ’ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

الْكِتَابِ den kasıt Kur’an-ı Kerim’dir.

Hz. İbrahim (as), Arapların atasıdır. Onlar, onun şanının yüceliğini, dininin paklığını kabul ediyorlardı. Nitekim Cenab-ı Hak, [... babanız İbrahim’in dininde olduğu gibi.] (Hac Suresi, 78) ve [Kendini bilmeyenden başka kim İbrahim'in dininden yüz çevirir?] (Bakara Suresi, 130) buyurmuştur. Buna göre Cenab-ı Hak Araplara sanki şöyle demek istemiştir: “Eğer sizler atalarınızı taklit ediyor iseniz ki bu sizin, [‘‘Muhakkak ki biz atalarımızı bir ümmet üzere bulduk. Biz de hakikaten onların izlerine uymuşlarız.’’] (Zuhruf Suresi, 23) şeklindeki sözünüzden anlaşılmaktadır, sizin atalarınızın şereflisi ve en kıymetlisinin, Hz. İbrahim (as) olduğu da malumdur. O halde, putlara ibadeti terketme hususunda İbrahim’i (as) taklit ediniz.” (Fahreddin er-Râzî)


 اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّ

 

Ayetin, İbrahim (as)’dan hal olan son cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır. Hal cümleleri, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş haberî isnaddır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, isim cümlesi olmasının yanında  اِنَّ  ile de tekid edildiğinden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانَ ’nin haberi olan  صِدّ۪يقاً  sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Sıfat-ı müşebbehe, “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiilierin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd.Doç.Dr. M.Akif Özdoğan, KSÜ. İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55-90 Arapçada İsm-i Fâil ve İşlevleri)

اِنَّهُ كَانَ صِدّ۪يقاً نَبِياًّ  cümlesi, tilavet esnasındaki zikrinin öneminden dolayı ta’lil konumunda bir cümledir. Bu cümle bedel ve mübeddel minhu arasında mu’teriza cümlesidir. Çünkü arkadan gelen ayetteki zaman ismi, İbrahim’den bedel olarak gelmiştir. Yani İbrahim’İn hallerinden özel olarak bunu zikret, çünkü onun en önemli hali inkarcı olan babasına verdiği sözdeki sıddıkiyetidir demektir. (Âşûr)

نَبِياًّ , ikinci haberdir.  كَانَ ’nin haberinin isim olarak gelmesi sübut ifade eder. Haberin, ismin bir cüzü haline geldiğini, ayrılmaz bir parçası olduğunu  belirtir.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s. 124)

El-İsfehânî  كَانَ ’nin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Cenab-ı Hakk'ın, buyruğundaki  كَانَ  kelimesine,  صار  (oldu, haline geldi) manası verildiği gibi  وُجِدَ  (... sıddîk ve nebi olarak bulundu) manası da verilmiştir. Yani “O, varoluşunun başlangıcından, son anına kadar sıddık ve masum olmakla vasf edilmistir, muttasıftır.” demektir. 

Hz. İbrahim’in hem sıddık hem de peygamber olduğunun zikredilmesi, herhalde sıddıklık vasfının peygamberlik vasfına tahsis edildiği vehminden şiddetle sakınmak için olmalıdır. Zira her peygamber, mutlaka sıddıktır. (Ebüssuûd)

صِدّ۪يق : Bu tabir Hz. İbrahim’in (as) son derece sadık ve doğru olduğunu ifade eder. Bu, âdeti doğruluk olan kimseler hakkında kullanılır. Çünkü bu kalıp, bu manayı ifade eder. Nitekim bazı fiilleri adet edinip onlara gönül vermiş kimseler için  رَجُلٌ خِمِّرٌ, Çok içki içen kimseye رَجُلٌ سِكِّر  çok sarhoş denir. (Fahreddin er-Râzî)

صِدّ۪يقاً نَبِياًّ  (Çok doğru) ifadesinde mübalağa sanatı vardır. (Safvetü’t Tefasir)