Meryem Sûresi 6. Ayet

يَرِثُن۪ي وَيَرِثُ مِنْ اٰلِ يَعْقُوبَۗ وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِياًّ  ...

“Gerçek şu ki ben, benden sonra gelecek akrabalarım(ın isyankâr olmaların)dan korkuyorum. Karım ise kısırdır. Bana kendi tarafından; bana ve Yakub hanedanına varis olacak bir çocuk bağışla ve onu hoşnutluğuna ulaşmış bir kimse kıl!”  (5 - 6. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَرِثُنِي bana mirasçı olsun و ر ث
2 وَيَرِثُ ve mirasçı olsun و ر ث
3 مِنْ
4 الِ oğullarına ا و ل
5 يَعْقُوبَ Ya’kub
6 وَاجْعَلْهُ ve onu yap ج ع ل
7 رَبِّ Rabbim ر ب ب
8 رَضِيًّا razı olduklarından ر ض و
 
Halef” diye tercüme ettiğimiz velî kelimesi, kişinin “yakını, dostu, arkadaşı, yardımcı ve destekçisi” demektir (aynı zamanda Allah’ın isimlerinden olan velî kelimesinin diğer anlamları için bk. Bakara 2/257; Mâide 5/51; En‘âm 6/14; A. Saim Kılavuz, “Velî”, İFAV Ans., IV, 456; Hamza Aktan, “Velâyet”, İFAV Ans., IV, 453).
 
 “Yakınlar” anlamı verdiğimiz mevâlî kelimesi mevlâ kelimesinin çoğulu olup “kişiye vâris olan yakın akrabaları” mânasına gelir. Hz. Zekeriyyâ, halef istemesinin gerekçesini de açıklarken, övünmek veya faydalanmak için değil, dini tebliğ etmek gibi yüce bir gaye için halef istediğini ifade etmiştir. Başka âyetlerde bildirildiğine göre Zekeriyyâ şu duaları da yapmıştır: “Rabbim! Bana tarafından temiz bir nesil ihsan eyle. Kuşkusuz sen duayı işitensin!” (Âl-i İmrân 3/38). “Rabbim! Geride kalanların en hayırlısı sensin, yine de sen beni yalnız (çocuksuz) bırakma! “ (Enbiyâ21/89).
 
 Bazı tefsirlerde Zekeriyyâ’nın hem mülküne hem de ilmine ve peygamberliğine mirasçı olacak sâlih bir çocuk istediği söylenmişse de Hz. Peygamber’in, “Biz peygamberler miras bırakmayız, bıraktığımız sadakadır” (Buhârî, “Humus”, 1; “Megâzî”, 14, 38) anlamındaki hadisi dikkate alındığında peygamberlerin mal ve servetleri için mirasçı istemeyecekleri anlaşılır. Hz. Zekeriyyâ’nın “Tarafından bana yerimi alacak bir halef ver; o, Ya‘kub hânedanına da vâris olsun” ifadesi de bu mânayı destekler. Burada Ya‘kub hânedanına vâris olmaktan maksat onların mallarına mirasçı olmak değil, Hz. Ya‘kub’un soyu olan İsrâiloğulları’nın misyonuna, peygamberliğin geride bıraktığı geleneğe ve ahlâka vâris olmak ve onların gittiği doğru yolu takip etmektir.
 
 İbn Âşûr’a göre âyetlerin zâhirinden peygamberlere mirasçı olunabileceği anlaşılmaktadır. Ona göre başka bir âyetteki (Neml 27/16) ifade bu anlamı desteklemektedir ve yukarıdaki hadiste Resûlullah bütün peygamberleri değil, sadece kendisini kastetmiştir (bk. XVI, 66). Nitekim Hz. Ömer de “Resûlullah bu sözüyle kendisini kastediyor” demiştir (Buhârî, “Fardu’l-humus”, 1).
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 589
 
Maddi miras için ise Resûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuştur:” Biz peygamberlere mirasçı olunmaz; bizim bıraktıklarımız sadakadır. 
( Buhâri, Farzu’l-humüs 1 , Megâzi 14,38; Müslim, Cihad 54).
 

يَرِثُن۪ي وَيَرِثُ مِنْ اٰلِ يَعْقُوبَۗ وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِياًّ

 

Fiil cümlesidir.  يَرِثُن۪ي  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَرِثُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  مِنْ اٰلِ  car mecruru  يَرِثُ  fiiline müteallıktır.

يَعْقُوبَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  اجْعَلْهُ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ‘ dir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

رَبِّ  muzâf olup nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır. 

رَضِياًّ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

 

يَرِثُن۪ي وَيَرِثُ مِنْ اٰلِ يَعْقُوبَۗ 

 

Mütekellim Zekeriya (as), muhatap Allah Teâlâ’dır. Ayet Zekeriya (as)’ın sözlerinin devamıdır. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Önceki ayetteki  وَلِياًّۚ  kelimesinin sıfatı olarak fasılla gelen  يَرِثُن۪ي  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade etmiştir. 

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Aynı üslupta gelen  وَيَرِثُ مِنْ اٰلِ يَعْقُوبَۗ  cümlesi sıfat cümlesine atfedilmiştir.

Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayetteki  اٰلِ  kelimesi, insanların işlerinin kendisine varıp dayandığı belli kimse, demektir. İnsanların işleri bunlara bazan akrabalıktan, bazan, Firavun'un “Âl-i Firavn” gibi arkadaşlıktan; bazan da, ÂI-in-Nebi” gibi, dinî birlikten ötürü varıp dayanır. Bil ki Zekeriya (as), bu istekte bulunmadan önce şu üç şeyi ileri sürmüştür: 

a)  Kendisinin zayıf, güçsüz, kuvvetsiz oluşunu;

b) Allah Teâlâ’nın duasını kesinlikle reddetmeyeceğini;

c) Dua ile istenen şeyin, dinî bir menfaate sebep olacağını. Bu üç şeyi ifade ettikten sonra, açıkça isteğini bildirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَاجْعَلْهُ رَبِّ رَضِياًّ

 

وَ ‘la gelen cümle Zekeriya (as)’ın duasına dahildir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Münada konumundaki itiraziyye olan  رَبِّ  izafetinde mütekellim zamiri mahzuftur. Bu hazfın işareti kelimenin sonundaki esredir. Nida harfinin ve muzâfun ileyhin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, dua manası ifade ettiği için muktezâ-i zâhirin hilafına olarak, mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

اجْعَلْهُ  fiilinin ikinci mef’ûlü olan  رَضِياًّ ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

Ayette  ورث  fiili hem  من  harfiyle, hem de  من  harfi olmaksızın kullanılmıştır. Buradaki  من  harf-i cerini müteaddîlik için değil de ba’diyet ifadesi olarak alırsak Zekeriya (as)’ın duasının İsrailoğullarından gelecek neslin salih olanlarını kapsayan bir kısmı için olduğu anlaşılır ki bu, ifadeye iltifat sanatı cihetiyle bakılmasının manaya kattığı güzelliği görmek açısından manidar bir örnek oluşturmuştur.

Beyzâvî, ayeti ’’Bundan maksat şeriata ve ilme mirasçı olmaktır. Çünkü peygamberler miras olarak mal bırakmazlar’’ şeklinde açıkladıktan sonra üç farklı kıraat vechi daha zikrederek her bir kıraate göre burada tecrîd sanatının var olduğunu net bir şekilde ortaya koyar. İki zamirden birinden hal olmak üzere  يرثونى وارث آل يعقوب ; küçük olduğu için tasgir sıygası ile  يرثى أويرث  fiilinin faili olmak üzere ve  وارث من  آل يعقوب  şeklinde de okunmuştur. Buna beyan ilminde tecrîd sanatı adı verilir. Çünkü varis, önce zikredilen şey (veli) murad edildiği halde, ondan soyutlanmıştır. Yani varis de aslında velinin bizzat kendisidir. Zahire göre birinci kıraatta olduğu gibi  يرثنى  fiilinin failinin  وليا  lafzına ait olan zamir olması gerekirdi. Ancak fail  ولى  lafzı olmakla birlikte bu üç kıraate göre de açıktan geldiği için burada tecrîd sanatı söz konusudur. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

يَرِثُن۪ي - يَرِثُ  kelimeleri arasında  iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.