Meryem Sûresi 70. Ayet

ثُمَّ لَنَحْنُ اَعْلَمُ بِالَّذ۪ينَ هُمْ اَوْلٰى بِهَا صِلِياًّ  ...

Sonra, oraya girmeye en lâyık olanları muhakkak ki en iyi biz biliriz.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 لَنَحْنُ elbette biz
3 أَعْلَمُ daha iyi biliriz ع ل م
4 بِالَّذِينَ kimlerin
5 هُمْ onlar
6 أَوْلَىٰ uygun olduğunu و ل ي
7 بِهَا oraya
8 صِلِيًّا girmeğe ص ل ي
 
İlk yaratılışı düşünmeyen insanlar, öldükten sonra dirilmeyi inkâr etmekte ve çürüyüp toz toprak olduktan sonra yeniden dirilmenin bir hayal ürünü olduğunu iddia etmektedirler. Oysa insan ilk yaratılışını düşünürse kendisini yoktan var eden bir kudretin, ölüp toz toprak olduktan sonra onu yeniden diriltebileceğine kanaat getirir. Nitekim Allah Teâlâ başka âyetlerde de insanları ilk defa nasıl yaratmışsa öyle dirilteceğini, bunun kendisi için daha kolay olduğunu ifade buyurmuştur (bk. Rûm 21/27; Yâsîn 36/79). 68. âyetteki “şeytanlar”dan maksat insanların ilâhî huzura çıkıp dünyada yaptıklarından hesaba çekilecekleri bir âhiret günü olmadığını, hayatın sadece bu dünya hayatından ibaret olduğunu iddia ederek insanları aldatıp saptıran inkârcı önderlerdir (Şevkânî, III, 386). Yüce Allah, bunları ve bunların kandırarak yoldan çıkardığı kimseleri mahşerde toplayıp cezalarını vereceğini buyurmuştur.
 
 Allah’a en çok âsi olanların çekip çıkartılacağını, ayrılacağını belirten 69. âyetteki ifade bazı tefsirciler tarafından şöyle yorumlanmıştır: İsyankârların bir kısmı ayırt edilip cehenneme atılacak, isyanı daha hafif olanlar ise bağışlanacaklar. Ancak, tefsircilerin çoğunluğuna göre âyet bütünüyle kâfirlere dairdir. Ayırt edilmekten maksat ise insanların inkârcılık ve isyan derecesine göre çeşitli gruplara ayrılmasıdır. Buna göre her grup cehennemde durumuna uygun bir tabakaya atılacaktır. Suç işleme ve inkârda öncülük ve önderlik edenlerin azabı daha ağır olacaktır (bk. Nahl 16/88; Ankebût 29/13). Ancak sonuç itibariyle, 70. âyette belirtildiğine göre kimlerin daha fazla isyankâr olduğunu eksiz bilen Allah Teâlâ, herkese, isyan ve günahlarının derecesine göre hak ettiği cezayı da eksiksiz bilecek ve en âdilane bir şekilde uygulayacaktır. 
 
 “İçinizden, oraya (cehenneme) varmayacak hiçbir kimse yoktur” meâlindeki 71. âyette geçen cümle ile devamı üç türlü yorumlanabilir: a) Bunlardan maksat sırattan geçenlerdir. Mümin olsun kâfir olsun bütün insanlar aynı zamanda cehennemin üstünde kurulmuş olan sırattan geçmek zorunda oldukları için oraya uğramış olurlar. Ancak 72. âyete göre “kötülükten sakınanlar” cehennemden esirgenirken “zalimler diz üstü çökmüş olarak” orada bırakılacaktır. b) Maksat kâfirlerdir ve bunlar cehenneme gireceklerdir. c) Potansiyel olarak her insan ameline göre cennete olduğu kadar cehenneme de girebilecek durumdadır.
 
 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 612-613
 

 Saleye  صلي :  Alıntıladığımız tüm kaynaklar صلي  ve صلو maddelerini tek başlık altında inceledikleri için biz de ayırmayarak birlikte almayı daha uygun bulduk. (Hazırlayanın notu)   

  صلي kelimesinin asıl anlamı ateşle tutuşturmaktır.
  صَلاء  yakacak ve kızartma anlamında kullanılır. Dil bilimcilerin çoğuna göre  صَلاة dua, tebrik ve yüceltmek anlamındadır. Allah’ın Müslümanlara salâtı gerçekte onları tezkiye etmesidir. Meleklerin salâtı ise tıpkı insanlarınki gibi dua ve istiğfar anlamındadır. Belli bir ibadet anlamındaki صَلاة  kelimesinin asıl anlamı duadır. Söz konusu ibadetin bu kelimeyle isimlendirilmesi, bir şeyin içerdiklerinden bir kısmıyla isimlendirilmesi gibidir. Salât صَلاة (namaz), şekil bakımından şeriattan şeriata/dinden dine değişse de bütün din ve şeriatlarda yer alan ibadetlerdendir. 
 Bazıları şöyle der:  صَلاة kelimesi  َصَلَي  kökünden gelir.  صلّى الرَّجُلُ  Sözünün anlamı da şudur: Adam bu ibadette Allah’ın tutuşan ateşi olan صَلَى yı kendi nefsinden uzaklaştırdı ve onu giderdi.   
  Yüce Allah’ın namaz kılmayı övdüğü veya ona teşvik ettiği her yerde  اِقامة Lafzı zikredilmiştir. Bu lafzın zikri namazla birlikte zikredilmesi namaz kılmaktan amacın sadece şekil olarak değil onun bütün rukun ve şartlarının tam olarak yerine getirilmesi olduğuna işaret etmek içindir. (Müfredat)

Salât kelimesi 8 manaya gelir.

A – 4 tanesi yaygın ve açıktır. Bu manalar şunlardır:
1 – Bilinen rukunlar ve özel fiiller
2 – Allah’dan rahmet
3 – Meleklerden istiğfar
4 – Müminlerden dua
 
B-  4 tanesi meşhur değildir:
1 -  الكَنيسة Havra  22/40 وَلَوْلَا دَفْعُ اللّٰهِ النَّاسَ بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لَهُدِّمَتْ صَوَامِــعُ وَبِيَعٌ وَصَلَوَاتٌ وَمَسَاجِدُ يُذْكَرُ ف۪يهَا اسْمُ اللّٰهِ كَث۪يراًۜ   burada hal zikredilmiş mahal yani Yahudilerin havraları kastedilmiştir. البِيَع ,ise البِيعة nın çoğulu olup hıristiyanların kilisesidir.
2 -  الدُّخُول   giriş  صلّيْتُ الرَّجُلَ  adamı ateşe soktum denilir. Onu yakmak için ateşe attığın zaman   أصلَيَيْتُهُ  dersin.
3 –   التَّلْيِين yumuşatmak صلّى العَصَا بِالنَّارِ   asayı ateşle yumuşattı denilir.
4 –الشَّوى  kızartmak  صلّيْتُ اللحمَ وغَيْرَهُ  eti vb. kızarttım denilir. (İsmail Hakkı Bursevi)
 

    إقام الصَّلاة
    İqamu-s salat iki manada tefsir edilir:
  1 – iqame-s salat ibaresi tasdikten yoksun bir ikrar manasında kullanılmıştır.
  2 – iqamu-s salat ibaresi onun (namazın) tam ve eksiksiz kılınması manasında kullanılmıştır.

  صلا  beli hafif incinmek.

صَلِيَ  aslı صَلِوَ -َ beli eğri olmak, kısrak gibi.. صَلَوَة   şeklinde telaffuz edilir ve bazen صَلاة  olarak yazılır. Çoğulu صَلَوات dur ve sinagoglar manasına da gelir. لِ  ile namaz kılmak ; عَلَى ile istirham etmek; ayrıca mübarek kılmak;  (Mukatil b. Süleyman)

  صلى -ِ  Kavurmak; صَلِيَ -َ  yakmak için ateşe atılmak;  صَلَّى yakılmak, ateş yakmak; (John Penrice)

Bu madde و lı ve ي lı olarak iki şubeden oluşur. و lı olan Süryanice ve Aramice’den alınmıştır ve mahsus (özel) bir ibadet manasındadır. Arapçada bu salât الصَّلاة olarak ifade edilir. Bu maddenin Arapçaya nakledilmiş asıl manasına gelince; esenlik gibi gayelerle yapılan güzel ve kapsamlı bir senadır.(övgü) 
Burada bazı açıklamalarda bulunmak uygun olacaktır:
  1 – Bu ayeti kerimelerden bazıları mefhumdaki ibadet ve istiğfar manasına değil, hakiki anlama (sena/övgü) delalet eder. Çünkü İbadet yada istiğfar etmesi Allah-u Teala için mümkün değildir. Yine bu ayetlerde anlam rahmet ya da tesbih de değildir. Nitekim meleklerin insanları tesbih etmesi ya da merhameti uygun olmaz.
  2 – Kelimedeki asıl anlam güzel bir senadır demiştik. Bu ister esenlik olsun ki o da ömür hakkında bir duadır, ister başka bir dua olsun, yine haber ya da inşa olsun farketmez. Bu anlam zikredilen ayetlerin hepsinde mevcuttur.
  3 – Asıl manaya delalet eder.  هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّور / تَحِيَّتُهُمْ يَوْمَ يَلْقَوْنَهُ سَلَامٌ ۚ  yani Kıyamet günü onların esenliği selâmdır. Esenlik selâmın bir nev’idir. Sanki selâm سَلام salâtın bir parçası gibidir. Çünkü o  bir selâmet temennisi ve güzel bir duadır. Dolayısıyla Allah-u Teala ve meleklerin geçtiği yerlerde doğru ve kapsamlı mana senâ ve esenliktir.
  4 – Allah’u Teala’yı sena etmek, kulun itaat ve rızasını ortaya koyar. Meleklerin senâsı ise Sıratı Müstakim’de olmak ve hulûs ve taat üzere bir kul olmaları sebebiyledir. Nebi’yi sena Allah ve Resul hakkında iman ve itaat mevcudiyeti sebebiyledir. Müminin ki ise muhabbet, alaka ve yakınlaşmaya olan temâyülünü ortaya çıkarır. Bu bağlantıdan doğan ruhaniyetin tahakkuku ise tüm bunları bir araya getirir. Bu asla uygun olarak; esenlik ve istenen salih amellerin tamamlanması için Nebi’ye salavat getirmek; namaz kılan müminle Nebi arasındaki münasebet ve ruhani bağın tahakkuku, Allah’dan kendisine salât talep edilen Resul için yüksek bir derece, tam bir yakınlık ve kâmil bir rızanın tahakkuku cihetiyledir.

  5 – 'Şüphesiz الصَّلاة Aramice’den alınmış mahsus bir ibadettir' dedik. Buna ilaveten bu manayla zikredilen asıl mana arasında bir münasebet bulunmaktadır. Şüphesiz الصَّلاة ın içinde selamlaşma, tahmid ve şükür vardır ki;  bu da güzel bir senadır.
  6 - الصَّلْو ın sena manasında olduğu açıktır. عَلَى harfi ile kullanılmaktadır. صَلُّوا عَلَيْهِ – يُصَلُّن عَلَى النَّبِيّ – عَلَيْهِمْ صَلَوات   Bu da  الصَّلاة (namaz) manasından ayrıcadır.
  7 -  الصَّلاة ın İbranice ve Aramice  lugatlarında ibadet manasında kullanıldıkları anlaşılmıştır. Bu o kavil için hakiki şer’i mana değil, önceden alınmış hakiki lugavi manadır. Bu anlama ise İslam’ın zuhur edişinin başlarında indirilen surelerde gelişi delalet etmektedir. Müzzemmil  و أقِيمُوا الصَّلاة  ve Müddessir قالوا لَمْ نَكُ مِنَ المُصَلِّين  gibi..
 Yâ’lı الصَّلْي  kullanımına gelince; İbrânice’den alınmıştır ve yanana ya da kızarana dek ateşe yaklaştırma ve arzetme (ta’riz) manası taşır.
    الصّلْي – الصَّلْو - الصَّلاة   kelimeleri arasındaki münasebet hakkında şöyle dememiz yanlış olmaz: Bu kelimeler yaklaştırma ve arzetme anlamında müşterektirler (ortaktırlar). Ancak  الصَّلاة  Nurani ve Yüce olan makama bir arzdır. Bu kelime Allahu Teala’yla irtibat ve O Azze ve Celle’nin önünde hazır bulunmaktır. الصّلْي ise ateşe arzetmektir. Farkı ise alçalmaya delalet eden ي  harfidir.الصَّلْو e gelince o muhabbet ve meveddet arzetmedir, makama uygun olarak sena ve esenliğin ortaya çıkışıdır.
İftial babındaki ألإصْطِلاء sözcüğü ateşle karşılaşmayı ihtiyar etmektir. Bu münasebetle kelime, içine alma, dahil etme ve ulaşma manasına gelir. Şu ayet buna delalet etmektedir: 28/29  لَعَلَّكُمْ تَصْطَلُون (Tahqiq)

 Yâ harfiyle صلي Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte  25 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)  

 

ثُمَّ لَنَحْنُ اَعْلَمُ بِالَّذ۪ينَ هُمْ اَوْلٰى بِهَا صِلِياًّ

 

İsim cümlesidir.  ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.

ثُمَّ : Matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir. 

نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur.

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَعْلَمُ ’ye müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ اَوْلٰى ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَوْلٰى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

بِهَا  car mecruru  اَوْلٰى ’ya müteallıktır.  صِلِياًّ  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

ثُمَّ لَنَحْنُ اَعْلَمُ بِالَّذ۪ينَ هُمْ اَوْلٰى بِهَا صِلِياًّ

 

ثُمَّ  ile önceki ayetteki kasemin cevabı olan …لَنَنْزِعَنَّ  cümlesine atfedilen bu ayette ل  harfi mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. Cümlenin müsnedi olan  اَعْلَمُ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. 

اَعْلَمُ ’ya müteallık olan mecrur mahaldeki  بِالَّذ۪ينَ ’nin sılası  هُمْ اَوْلٰى بِهَا صِلِياًّ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin müsnedi اَوْلٰى , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Car mecrur  بِهَا , haber olan  اَوْلٰى ’ya müteallıktır.

اَعْلَمُ  ve  اَوْلٰى  kelimelerinin ism-i tafdil kalıbında olmaları, müteallık almalarını mümkün kılmıştır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

صِلِياًّ , temyizdir.

Arapçada bir kelime veya cümle ifade edilişi itibarıyla bir ek açıklamaya ihtiyaç duyabilir. Açıklanmaya ihtiyaç duyan müphem isim veya cümleye yapılan ek izahat, o müphem kelime veya cümlenin açıklayıcısı manasında temyizi, başka bir deyişle mümeyyezi olur. (Halil İbrahim Karaöz, Arap Dili Gramerinde Temyiz, Y.L. Tez.)

ثُمَّ لَنَحْنُ اَعْلَمُ بِالَّذ۪ينَ هُمْ اَوْلٰى بِهَا صِلِياًّ  yani “Cehenneme atılmaya daha layık olanı pekiyi biliriz.” demektir ki onlar da bir tarafa ayrılanlardır. (Beyzâvî)