اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ اِذْ قَالَ لِبَن۪يهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪يۜ قَالُوا نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمْ | yoksa |
|
2 | كُنْتُمْ | siz |
|
3 | شُهَدَاءَ | şahit miydiniz |
|
4 | إِذْ | zaman |
|
5 | حَضَرَ | geldiği |
|
6 | يَعْقُوبَ | Ya’kub’a |
|
7 | الْمَوْتُ | ölüm hali |
|
8 | إِذْ | o zaman |
|
9 | قَالَ | (Ya’kub) dedi ki |
|
10 | لِبَنِيهِ | oğullarına |
|
11 | مَا | neye |
|
12 | تَعْبُدُونَ | kulluk edeceksiniz |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | بَعْدِي | benden sonra |
|
15 | قَالُوا | dediler ki |
|
16 | نَعْبُدُ | kulluk edeceğiz |
|
17 | إِلَٰهَكَ | senin tanrına |
|
18 | وَإِلَٰهَ | ve tanrısına |
|
19 | ابَائِكَ | ataların |
|
20 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim |
|
21 | وَإِسْمَاعِيلَ | ve İsma’il |
|
22 | وَإِسْحَاقَ | ve İshak’ın |
|
23 | إِلَٰهًا | Tanrı’sına |
|
24 | وَاحِدًا | tek |
|
25 | وَنَحْنُ | ve biz |
|
26 | لَهُ | O’na |
|
27 | مُسْلِمُونَ | teslim olanlarız |
|
اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ
Öncesine mahzuf bir cümle takdir edilmek sûretiyle, اَمْ edatı muttasıladır. Sanki şöyle denilmiş olmaktadır: Siz peygamberlerin Yahudi olduğunu mu iddia ediyorsunuz yoksa Ya‘kūb’a ölüm geldiğinde siz görgü tanığı mıydınız? Yani ilk atalarınız olan İsrailoğulları, Ya‘kūb’un evlatlarının tevhid inancı ve İslâm dini üzere olmasını isterken görgü tanığı idiler. Siz de bunu pekala biliyorsunuz, o halde, hangi gerekçe ile, son derece berî oldukları bir şeyi peygamberler hakkında iddia edebiliyorsunuz?
Veya ayetin başındaki اَمْ munkatı‘adır. Yani بَلْ ve hemze ’den oluşmakta; önceki haberden dönerek yeni bir duruma yönelmeyi ifade etmektedir. (Keşşaf)
كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ isim cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كَانَ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. شُهَدَٓاءَ ise كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur. فعلاء vezninden olduğu için gayrı munsariftir ve tenvin almamıştır. اِذْ zaman zarfı شُهَدَٓاءَ ’ye müteallıktır. حَضَرَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يَعْقُوبَ mukaddem mef’ûlun bih olup gayrı munsarif olduğu için tenvin almamıştır. الْمَوْتُ fail olup lafzen merfûdur.
اِذْ قَالَ لِبَن۪يهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪يۜ
اِذْ zaman zarfı, ilk geçen اِذْ ’den bedeldir. قَالَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لِبَن۪ي car mecruru قَالَ fiiline müteallıktır. Mekulü’l kavl مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪ي cümlesidir. قَالَ fiilinin mef’ûlu olarak mahalllen mansubtur. İstifham ismi olan مَا mukaddem mef‘ûl olarak mahallen mansubtur. تَعْبُدُونَ fiili, نَ harfinin sübutuyla merfû muzari fiildir. مِنْ بَعْد۪ي car mecruru تَعْبُدُونَ fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَا تَعْبُدُونَ [Neye, hangi şeye ibadet edeceksiniz?] ifadesindeki مَا genel anlamlı bir edattır. Bu bilindiğinde, مَا ile ْمنْ arasındaki fark da bilinir; âlimlerin; منْ, akıllılar için kullanılır” sözü delildir. Eğer منْ تَعْبُدُونَ denilseydi, [putlardan] sadece ilim sahiplerini kapsardı. مَا تَعْبُدُونَ sözüyle, “mabudun sıfatından sual edilmektedir” denilmesi de caizdir. (Keşşâf)
قَالُوا نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Mekulü’l kavl نَعْبُدُ اِلٰهَكَ cümlesidir. قَالُوا fiilinin mef’ûlu olarak mahalllen mansubtur. نَعْبُدُ merfû muzari fiildir. Fiilin faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. اِلٰهَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. اِلٰهَ öncesine matuftur. اٰبَٓائِكَ muzâfun ileyhtir. اِبْرٰه۪ي kelimesi اٰبَٓائِكَ ’den bedeldir. اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ kelimeleri اِبْرٰه۪يمَ matuftur.
اِلٰهاً kelimesi اٰبَٓائِكَ ’den bedeldir. وَاحِداً ise اِلٰهاً ’in sıfatıdır.
Bu ayette اِلٰهَ isminin tekrarlanması, cer edatı yeniden zikredilmeksizin mecrur olan zamir üzerine atıf yapılması içindir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰق[İbrahim, İsmail ve İshak], öncesindeki اٰبَٓائِكَ [ataların] kelimesinin atf-ı beyânıdır. Aslında amcası olduğu halde Hazret-i İsmail’i de ataları arasında saymıştır. Çünkü aynı ipe -ki bu kardeşliktir- bağlı olmaları sebebiyle amca babadır, teyze de anne; aralarında bir fark yoktur. (Keşşaf)
وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Cümle نَعْبُدُ fiilinin failinden haldir. İsim cümlesidir. وَ haliyyedir. İtiraziyye olması da caizdir. Munfasıl zamir نَحْنُ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُ car mecruru haber olan مُسْلِمُونَ ‘ye müteallıktır. مُسْلِمُونَ ‘nin ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ
اَمْ bu cümleyle, ….أتَدَّعون على الأنبياء أنهم يهود أم (Peygamberlerin yahudi olduğunu mu iddia ediyorsunuz) şeklinde takdir edilen bir cümle arasında muttasıldır. Bu durumda cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Tasavvurî olan istifham, gerçekte cevap beklenen bir soru olmayıp inkârî manaya geldiği için cümle mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu sebeple istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
َْاَمْ edatının başındaki hemze o işin yadırgandığını gösterir.
َْاَمْ ya istifham ya da atıf harfi manasındadır. Bu harf atıf harflerinden او harfine benzer ve iki şekilde gelir. Muttasıl veya munkatı olabilir..
Muttasıl olan şöyle gelir: أَ زَيْدٌ عِنْدَكَ اَمْ عَمْرٌو (Yanında Zeyd mi var Amr mı var.) Yani ‘’ben, bu ikisinden birisinin senin yanında olduğunu biliyorum. Fakat şu mu, bu mu?” demektir.
Munkatı’ olana gelince, nahivciler bu harfin بل anlamına geldiğini söylemişlerdir. انها لابل ام شاة (O, muhakkak ki bir devedir... yok, yok koyun galiba!) dediğinde, sanki bu sözü söyleyenin gözü bazı nesnelere takılmış da, o onların deve olduğuna karar vermiş; bu zannı üzerine de onların deve olduğunu haber vermiş... Sonra, ona bir şüphe geldiği için, bu haberinden vazgeçmek ve onların koyun olup olmadığını sormak istemiştir. Önceki haberinden vazgeçmesi, بل harfinin ifade ettiği manadır. Onların koyun olup olmadığını sorması ise, istifham hemzesinin ifâde ettiği mânadır.
Bu ayetteki ام muttasıldır. Bunun izahı, bundan önce düşmüş olan bir ifade takdir etmektir. Burada sanki şöyle denilmektedir: تَدَّعُونَ عَلَى الْاَنْبِيَاءِ الْيَهُودِيَّةِ اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُ . Yani, “Sizin atalarınız olan daha önceki İsrailoğulları, Hz. Yakub, oğullarını İslâm milletine ve tevhîde davet ettiği zaman buna şahid olmuşlardı.. Bunu siz de biliyorsunuz.. Öyleyse size ne oluyor da, peygamberlere berî oldukları şeyleri isnad ediyorsunuz?..”(Fahrettin er-Razi)
شُهَدَٓاءَ kelimesi “hazır bulunan” anlamındaki شهيدَ kelimesinin çoğuludur. Yani, [Yakub’a ölüm gelip son nefesini verirken siz orada hazır bulunan görgü tanıkları değildiniz.] Hitap müminlere olup, “Siz buna tanık olmadınız. Bu konudaki bilginiz vahiy yoluyla gerçekleşti” denilmek istenmiştir. Hitabın Yahudilere olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)
حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ ibaresinde istiare vardır. Ölüm, geldiği ortamı etkisi altına alan canlı bir varlığa müstear olmuştur. Aralarındaki benzerlik yani cami, her ikisindeki etki kabiliyetidir. Ayetteki hakiki manadan mecazi manaya geçişin sebebi, ölümün insan hayatında en önemli an olduğunu ifade etmektir.
İstiare hakiki manaya hususi bir parlaklık katar. Böylece muhatabın hayal gücünün harekete geçmesi sağlanır. Bu zihnî hareket; şaşırtıcı olduğu ölçüde muhatabı etkisi altına alır.
…. حَضَرَ cümlesi zaman zarfı اِذْ ’in muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. Cümle, müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûl önemine binaen faile takdim edilmiştir.
شُهَدَٓاءَ - حَضَرَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
‘Hani o vakit Yakub’a ölüm geldi’ cümlesinde, ölüm insana benzetilmiş, böylece daha etkili bir anlatım üslubu kullanılmıştır.
Ölüm; insana, sanki kapıyı çalan bir misafire benzetiliyor .. Bir misafir kapıyı çaldığında hemen kalkıp ortalığa bir çeki düzen verilir, evi hazır hale getirmeye çalışılır.
اِذْ قَالَ لِبَن۪يهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْد۪يۜ
Muzâfun ileyh olan قَالَ cümlesi, müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mekulü’l-kavl cümlesi istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Hz. Yakub as oğullarına: ‘Benden sonra neye tapacaksınız’’ diye sormuştur. Esas olması gereken vasiyeti yapmıştır. Burada sorunun مَنْ yerine ما ile sorulması onlardan iyi bir cevap beklemediğinin göstergesidir. Kime tapacaksınız değil neye tapacaksınız demiştir. Bu çocuklar Yakup’un çocuklarıdır, Yusuf’a (as) yaptıklarından sonra tövbe edip iyi müslümanlar olarak Mısır’da yaşamışlardır. Ama Yakup (as) hâlâ onlardan emin değildir, çünkü hidayet ebeveynlik ilişkisiyle garanti altında değildir. Hidayeti ancak Allah verir.
قَالُوا نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهاً وَاحِداًۚ
Cümle beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl, şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyledir. Mekulü’l-kavl, müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
‘Atalarının ilahı’ dedikten sonra ataların İbrahim, İsmail ve İshak şeklinde sayılması hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Ayrıca اٰبَٓائِكَ lafzını takiben isimlerinin tek tek sayılmasında, cem’ maa’t-taksim sanatı vardır.
Cümlede önemine binaen üç defa geçen اِلٰهَ kelimesinde ıtnâb, cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِبْرٰه۪يمَ - اِسْمٰع۪يلَ - اِسْحٰقَ ve نَعْبُدُ - اِلٰهَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
قَالُو- قَالَ ve تَعْبُدُونَ - نَعْبُدُ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Gelen cevap: “Senin ilahın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek bir ilaha ibadet edeceğiz” şeklindedir.
Oğullar hangi ilaha kulluk edeceklerini ifade ederken birçok peygamberin ilahını sayarak istiksâ, yani bir konuyu teferruatıyla ifade etmek sanatını kullanmışlardır. İstiksâ kelimesi, uzaklaşmak manasındaki قصو fiilinin türevidir. Yâ-Sîn/20 ve Kasas/20 de geçen şehrin uzağından koşarak gelen adam ifadesinde de aynı kelimenin türevi vardır.
اٰبَٓائِكَ (Babaların) kelimesi amca, baba ve dedeyi kapsar. Dede İbrahim (a.s.), amca İsmail (a.s.), baba ise İshak (a.s.)'dır. Burada tağlîb sanatı vardır. Bu sanat, fasih kelamda bilinen mecazlardandır. (Safvetü't Tefâsir)
وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Ayetin son cümlesi mekulü’l-kavl cümlesi olan نَعْبُدُ ya, وَ ’la atfedilmiştir. Veya نَعْبُدُ fiilinin failinden haldir. Müsbet isim cümlesi formunda, faide-i haber talebî kelamdır. Zamirinin Allah Teâlâ’ya ait olduğu لَهُ car mecruru, amiline takdim edilmiştir. Bu takdim, tahsis ifade eder. “Biz sadece ve sadece Allah’a teslim olanlarız, başka hiçbir kimseye değil” anlamındadır.
Ebû Hayyân, bu ayette Allah'a boyun eğmenin (itaat etme) devamlı bir fiil olmasından dolayı ism-i failin sübût anlamına delalet ettiğini belirtmiştir. (Bahru’l-muhît fî’t-tefsîr)