وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَـتَّبِـعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَهْتَدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | zaman |
|
2 | قِيلَ | dendiği |
|
3 | لَهُمُ | onlara |
|
4 | اتَّبِعُوا | uyun |
|
5 | مَا | şeye |
|
6 | أَنْزَلَ | indirdiği |
|
7 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
8 | قَالُوا | derler |
|
9 | بَلْ | hayır bilakis |
|
10 | نَتَّبِعُ | uyarız |
|
11 | مَا | şeye (yola) |
|
12 | أَلْفَيْنَا | biz bulduğumuz |
|
13 | عَلَيْهِ | üzerinde |
|
14 | ابَاءَنَا | atalarımızı |
|
15 | أَوَلَوْ | -da mı? |
|
16 | كَانَ | olsalar- |
|
17 | ابَاؤُهُمْ | onların ataları |
|
18 | لَا |
|
|
19 | يَعْقِلُونَ | düşünmeyen |
|
20 | شَيْئًا | bir şey |
|
21 | وَلَا |
|
|
22 | يَهْتَدُونَ | ve doğru yolu bulamayan |
|
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَـتَّبِـعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ
وَ nahvî istînâf harfidir. إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.
إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir.
قِیلَ fiili meçhul bina edilmiştir. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَهُمُ car mecruru ق۪يلَ fiiline müteallıktır.
Fiilin mekulü’l-kavli olan cümle ٱتَّبِعُوا۟’dur. مَاۤ müşterek ism-i mevsûlu ٱتَّبِعُوا۟ fiilinin mef‘ûlü olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası أَنزَلَ ٱللَّهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. ٱللَّهُ lafza-i celâli أَنزَلَ fiilinin failidir.
قَالُوا۟ cümlesi şartın cevabıdır. بَلۡ idrâb harfidir. نَتَّبِعُ cümlesi قَالُوا۟ fiilinin mekulü’l-kavlidir.
مَاۤ müşterek ism-i mevsûlu نَتَّبِعُ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası أَلۡفَیۡنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. عَلَیۡهِ car mecruru mahzuf ikinci mef‘ûle müteallıktır. نَا Mütekellim zamiri أَلۡفَیۡ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. ءَابَاۤءَنَاۤ kelimesi أَلۡفَیۡنَا fiilinin birinci mef‘ûludür.
أَلۡفَیۡنَا fiili de أَنزَلَ fiili de, if’âl (ef’ale) babındadır. İf’âl babı fiille ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhûl, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
ٱتَّبِعُوا۟ ve نَتَّبِعُ fiilleri ise ifte’âl babındadır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَهْتَدُونَ
Hemze istifham, وَ atıf harfidir. لَوۡ , şart harfidir. ءَابَاۤؤُ , nakıs fiil كَانَ ’nin ismidir. Muttasıl zamir هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا یَعۡقِلُونَ cümlesi كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur. شَیۡـࣰٔا kelimesi لَا یَعۡقِلُونَ fiilinin mef‘ûludür.
لَا یَهۡتَدُونَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la لَا یَعۡقِلُونَ ‘ye matuftur.
Şart cümlesinin cevabı mahzuftur.
وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَـتَّبِـعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ
و istînâfiyyedir. إِذَا şart manalı zaman zarfı, cevap cümlesine müteallıktır. Şart ve cevap cümlesinden oluşan terkibe müteallık olduğu da söylenmiştir. Vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. Ayet, şart üslubunda haberî isnaddır.
Muzâfun ileyh ve aynı zamanda şart fiili olan قِیلَ, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Mekulü’l-kavl olan ... ٱتَّبِعُوا۟ مَاۤ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
168. ayetteki لَا تَتَّبِعُوا۟ خُطُوَ ٰتِ ٱلشَّیۡطَـٰنِۚ cümlesiyle ٱتَّبِعُوا۟ مَاۤ أَنزَلَ ٱللَّهُ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Şartın cevabı olan .. قَالُوا۟ cümlesi müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قِیلَ - قَالُوا۟ ve ٱتَّبِعُوا۟ - نَتَّبِعُ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
وَإِذَا قِیلَ لَهُمُ ٱتَّبِعُوا۟ مَاۤ أَنزَلَ ٱللَّهُ ifadesinde كمْ zamirinden vazgeçilerek هُم zamirinin gelmesi sapkınlıklarını herkese duyurmak içindir, sanki akıllılara dönülmüş ve onlara: ‘’Şu ahmaklara bakın, ne cevap verecekler’’ denmiştir? Onlar da: ‘’Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye tâbi oluruz’’ demişlerdir. Burada geçen أَلۡفَیۡنَا , bulmak manasındadır. Kur'an'a ve Allahu Teâlâ’nın indirdiği diğer delil ve ayetlere uymaları emredilip de taklide sapan müşrikler hakkında inmiştir. (Beyzâvî)
اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَهْتَدُونَ
Cümle و ’la mahzuf hale atfedilmiştir. و ’ın haliyye olduğu da söylenmiştir.
Hem şart hem istifham manası taşıyan cümle inşâî isnaddır. Hemze inkârî ve taaccüb manasındadır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, gerçek manada soru olmayıp, kınama ve azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü, Allah Teâlânın soru sorup cevap beklemesi muhaldir.
İstifham üslubunda gelmiş şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Takdiri, لاتّبعوهم ‘dir.
لَوۡ ‘in cevabının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
شَیۡـࣰٔا ‘deki tenvin, kesret ve tahkir ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umuma delalet eder.
ءَابَاۤؤُ kelimesi önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu kelime ve لَا ‘nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Ayetteki istifham, müşriklerin babalarına tabi olup cehalet ve dalalet neticesinde onları körü körüne, düşünmeden, incelemeden ısrarla taklit etmelerini inkâr maksadıyla gelmiştir.
Müşriklerin akletmemeleri, hidayet etmemelerine takdim edilmiştir. Çünkü aklını ve tefekkürünü kaybeden kimsenin, hidayet sebeplerinden yoksun olduğu için hidayete ermesi mümkün değildir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, S. 499, Soru 1272)
لَوۡ , şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوۡ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre لَوۡ edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
لَوۡ , muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir, 5/63)