29 Mart 2024
Bakara Sûresi 170-176 (25. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 170. Ayet

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَـتَّبِـعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَهْتَدُونَ  ...


Onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde, “Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!” derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (onların yoluna uyacaklar)?

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا zaman
2 قِيلَ dendiği ق و ل
3 لَهُمُ onlara
4 اتَّبِعُوا uyun ت ب ع
5 مَا şeye
6 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
7 اللَّهُ Allah’ın
8 قَالُوا derler ق و ل
9 بَلْ hayır bilakis
10 نَتَّبِعُ uyarız ت ب ع
11 مَا şeye (yola)
12 أَلْفَيْنَا biz bulduğumuz ل ف و
13 عَلَيْهِ üzerinde
14 ابَاءَنَا atalarımızı ا ب و
15 أَوَلَوْ -da mı?
16 كَانَ olsalar- ك و ن
17 ابَاؤُهُمْ onların ataları ا ب و
18 لَا
19 يَعْقِلُونَ düşünmeyen ع ق ل
20 شَيْئًا bir şey ش ي ا
21 وَلَا
22 يَهْتَدُونَ ve doğru yolu bulamayan ه د ي
Elfeyna “ bulduk” kelimesinde ki bulma insan akıl ve becerisini gerektirmeyen ,düşünme ve muhakemeye ihtiyaç duyulmayan bulma için kullanılır.Hani hayvanlar etrafta dolaşırken birşey bulur da onu dişlerinin arasında getirir ya onun gibi..Yani atalarını üzerinde buldukları şeylerde ısrar edenler hayvana benzetiliyor…İnsani yeteneğe ihtiyaç duyulan bulma fiili “vecede “ ile karşılanır…

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَـتَّبِـعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ 


وَ nahvî istînâf harfidir. إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. 

إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir.

قِیلَ fiili meçhul bina edilmiştir. Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَهُمُ car mecruru ق۪يلَ fiiline müteallıktır. 

Fiilin mekulü’l-kavli olan cümle ٱتَّبِعُوا۟’dur. مَاۤ müşterek ism-i mevsûlu ٱتَّبِعُوا۟ fiilinin mef‘ûlü olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası أَنزَلَ ٱللَّهُ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. ٱللَّهُ lafza-i celâli أَنزَلَ fiilinin failidir.

قَالُوا۟ cümlesi şartın cevabıdır. بَلۡ idrâb harfidir. نَتَّبِعُ cümlesi قَالُوا۟ fiilinin mekulü’l-kavlidir.

مَاۤ müşterek ism-i mevsûlu نَتَّبِعُ fiilinin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası أَلۡفَیۡنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur. عَلَیۡهِ car mecruru mahzuf ikinci mef‘ûle müteallıktır. نَا Mütekellim zamiri أَلۡفَیۡ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. ءَابَاۤءَنَاۤ  kelimesi أَلۡفَیۡنَا fiilinin birinci mef‘ûludür. 

أَلۡفَیۡنَا fiili de أَنزَلَ fiili de, if’âl (ef’ale) babındadır. İf’âl babı fiille ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhûl, temkin (imkan sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

ٱتَّبِعُوا۟ ve نَتَّبِعُ fiilleri ise ifte’âl babındadır. Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَهْتَدُونَ


Hemze istifham, وَ atıf harfidir. لَوۡ , şart harfidir. ءَابَاۤؤُ , nakıs fiil كَانَ ’nin ismidir. Muttasıl zamir هُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَا یَعۡقِلُونَ cümlesi كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur. شَیۡـࣰٔا  kelimesi  لَا یَعۡقِلُونَ  fiilinin mef‘ûludür.

لَا یَهۡتَدُونَ cümlesi atıf harfi وَ ‘la  لَا یَعۡقِلُونَ ‘ye matuftur.

Şart cümlesinin cevabı mahzuftur.


وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمُ اتَّبِعُوا مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ قَالُوا بَلْ نَـتَّبِـعُ مَٓا اَلْفَيْنَا عَلَيْهِ اٰبَٓاءَنَاۜ

و istînâfiyyedir. إِذَا şart manalı zaman zarfı, cevap cümlesine müteallıktır. Şart ve cevap cümlesinden oluşan terkibe müteallık olduğu da söylenmiştir. Vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. Ayet, şart üslubunda haberî isnaddır. 

Muzâfun ileyh ve aynı zamanda şart fiili olan قِیلَ, meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

Mekulü’l-kavl olan ... ٱتَّبِعُوا۟ مَاۤ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

168. ayetteki لَا تَتَّبِعُوا۟ خُطُوَ ٰ⁠تِ ٱلشَّیۡطَـٰنِۚ cümlesiyle ٱتَّبِعُوا۟ مَاۤ أَنزَلَ ٱللَّهُ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Şartın cevabı olan .. قَالُوا۟ cümlesi müsbet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قِیلَ - قَالُوا۟ ve ٱتَّبِعُوا۟ - نَتَّبِعُ kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

وَإِذَا قِیلَ لَهُمُ ٱتَّبِعُوا۟ مَاۤ أَنزَلَ ٱللَّهُ ifadesinde كمْ zamirinden vazgeçilerek هُم zamirinin gelmesi sapkınlıklarını herkese duyurmak içindir, sanki akıllılara dönülmüş ve onlara: ‘’Şu ahmaklara bakın, ne cevap verecekler’’ denmiştir? Onlar da: ‘’Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye tâbi oluruz’’ demişlerdir. Burada geçen أَلۡفَیۡنَا , bulmak manasındadır. Kur'an'a ve Allahu Teâlâ’nın indirdiği diğer delil ve ayetlere uymaları emredilip de taklide sapan müşrikler hakkında inmiştir. (Beyzâvî)

 

اَوَلَوْ كَانَ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ لَا يَعْقِلُونَ شَيْـٔاً وَلَا يَهْتَدُونَ


Cümle و ’la mahzuf hale atfedilmiştir. و ’ın haliyye olduğu da söylenmiştir. 

Hem şart hem istifham manası taşıyan cümle inşâî isnaddır. Hemze inkârî ve taaccüb manasındadır. 

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, gerçek manada soru olmayıp, kınama ve azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü, Allah Teâlânın soru sorup cevap beklemesi muhaldir.

İstifham üslubunda gelmiş şart cümlesinin cevabı mahzuftur. Takdiri, لاتّبعوهم ‘dir.

لَوۡ ‘in cevabının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

شَیۡـࣰٔاdeki tenvin, kesret ve tahkir ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umuma delalet eder.

ءَابَاۤؤُ kelimesi önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu kelime ve لَا ‘nın tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Ayetteki istifham, müşriklerin babalarına tabi olup cehalet ve dalalet neticesinde onları körü körüne, düşünmeden, incelemeden ısrarla taklit etmelerini inkâr maksadıyla gelmiştir. 

Müşriklerin akletmemeleri, hidayet  etmemelerine takdim edilmiştir. Çünkü aklını ve tefekkürünü kaybeden kimsenin, hidayet  sebeplerinden yoksun olduğu için hidayete ermesi mümkün değildir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, S. 499, Soru 1272)

لَوۡ , şart ilişkisi kurar. Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوۡ edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. Bu tanıma göre لَوۡ edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

لَوۡ , muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir, 5/63)


Bakara Sûresi 171. Ayet

وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذ۪ي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ اِلَّا دُعَٓاءً وَنِدَٓاءًۜ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ  ...


İnkâr edenleri imana çağıran (peygamber) ile inkâr edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَثَلُ durumu م ث ل
2 الَّذِينَ kimselerin
3 كَفَرُوا inkar eden ك ف ر
4 كَمَثَلِ haline benzer م ث ل
5 الَّذِي kimsenin
6 يَنْعِقُ haykıran ن ع ق
7 بِمَا şeylere(hayvanlara)
8 لَا
9 يَسْمَعُ bir şey işitmeyen س م ع
10 إِلَّا başka
11 دُعَاءً çağırmadan د ع و
12 وَنِدَاءً ve bağırtıdan ن د و
13 صُمٌّ sağırdırlar ص م م
14 بُكْمٌ dilsizdirler ب ك م
15 عُمْيٌ kördürler ع م ي
16 فَهُمْ onun için onlar
17 لَا
18 يَعْقِلُونَ düşünmezler ع ق ل


وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذ۪ي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ اِلَّا دُعَٓاءً وَنِدَٓاءًۜ

وَ atıf harfidir. مَثَلُ kelimesi mübteda olup aynı zamanda muzâftır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ mahallen mecrur olup, muzâfun ileyhtir. İsm-i mevsûlun sılası   كَفَرُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَ  teşbih ve cer harfidir. كَمَثَلِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Müfret müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِی muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası یَنۡعِقُ ’dur.  Îrabtan mahalli yoktur.

مَا müşterek ism-i mevsûlu بِ harf-i ceriyle birlikte یَنۡعِقُ fiiline müteallıktır. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یَسۡمَعُ Muzari fiildir. إِلَّا istisna harfidir. دُعَاۤءࣰ müstesnadır. نِدَاۤءࣰ  kelimesi دُعَاۤءࣰ e matuftur.

 

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ


صُمُّۢ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri هُمْ (onlar) şeklindedir. بُكۡمٌ ikinci, عُمۡیࣱ ise üçüncü haber olup lafzen merfûdur.

 

فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ



فَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُمْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یَعۡقِلُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. 

وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذ۪ي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ اِلَّا دُعَٓاءً وَنِدَٓاءًۜ 

و , istînâfiyyedir. İlk cümle isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَمَثَلِ mübteda olan مَثَلُ ’nun mahzuf haberine müteallıktır. Haberin mahzuf oluşu îcâz-ı hazf sanatıdır.

Cümlede geçen ٱلَّذِینَ - ٱلَّذِی - مَا  ism-i mevsûlleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Ayrıca ism-i mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.

دُعَاۤءࣰ - نِدَاۤءࣰۚ  kelimelerindeki tenkir; kesret ve nev içindir. Bu iki kelimede seci vardır.

یَنۡعِقُ - یَسۡمَعُ - دُعَاۤءࣰ - نِدَاۤءࣰۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَا ’nın sıla cümlesinde لَا ve إِلَّا ile hasr meydana gelmiştir. İşitmek fiili -maksur- mevsuf, davet ve nida -maksurun aleyh- sıfattır. Kasr, kasr-ı mevsuf ales sıfattır.

مَثَلِ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

Hükmün illetine işaret için; مثلهم (onların hali) şeklinde zamir yerine, مَثَلُ ٱلَّذِینَ şeklinde ism-i mevsûl gelmiştir. Nida ile dua arasındaki fark; duanın yakındakine, nidanın ise uzaktakine seslenirken kullanılmasıdır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, S. 500, Soru 1275 ve 1276)

Kâfirlerin İslama davet edildiği andaki halleri, hayvanların yüksek sesle haykıran birisinin seslenişini işittikleri andaki hallerine benzetilmiştir. Benzetme yönü; cahillik, şuur ve idrak yoksunluğudur. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)

Bu kâfirlerin hali neye benzer bilir misiniz?  وَمَثَلُ ٱلَّذِینَ كَفَرُوا۟ bütün kâfirlerin hali, كَمَثَلِ ٱلَّذِی o hayvanın haline benzer ki, یَنۡعِقُ بِمَا لَا یَسۡمَعُ إِلَّا دُعَاۤءࣰ وَنِدَاۤءࣰۚ bağırıp çağırmadan başka birşey işitmeyerek haykırır. Duyup dinlediği kuru ses, çıkardığı yine kuru sestir, manadan haberi yoktur.  صُمُّۢ بُكۡمٌ عُمۡیࣱ  onlar, birtakım sağırlar, dilsizler, körlerdir. فَهُمۡ لَا یَعۡقِلُونَ  bunun için hiçbir şey anlamazlar. Sadece hay! huy! kuru gürültülere, çan seslerine, kaval sesine kulak verirler, haykırırlar. Bunlara söz söyleyecek, doğru yola davet edecek olanların hali de o hayvan çobanının haline benzer, o yolda çobanlık etmesi gerekir. Çoban onlara insan gibi, yiyiniz, içiniz, yayılınız derse anlamazlar, manasız seslerle ıslık, düdük çalar, bağırıp çağırarak azarlar, sürer, haylarsa bir şey duyarlar. İşte kâfirlerin durumu da böyledir. Bunlar, Allah’tan, peygamberden bir şey anlamazlar, manalı sözleri duymazlar, çan ve düdük sesleri arkasında dolaşırlar. Bunları işittikleri zaman haykırırlar, höykürürler. Yiyip içmek, yayılmak için yola gelirlerse, azarlama ile, haykırarak bağırıp çağırma ile gelirler. (Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı)

Bu ayeti kerime Kur’an’da geçen teşbihlerin anlaşılması en zor olanıdır. Çünkü hazifler vardır. İki teşbihten de bazı rükunlar hazfedilerek iki teşbih birleştirilmiş, bu da anlaşılmasını zorlaştırmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’ân Işığı’nda Belağat Dersleri, Beyân İlmi)

یَنۡعِقُ fiili, hayvanın ses çıkarması için ve insanın hayvanın çıkardığı sese benzer bir ses çıkarması için kullanılır. 

Bu teşbihi şöyle de anlayabiliriz: Bu kafirler İslâm davetine karşı o kadar kayıtsızdırlar ki onlara yapılan çağrı hayvanlara yapılan çağrı gibidir. Hiç bir karşılık bulmaz.

Bağırıp çağırma kelimeleri davetin gür sesle yapıldığına işaret eder.

Gözleri ve kulakları gerçeklere kapalı olan, bu duyuları var olmasına rağmen çalışmayan, akletmeyen kâfirler körükörüne başkalarına tabi olurlar.

 

صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ

 


Ayetin ikinci cümlesi fasılla gelmiş, istînâfiyyedir. Haberî isnaddır. Mübtedası mahzuf olduğu için cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Mahzufun takdiri; هُمۡ صُمُّۢ بُكۡمٌ عُمۡیࣱ şeklindedir. Hazifle onların muayyen, belirgin bir durum olan bu sıfatlarla muttasıf olduklarına işaret vardır. Bu sıfatlarla vasıflanmış kimse hakkında zihnin düşünmeye ihtiyacı olmaz. Cümle teşbih-i beliğ babındandır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru.1279)

Kâfirleri sağır, dilsiz ve kör benzetmesinde tasrihi istiare vardır. Müşebbeh hazfedilerek, müşebbehün bih zikredilmiştir. (Mahmut Sâfî) Bunun teşbihi beliğ olduğu görüşü de vardır.

 صُمُّۢ - بُكۡمٌ - عُمۡیࣱ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

 

فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ



فَ , müsebbebi sebebe bağlayan rabıtadır.

Ayetin son cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.(Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Artık onlar anlamazlar, bilfiil anlamazlar, çünkü bakışları kusurludur. (Beyzâvî)

Bakara Sûresi 172. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ  ...


Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların iyi ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inananlar ا م ن
4 كُلُوا yeyin ا ك ل
5 مِنْ -nden
6 طَيِّبَاتِ iyileri- ط ي ب
7 مَا ne ki
8 رَزَقْنَاكُمْ size rızık olarak verdik ر ز ق
9 وَاشْكُرُوا ve şükredin ش ك ر
10 لِلَّهِ Allah’a
11 إِنْ eğer
12 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
13 إِيَّاهُ yalnızca ona
14 تَعْبُدُونَ (ona) tapıyor ع ب د

168.ayette bütün insanlığa seslenilirken Helal ve temiz olanlardan yemeleri karşılığında şeytana uymamaları istenmişti bu ayet ey iman edenler diye başladı ve temiz şeylerden yiyip şükür etmeleri istendi şükür iman edenlerden beklenir…

Allahım bizi çok şükredenlerden eyle…

Riyazus Salihin, 429 Nolu Hadis

Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 “Gerçek şudur ki kâfir bir iyilik yaptığı zaman, onun karşılığında kendisine  dünyalık bir nimet verilir. Mümine gelince, Allah onun iyiliklerini âhirete saklar, dünyada da yaptığı kulluğa göre ona rızık verir.”

Müslim, Münâfıkîn 57

Bir rivâyete göre de (Müslim, Münâfıkîn 56) Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz ki Allah, hiçbir mü’minin işlediği iyiliği karşılıksız bırakmaz. Mümin, yaptığı iyilik sebebiyle hem dünyada hem de âhirette mükâfatlandırılır. Kâfire gelince, dünyada Allah için yaptığı iyilikler karşılığında kendisine rızık verilir. Âhirete vardığında ise, kendisiyle mükâfatlandırılacağı herhangi bir hayrı kalmaz.” (Tülay Yılmaz)


يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلّٰهِ


یَـٰۤأَ  nida harfidir. اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا  tenbih harfidir. ٱلَّذِینَ  münadadan sıfat veya bedeldir.

İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. كُلُوا۟ fiili ن ‘un hazfi ile emir fiildir. مِن طَیِّبَـٰتِ  car mecruru  كُلُوا۟  fiiline müteallıktır.

مَا müşterek ism-i mevsûlu طَیِّبَـٰتِ ’in muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası رَزَقۡنَـٰكُمۡ ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur. ٱشۡكُرُوا۟ fiili كُلُوا۟ fiiline matuftur. لِلَّهِ  car mecruru وَٱشۡكُرُوا۟  fiiline müteallıktır


 اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ


إِن şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. إِیَّاهُ munfasıl zamiri تَعۡبُدُونَ fiilinin mukaddem mef‘ûlu olarak mahallen mansubtur. تُمْ  muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

تَعۡبُدُونَ fiili كُنتُمۡ ’ün haberi olarak mahallen mansubtur. Şartın cevabı mahzuftur.

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَاشْكُرُوا لِلّٰهِ

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir siyakında gelmiş olmasına rağmen emir anlamından çıkarak ibaha ifade etmiştir. Bu nedenle mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, lafza-i celâlde tecrid sanatı vardır.

یَـٰۤأَیُّهَا ٱلَّذِینَ ءَامَنُوا۟ şeklindeki nida üslubu Kuran-ı Kerim’de iman edenlere önemli bir konunun bildirileceğini haber verir. Çeşitli tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi, söylenecek şeylerin Allah katında bir mekanı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra ـٰۤأَیّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takibeden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan konu için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir.

İsm-i mevsûller muhakkak herkesin bildiği bir grup varsa kullanılır. Burada, bu iman edenler Peygamber Efendimiz ve sahabe tarafından bilinen insanlardı. Böyle bir grup yoksa ism-i mevsûl gelmez. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, S. 43)

İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

168. ayette hem helal hem tayyib kelimeleri geçmiştir. Burada ise sadece tayyib kelimesi geçmiştir. Böyle bir başka ayeti hatırlatan kelimelerde reddü-l acüz ale-s sadr sanatı vardır. Bu arada geçenleri düşündürür. Bunlar sanki ara cümle gibi gelmiş, sonra tekrar ana konuya dönülmüştür.

وَٱشۡكُرُوا۟ cümlesi nidanın cevabı olan كُلُوا۟ ’ya وَ ’la atfedilmiştir. Her iki cümle de inşaî isnaddır.

وَٱشۡكُرُوا۟ لِلَّهِ ibaresinde, kelamın siyakı اشكرونا demeyi gerektirdiği halde, korkutarak terbiye kastıyla mütekellim zamirinden gaib zamire iltifat edilmiştir. (Mahmut Sâfî)

Tefsir bilginleri birinci كُلُوا۟ emrinin mutlak oluşu dolayısıyla ibaha (mübah kılmak), ikinci ٱشۡكُرُوا۟ emrinin vücûb için olduğunu söyler. (Elmalılı)

Bu ayet daha önce (168.Ayette) geçen birinci emrin tekidi mahiyetindedir. Burada faziletlerine işaret olsun diye de özellikle müminler zikredilmiştir. (Kurtubî)

Demek ki yemek yemenin, rızıklanmanın karşılığı şükürdür. 

 

 اِنْ كُنْتُمْ اِيَّاهُ تَعْبُدُونَ


Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Öncesinin delaletiyle şartın cevabı mahzuftur. Cevabın mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri فاشكروا (O halde şükredin) şeklindedir.

Ayette takdim-tehir sanatı vardır. Mef‘ûl amiline takdim edilmiştir.

Mef‘ûl olan إِیَّاهُ ’nun amiline takdimi ihtisas ifade eder. Yani kulluk sadece O’nadır.

كان ’nin haberi muzari fiil gelerek muhatabın muhayyilesini canlandırmış, dikkatini harekete geçirmiştir.

إِن edatı, gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimali bulunan fiillerde, başka bir deyişle “bir olay veya eylem, gerçekleşme ve gerçekleşmeme ihtimallerini eşit derecede taşıyorsa’’ kullanılır. Olay veya eylemin gerçekleşeceği kesin bilindiğinde ise إذا edatı kullanılır.(Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacibekiroğlu)
Bakara Sûresi 173. Ayet

اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ بِه۪ لِغَيْرِ اللّٰهِۚ فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


Allah, size ancak leş, kan, domuz eti ve Allah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ama kim mecbur olur da, istismar etmeksizin ve zaruret ölçüsünü aşmaksızın yemek zorunda kalırsa, ona günah yoktur. Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا şüphesiz
2 حَرَّمَ haram kıldı ح ر م
3 عَلَيْكُمُ size
4 الْمَيْتَةَ leş م و ت
5 وَالدَّمَ ve kan د م و
6 وَلَحْمَ ve etini ل ح م
7 الْخِنْزِيرِ domuz خ ن ز ر
8 وَمَا ve şeyleri
9 أُهِلَّ kesilen ه ل ل
10 بِهِ adına
11 لِغَيْرِ başkası غ ي ر
12 اللَّهِ Allah’tan
13 فَمَنِ ama kim
14 اضْطُرَّ mecbur kalırsa ض ر ر
15 غَيْرَ -maksızın غ ي ر
16 بَاغٍ saldır- ب غ ي
17 وَلَا
18 عَادٍ ve sınırı aşmaksızın ع د و
19 فَلَا yoktur
20 إِثْمَ günah ا ث م
21 عَلَيْهِ ona
22 إِنَّ muhakkak ki
23 اللَّهَ Allah
24 غَفُورٌ çok bağışlayandır غ ف ر
25 رَحِيمٌ çok esirgeyendir ر ح م

Dokunma denildiği için inadına dokunmak manasına gelir..

Ayetin sonundaki ğafur ismi mübalağa kalıbındadır yani son derece, mutlak, aşırı manalarını içerir..

Oysa rahim kelimesi sürekliliği ifade eden kalıptadır.. Yani her zaman ,sürekli merhamet eden..

Gafur kelimesi bu kalıpta olsaydı insan Allah'ın sürekli bağışlayan olduğunu düşüneceği için yoldan çıkabilirdi.. Onun için farklı kalıplarda gelmiştir.

Idturra (اضْطُرَّ) kelimesinin kökü darra (ضرّ) olup kötü hal, zarar demektir. Idturra iftial babı olup dad harfine uğrayan te harfi kalınlaşarak harfine dönüşmüştür. Iztırar, Türkçe’de de kullandığımız gibi insanı kendisine zarar verecek şeye zorlamaktır (zorda kalıp adam öldürenin hali gibi). Türkçe’de zarar, muzır, zaruri, zaruret, mazarrat kelimelerini de kullanmaktayız. 

Bâğin (بَاغٍ) kelimesinin manası aranan şeyde orta yolu aşmayı istemektir, gerçekten aşılması veya aşılmaması fark etmez. Bağy iki türlüdür: Birisi iyidir. Bu da adaletten ihsana, farz olandan nafileye geçmektir. İkincisi kötüdür. Bu da haktan batıla veya şüpheye geçmektir. Kadının kötülük yoluna girmesi için de bu kelime kullanılır. Çünkü hakkı olmayan şeye uzanarak haddi aşmış olur. Ayette geçen mana kendisi için belirlenen sınırı aşmaksızın (zevk için yemeden, açlığı giderme sınırını aşmaksızın) demektir. 

İsm (اثم) kasten ve bile bile işlenen günah demektir. Kur’an’ı Kerim’de günah için kullanılan başka terimler de vardır ki bunlardan birisi zenb (ذنب)’dir. İsm’de eksiklik, geri kalma, kusur ön plandadır. Kişiyi sevaptan alıkoyan şeyler için kullanılır. İçen kimsenin aklını alıp götürdüğü için hamrın (içkinin) bir diğer adı da ism’dir. Ayrıca ism’de birilerini peşinden götürme manası vardır. Zenb’de ise kötü, çirkin bir davranış vardır; peşinden götürme anlamı yoktur. Bu nedenle çocukların yaptığı kötülükler için zenb fiili kullanılır ama ism hiç kullanılmaz. Yine, günah manasında kullanılan terimlerden birisi de cürmdür (جرم). Cürm’de vurgulanan, bağı kesmektir. Kişinin vacible olan bağını kesmesi söz konusudur. Günah kelimesi de ‘cunah’  (جناح) olarak Kur’an’ı Kerim’de geçmektedir. Cenah’ın asıl manası kuş kanadı olup yana yatma manası vardır. İnsanı haktan başka tarafa meylettirmesi bakımından günaha bu isim verilir.


اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ بِه۪ لِغَيْرِ اللّٰهِۚ

إِنَّمَا kaffe ve mekfufedir. مَا harfi إِنَّ yi amelden düşürmüştür. حَرَّمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَیۡكُمُ car mecruru حَرَّمَ fiiline müteallıktır. ٱلۡمَیۡتَةَ kelimesi حَرَّمَ fiilinin mef‘ûlüdür. ٱلدَّمَ وَلَحۡمَ kelimeleri ٱلۡمَیۡتَةَ ’ye matuftur. ٱلۡخِنزِیرِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Müşterek ism-i mevsûl مَاۤ, mef‘ûle matuftur. Meçhul bina edilmiş mazi fiil أُهِلَّ, mevsulün sılasıdır. بِهِۦ car mecruru mahzuf naib-i faile, لِغَیۡرِ ise أُهِلَّ fiiline müteallıktır. ٱللَّهِ lafza-i celâli غَیۡرِ ’nin muzâfun ileyhi olup kesra ile mecrurdur.

 

 فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ 


فَ istînâfiyyedir. مَنِ iki fiili cezm eden şart harfidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.

Meçhul bina edilmiş ٱضۡطُرَّ , şart fiilidir. Sülâsîsi ضرر olan ٱضۡطُرَّ fiili ifti’âl babındadır. Bu babda bulunan ت harfi ط harfine dönüşmüştür.

غَیۡرَ , mahzuf naib-i failden haldir. بَاغࣲ ‘e muzâftır. بَاغࣲ ’in cer alameti sonundaki hazfedilmiş ي ’ye takdir edilen kesradır.

وَ atıf, لَا nafiyedir. Nefyi tekid etmek için zaid olarak gelmiştir. عَادࣲ kelimesi بَاغࣲ ’e matuftur.

فَ cevap cümlesine dahil olan rabıta harfidir. لَاۤ cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. إِثۡمَ  kelimesi  لَٓا ’nın
ismidir, fetha üzere mebnidir. عَلَیۡهِ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır. 

اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ


إِنَّ nevasıhtandır. İsmini nasb haberini ref yapar. Tekid ifade eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir. غَفُورࣱ haberidir. رَّحِیمٌ ise إِنَّ ’nin ikinci haberidir.


اِنَّمَا حَرَّمَ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةَ وَالدَّمَ وَلَحْمَ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ بِه۪ لِغَيْرِ اللّٰهِۚ

İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır. إِنَّمَا kasr edatıyla tekid edilmiştir. Kasr, car mecrur ve fiil arasındadır. حَرَّمَ maksur, عَلَیۡكُمُ maksurun aleyhtir.

إِنَّمَا ile yapılan kasırlarda muhatab konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur, ya da bu konuma konulmuştur

Car mecrur  عَلَیۡكُمُ  ve  بِهِ  konudaki önemlerine binaen takdim edilmiştir.

ٱلۡمَیۡتَةَ - ٱلدَّمَ - لَحۡمَ ٱلۡخِنزِیرِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah'ın haram ettiği şeyler; leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen şeklinde sayılması cem’ maa’t-taksim sanatıdır.

غَیۡرِ ٱللَّهِۖ İzafeti, gayrının tahkiri içindir. Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, lafza-i celâlde tevcih sanatı vardır.

Bu ayeti kerimede haramların bir kısmı sayılmış. Onların helal saydıkları şeyler içinde haram olanlar bunlardır. En’âm/145 ayeti de bu ayete benzer. Mâide/3 ve Nahl/115 de haramlar detaylı olarak ifade edilmiştir. 

Bu ayette yer alan إِنَّمَا kelimesi münhasıran bazı şeyleri bildirmek üzere kullanılmaktadır. Hem olumluluk, hem olumsuzluk anlamını ihtiva eder. Yani, hitabın kapsadıkları şeyler hakkında olumluluk, dışında kalan şeyler hakkında da olumsuzluk ifade eder. Bu edat burada haram kılınan şeylerin münhasıran neler olduğunu ifade etmektedir. Bu ayet mutlak olarak mubahlığı ifade etmektedir. Daha sonra yüce Allah, hasr edatı olan إِنَّمَا kelimesiyle haram kılınan şeyleri zikretmektedir. Buna göre bunun her iki kısmı (yani haramı da helali de) kapsaması gerekmektedir. Bu ayetin kapsamı dışında haram kılınmış bir şey yoktur. (Kurtubî)

Allah Teâlâ’nın bu sözünde domuz etiyle birlikte onun diğer bütün parçalarını yemek özellikle haram edilmiştir. Çünkü et, bir hayvanın yediği şeylerin çoğudur ve hayvanın parçaları da aynı konumdadır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, S. 503, Soru. 1284 ve Beyzâvî)

 إِنَّمَا  edatı hükmün zikredilenlerle sınırlı olmasını gösterir, halbuki zikredilmeyen nice haramlar vardır, denilirse: ben de şöyle derim: Maksat haramlığın zikredilenlerle sınırlanmasıdır, mutlak değildir ya da haramlığı normal şartlarladır. Sanki şöyle denilmiştir: Bunlar size darda kalmadığınız zaman haram edilmiştir. [Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir]. (Beyzâvî)

 

فَمَنِ اضْطُرَّ غَيْرَ بَاغٍ وَلَا عَادٍ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ


 

فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müsned olan ٱضۡطُرَّ şart fiilidir. Şart cümlesi, haberi mazi fiil olan isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَلَاۤ إِثۡمَ عَلَیۡهِۚ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. فَ , cevap cümlesine dahil olan rabıta, لَاۤ ise cinsini nefyeden harftir. إِثۡمَ kelimesi لَاۤ ’nın mebni olan ismidir. لَاۤ ’nın haberinin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır. 

بَاغࣲ - عَادࣲ - إِثۡمَ - حَرَّمَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

وَلَا عَادࣲ  ibaresi ‘’yaşayacak kadarını veya açlık sınırını aşmazsa’’ demektir. (Beyzâvî)

Eğer bir kimse mecbur kalırsa ve başka bir imkânı da kalmamış ise, kendisini ayakta tutabilecek ve sağlığını koruyabilecek bir miktar yemesinde herhangi bir sakınca yoktur. Yoksa tıka basa yemesi söz konusu değildir. Çünkü mubahlık, bir konuda verilen izin ya da müsaade sadece mecbur kalınması halindedir. Bu da ancak zaruret ölçüsü ne şekilde önlenebilecekse işte o miktar ya da ölçüde izin verilmiş bulunmaktadır; Böyle olması halinde bunlardan yiyenler için herhangi bir günah ve vebal de yoktur. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

 

اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ



Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük içindir. Lafza-i celâlin ayetteki tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah'ın غَفُورࣱ- رَّحِیمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi Allah Teâlâ’da bu sıfatların varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu ve bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşabüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bakara Sûresi 174. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۙ اُو۬لٰٓئِكَ مَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَ وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ  ...


Allah’ın indirdiği kitaptan bir kısmını gizleyip onu az bir bedel ile değişenler (var ya); işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Kıyamet günü Allah, onlarla ne konuşacak, ne de onları arıtacaktır. Onlar için elem dolu bir azap vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 يَكْتُمُونَ gizleyen ك ت م
4 مَا bir şey
5 أَنْزَلَ indirdiği ن ز ل
6 اللَّهُ Allah’ın
7 مِنَ -tan
8 الْكِتَابِ Kitap- ك ت ب
9 وَيَشْتَرُونَ ve satanlar ش ر ي
10 بِهِ onu
11 ثَمَنًا paraya ث م ن
12 قَلِيلًا azıcık ق ل ل
13 أُولَٰئِكَ işte onlar
14 مَا bir şey
15 يَأْكُلُونَ yemezler ا ك ل
16 فِي -na
17 بُطُونِهِمْ karınları- ب ط ن
18 إِلَّا başka
19 النَّارَ ateşten ن و ر
20 وَلَا
21 يُكَلِّمُهُمُ onlara konuşmayacak ك ل م
22 اللَّهُ Allah
23 يَوْمَ günü ي و م
24 الْقِيَامَةِ Kıyamet ق و م
25 وَلَا
26 يُزَكِّيهِمْ ve onları temizlemeyecektir ز ك و
27 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
28 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
29 أَلِيمٌ acıklı ا ل م

  Qalle قلّ :

  قِلَّةٌ ve كَثْرَةٌ sözcükleri temelde sayılarla ilgili kullanılır ve ve azlık ile çokluk manasına gelirler. Ancak müstear olarak (istiare yoluyla) başkası için de kullanılabilirler.

  Yine bazen kinaye yoluyla azlık yani kıllet (قِلَّةٌ) sözcüğü zillet ve hakirlik hakkında da gelebilir. Bu sözcük kimi zaman da kinaye yoluyla izzeti dile getirmek için kullanılabilir. Çünkü aziz olan her şeyin mevcudiyeti de az olur. Sözgelimi 'Falan adam şunu çok az yapar.' denir. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de çeşitli formlarda 76 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri istiklâl, kıllet, müstakil, kule ve kaylûledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 


اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۙ


إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası یَكۡتُمُونَ ‘dir. یَكۡتُمُونَ  muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. Müşterek ism-i mevsûl  مَاۤ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası أَنزَلۡنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.  مِنَ ٱلۡكِتَـٰبِ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf aid zamirinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri ما أنزله الله حال كونه من الكتاب (Allah’ın indirdiği şey kitaplardan biri olmaktır) şeklindedir. 

یَشۡتَرُونَ  fiili وَ ’la یَكۡتُمُونَ  fiiline atfedilmiştir. بِهِۦ car mecruru یَشۡتَرُونَ  fiiline müteallıktır.

ثَمَنࣰا  kelimesi mef‘ûlün bih olup fetha ile mansubtur. قَلِیلًا  ise ثَمَنࣰا ’in sıfatıdır.


 اُو۬لٰٓئِكَ مَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَ


İşaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یَأۡكُلُونَ muzari fiili haber olarak mahallen merfûdur. فِی بُطُونِ car mecruru  یَأۡكُلُونَ fiiline müteallıktır. إِلَّا istisna harfidir. ٱلنَّارَ müstesnadır. Müstesna mansubattandır.


 وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ


وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یُكَلِّمُ muzari fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâli, یُكَلِّمُهُمُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمُ , mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubtur. یَوۡمَ zaman zarfı  یُكَلِّمُهُمُ fiiline müteallıktır. Mef‘ûlün fih olarak mansubtur. ٱلۡقِیَـٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۚ


وَ atıf harfi, لَا nafiyedir. Menfi muzari fiil یُزَكِّیهِمۡ merfûdur. Ref alameti damme, son harfe takdir edilmiştir. Bitişik zamir هِمۡ , fiilin mef‘ûlün bihi olarak mahallen mansubtur.

یُزَكِّیهِمۡ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi زكو’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ


وَ atıf harfidir. لَهُمۡ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ muahhar mübtedadır. أَلِیمٌ  ise  عَذَابٌ kelimesinin sıfatıdır.


اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْتُمُونَ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِه۪ ثَمَناً قَل۪يلاًۙ


Ayet müste’nefe cümlesidir. Fasılla gelmiştir. إِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır. Yahudi liderler hakkındadır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğuna işarettir. İsm-i mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.

ٱلَّذِینَ  ve مَاۤ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Sıla cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir. 

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

مِنَ , baziyet ifade eder.

یَشۡتَرُونَ fiili değiştirmek anlamında kullanılmıştır. Dolayısıyla bu kelimede istiare vardır.

Hakir görülen bir bedele كثيرا yerine قَلِیلًا  denmesinin sebebi, كثيرا dendiğinde mühim bir bedel anlaşılacağı içindir. O bedel azdır, azlıkla vasıflanmıştır. Çünkü, belli bir müddet içindir ve sonu kötüdür. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim,, Soru 1286)

ثَمَنࣰا  , قَلِیلًا için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

159. ayet gibi başladığı için reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. Bize tekrar o ayeti ve ondan sonra zikredilenleri hatırlatıp düşündürür. 

 اُو۬لٰٓئِكَ مَا يَأْكُلُونَ ف۪ي بُطُونِهِمْ اِلَّا النَّارَ


إِنَّ ’nin haberi olan bu cümle faide-i haber talebî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ifade eder. Müsnedin menfi muzari fiil formunda gelmesi, hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Bu durumun tekrarlanarak devam ettiği anlaşılır. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliğinden dolayı, muhatap olayı görmüş gibi etkilenir.

Nefy harfi ile istisna harfi arasında kasr oluşmuştur. Fiil mef‘ûlüne hasredilmiştir.

Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.  

أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ’nin haberi olarak gelen cümle, menfi fiil sıygasında, faidei haber talebî kelamdır.

ٱلنَّارَ ’daki tarif daha önce 167. ayette geçtiği için ahdi sarihidir. 

Ayetin bu cümlesinde temsili istiare vardır.

Temsili istiare, bir terkibin aralarındaki bir benzerlik sebebiyle ve karine-i mania bulunması şartıyla lugatta konduğu manada değil de başka bir manada kullanılması demektir. İstiare-i temsiliyye şöyle oluşur: Aralarındaki bir benzerlik sebebiyle bir sûret bir sûrete benzetilir, sonra ilk sûret hazfedilir, benzetilen sûret kalır. Tabii buna delalet eden bir de karine olmalıdır. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi) 

Ayette ateş yerine, kullanılanı (yani rüşveti) yediklerini ve bunun cezası olduğunu belirten istiare-i temsiliyye vardır. Ateşle temsil edileni yemelerinden oluşan heyet, ateşi yemelerinden oluşan heyete benzetilmiştir. Müşebbeh yerine müşebbehün bih kullanılmıştır. (Mahmut Sâfî) 

[Karınlarına], yani karın dolusu, [ateşten başka bir şey yemiyorlar]. Çünkü bu kişi, eninde sonunda kendisine azap olarak dönecek bir “ateş”le içli dışlı olan şeyi yediğinde, sanki doğrudan ateş yemiş olmaktadır. Bununla ilgili olarak Araplar kan bedeli olan diyet parasını yiyen kişi için; أكل فلان الدم (Falanca kan yedi) derler. (Keşşâf)

‘İşte onlar karınları dolusu ateş yerler’ ifadesinde mecaz vardır. İnsan karın dolusu ateş yemez. Sebep alakası veya kevn-i lâhık alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı kullanılmıştır. Haram yolla elde ettikleri şey ahirette ateşe dönüşür. Kevn-i lâhık ise ileride olacak şeyi söylemektir. Böylece muhatabı etkileyip yaptığından vazgeçirmek daha kolay olur.

Yani onlar an­cak kendilerini cehenneme götürecek haram mal yerler demektir. فِی بُطُونِهِمۡ إِلَّا ٱلنَّارَ terkibi ise onların hallerinin çirkinliğini ve adiliğini ifade eder ve onları cehennemin kızgın taşlarını yiyen kimseler olarak vasıflandırır. Bu da işitilen en korkunç bir söz ve elem veren en şiddetli şeydir. (Safvetü't Tefâsir)

Karınlarının arzusu ve zevkü sefası için istedikleri mal, batıldır. Ehli kitap ulemasının hakikati gizleyen şehvetleri, onları hakir bedeli seçmeye sevketmiştir. Bunda yemenin takriri (itirafa zorlama) ve onun mahallini beyanla tekid vardır. Cümlede kasr üslubu vardır. Karınlarına yedikleri şey ateşe kasredilmiştir. Bütün bunlara sebep olduğu için yedikleri, ateş olarak isimlendirilmiştir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim Soru:1288)


وَلَا يُكَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَلَا يُزَكّ۪يهِمْۚ   


Cümle atıfla gelmiştir. Atıf sebebi temasüldür. یَأۡكُلُونَ  cümlesine matuftur. 

Faide-i haber ibtida-i kelamdır.

Müsnedün ileyh tazim, telezzüz ve teberrük için bütün cemâl ve celâl sıfatları bünyesinde taşıyan Allah ismiyle marife olmuştur. 

Mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla ayette tecrîd sanatı, lafza-i celâlin ayetteki tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.

Ayette idmâc sanatı vardır. Allah’ın kâfirleri temizlemeyip onlarla konuşmayacağı anlamının içinde, müminlerle konuşup onları temizleyeceği anlamı gizlidir. 

[Ve Allah onlarla konuşmayacaktır.] Bu ifade, Allah’ın konuşarak şereflendirdiği ve överek tezkiye ettiği cennetliklerin durumundan bunların mahrum kalacağıyla ilgili bir tarizdir. Söylendiğine göre; konuşma olmayacağının belirtilmesi, bir kimsenin arkadaşına kızıp onunla sözü sohbeti kesmesine benzer şekilde Allah’ın bunlara olan öfkesinden ibarettir. (Keşşâf)

وَلَا یُزَكِّیهِمۡ  makabline temasül nedeniyle atfedilmiştir. 

زَكِّی fiilinin tef’îl babında gelmesi anlama mübalağa manası katmıştır.

[Ve onları temize çıkarmaz.] Onları bulaşıp bulandıkları günah kirinden temize çıkarmaz veya onlara sena olunmaz demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)


وَلَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ


Ayetin son cümlesi temasül sebebiyle önceki cümleye atfedilmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Cümle, haberin takdimi nedeniyle faidei haber talebî kelamdır.

عَذَابٌ  kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. 

أَلِیمٌ  sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.

عَذَابٌ - أَلِیمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Burada elîm azabın sürekli ve ebedi oluşunu ifade etmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder

Ayetteki takdim onların bu azaba muhakkak düçar olacaklarını, azaptan kurtulma ümitlerinin kesinlikle olamayacağını ifade eder.

[Onlar için ayrıca acıklı bir azap vardır.] Her üç cümle de, إِنَّ kelimesinin haberi üzerine matuftur. Dolayısıyla, bu kelimenin cümlelerden oluşan dört haberi bulunmaktadır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

Çünkü [Bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür.] (Şûrâ, 42/40). Bunlar ise Allah'ın kelamını gizlediklerinden, ahirette rahmet sözünden mahrum kalacaklardır. Onları tezkiye etmeyecek ve günahlarından temizlemeyecektir. Mümine yapacağı gibi affından hissedar kılmayacak, oldukları gibi bütün kirlilikleriyle mahşer yerine getirecektir. Ve bunların hakkı acı veren devamlı bir azaptır. (Elmalılı)

Bakara Sûresi 175. Ayet

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِۚ فَمَٓا اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ  ...


İşte bunlar hidayeti verip sapıklığı, bağışlanmayı verip azabı satın alanlardır. Onlar ateşe karşı ne kadar da dayanıklıdırlar(!)

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُولَٰئِكَ onlar
2 الَّذِينَ kimselerdir
3 اشْتَرَوُا satın alan ش ر ي
4 الضَّلَالَةَ sapıklığı ض ل ل
5 بِالْهُدَىٰ hidayet karşılığında ه د ي
6 وَالْعَذَابَ ve azab ع ذ ب
7 بِالْمَغْفِرَةِ mağfiret karşılığında غ ف ر
8 فَمَا ne kadar
9 أَصْبَرَهُمْ cesaretlidirler ص ب ر
10 عَلَى karşı
11 النَّارِ ateşe ن و ر

اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِۚ

İşaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ٱشۡتَرَوُا۟ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur. ٱلضَّلَـٰلَةَ kelimesi ٱشۡتَرَوُا۟ fiilinin mef‘ûlüdür. بِٱلۡهُدَىٰ car mecruru ٱشۡتَرَوُا۟ fiiline veya mahzuf hale müteallıktır. ٱلۡعَذَابَ kelimesi mef‘ûle matuftur. بِٱلۡمَغۡفِرَةِ car mecruru da ٱشۡتَرَوُا۟ fiiline müteallıktır.

فَمَٓا اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ


فَ istînâfiyyedir. مَاۤ nekre-i tam’dır. Mahallen merfû mübtedadır. أَصۡبَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمۡ mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubtur. عَلَى ٱلنَّارِ car mecruru أَصۡبَرَ fiiline müteallıktır.

أَصۡبَرَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi صبر dir. İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.


اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اشْتَرَوُا الضَّلَالَةَ بِالْهُدٰى وَالْعَذَابَ بِالْمَغْفِرَةِۚ

Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Önceki ayetteki إِنَّ ’nin haberidir.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edileni tahkir ifade etmektedir.  

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması ise, zikri kerih görülen bu kimselerin sıla cümlesindeki işlerle çok meşgul olduğunu ifade ettiği gibi; ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye de sevk eder. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

ٱلضَّلَـٰلَةَ - ٱلۡهُدَىٰ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, ٱلۡهُدَىٰ - ٱلۡمَغۡفِرَةِۚ ve ٱلضَّلَـٰلَةَ - ٱلۡعَذَابَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette اشْتَرَوُا lafzı, değiştirmek ve tercih etmek anlamı taşıdığı için müsteardır. 

Bu ayette de Bakara/16 daki istiare kullanılmıştır. Hidayet  ve dalalet alınıp satılacak şeyler değildir. 


 فَمَاۤ أَصۡبَرَهُمۡ عَلَى ٱلنَّارِ


Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Gerçek manada soru anlamı taşımayıp taaccüp ve yerme ifade ettiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Allah Teâlâ’nın soru sorup cevap beklemesi muhal olduğundan istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Ayette îcâz-ı kasr sanatı vardır. 

Bu konuda haddi aşmasından dolayı muhatabı hayrete düşüren bu söz, kısa olmakla birlikte büyük bir gazaba ve ileri derecede kınamaya delalet eden veciz bir sözdür. Yani nazmının azlığı, manasının çokluğundan dolayı son derece veciz ve üstün bir ifade biçimidir. (Konevî, XX, 94)

Kafirlerin dalaleti, ateşe sabırlı olmak şeklinde ifade edilerek tehekküm, taaccüb ifade eden bir üslup kullanılmış, böylece etki arttırılmıştır. 

Bu cümle, hallerinin şaşkınlığını ifade etmektedir, çünkü hiç çekinmeden ateşi kazandıracak şeylere el atmışlardır. مَاۤ edatı tammedir, mübtedâ olarak merfû’dur, ya da مَاۤ edatı istifhamiyyedir, arkasındaki haberdir, yahut sılasıdır, haber de mahzûftur. (Beyzâvî)


مَاۤ , taaccüb manasında kullanılır.  فَمَٓا اَصْبَرَهُمْ عَلَى النَّارِ [..onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar!] (Bakara, 175.), قُتِلَ الْاِنْسَانُ مَٓا اَكْفَرَهُۜ [Kahrolsun insan, ne de nankör!] (Abese, 17.) Ayetleri buna misaldir. Kuran’da bu iki misalin dışında, bir üçüncüsü yoktur. Ancak, Said b. Cubeyr’in kıraatına göre يَٓا اَيُّهَا الْاِنْسَانُ مَا غَرَّكَ بِرَبِّكَ الْكَر۪يمِۙ [seni engin kerem sahibi Rabbine karşı ne aldatıp isyana sürükledi?]  (İnfitar, 6.) Ayeti bundan müstesnadır. Bu ayetteki مَاۤ , mübteda olduğundan mahallen merfûdur, kendisinden sonra gelen de haberidir. Bu manadaki مَاۤ , tam nekredir. (İtkan, cilt 1)

Taaccüb, bir şeyin sebebini bilmeyen bir kimsenin yapacağı bir iş olup, ona uygun düşer. Şu halde; ‘’her şeyi bilen yüce Allah'a bu nasıl uygun düşer?" denilirse, buna şu şekilde cevap verebiliriz: Bu, Arapça'nın üslubu üzere gelmiş olan bir ifade olup, bunun hakikati şudur: Allahu Teâlâ bu ifade ile, onların, çirkin olan şeylerin en büyüğünü işlemeleri sebebiyle ceza çeşitlerinin en büyüğüne müstehak olduklarını beyan buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Çünkü bunlar hidayeti sapıklığa, mağfireti azaba satmış, hidayet yerine sapıklığı, mağfiret yerine azabı almış kimselerdir. Artık sapıklık ve azap, onların ebedi olarak kazandıkları malları olmuştur. Bunlar, ateşe karşı ne sabırlı şeyler? Hayır ve sevaplara, iyiliklere, doğruluğa, hak ve hakikati açıklamaya, dünya zevklerinden birini feda etmeye asla sabredemeyen bu adamlar, ateşe götürecek ameller yapmakta ne sabırlar gösteriyorlar! Ve ebedî olarak ateşte yanmak için neler neler yapıyorlar! (Elmalılı)

Ayet-i kerime’deki مَاۤ , taaccüb ifade eden tam nekredir. Helak eden şey, gerçeği gizleyenleri sardığında onların haline müminlerin taaccübü manasındadır. Azap, dehşetine ve şiddetine kayıtsız kalınmayacak ateşledir. Taaccüb istikbalde olacak hadisenin vukuunu ve husulünü tekid ederek, olmuş menziline indirme şeklinde bina edilmiştir. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru. 1289)
Bakara Sûresi 176. Ayet

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا فِي الْكِتَابِ لَف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ۟  ...


Bu (azab) da, Allah’ın, Kitab’ı hak olarak indirmiş olması (ve onların bunu inkâr etmesi) sebebiyledir. Kitap konusunda anlaşmazlığa düşenler ise derin bir ayrılık içindedirler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ذَٰلِكَ işte böyle
2 بِأَنَّ gerçekten
3 اللَّهَ Allah
4 نَزَّلَ indirmiştir ن ز ل
5 الْكِتَابَ Kitabı ك ت ب
6 بِالْحَقِّ hak olarak ح ق ق
7 وَإِنَّ ve elbette
8 الَّذِينَ kimseler
9 اخْتَلَفُوا ayrılığa düşen خ ل ف
10 فِي -ta
11 الْكِتَابِ Kitap- ك ت ب
12 لَفِي içindedirler
13 شِقَاقٍ anlaşmazlık ش ق ق
14 بَعِيدٍ derin bir ب ع د

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّۜ

İşaret ismi ذَ ٰ⁠لِكَ mübteda olup mahallen merfûdur. أَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. ٱللَّهَ lafza-i celâli أَنَّ ’nin ismidir. نَزَّلَ fiili أَنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur. أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup, بِ harf-i ceriyle birlikte ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. ٱلۡكِتَـٰبَ kelimesi نَزَّلَ fiilinin mef‘ûlü olup fetha ile mansubtur. بِٱلۡحَقِّ car mecruru نَزَّلَ fiiline müteallıktır. 

 

وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا فِي الْكِتَابِ لَف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ۟


وَ atıf harfidir. إِنَّ isim cümlesine dahil olan fiil benzeri harflerdendir. Tekid ifade eder. Mübteda, إِنَّ ’nin ismi olarak mansub olur, haber de إِنَّ ’nin haberi olarak merfû olur. 

ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası ٱخۡتَلَفُوا۟ fiilidir. Îrabtan mahalli yoktur. فِی ٱلۡكِتَـٰبِ car mecruru sılaya müteallıktır.

لَ muzahlakadır. فِی شِقَاقِۭ car mecruru إِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. بَعِیدࣲ kelimesi  شِقَاقِۭ ’in sıfatıdır.

ذٰلِكَ بِاَنَّ اللّٰهَ نَزَّلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّۜ 


Ayet fasılla gelmiştir. Cümle, sübut ifade eden isim cümlesi formunda olup faide-i haber ibtida-i kelamdır. أَنَّ ve masdar-ı müevvel, بِ  harfi nedeniyle mecrur mahalde olup ذَ ٰ⁠لِكَ nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Masdar-ı müevvel olan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Bu cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan Allah ismiyle marife oluşu telezzüz ve teberrük içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

ٱلۡحَقِّۗ ’daki tarif, tazim ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsûs şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tazim ifade eder. ذَ ٰ⁠لِكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)

Bu ayetteki ذَ ٰ⁠لِكَ kelimesi ref mahallindedir ve hükme işaret etmektedir. Şöyle demiş gibidir: ‘’Haklarında verilen cehennemliklerden olmak hükmünün sebebi Allah'ın kitabı hakla indirmesidir.’’ (Fahreddin-er  Razi - Tefsiri kebir)

Bu (azap) da, Allah’ın, Kitabı hak olarak indirmiş olması (ve onların bunu inkâr etmesi) sebebiyledir. Kitap konusunda anlaşmazlığa düşenler ise derin bir ayrılık içindedirler.


وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا فِي الْكِتَابِ لَف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ۟


وَ istînâfiyyedir. إِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş cümle, faide-i haber talebî kelamdır. 

Car mecrur إِنَّ , فِی شِقَاقِۭ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. بَعِیدࣲ kelimesi شِقَاقِۭ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi o kimselerin bilinen bir grup olduğuna işaret etmesinin yanında o kişilerin adını anmanın kerih görüldüğünü belirtir. İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

شِقَاقِۭ deki tenvin, nev ve kesret ifade eder. Sıfat dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.

ٱلۡكِتَـٰبِ konudaki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb, reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.

ٱلۡكِتَـٰبِ kelimesindeki tarif ya cins içindir, ihtilafları da Allah'ın kitaplarının bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmelerindendir ya da ahd içindir. Ahd ile ya Tevrat kastedilmiştir ve ondaki ihtilafları da onu tevil ederken doğru yoldan ayrılmaları kastedilmiştir ya da geriye ters bir mana bırakmalarıdır, yani içindekini tahrif etmeleridir. Ya da bu ahd manasıyla işaret Kur'andır, ondaki ihtilafları da sihirdir, uydurma sözdür, bir beşerin öğrettiği kelamdır ve öncekilerin masallarıdır, demeleridir. (Beyzâvî)

Hıristiyanlar Tevrat'ta Hazret-i Îsa'nın niteliklerinin bulunduğunu ileri sürdüler, yahudiler ise onun niteliklerini reddedip inkâr ettiler. (Fahreddin-er Razi -Tefsir-i Kebir)

Günün Mesajı
Allah ölüyü yani şeriate uygun olarak kesilmeden ölen hayvanı, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni yemeyi haram kılmıştır.
Zaruret halinde insanın Allah'ın haram kıldığı leş vb gibi şeylerden yemesi mübahtır. Ancak bu durumda da sınırların aşılmaması gerekir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

İki yol ağzına gelince, soluklanmak için dinlenmeye karar verdim. Her iki taraftan, birer adam koşarak yanıma geldi. İkisi de kendi köylerine davet ediyorlardı. Nasıl olduğunu anlamadan birinin teklifini kabul ettim. Ve kendimi bir anda, bir sofranın başında buldum. 

Sohbetler ediliyor ama sessizlikten başkasını duymuyordum. Önüme konanları yiyor ama doymuyordum. Bakıyordum ama bütün renkler yutulmuş gibi görüyordum. Kalabalıktı ama yalnızlık hissi içindeydim. Garip halden kurtulmak istiyor ama kalkıp gidemiyordum.

Gözlerimi açtığımda, davetini kabul etmediğim adamı gördüm. Biraz önce ki garip halimden arınmıştım. Ağzımı açacakken adam: 

‘Dilleri var ama hakikat hariç her şeyi konuştukları için dilsiz,

Gözleri var ama hakikat hariç her şeyi gördükleri için kör,

Kulakları var ama hakikat hariç her şeyi duydukları için sağır olanların köyündeydin.

Hakkın kabul edilmediği yerde insan aslında ne işitir, ne konuşur, ne de görür.

Onlar ancak azaplarına yatırım yaparlar.

Rabbim! Dilsiz, kör ve sağır kalmaktan Sana sığınırız. 

Bizleri, karnını cennet nuruyla dolduranlardan, 

Ahiretteki mükafatlarına hazırlananlardan,

Nerede olursak olalım, daima hakkı konuşan, hakkı gören ve hakkı işitenlerden eyle. 

Karşımıza da öyle insanları çıkar. 

Yalnız Senden ister, Sana yalvarırız.’

***

Allah, insanın öğrenmesi için farklı kademeler ve yöntemler yaratmıştır. İnsan, hayatının ilk dönemlerinde taklit yolunu kullanır. Yaşı ilerledikçe, bedenindeki uzuvları ve etrafındaki imkanları kullanarak, kendi çabasıyla hem geçmişte öğrendiklerini pekiştirir, hem de yeni bilgilerle donanır. 


Müslüman bir ailenin içinde yetişen bir çocuğun İslam’ı yaşaması da taklitle başlar. Sıklıkla göz ardı edilen bir mesele vardır: çocuk bir sünger gibidir. Yani yapılanları takip ederken, o iş esnasında yansıtılan duyguları da kaydeder. Namaza, Kur’an’a, oruca, sadakaya, tesettüre ve edebe karşı olan duyguları böyle şekillenir.

Allah’ın emirlerine, hayatın sıkıcı bir parçası gibi yaklaşmakla, bu amelleri yapmayı kendisine nasip ettiği için sevinçle Allah’a şükrederek yapmanın arasındaki fark önemlidir. Bu yüzden, geçmişte yetişen büyüklerin eksikliği hissedilmektedir. Zira; çocuklukta ekilen muhabbet tohumlarının etkisi paha biçilmezdir.

Dünya hayatından daha basit bir örnek verilirse eğer: Televizyon ve sosyal medya dışında herhangi bir verimli-sağlıklı alışkanlığa (kitap, el işi, sohbet vb.) sahip olmayan bireylerin yetiştirdiği bir çocuktan kitap okuma alışkanlığı ya da düzenli ders çalışma disiplini beklemek doğru bir yaklaşım değildir. 

Anlaşıldığı üzere taklit ederek öğrenmek bir gereklilik ve kolaylıktır. Ancak, yaş ilerleyip birey bağımsızlaştıkça, taklit yöntemi yetersiz kalır. Artık öğrenilenlerin temelini sağlamlaştırma ve niyetleri samimileştirme zamanı gelir. Buna, İslam yolcularının kalp dünyalarında; taklidi imandan, tahkiki imana taşınmak denir.

Salih bir mümin olmak için imanın bu yönde gelişmesi bir zorunluluktur. Zira, belli bir bilinç düzeyine ulaşmadan yani sırf ailesinden gördüğü için yapıp ama Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle ve Rasulullah (sav)’i örnek belleyerek amel edilmediğinde temel zayıf kalır ve nefsani hevesler karşısında kolaylıkla sarsılır. 

Benzetmek amacıyla olmasa da, bu akıllarını kullanmadıkları ve üzerinde düşünmedikleri için sırf büyüklerimizden böyle gördük diyerek küfründe ya da şirkinde ısrar edenleri hatırlatır. Neyi neden yaptığını bilmeden; samimi niyetle amel etmek ve İslam yolunda sağlam adımlarla yürümek zordur çünkü düşüncelerin, duyguların ve amellerin hepsi birbirini besler. 

Ey Allahım! Kalbimi; Sana ve Senin sevdiklerin ile emrettiklerine karşı sarsılmaz bir muhabbet ile doldur. Amellerimi; yalnız Senin rızan için yapmamda ve üzerime farz olan bilgileri eksiksiz öğrenmemde yardımcım ve yol göstericim ol. İmanımı; rahmetin ve kudretin ile sağlamlaştır. Kusurlarımı affeyle. İbadetlerimdeki eksikliği tamam eyle. Taklidi imandan, tahkiki imana taşınanlardan ve huzuruna aydınlık bir yüz, selim bir kalp, güzel bir ahlak ve sağlam bir iman hali ile varanlardan eyle.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji