بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَيْسَ | değildir |
|
2 | الْبِرَّ | iyilik |
|
3 | أَنْ |
|
|
4 | تُوَلُّوا | çevirmeniz |
|
5 | وُجُوهَكُمْ | yüzlerinizi |
|
6 | قِبَلَ | tarafına |
|
7 | الْمَشْرِقِ | doğu |
|
8 | وَالْمَغْرِبِ | ve batı |
|
9 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
10 | الْبِرَّ | iyilik |
|
11 | مَنْ | kişinin |
|
12 | امَنَ | inanmasıdır |
|
13 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
14 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
15 | الْاخِرِ | ahiret |
|
16 | وَالْمَلَائِكَةِ | ve meleklere |
|
17 | وَالْكِتَابِ | ve Kitaba |
|
18 | وَالنَّبِيِّينَ | ve peygamberlere |
|
19 | وَاتَى | ve vermesidir |
|
20 | الْمَالَ | malını |
|
21 | عَلَىٰ |
|
|
22 | حُبِّهِ | sevdiği |
|
23 | ذَوِي |
|
|
24 | الْقُرْبَىٰ | yakınlara |
|
25 | وَالْيَتَامَىٰ | ve yetimlere |
|
26 | وَالْمَسَاكِينَ | ve yoksullara |
|
27 | وَابْنَ | ve |
|
28 | السَّبِيلِ | yolda kalmışlara |
|
29 | وَالسَّائِلِينَ | ve dilencilere |
|
30 | وَفِي | ve |
|
31 | الرِّقَابِ | kölelere |
|
32 | وَأَقَامَ | ve kılmasıdır |
|
33 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
34 | وَاتَى | ve vermesidir |
|
35 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
36 | وَالْمُوفُونَ | yerine getirmeleridir |
|
37 | بِعَهْدِهِمْ | andlaşmalarını |
|
38 | إِذَا | zaman |
|
39 | عَاهَدُوا | andlaşma yaptıkları |
|
40 | وَالصَّابِرِينَ | ve sabrederler |
|
41 | فِي |
|
|
42 | الْبَأْسَاءِ | sıkıntıda |
|
43 | وَالضَّرَّاءِ | ve hastalıkta |
|
44 | وَحِينَ | ve zamanında |
|
45 | الْبَأْسِ | savaş |
|
46 | أُولَٰئِكَ | işte onlar |
|
47 | الَّذِينَ | kimselerdir |
|
48 | صَدَقُوا | doğru olan |
|
49 | وَأُولَٰئِكَ | ve işte onlar |
|
50 | هُمُ | onlardır |
|
51 | الْمُتَّقُونَ | muttakiler |
|
İyilik o kimsenin iyiliğidir ki
Allaha
Ahiret gününe
Meleklere
Kitaba
Peygamberlere iman eder…
Ayet iyiliğin ne olduğunu anlatırken iman esaslarından başlıyor. Bir iyilik yapmak için en iyi sebep Allah’ı memnun etmek için yapmaktır. Onun için ilk sırada Allah’a iman vardır. Sonra bir başka motivasyonumuz da cenneti kazanmak ve cehennemden azad olmayı ummak olabilir. Bu motivasyonla yapıyor olmak da ahiret gününe inandığınız için kabul edilebilir bir sebeptir.
Peki bu sebeplerle iyilik yapmak istiyorum. İyiliğin ne olduğunu nerden öğreneceğim?
Hemen peşinden cevap geliyor. Allahın melekleri vasıtasıyla peygamberlerine indirilen kitaptan.. Onun için sıralama bu şekildedir. Bakara suresinin sonunda amenerrasûlü’yü okurken kitaplar “kütübihi” şeklinde çoğul olarak gelmiştir. Burada ise kitap tekil olarak gelmiştir.. Çünkü Medine’deki yahudiler de bu ayetlere muhataptır. Kitap artık tektir, o da Kur’ân’dır diyor Allah teala.
Mala meylin olmasına, onu sevmene rağmen kimlerin uğrunda harcayacağını sıraladıktan sonra (ki yakınlık sahibi akrabayı en başa koyup, isteyenleri, dilenenleri sona koyuyor. Bazen çok ihtiyacı olan bir akraban vardır ama söyleyemiyordur, gözden kaçırma kulum!) Tekrar namaz kılmayı ve zekatı sayıyor. Yani akrabaya, yetime, yolda kalmışa, dilenene, köleye zekatın dışında verdiklerinden bahsediyorum ey kul. Zekatı zaten vermek zorundasın... Namaz kılma da sadece salah değil eqamessalah şeklinde geliyor. Yani hayatını ona göre inşa et. Randevuların, işlerin, programların, her şeyin namaza uymalı, namaza göre programlanmalı.
Ve söz verdiğinde ve söz verince sözlerini tutanlar.. Bunu bir Müslüman olarak çok iyi, çok iyi düşünmeliyiz vatandaşlığımız, komşuluğumuz, öğrenciliğimiz şöförlüğümüz, hepsi bir söz verme aslında.. Yani diyorum ki polis yoksa da kırmızı ışıkta geçmemeliyiz, çünkü aldığımız o ehliyetle bütün kurallara uyacağımıza dair bir söz verdik biz..
Aslında ayet diyor ki: İyi bir Müslüman ve iyi bir insan olmak ayrı şeyler olmamalı... Namazımıza, orucumuza, tesettürümüze nasıl dikkat ediyorsak verdiğimiz sözlere de dikkat etmeliyiz.
Rabbim bizi ayette tarif ettiğin iyilerden eyle ve iyilerle beraber eyle..
“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona hiyânet etmez, yalan söylemez ve yardımı terketmez. Her müslümanın, diğer müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takvâ buradadır. Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.” Tirmizî, Birr 18 Riyazus Salihin, 236 Nolu Hadis
Zeyd İbni Erkam’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dua ederdi:
“Allâhumme innî eûzü bike mine’l-aczi ve’l-keseli ve’l-buhli ve’l-heremi ve azâbi’l-kabr. Allâhumme âti nefsî takvâhâ, ve zekkihâ ente hayrü men zekkâhâ, ente veliyyühâ ve mevlâhâ. Allâhumme innî eûzü bike min ilmin lâ yenfa‘ ve min kalbin lâ yahşa‘ ve min nefsin lâ teşba‘ ve min da‘vetin lâ yüstecâbü lehâ:
Allahım! Âcizlikten, tembellikten, cimrilikten, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve kabir azâbından sana sığınırım. Allahım! Nefsime takvâ nasip et ve onu her türlü günahtan temizle; onu en iyi temizleyecek sensin. Ona yardım edip eğitecek sadece sensin. Allahım! Faydasız ilimden, ürpermeyen gönülden, doyma bilmeyen nefisten ve kabul olunmayan duadan sana sığınırım.” Müslim, Zikir 73. Riyazus Salihin, 1482 Nolu Hadis
Yeteme يتم : الْيَتْمُ kelimesi çocuğun ergenlik çağına gelmeden önce babasını kaybetmesini ifade eder. Diğer canlılarda ise yavrunun annesini kaybetmesi anlamında kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 23 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri yetim ve eytamdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
İbnus sebîl kalıbının sözlük anlamı yolun oğlu demektir. Evinden uzak olan yolcu hakkında kullanılır.
لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ
لَّیۡسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. ٱلۡبِرَّ kelimesi لَّیۡسَ ’nin mukaddem haberidir. أَن harfi تُوَلُّوا۟ fiilini nasb ederek manasını masdara çevirmiştir. أَن ve masdar-ı müevvel, لَّیۡسَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur. وُجُوهَكُمۡ kelimesi تُوَلُّوا۟ fiilinin mef‘ûludur. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قِبَلَ mekân zarfı, تُوَلُّوا۟ fiiline müteallıktır. ٱلۡمَشۡرِقِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. ٱلۡمَغۡرِبِ kelimesi ٱلۡمَشۡرِقِ ’ye matuftur.
تُوَلُّوا۟ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi ولي ‘dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nisbet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ
وَ atıf harfidir. لَـٰكِنَّ harfi اِنَّ ’nin benzerlerindendir.
نَ ’un şeddesiyle okunan bu kelime, ismini nasb haberini ref eden bir harftir, istidrak manasında kullanılır.ٱلۡبِرَّ kelimesi لَـٰكِنَّ ‘nin ismidir. مَنۡ müşterek ism-i mevsûl لَـٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahalen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنَ ‘dir. بِٱللَّهِ car mecruru ءَامَنَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. ٱلۡیَوۡمِ lafza-i celâle matuftur. ٱلۡـَٔاخِرِ ise ٱلۡیَوۡمِ ’nin sıfatıdır.
وَٱلۡمَلَـٰۤىِٕكَةِ وَٱلۡكِتَـٰبِ وَٱلنَّبِیِّـۧنَ kelimeleri lafza-i celâle matuftur.
وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ
وَ atıf harfidir. ءَاتَى mazi fiildir. Faili müstetir هُو’dir. ٱلۡمَالَ mef‘ûlun bihtir. عَلَىٰ حُبِّهِۦ car mecruru ٱلۡمَالَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ذَوِی ikinci mef‘ûlun bihtir. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için nasb alameti ی ’dır. Kelimenin sonundaki ن izafet nedeniyle hazfedilmiştir. ٱلۡقُرۡبَىٰ muzâfun ileyhtir. Cer alameti sonuna takdir edilmiştir. وَٱلۡیَتَـٰمَىٰ وَٱلۡمَسَـٰكِینَ وَٱبۡنَ ٱلسَّبِیلِ وَٱلسَّاۤىِٕلِینَ kelimeleri ذَوِی ’ye matuftur.
فِی ٱلرِّقَابِ car mecruru وضع manasını ifade etmek için tazmin olarak ءَاتَى fiiline müteallıktır. (Ahmet bin Muhammed el-Hırât, Müctebâ Min Müşkili’l İ’râbi’l Kur’ân)
وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. أَقَامَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir هُو ’dir. ٱلصَّلَوٰةَ kelimesi أَقَامَ fiilinin mef‘ûludur. ءَاتَى ٱلزَّكَوٰةَ… cümlesi öncesine matuftur. ٱلۡمُوفُونَ kelimesi من ءَامَنَ ’ye matuftur veya mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri هم الموفون [onlar yerine getirir] şeklindedir. بِعَهۡدِهِمۡ car mecruru ٱلۡمُوفُونَ ’ye müteallıktır. Muttasıl zamir هِمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Zaman zarfı إِذَا şarttan mücerret olarak ٱلۡمُوفُونَ ’ye müteallıktır.
وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ
وَ atıf harfidir. ٱلصَّـٰبِرِینَ mahzuf fiilin mef‘ûlü olarak mansubtur. Takdiri أمدح (meth ediyorum) şeklindedir. فِی ٱلۡبَأۡسَاۤءِ car mecruru ٱلصَّـٰبِرِینَ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. ٱلضَّرَّاۤءِ kelimesi ٱلۡبَأۡسَاۤءِ ‘ye matuftur.
Atıf harfi وَ ’la gelen حِینَ zaman zarfıdır. ٱلصَّـٰبِرِینَ ’ye müteallıktır veya önceki car mecrurun müteallakına yani ٱلصَّـٰبِرِینَ ’deki zamirin mahzuf haline matuftur. ٱلۡبَأۡسِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ
İşaret ismi أُو۟لَـٰۤىِٕكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesinde cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası صَدَقُوا۟’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ
İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. لَّیۡسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. ٱلۡبِرَّ kelimesi لَّیۡسَ ’nin mukaddem haberidir. أَن ’le nasb olmuş تُوَلُّوا۟ fiili, masdar teviliyle لَّیۡسَ ’nin muahhar ismidir.
Burada hitap yahudilerle hristiyanlaradır. (Kurtubî)
Bu hitab, Ehl-i Kitab içindir. Zira kıble, Beytü'l Makdıs'ten Kabe'ye tahvil edilince, Yahudiler ve Hristiyanlar, kıble hakkında ileri geri konuşmaya başladılar. Her fırka iki cihetten birine, kendi kıblesine yönelmenin daha hayırlı olduğunu iddia ediyordu. (Ebüsuûd)
Hristiyanlık, zaman itibârı ile Musevîlikten sonra olmasına rağmen ayette, onların kıblesi olan doğunun önce zikredilmesi, ya aradaki sırayı gözetmek içindir; çünkü önce doğuş, sonra batış ve buna bağlı olarak da doğu, batıdan önce gelir; ya da Yahudilerin batıya yönelmeleri, batı olduğu için değil, fakat Beytü'l-Makdis, Medine-i Münevvere'nin batı tarafına düştüğü içindir, işte bundan dolayı onlara: "Hayra ermek, sizin dediğiniz gibi o iki taraftan birine yönelmek değildir." buyrulmuştur. (Ebüssuûd)
ٱلۡمَشۡرِقِ وَٱلۡمَغۡرِبِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
….لَّیۡسَ ٱلۡبِرَّ أَن sözünde muhatapların kim olduğu konusunda müfessirler, Müslümanlar ve ehli kitap olmak üzere iki görüş bildirmiştir. Hitap Müslümanlara ise mana; “ٱلۡبِرَّ namazda bu yönlere dönmek değil, ayette sayılanlardır” olur. Hitap ehl-i kitaba ise mana; “Yahudilerin batıya doğru kıldığı namaz, hrıstiyanların doğuya doğru kıldığı namaz ٱلۡبِرَّ değildir” olur. (Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1293)
Burada ٱلۡبِرَّ , yani iyilik kelimesi mübalağa yoluyla iyilik eden kişinin kendisi olarak ifade edilmiştir.
Yahudiler kıble için batıya, Hristiyanlar da doğuya dönüyorlar. Burada da konu zaten kıblenin değişmesi ile başlamıştı.
Hakiki iyiliğin yüzünü oraya buraya dönmek değil, imanın esasları olduğuna dikkat çekilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ
Atıfta ciheti camia tezattır. لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan c. 2 s.474)
لَـٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. لَـٰكِنَّ olumsuz cümleye atıf olduğu için kasr ifade etmiştir. Kendisinden sonra gelen kelime, daima maksûrun aleyh olur.
ٱلۡبِرَّ ’deki tarif, ahd-i sarihidir. ٱلۡبِرَّ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.
İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla ism-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
ءَامَنَ fiilinde cem edilmiş olan iman edilmesi gerekenler; Allah, ahiret günü, melekler, kitab ve peygamberler olarak sayılmıştır. Cem’ maa’t-taksim sanatıdır.
وَلَـٰكِنَّ ٱلۡبِرَّ مَنۡ ءَامَنَ ibaresinde muzâf hazfedilmiştir. Yani بِرَّ مَنۡ ءَامَنَ (İyi; … ya iman eden kimsedir.) demektir. Çünkü مَنْ آمَنَ ile kişi kastedilmez. Hazif olmamasına da cevaz vardır. O zaman ٱلۡبِرَّ ism-i fail manasında masdar olur. Veya ٱلۡبِرَّ ’nin mübalağa için البر ’ya ıtlak edildiği de söylenmiştir. İlki daha uygundur. (Mahmut Sâfî)
Ahiret gününden kasıt, öldükten sonraki dirilme günüdür. ٱلۡكِتَـٰبِ kelimesinden kasıt cins manasında olması nedeniyle bütün ilahi kitaplar veya sadece Kur’an olabilir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
[Fakat iyilik] üzerinde önemle durulması gereken asıl konu, her türlü şirk şaibesinden uzak olarak yalnızca [Allah'a], işlenen amellerin karşılıklarının verileceği, gerçekleşeceğinde hiçbir şüphe bulunmayan bir diriliş günü olan [ahiret gününe] iman edenin yaptığı iyiliktir. Ahiret gününe iman Allah'a imanın bir gereği olduğu için, Allah'a imandan hemen sonra yer almıştır. Yine iyilik; Allah'ın kulları olan, erkeklik ve dişilik özellikleri bulunmayan, Allah katında seçkin bir yerleri olan ve O'nunla peygamberleri arasında elçilik görevi yapan [meleklere, kitaba] yani ilâhî kitaplara ve bunlardan olan Kur'an'a, Allah'ın kullarına gönderdiği ve emir veya yasak olarak getirdikleri her şeyde doğru ve güvenilir olan tüm [peygamberlere], aralarında hiçbir ayrım yapmaksızın [iman edenin yaptığı iyiliktir.] İşte anılan bu beş konuya bu şekilde iman etmek, dinin temellerini ve inancın kurallarını oluşturur. (Ruhul Beyan)
İmanın kader dışında beş esası burada geçmiştir. İman yoksa yapılan iyiliklerin değeri yoktur.
وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ
Müsbet fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle مَنَ ’in sılası olan ءَامَنَ ’ye matuftur. ءَاتَى ’daki müstetir zamir müşterek ism-i mevsûl مَنَ ‘e aittir.
ٱلۡمَالَ ’deki tarif cins içindir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. فِی ٱلرِّقَابِ , mahzuf bir kelimeye müteallıktır. Takdiri...دفع المال (malı verdi) şeklindedir.
İbarede فكّ (çözdü) şeklinde takdir edilmiş olan ٱلرِّقَابِ kelimesinin muzâfı mahzuftur.
Sevilen mallardan verilecek kimselerin, akraba, miskin, yolcu, dilenen ve köle şeklinde sayılması cem’ maa’t-taksim sanatıdır.
فِی ٱلرِّقَابِ ibaresinde cüziyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Cüz söylenmiş kül kastedilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1201)
ٱلرِّقَابِ kelimesi, رقبة kelimesinin cemiidir. Âza manasında boyun demektir. Burada kul manasında kullanılmıştır. فِی ٱلرِّقَابِ köleyi serbest bırakmak belgeler vasıtasıyla onu kurtarmak, özgürlüğüne kavuşturmak konusunda mal vermek veya onu özgür kılmak için satın almaktır. ٱلرِّقَابِ şahıstan mecaz-ı mürseldir. (Mahmud Sâfî)
ٱلۡیَتَـٰمَىٰ - ٱلۡمَسَـٰكِینَ - ٱبۡنَ ٱلسَّبِیلِ - ٱلسَّاۤىِٕلِینَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette yardım ve verme sıralamasında öncelik yakınlara verilmiştir. Bunun sebebi, akrabanın yardım olunmaya çok daha layık ve hak sahibi olmalarıdır. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1299)
Akrabalar, yetimlerden daha önce zikredilmiştir; çünkü yakınlara yapılan harcama, hem sadakadır, hem de sıla-ı rahimdir. (Ebüssuûd)
Kurb (القربي), lafzındaki ال , muzafun ileyhten ivazdır. Ayrıca القربي الفقير (Fakir akraba) şeklinde vasıflanmadan gelmiştir. Zengin olup üst düzey bir yaşantısı olsa da onlara hediyeler vererek muhabbet kazanılmalı anlamını içermektedir. Onlarla kurulan ilişkiden kastın, muhabbet oluşturmak olduğu anlaşılmaktadır. (Âşûr)
Yetimlerden kasıt ise, hem yakın ve uzak akraba içindeki yetimler hem genel manadaki yetimlerdir. Ancak burada mutlak anlamda ٱلۡیَتَـٰمَىٰ [yetimler] ifadesinin geçme nedeni herhangi bir karışıklığa meydan verilmemesi sebebiyledir. ٱلۡمَسَـٰكِینَ yani yoksullardan kasıt, sürekli olarak insanların yardımlarına muhtaç olan demektir. Çünkü böyle kimselerin ellerinde ve avuçlarında hiçbir şeyleri yoktur. ٱبۡنَ ٱلسَّبِیلِ [Yol oğlu] yani yolcu; yolda kalmak suretiyle ulaşabilmesi gereken yerlerle bağı kopmuş olan kimse demektir ki, elinde avucunda bir şeyi de kalmamış olan kimse demektir. Her ne kadar lafız olarak tekil ise de cins manası taşıdığından bütün yolcular demektir. Yol oğlu yani ٱبۡنَ ٱلسَّبِیلِ denmesinin nedeni de yola bağlı kalması ve bu yolculuğun kendisi için gerekli olması yüzündendir. Veya doğrudan doğruya misafir demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
عَلَىٰ حُبِّهِ ifadesinin [Allah’a olan sevgisine binaen…] anlamına geldiği; yine “o malı seve seve -yani gönül hoşluğu içerisinde- vererek” anlamına geldiği de söylenmiştir. Ayette “yakınlara ve yetimlere…” şeklinde genel bir ifadeye yer verilmiştir; çünkü bunların sadece fakir olanlarının kastedildiğine dair herhangi bir belirsizlik söz konusu değildir. (Keşşâf)
Sevmesine rağmen malı vermek vurgulanmış ve kimlere verileceği sayılmış.
عَلَىٰ حُبِّهِ ibaresindeki هِ zamirinin hem Allah’a, hem mala, hem de verme fiiline ait olma ihtimali vardır. Dolayısıyla هِ zamirinde isdihdam sanatı vardır.
ٱلۡمَالَ fiili meyletmek, مائل eğilen demektir. Hem insanın mala düşkün olması, ona meyl etmesi nedeniyle mal denmiş, hem de onun eriyip gitmesine işaret edilmiştir.
Hem maddi hem manevi değeri ifade ettiği zaman mal için “hayır” kelimesi kullanılmıştır. Vasiyeti anlatan ayette bu manada geçmektedir.
Köle azat etmek zikredilirken azad etmek kelimesi söylenmeyerek îcâz-ı hazif yapılmıştır. İnsan için en değerli şey hürriyettir.
Savaşıp esir alınan kişiye üstüne para verip özgürlük vermenin sevap olması, başka hiçbir dinde olmayan bir şeydir. İslamiyetin insan hürriyetine ne kadar değer verdiğinin göstergesidir.
وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ
Birbirine وَ ’la atfedilen üç cümlenin ikisi mazi fiil sigasıyla gelmiştir. Son cümle isim cümlesidir. Her biri, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şarttan mücerret zaman zarfı إِذَا ’in müteallakı ٱلۡمُوفُونَ kelimesidir.
ٱلۡمُوفُونَ - عَـٰهَدُوا۟ۖ ve ٱلصَّلَوٰةَ - ٱلزَّكَوٰةَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr, عَهۡدِهِمۡ - عَـٰهَدُوا۟ۖ kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr, ءَاتَى fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.
مَنْ lafzı tekil olsa da manası çoğuldur. Çünkü cins için getirilmiştir. آمَنَ ve ءَاتَى fiilleri de çoğul içindir. Ayetin takdiri “İyilik sahibi olanlar, Allah’a ve diğer sayılanlara iman edenler, malı verenler, ahitlerine bağlı kalanlar.” şeklindedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ
وَٱلصَّـٰبِرِینَ ; takdiri أمدح (meth ediyorum) olan fiilin mef’ûlüdür. Mahzufla beraber cümle istînâfa matuftur veya istînâf cümlesidir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müsbet fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ٱلۡبَأۡسَاۤءِ - ٱلضَّرَّاۤءِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, ٱلۡبَأۡسَاۤءِ - ٱلۡبَأۡسِۗ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
فِی ٱلۡبَأۡسَاۤءِ وَٱلضَّرَّاۤءِ ibaresindeki فِی harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manasındadır. Ayette zarar ve sıkıntı, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır.
حِینَ ٱلۡبَأۡسِۗ ifadesi ‘düşmanla savaşırken’ demektir. (Beyzâvî)
Burada ٱلصَّـٰبِرِینَ kelimesinin ٱلۡمُوفُونَ gibi merfû gelmesi beklenirken mansub olarak gelmesinde, tâbinin metbûdan kat’ı (Tabi ile metbunun birbirinden ayrılması) sanatı vardır. Medih veya zem için zikredilen sıfatlar kelamda bir çeşitlilik sağlamak ve dikkat çekmek için îraba muhalif gelebilir. Böylece mevsufa veya mevsufa isnad edilen şeye dikkat çekilir. Çünkü alışılagelmişin değişmesi zikredilenleri dinleme arzusunu arttırır ve zikredilen şeyleri vurgular. Bu ayette de medih makamında tâbi olanla metbû arası açılmıştır. (Mahmud Safi) Bunun sebebi sabrın diğer amellerden üstün olmasındandır.
Bu ayette nesne konumunda (mansub) olan ٱلصَّـٰبِرِینَ [sabır gösterenler] özne konumunda (merfû) olan ٱلۡمُوفُونَ [sözlerini yerine getirenler] ifadesine atfedilerek iltifat yapılmıştır. Bundan maksat, sabredenlerin özellikle övgüye layık olduklarını dile getirmek içindir. Arap dilinde medhe konu olan kelimelerde irabın ref ile nasb (özne-nesne) arasında farklılığı, dikkat celbetmek için bir âdettir. Önemli sayılan herhangi bir söze kulak verilmesi istendiğinde, Arapça bir yazıda bulunan bazı kelimelere veya cümlelere dikkat çekilmek istendiğinde, olduğu gibi irab düzenindeki formunu değiştirmek, sesi yükseltmek, herhangi bir şekilde vurgulamak, harflerin büyüklüğünü değiştirmek, mürekkebin rengini değiştirmek veya yazıda altını çizmek gibi o kısmı diğerlerinden daha belirgin hale getirecek bir yola başvurulur. (Bilimname VIII, 2005/2, 75-106 Belâgatta İltifat Kadir Kınar (Dr.) Erciyes Ü. İlahiyat F., Safvetü't Tefâsir, Elmalılı)
Ezheri'den şöyle nakledilmiştir: بَأۡسَاۤءِ malda olur, mesela fakirlik gibi; ضَّرَّاۤءِ da canlarda olur, mesela hastalık gibi. (Beyzâvî)
ٱلۡبَأۡسِۗ korkunun baskın olduğu hayati zorluk demektir. ضَّرَّ , menfaat olarak kullandığımız نفع kelimesinin karşıtı olan zarar demektir. (Farklar sözlüğü)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ
İstînâf cümlesi olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
Mübteda ve haberden oluşan cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin mübtedası işaret ismi, haberi ise ismi mevsûldür.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olmasi tazim ifade eder.
Müsnedin sılası hudûsa delalet etmek üzere fiil olarak gelmiştir. İsm-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.
İsm-i mevsûl müphem isimlerdendir. Bunun için her zaman sılaya muhtaçtır. Sıla, müphemliği açıklığa kavuşturur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) Bunun için bu kelimede tevcih sanatı vardır.
İşaret ismi; bir şeyi hissen (yani el veya göz ile) ya da aklen işaret ederek başkalarından kesin olarak ayırmak, tarif etmek için kullanılır. Kendisinden önce bir takım vasıflar varsa ve arkasından da elde edeceği şeyler zikrediliyorsa ism-i işaret gelebilir. Bu durumda zikredilecek habere layık olduğuna tenbih vardır. أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ’den önce muttakîler için bir çok vasıf zikredilmiştir. Burada işaret ismi; kendisinde bu sıfatların toplanmış olduğuna işaret için gelmiştir. (Kuran Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
صَدَق [Doğruluk] yalanın zıddıdır. Sıddîk doğruluktan ayrılmayan kimse demektir. (Kurtubî)
وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ
Ayetin son cümlesi و ’la önceki cümleye atfedilmiştir.
Müsnedün ileyh, tazim ve teşrif için işaret ismiyle marife olmuştur. Uzak için kullanılan işaret isminin gelmesi onların mertebelerinin yüksekliğine işaret etmektedir.
İsim sıygasıyla gelen cümle, fasıl zamiri ve kasrla tekid edilmiştir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin, elif lam takısıyla marife olması kasr ifade eder. Bu da haberin sadece mübtedaya mahsus olması; başkasına ait olmaması demektir. Takva, onlara hasredilmiştir.
Daha önce benzerlerinde belirtildiği gibi, burada أُو۟لَـٰۤىِٕكَ (işte onlar) uzak işaretinin kullanılması, bu sayılan üstün vasıfları taşıyan kimselerin mertebelerinin yüksekliğine dikkat çekmek içindir. Dinde, hakka bağlılıkta ve hayrı araştırmada sadakat gösterenler, ancak bu üstün vasıflara sahip olan bahtiyar insanlardır. Zira sıkıntılı haller, onları değiştirmemiş ve korkunç olaylar bile onları sarsmamıştır. Küfür ve diğer fenalıklardan sakınmış olanlar da ancak onlardır. Burada da أُو۟لَـٰۤىِٕكَ (işte onlar) işaret isminin tekrar edilmesi onların şânını yüceltmek içindir. (Ebüssuûd)
أُو۟لَـٰۤىِٕكَ o kimselere dikkat çekip akılda yerleştirmek için tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
Takvadan bahsederek surenin başına dönülmüştür. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Söze sadık kalmak ve hayatın zorluklarına sabretmek takvanın belirtileridir.
Bu ayeti kerime bütün beşeri kemâl özelliklerini açıkça veya ima yollu saymıştır. Nisa/136 da bunlar bir kere daha sayılmıştır.
أُو۟لَـٰۤىِٕكَ ٱلَّذِینَ صَدَقُوا۟ۖ cümlesinde sıla cümlesi mazi fiil olarak gelmiştir. Bu, tahkik ve sadakatin onlardan vaki ve mevcut olduğunu ifade etmek içindir. أُو۟لَـٰۤىِٕكَ هُمُ ٱلۡمُتَّقُونَ cümlesinde ise haber isim cümlesi olarak gelmiştir. Bu da takva sıfatının müminlerde sabit olduğunu zaman zaman meydana gelen bir olay değil müminlerin karakter ve seciyeleri olduğunu göstermek ve ayrıca fasılaya riayet etmek içindir. (Safvetü't Tefâsir)
Doğruluk ve takva konusunda verdikleri ahde vefa gösterenler, sözleri, fiilleri ve inançlarıyla doğru olanlar, takvanın hakkını dikkatle gözeten onlardır. Doğruluk, yapılan işlerde; takva ise terk edilen şeylerde görülür. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Bu ayet, açık ya da dolaylı olarak yüksek insani değer ve üstünlükleri içermektedir. Bunları kısaca şu üç grupta ele alabiliriz: İnanç düzgünlüğü, davranış güzelliği ve nefis temizliğidir. Birincisine, ayetin ” ...Allah'a, ahiret gününe.. peygamberlerine iman edenin..." bölümü; ikincisine, ayetin ”...Sevdiği mallardan akrabaya... köle azat etmeye verenin..." bölümü; üçüncüsüne de ayetin ”...Namaz kılanın,... sabredenlerin yaptıklarıdır", bölümü işaret etmektedir. Dolayısıyla kişinin iman ve itikadına bakılarak bu nitelikleri kendinde toplayana doğru ve samimi vasfı verilmiştir. Takva ile de halk ile münasebetleri ve hak ile olan muamelesi dile getirilmiştir. (Ruhul Beyan)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | iman edenler |
|
4 | كُتِبَ | farz kılındı |
|
5 | عَلَيْكُمُ | size |
|
6 | الْقِصَاصُ | kısas |
|
7 | فِي |
|
|
8 | الْقَتْلَى | öldürmelerde |
|
9 | الْحُرُّ | hür |
|
10 | بِالْحُرِّ | hür ile |
|
11 | وَالْعَبْدُ | köle |
|
12 | بِالْعَبْدِ | köle ile |
|
13 | وَالْأُنْثَىٰ | kadın |
|
14 | بِالْأُنْثَىٰ | kadın ile |
|
15 | فَمَنْ | kimse |
|
16 | عُفِيَ | affedilen |
|
17 | لَهُ | kendisi |
|
18 | مِنْ | tarafından |
|
19 | أَخِيهِ | kardeşi |
|
20 | شَيْءٌ | bir şey |
|
21 | فَاتِّبَاعٌ | artık uymalıdır |
|
22 | بِالْمَعْرُوفِ | örfe |
|
23 | وَأَدَاءٌ | ve (diyeti) ödemelidir |
|
24 | إِلَيْهِ | ona |
|
25 | بِإِحْسَانٍ | güzelce |
|
26 | ذَٰلِكَ | bu |
|
27 | تَخْفِيفٌ | bir hafifletme |
|
28 | مِنْ | tarafından |
|
29 | رَبِّكُمْ | Rabbiniz |
|
30 | وَرَحْمَةٌ | ve rahmettir |
|
31 | فَمَنِ | artk kim |
|
32 | اعْتَدَىٰ | haddi aşarsa |
|
33 | بَعْدَ | sonra |
|
34 | ذَٰلِكَ | bundan |
|
35 | فَلَهُ | onun için vardır |
|
36 | عَذَابٌ | bir azab |
|
37 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
Cahiliye döneminde hür ve şerefli bir kimse bir köleyi öldürüyorsa, ona kısas olarak birkaç köle öldürülüyormuş. İslam bu adaletsizliğe son vermiştir.
Burada kısas anlatılıyor. Kısasta intikam değil, adalet söz konusudur. (İsteyerek öldürme olaylarında bu geçerli. Aslında müslümanın müslümanı isteyerek öldürmesi olamaz. Ancak kaza olursa diyet gerekir, ailesinin bağışlaması müstesna.)
Hristiyanlıkta bu konuda af hükmü yokmuş. Bunu getiren İslamiyet. Modern hukuk cezalandırma yetkisini şahıstan alıp devlete verir ki bu şahıslara zulümdür. Devlet kendini benim yerime koyuyor çünkü. Suç kime karşı işlenmişse, cezalandırma veya affetme yetkisi ona aittir.
Modern hukukta her türlü suça hapis cezası veriliyor. Sadece süreler değişiyor. Oysa cezanın suça uygun olması lazım. Üstelik hapis insanı islah eden bir ceza değil.
Bu ayette adetlere, uygulamalara bir sınırlama getirilmiştir. Bir kişinin ölümüne karşı birkaç kişinin öldürülmesi yasaklanmıştır.
İslamda ceza hukuku hem suçluyu, hem mazlumu, hem toplumu hepsini birden ele alır.
قَصٌّ bir izi adım adım takip etmek, iz sürmek demektir. Fiil olarak قَصَّ onun izini adım adım takip etti, izini sürdü anlamında kullanılır. قَصَصٌ iz ve izi takip edilen , izi sürülen haberler manasına gelir. قِصَاصٌ kısas yoluyla kanı takip etmek/kanın ardına düşmek hakkında kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 30 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri kısas, kıssa, takas ve makastır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ
یَـٰۤ nida harfi, أَیُّ nekre-i maksude münadadır. هَا ise tenbih harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl olan ٱلَّذِینَ , münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
Meçhul mazi fiil olan كُتِبَ ile başlayan cümle nidanın cevabıdır. عَلَیۡكُمُ car mecruru meçhul fiil كُتِبَ ’ye müteallıktır. ٱلۡقِصَاصُ fiilin naib-i failidir. فِی ٱلۡقَتۡلَى car mecruru, ٱلۡقِصَاصُ kelimesinin mahzuf haline müteallıktır.
اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ
ٱلۡحُرُّ mübteda olarak merfûdur. بِٱلۡحُرِّ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
وَ atıf harfidir. ٱلۡعَبۡدُ mübteda olarak lafzen merfûdur. بِٱلۡعَبۡدِ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
وَ atıf harfidir. ٱلۡأُنثَىٰ mübteda olarak merfûdur. Ref alameti kelimenin sonuna takdir edilmiş dammedir. بِٱلۡأُنثَىٰۚ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ
ف istînâf harfidir. مَنۡ , şart ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. Şart fiili عُفِیَ dir. Mazi fiil olan عُفِیَ meçhul bina edilmiştir. لَهُۥ car mecruru عُفِیَ fiiline müteallıktır. مِنۡ أَخِیهِ ise, mahzuf hale müteallıktır. شَیۡءࣱ kelimesi, عُفِیَ fiilinin naib-i failidir.
ف şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. ٱتِّبَاعُۢ , muahhar mübtedadır. Cümlenin başına takdir edilen فعليه mahzuf mukaddem habere müteallıktır. بِٱلۡمَعۡرُوفِ car mecruru masdar olan ٱتِّبَاعُۢ ’ya müteallıktır. أَدَاۤءٌ , kelimesi وَ ’la ٱتِّبَاعُۢ ’ya atfedilmiştir. إِلَیۡهِ car mecruru, أَدَاۤءٌ ’a, بِإِحۡسَـٰنࣲۗ ise mahzuf hale müteallıktır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, مَنۡ ’in haberidir.
ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ
İşaret ismi ذَ ٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. تَخۡفِیفࣱ haber olup lafzen merfûdur. مِّن رَّبِّكُمۡ car mecruru mahzuf sıfata müteallıktır. Muttasıl zamir كُمۡ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. رَحۡمَةࣱ kelimesi تَخۡفِیفࣱ ’a matuftur.
فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
ف atıf harfidir. مَنِ şart ismi mübteda olarak mahallen merfûdur. Mazi fiil ٱعۡتَدَىٰ şart fiilidir. Zaman zarfı بَعۡدَ, şart fiili ٱعۡتَدَىٰ ’ya müteallıktır. ذَ ٰلِك muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف , cevap cümlesinin başına gelen rabıta harfidir. لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ muahhar mübtedadır. أَلِیمࣱ ise عَذَابٌ ’un sıfatıdır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ
Ayet fasılla gelmiş nida üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı müsbet mazi fiil formunda faide-i haber, ibtidaî kelamdır.
Nidanın gayesi; nida edilene önemli bir şeyi haber vermektir. Onun için çoğunlukla nidayı emir, nehy, istifham, şer‘î bir hüküm vs. gibi önemli şeyler takip eder.
یَـٰۤأَیُّهَا ٱلَّذِینَ ءَامَنُوا۟ Kur’an-ı Kerim’de pek çok kere geçen bu nida üslubu tekid unsurları taşır.
İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi sonrakilerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Arkadan أَیُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile takibeden elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, arkadan gelen kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. Bunun arkasından da bu kişilerin en sevgili vasfı olan iman kelimesiyle nida edilir. (Ahzâb/70) (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, s. 43)
Nidanın cevabı olan كُتِبَ fiili, meçhul bina edilerek mef‘ûle dikkat çekilmiştir.
فِی ٱلۡقَتۡلَىۖ ifadesindeki فِی harfinde istiare vardır. Bilindiği gibi فِی harfi zarfiye manasındadır. Ayette قَتۡلَ , içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Cami’ her ikisindeki mutlak irtibattır.
Buradaki في , sebebiye içindir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1303)
Ayet-i kerimedeki ٱلۡقَتۡلَىۖ kelimesi (مقتول anlamına gelen) قاتل kelimesinin çoğuludur. Bu kabilden çoğullar, müennes bir çoğul olup insanların karşı karşıya kalıp hoşuna gitmeyen durumlar hakkında kullanılır. O bakımdan bu kipte gelmiştir. (Kurtubî)
القتلي ’daki ال , cins içindir. (Âşûr)
ٱلۡقِصَاصُ kelimesi sözlükte aynıyla karşılık vermek, herhangi bir hakkı dengiyle takas etmek demektir. ٱلۡقَتۡلَىۖ kelimesi ٱلۡقَٱتل ’in çoğuludur. ٱلۡقَٱتل kelimesi de maktûl, öldürülmüş kimse demektir. فِی ٱلۡقَتۡلَىۖ [Öldürülenler hakkında] ifadesindeki فِی harfi, sebebiye içindir. Ey iman edenler! zulmedilerek öldürülenler hakkında, yani bunların öldürülmesinden dolayı karşılık olarak katillerine kısas uygulanması üzerinize yazıldı, yazılmış bir kanun oldu, farz kılındı demektir. (Elmalılı)
Bu hitap mümin idarecilere yapılmaktadır. Allah, devlet başkanına ve onun adına iş gören ve onun makamında olan herkese, kısas cezasını uygulamayı farz kılmıştır. mana şöyle oluyor: Ey imamlar, yani yöneticiler! Size kısası uygulamanız farz kılındı. Eğer ölü sahibi kısası uygulamayı istiyorsa, bunu yerine getirmeniz size farzdir. ٱلۡقِصَاصُ ; insanın başkasına karşı işlediği şeyin aynısının kendisine uygulanması demektir. Bu ise cana kıymak, organlardaki tahribatlar ve yaralanmalarda, aynı eşitlik ve benzerlik olmak şartıyla gerekenin yapılmasıdır. (Ruhul Beyan)
Burada فِی ٱلۡقَتۡلَ değil de فِی ٱلۡقَتۡلَىۖ ifadesinin kullanılması sadece öldüren kişinin öldürüleceğine işaret etmek için gelmiştir.? (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1305)
اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ
İstînâf cümlesidir. Fasılla gelmiştir. Aynı formda birbirine atfedilmiş bu üç cümlede de îcâz-ı hazif sanatı vardır. Tefsiriyye cümleleridir. Her üçü de faide-i haber ibtidaî kelam olan ve sübut ifade eden isim cümleleridir. Her cümledeki car mecrurun müteallık olduğu haber mahzuftur.
Bu hazifler, îcâz-ı hazif sanatıdır.
ٱلۡحُرُّ - ٱلۡعَبۡدُ - ٱلۡأُنثَىٰ kelimelerindeki tarifler cins içindir. Bu kelimelerin tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.
ٱلۡحُرُّ - ٱلۡعَبۡدُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
Özgür biri bir hürü, bir köle bir köleyi, bir dişi bir dişiyi öldürdüğü zaman, öldürülen hür karşılığında o katil hür, öldürülen köle karşılığında o katil köle, öldürülen dişi karşılığında o katil dişi, kısaca her öldürülen kimsenin karşılığında kendi katili aynı şekilde öldürülür. Bu öldürme yeterli bir kısas olur. Cahiliye devri âdeti gibi şeref ve kıymet davasıyla katilden başkasının öldürülmesine kalkışılmaz. Bu kayıtlar, ayetin nüzul sebebi olan olayda olduğu gibi katilden başkasının öldürülmesinden kaçınılması içindir. Bundan başka bir mefhûm-u muhalifi kastedilmiş olmadığında ittifak vardır. (Elmalılı)
فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ اِلَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ
İstînâfiye olarak gelen cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart fiili olan عُفِیَ mazi sıygada meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
ف karinesiyle şartın cevabı ٱتِّبَاعُۢ بِٱلۡمَعۡرُوفِ cümlesidir. Cümlenin başına takdir edilen عليه mahzuf mukaddem habere muteallıktır. Veya mahzuf mübteda için haberdir. Takdiri الحكم اتباع (hüküm, tabi olmaktır.) şeklindedir.
Cevap cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, مَنۡ ’in haberidir.
شَیۡءࣱ ‘daki tenvin, kısım manasında kıllet ifade eder. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1307)
Âşûr ise nev ifade ettiğini söylemiştir.
إِحۡسَـٰنࣲۗ ’deki tenvin ise nev içindir.
Bu cümlede عُفِیَ fiilinin meçhul gelmesi, hükmün herhangi bir konuda af hakkı olan kişinin affına bağlı olduğuna işaret eder. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1306)
مَنۡ ve مِنۡ kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
[Öldüren, ölenin velisi olan din kardeşi tarafından affedilirse..].Kanın bir kısmından vazgeçerse veya varislerden bazısı vazgeçerse, artık af olayı gerçekleşmiş olur, kısas da böylece düşer. Bundan böyle yalnızca diyet ödenmesi gerekir. Çünkü ayette geçen شَیۡءࣱ kelimesi, bir kısmından vazgeçilir veya bir kısmı bağışlanır anlamındadır. Sanki burada şöyle deniliyor: Katil kimse işlediği cinayet sebebiyle, öldürülenin kardeşi yani velisi tarafından kısmen bağışlanması halinde, bu af ister tümünü kapsasın yani tam bir af olsun (mesela: maktulün velilerinin tümüyle katil arasında, bir mal üzerinde bir anlaşma yapılmış olsun); ya da barışın katille velilerden bazıları arasında gerçekleşmesi gibi, kısmi olsun, her iki durumda da kısas düşer ve sadece inal(diyet) ödeme zorunluluğu ortaya çıkar. (Ruhul Beyan)
Şayet “Eğer ayet عُفِیَ fiili ل ile değil de عن ile geçişli oluyorsa, bu durumda فَمَنۡ عُفِیَ لَهُۥ ifadesinin münasebeti nedir?” dersen, şöyle derim: عُفِیَ fiilinin geçişli olması suçlu ve suç cihetiyle olur; Allah Teâlâ عَفَا ٱللَّهُ عَنكَ [“Allah seni affetsin!” (Tevbe 9/43)] ve عَفَا ٱللَّهُ عَنۡهَاۗ [“Allah o hususları affetmiştir.] (Mâide 5/101) buyurmuştur. Fakat bu fiil suçu ve suçluyu birlikte kapsayacak şekilde geçişli olduğu vakit; عفوت لفلان عما جنا “Falanın işlediği suçu affettim” denir. Binaenaleyh, ayette sanki; “Her kimin suçu bağışlanırsa” denmiş olup, suçun özellikle zikredilmesine gerek duyulmamıştır. (Keşşâf)
Ayette geçen, أَخِیهِ [kardeşten] maksat, maktulün yani öldürülenin velisi demektir. Burada özellikle “kardeş” lafzının kullanılmış olması, şefkat duygularını harekete geçirmek içindir. (Âdil Ahmet Sâbir er- Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1309) Çünkü aralarındaki soy ve İslam bağı için böyle zikredilmiştir.
Yine ayetteki مَنۡ kelimesinden kasıt, kendisi için af ve bağışlanma istenen ve suçu işlemiş olan katili ifade etmektedir. Diğer mef‘ûlün terk edilmiş olması ona gerek duyulmaması sebebiyledir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ
İtiraz cümlesidir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Cümle fasılla gelmiştir.
Sübut ifade eden, isme isnad formunda gelen cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilene tazim ve teşrif ifade eder
ذَ ٰلِكَ ‘de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi akli bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse, akli olan hissi olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.
ذَ ٰلِك ile müşarun ileyh en kâmil bir şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)
رَّبِّكُمۡ izafetinde كُمۡ zamiri Rab ismine muzâfun ileyh olduğu için şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için, رَّبّ isminde tecrîd sanatı vardır.
رَّبِّكُمۡ ve رَحۡمَةࣱ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayeti kerime cezayı emretmez, cezalandırmada zulmü ve taşkınlığı yasaklar.
Af ve diyetle ilgili bu zikredilen hüküm [Rabbiniz tarafından bir hafifletme ve rahmettir.] Çünkü Tevrat ehline kati surette kısas farz kılınıp, af ve diyet yasaklanmışken, İncil ehline ise af farz kılınıp, kısas ve diyet yasaklanmıştı. Bu ümmet ise kendilerine imkân bahşetme ve kolaylaştırma adına üç şey; kısas, diyet ve af arasında muhayyer bırakılmıştır. (Keşşâf)
Af ve diyetin bir hafifletme, bir rahmet olabilmesi, kısasın aslî bir vacib olarak meşru bir şekilde devamına bağlıdır. Buna göre "Madem ki af bir rahmet ve fazilettir, o halde kısasın büsbütün neshi ve kaldırılması ile yalnız affın vacib kılınması, daha fazla bir rahmet olurdu." gibi bir soru mümkün değildir. Böyle bir düşünce ile İncil'in hükmünün, Kur'an'ın hükmünden daha ahlaki olduğu zannedilmemelidir. Çünkü affın ahlaki oluşu, kısasın aslî bir hak olarak meşruluğunun devamına bağlıdır. (Elmalılı)
فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ.
Atıfla gelen bu cümle, فَمَنۡ عُفِیَ لَهُ cümlesine matuftur. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.
ٱعۡتَدَىٰ şart cümlesi, فَلَهُۥعَذَابٌ أَلِیمࣱ cümlesi ise فَ harfinin karinesiyle cevap cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Muahhar mübteda olan عَذَابٌ kelimesi أَلِیم olmakla vasıflanmıştır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ ’un nekre gelişi tarifi mümkün olmayan bir nev olduğuna işaret eder.
ذَ ٰلِك , konudaki önemine binaen tekrarlanmıştır. ذَ ٰلِك ve مَنِ ’in tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatı vardır.
عَذَابٌ - أَلِیمࣱ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır
[Artık bu hükümden sonra kim haddi aşarsa, onun için can yakıcı bir azap vardır.] Kim meşru olan sınırı tecavüz ederse, mesela gidip katilden başkasını ya da affettiği veya diyeti aldığı halde katilin kendisini öldürürse haddi aşmış olur. Çünkü cahiliye döneminde veli, diyeti kabul ederek katile bir bakıma güvence verir, sonra da eline fırsat geçince hemen onu öldürür, onun malını da katilin velilerine bırakırdı. İşte bu manada haddi tecavüz edenler için can yakıcı bir azap vardır. Bu azap dünyada, haksız yere öldürdüğü kimsenin yerine kısas olma cezasıdır. Ahirette ise cehennem ateşidir. (Ruhul Beyan)
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
Kısasta hayat vardır. Çünkü bir kimse başkasını öldürdüğünde kendisinin de öldürüleceğini bilirse bu işten geri çekilir, vazgeçer. Böylece hem kendi hayatını hem de öldürmek istediği şahsın hayatını korumuş olur.
Sizin için kısasta hayat vardır. Bu cümle Kur’ân’daki en beliğ cümlelerden biridir. Dört-beş kelimeden oluşuyor ama çok fazla mana ifade ediyor. Hiç tekrar yok. Kısasta hayat olması ilk bakışta zıt, tezat gibi gözüküyor. O birini öldürmüş, sen de onu öldüreceksin, nasıl hayat olur bu? O katil olan kişi, o işi bir kere yapınca artık ona alışır. Diğer cinayetleri daha kolay işler. Bu şekilde onun bundan sonra öldüreceği kişilere engel oluyorsun. O kişiyi öldürmekle konu kapanmış oluyor. Onu öldürmesen bu ailedeki kin, kan davasına dönüşüyor. Ayrıca cezayı uygulayan devlet, o yüzden kan davası şeklinde olay büyümüyor.
Ey akıl sahipleri, umulur ki takvalı olursunuz. Bu sayfada üç ayette takvalı olmanın bir gereği, yolu söylenmiş.
Bu ifadeden maksat, önce insana kısas hükmünü benimsetmektir. Çünkü kısas, nefislere ağır gelen bir cezâdır. Bu cümle, belâğatın zirvesinde bir ifâdedir. Arap dilinde bu mânâya gelmek üzere en çok şöhret bulan atasözü; “El-katlu enfâ li’l-katl = Öldürme, öldürmeyi yok eder” ifâdesidir. Ne var ki, “Ölümü en iyi ölüm önler” anlamındaki bu sözden, “Sizin için kısasta hayat vardır” buyruğu her bakımdan daha belîğdir. Bu ifadeyle yine kısas ile hayat arasında bir intibak sağlanmıştır. Aslında kısas hayatın yok edilmesi ve hayat ise kısasın mukabilinde yer alır. İfâdede istenen doğrudan doğruya hayattır. Ölümün önlenmesi ise yalnızca bunun için gereklidir. Yoksa, kendiliğinden gerekli değildir. (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri)
Elbâb kelimesi lubb kelimesinin çoğuludur. Lubb kelimesinin Türkçe karşılığı tam olmamakla birlikte herhangi bir şaibeden arınmış olan akıl, bir şeyin içi, özü, cevheri, aslı en iyi kısmı demektir. Kur’ân’da akıl kelimesi isim olarak hiç gelmemiş akıl sahipleri derken ulul elbâb kelimesi kullanılmıştır. Kimileri lubb’un saf, bozulmamış akıl olduğunu söylemişlerdir. Her akıl lubb’dur; fakat her lub akıl değildir. Onun için Yüce Allah, ancak arı ve duru akılların kavrayabileceği hükümlerin hikmetini anlayanları lubb sahibi olarak tanımlamıştır.
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
و , atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. لَكُمۡ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. فِی ٱلۡقِصَاصِ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. حَیَوٰةࣱ , muahhar mübtedadır. یَـ nida harfi, أُو۟لِی münadadır. Nasb alameti ی ’dir Çünkü cemi müzekker salime mülhaktır. Kelimenin sonundaki ن izafet nedeniyle düşmüştür. ٱلۡأَلۡبَـٰبِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَعَلَّكُمۡ terecci harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. إِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
كُمۡ Muttasıl zamiri لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تَتَّقُونَ fiili لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
وَلَكُمْ فِي الْقِصَاصِ حَيٰوةٌ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ
İlk cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. İsim cümlesi formunda faide-i haberdir.
İkinci cümle nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müste’nefe cümlesi olarak fasılla gelmiştir. İtiraz cümlesidir. Dolayısıyla ayette ıtnâb sanatı vardır.
Ayetin son cümlesi de müste’nefedir. Hal olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ , vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfidir. لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘’...olsun diye, ...olması için’’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıkıp haberî anlama geldiği için, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
فِی ٱلۡقِصَاصِ حَیَوٰةࣱ ibaresinde îcâz-ı kısar ve mecaz-ı mürsel sanatları vardır.
Onların sonucu dikkate alarak, sebep olacağı zarardan sakındıkları için hitap أُو۟لِی ٱلۡأَلۡبَـٰبِ‘a olmuştur. Cahil, ahmak, sefih ve dengesizlere gelince; onlar sonucu düşünemezler ve konuyu yeterince mütalaa edemezler. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1315)
ٱلۡقِصَاصِ - حَیَوٰةࣱ arasında tıbâk-ı îcab vardır. ٱلۡقِصَاصِ , öldürmek manasında olduğu için tıbâk oluşmuştur.. Bunun Kur’an’da mevcut örneklerin en zor anlaşılanı olduğunu söylemişlerdir. (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Bedii İlmi)
Burada da nekre gelen حَیَوٰةࣱ kelimesi özel bir nev ifadesi içindir. Her çeşit hayattan üstün bir hayatı ifade eder. Tabii bu ifadenin yanında tazim ve bu özel hayatın şanını ifade etme isteği de vardır. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Âşûr ve Er-Ruveyni buradaki tenvin için “tazim ifade eder” demiştir. (Âşûr, Âdil Ahmet Sâbir Er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1303)
ولكم في القصاص حيوة ayeti kerimesinde îcâz-ı kısar vardır. Burada birçok incelikler vardır. Harflerin sayısı azdır ve durum bunu gerektirdiği için tekrar edilen lafızlar yoktur. Hayat ve kısas bir arada zikredilerek tibak sanatı oluşmuştur. Bu da bedi sanatlarındandır. Hayat, nefisler menzilesine konularak insanların birbirlerini öldürmelerinden vazgeçirilerek hayatlarının devamı sağlanmış olmaktadır. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi Belagati’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1314)
Ayetteki لعل, rica içindir. Temsil veya istiareyi tebeiyyedir. (Âşûr)
Bu ayet de îcâz-ı kasrın en güzel örneklerinden biridir. Burada murad; insanı katlden vazgeçirmektir. İnsan, birisini öldürdüğü takdirde kendisinin de öldürüleceğini bilirse bundan vazgeçer. Bu da ‘insan için hayat’ demektir. Bu mana Arapça’da القتل انفى لالقتل şeklinde ifade edilir. Ancak bu sözle ayet-i kerimeyi mukayese edersek, ayet-i kerimenin ne kadar veciz olduğu açıkça görülür:
1-Ayet-i kerimede 11 harf varken; diğer sözde 13 harf vardır.
2-Ayet-i kerimede sözün değerini düşüren tekrar yoktur.
3-Her katl, katli men etmez. Sadece kısas gerektiren katl, katle engel olur. Bu manayı ayet-i kerime ifade eder ama, diğer söz ifade etmez.
4-Ayet-i kerimede kısas ve hayât arasında lâtîf bir tezat tibakı vardır.
5-Ayet-i kerimede kısasın başında في olduğu için sanki kısas, hayatın aslı gibi ifade edilmiştir. Bunda güzel bir mübalağa ve hayran olunacak bir tahayyül vardır. Çünkü ölümde hayat olması muhaldir.
6-Ayet-i kerimede hayat kelimesinin nekre gelmesi tazim ve nev ifade eder. Yani o çok değerli bir hayattır, beşeri hayattan üstündür. Sanki o müstakil, özel bir hayattır. Çünkü kişi, birini öldürdüğü zaman kendisinin de öldürüleceğini bilirse, ölmek istemeyeceği için bu işten vaz geçer. Böylece hem kendisi hem de öldürmek istediği kişi ölümden kurtulmuş olur. İşte bu kavuştuğu hayat; kıymetli, yüce bir hayattır.
7-Ayet-i kerimede vahşeti hissettiren katl kelimesi yoktur. Diğer sözde ise iki kere geçmiştir. Ayrıca ayet-i kerime kısas lafzıyla adaletin vuku bulacağına açıkça işaret ederken diğer sözde böyle bir işaret yoktur.
Ayet-i kerimede hazif yoktur. Diğer söz ise القتل انفى لالقتل من تركه takdirindedir. Yani; katili öldürmek, katili affetmekten daha çok engelleyicidir. Çünkü affedilirse hem o hem de başka insanlar öldürmeye devam eder. Böylece daha çok insan öldürülür. Halbuki katil öldürülürse sadece bir kişi öldürülmüş olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْراًۚ اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقاًّ عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | كُتِبَ | yazıldı (farz kılındı) |
|
2 | عَلَيْكُمْ | size |
|
3 | إِذَا | zaman |
|
4 | حَضَرَ | geldiği |
|
5 | أَحَدَكُمُ | birinize |
|
6 | الْمَوْتُ | ölüm |
|
7 | إِنْ | eğer |
|
8 | تَرَكَ | bırakacaksa |
|
9 | خَيْرًا | bir hayır (mal) |
|
10 | الْوَصِيَّةُ | vasiyyet etmek |
|
11 | لِلْوَالِدَيْنِ | anaya babaya |
|
12 | وَالْأَقْرَبِينَ | ve yakınlara |
|
13 | بِالْمَعْرُوفِ | uygun bir biçimde |
|
14 | حَقًّا | bir haktır (borçtur) |
|
15 | عَلَى | üzerine |
|
16 | الْمُتَّقِينَ | muttakiler |
|
Ölümün gelmesi mecazi bir ifadedir.
Bu ayet vasiyet ayetidir. Vasiyet, tavsiye demektir. Li veya bi harfiyle kullanılınca vasiyeti ifade eder. Vasiyet yazmak, ben ölümü düşünüyorum, ölüme hazırlanıyorum, her an ölme ihtimalim olduğunu bilerek yaşıyorum ve vasiyetimi de onun için yazıyorum demektir. Bu ayetin hükmü Nisâ/11 ayetiyle kalkmıştır. Orada mirasın nasıl taksim edileceği detaylarıyla bildirilmiştir.
كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْراًۚ اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقاًّ عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ
Mazi fiil olan كُتِبَ meçhul bina edilmiştir. عَلَیۡكُمۡ car mecruru كُتِبَ fiiline müteallıktır. إِذَا , müstakbel manalı zaman zarfıdır. Şart ifade eder. Cümleye muzâf olur. Mahzuf olan cevap cümlesine müteallıktır. إِذَا kelimesinin sadece zarf olarak ٱلۡوَصِیَّةُ ’ye müteallık olduğu da söylenmiştir. حَضَرَ şart fiili, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. أَحَدَكُمُ kelimesi حَضَرَ fiilinin mukaddem mef‘ûludur. Muttasıl zamir كُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ٱلۡمَوۡتُ muahhar faildir.
إِن şart harfidir. İki fiili cezm eder. Mazi fiil تَرَكَ, şart fiilidir. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri, فليوص (vasiyet etsin) şeklindedir. خَیۡرًا kelimesi تَرَكَ fiilinin mef‘ûlun bihidir.
ٱلۡوَصِیَّةُ, meçhul fiil olan كُتِبَ fiilinin naib-i failidir. لِلۡوَ ٰلِدَیۡنِ car mecruru ٱلۡوَصِیَّةُ kelimesine müteallıktır. ٱلۡأَقۡرَبِینَ kelimesi لِلۡوَ ٰلِدَیۡنِ ’ye matuftur. بِٱلۡمَعۡرُوفِ car mecruru ise mahzuf hale müteallıktır.
Son cümledeki حَقًّا kelimesi mahzuf fiilin mef‘ûlün mutlakıdır. Takdiri حق ذلك حقا (bu, hak oldu.) şeklindedir. عَلَى ٱلۡمُتَّقِینَ car mecruru حَقًّا kelimesine müteallıktır.
كُتِبَ عَلَيْكُمْ اِذَا حَضَرَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ اِنْ تَرَكَ خَيْراًۚ اَلْوَصِيَّةُ لِلْوَالِدَيْنِ وَالْاَقْرَب۪ينَ بِالْمَعْرُوفِۚ حَقاًّ عَلَى الْمُتَّق۪ينَۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. 178. ayetteki ibareyle başlamıştır. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır. Cümle, müsbet mazi fiil cümlesi olarak faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette iki şart cümlesi mevcuttur. Birincisi كُتِبَ fiilinin mef‘ûlü olarak mahallen mansubtur. İkinci şart cümlesi itiraz cümlesidir. Her iki cümle de fasılla gelmiştir. Cevap cümlelerinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mazi fiil كُتِبَ meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Burada naib-i faili tehir edilmiştir. Bunun muhatabı merak ettirmek ve Allah cc’in, ölüm yaklaştığında farz kıldığı şeyi dinlemeye, öğrenmeye teşvik etmektir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveyni, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru 1317)
خَیۡرًا kelimesi ‘çok mal’ anlamında istiare edilmiştir. Kelimedeki tenvin nev ve kesret ifade eder.
حَضَرَ أَحَدَكُمُ ٱلۡمَوۡتُ ibaresinde kevniyyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Çünkü vasiyet ölüm halinden önce yapılır.
….. إِن تَرَكَ [Eğer bırakacaksa] ifadesi, ‘bırakacağını biliyorsa’ demektir. Aslında bırakma ölümden sonra olur. Çünkü ölüm hastalığına tutulduğu zaman varislerin onun malı ile ilgili bağı başlar. Sanki onlara malını terk etmiş gibidir. (Ömer Nesefî Et-Teysir Fi’t-Tefsir)
بِٱلۡمَعۡرُوفِ - حَقًّا ve لِلۡوَ ٰلِدَیۡنِ - ٱلۡأَقۡرَبِینَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ٱلۡوَصِیَّةُ kelimesi كُتِبَ fiili ile merfû’dur, fiilinin müzekker olması, aranın açılmasından ya da “vasiyet etmesi” veya “vasiyet etmek” tevili iledir. Bunun içindir ki, sonraki ayette فَمَنۢ بَدَّلَهُ kavlinde ona raci zamir müzekker gelmiştir. إِذَا 'nın amili de ٱلۡوَصِیَّةُ değil, كُتِبَ ’nin delalet ettiği şeydir, çünkü ondan önce geçmiştir. (Beyzâvî)
الوصية (Vasiyet) kelimesindeki ال, cins içindir. (Âşûr)
ٱلۡمَوۡتُ - ٱلۡوَصِیَّةُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بِٱلۡمَعۡرُوفِ , adaletle demektir. Yani fakir ve yoksul bir kenara bırakılarak zengin olana vasiyetin yapılmaması ve malın üçte birinden fazlasının vasiyetle başkalarına bırakılmaması demektir.(Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
حَقًّا عَلَى ٱلۡمُتَّقِینَ kelimesi pekiştirici masdar olup, ‘’müttakîlere düşen bir görev olarak tahakkuk etmiştir’’ anlamında değerlendirilir. (Keşşâf)
Ölümün gelmesi mecazi bir ifadedir. Ölüm kelimesinde istiare vardır. Bir canlıya benzetilmiştir.
Bu ayet vasiyet ayetidir. Vasiyet, tavsiye demektir. ل veya ب harfiyle kullanılınca vasiyeti ifade eder. Vasiyet yazmak, ben ölümü düşünüyorum, ölüme hazırlanıyorum, her an ölme ihtimalim olduğunu bilerek yaşıyorum ve vasiyetimi de onun için yazıyorum demektir. Bu ayetin hükmü Nisâ/11 ayetiyle kalkmıştır. Orada mirasın nasıl taksim edileceği detaylarıyla bildirilmiştir.
حَقًّا عَلَى ٱلۡمُتَّقِینَ ifadesinde muttakilerin zikri teşvik ve tahrik içindir. (Safvetü't Tefâsir)
Bilinmektedir ki vasiyet bir iş, yapılan bir vasiyeti yerine getirip yürütmek diğer bir iştir. Aslı gerek vacib ve gerekse mendub veya mübah olsun, belli bir şekilde yapılmış olan meşru bir vasiyetin yerine getirilmesi, vasiyet edenden başka diğer ilgililer için bir borç teşkil eder. [gereğince korkanlar üzerine icrası vacib bir hak olarak] ifadesiyle buna işaret de edilmiştir. (Elmalılı)
Ayetteki حقا عل المتقين ‘deki حقا lafzı, rızaya teşvik için takva sahiplerine hastır. (Âşûr)
فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَٓا اِثْمُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يُبَدِّلُونَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَمَنْ | artık kim |
|
2 | بَدَّلَهُ | (vasiyyeti) değiştirirse |
|
3 | بَعْدَمَا | sonra bir şey |
|
4 | سَمِعَهُ | işittikten |
|
5 | فَإِنَّمَا | elbette |
|
6 | إِثْمُهُ | günahı |
|
7 | عَلَى | üzerinedir |
|
8 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
9 | يُبَدِّلُونَهُ | onu değiştiren |
|
10 | إِنَّ | şüphesiz |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | سَمِيعٌ | işitendir |
|
13 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَٓا اِثْمُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يُبَدِّلُونَهُۜ
ف atıftır. مَن iki fiili cezmeden şart harfi, mübteda olarak mahallen merfûdur. بَدَّلَهُۥ şart fiilidir. Fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir هُو’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Zaman zarfı بَعۡدَ masdariye olan مَا ’ya muzâf olmuştur. بَدَّلَ fiiline müteallıktır. سَمِعَهُ fiili مَا ’nın sılasıdır. مَا ve masdar-ı müevvel, masdar teviliyle cer mahallinde muzâfun ileyhtir.
İkinci ف harfi cevap cümlesine rabıta için gelmiştir. إِنَّمَاۤ kâffe ve mekfûfe olan hasr edatıdır. إِثۡمُهُۥ mübtedadır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَى ٱلَّذِینَ şeklindeki car mecrur mahzuf habere müteallıktır. یُبَدِّلُونَهُ , mevsulün her zaman kendisini takip eden sılasıdır. Îrabtan mahalli yoktur.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib, مَن ’in haberidir.
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۜ
إِنَّ , isim cümlesini tekid eden fiil benzeri harftir. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir. سَمِیعٌ kelimesi إِنَّ ‘nin haberidir. عَلِیمࣱ ise ikinci haberdir.
فَمَنْ بَدَّلَهُ بَعْدَ مَا سَمِعَهُ فَاِنَّمَٓا اِثْمُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يُبَدِّلُونَهُۜ
كُتِبَ عَلَیۡكُمۡ cümlesine matuf olan bu ayet atıf harfi فَ ile gelmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır.
بَدَّلَهُۥ şart fiilidir. Şart; hudûsa delalet eden fiil cümlesi, cevap ise sübuta delalet eden isim cümlesi formunda gelmiştir. ...فَإِنَّمَاۤ إِثۡمُهُۥ şeklindeki cevap cümlesi kasrla tekid edilmiştir. Günahın sadece ve sadece değiştirene ait olduğu anlamını kasr üslubu ifade etmiştir. Faide-i haber talebî kelamdır.
إِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur.
İsm-i mevsûl olan مَنۢ ve ٱلَّذِینَ ’de tevcih sanatı vardır. Ayrıca bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بَدَّلَهُ lafzında irsâd sanatı, بَدَّلَهُ - یُبَدِّلُونَهُۥۤۚ kelimeleri arasında müfretten cemiye iltifat, iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
İlk cümlenin tekil fiille başlayıp çoğul zamirle bitmesi çeşit ve fert olarak buna sıkça rastlandığını veya bu günahın bunu yapan fertlerin tamamına şamil olduğunu gösterir.
[Kim bunu değiştirirse] vâsilerden ve şahitlerden kim bunu bozarsa, [bunu işittikten sonra] yani kendisine ulaştıktan ve araştırdıktan sonra [günahı ancak değiştirenlerin üzerinedir] değiştirilen vasiyetin günahı ancak değiştirenin üzerinedir; çünkü hıyanet etmiş ve şeriata karşı gelmiştir. [Şüphesiz Allah, hakkıyla işitici ve hakkıyla bilendir] Bu, onu haksız yere değiştiren için tehdittir. (Beyzâvî)
اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌۜ
Ayetin son cümlesi müste’nefe olarak fasılla gelmiştir. Fasıl nedeni şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümlesidir. Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır.
Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber talebî kelamdır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.
Allah'ın سَمِیعٌ ve عَلِیمࣱ sıfatlarının tenvinli olarak gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
سَمِیعٌ - سَمِعَهُۥ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümlede; ‘Allah muhakkak ki işitir, görür’ cümlesiyle ‘gereken karşılığı verir’ anlamı kastedilmiştir. Dolayısıyla lazım melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.
[Muhakkak ki Allah herşeyi işiten Semî'dir herşeyi bilen Alîm’dir] buyrukları şanı yüce Allah'a ait iki sıfattır. Bu iki sıfata sahip olmakla birlikte vasiyet edenlerin yapacakları herhangi bir zulüm ve haksızlık yapanların herhangi bir değişikliği O'na gizli kalmaz. (Kurtubi)3. sayfa haberinin detaylarını anlatmaya başladığı anda susturdum. "Devamını dinlememe gerek yok. Ben öyle haberlerin detaylarını okumuyorum." dedim. "Sizde bakmayın."
İnsanlardaki detay öğrenme dürtüsünü anlamıyorum açıkçası. Görüntü varsa izliyor, ne ince detay yazıyorsa okumaya da devam ediyor. Neden? Sadece bencilce bir merak yüzünden. Halbuki gereğinden fazlasını bilmek ve anlatmak, merhamete katkı sağlamadığı gibi düşünceleri de kirletiyor.
Böyle haberler, bu şekilde detaylarıyla anlatılmamalı, anlatılmasın. Canilikleri zihnimizde yer etmesin. İnanıyorum ki bu haberler, başkalarının kafasında filizlenmeye hazır fikir tohumu oluyor. Her şey bir yana, işin sonunda gereken cezayı aldıkları haberi doğru düzgün çıkıp örnek ilan edilmiyorlar bile.
Sinema dünyasının veya çizgi romanların meşhur kötü adamlarını iyi gösterme merakı da almış başını gidiyor. Adam kötüymüş, ne kadar adam öldürmüş ama bir sorsan neler yaşamış. Daima iyiyi seçme çabasının kaybeden olmaya ittiği, biraz aptallık olduğu ve bazen kötülüğü seçmek zorunda kaldıkları ve hatta seçimlerinde de ‘aslında haklıymış’ ifadeleri itinayla işleniyor genç beyinlere.
Böyle haberleri çocuklarınızın yanında konuşmamaya özen gösterin. Televizyonda çıkınca yanınızdalarsa kanalı değiştirin. Çocuklarınızı korumak için kendi zihin ve kalbinizi de temiz tutmaya bakın. Kendi açınızdan önemsemiyorsanız bile çocuklarınkini kirletmemeye dikkat edin.
“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır.” Ancak akılsızların elinde oyuncak olmuş kanunlar, o hayatı çok görür olmuş. Dünyaya kapılmış bizler, yeni nesile hayatı çok görmekten Allah’a sığınırız.
Allahım. Bizlere akıl ve o aklı kullanma becerisi ver. Ne kötülüğü konuşup yaymaktan çekinmeyenlerden, ne kendince ama yanlış bir şekilde adaleti sağladığını sananlardan, ne de adaletsizliği destekleyenlerden olmaktan koru. Etrafımızdaki çocukların zihinlerine ve kalplerine adaletin her harfini, tek tek işlememizde yardımcımız ol. Ki ileride, onlar toplumumuzun her alanına adaleti işlesin. Ve hayatlarının her alanında, Allah rızası için daima doğruyu seçsinler.
Allahım sen bizi ve sevdiklerimizi canilerin şerlerinden ve yaptıklarının şerlerinden koru. Cennetin kokusunu almaktan ne kadar uzaklarsa, bizden ve sevdiklerimizden de o kadar uzak dursunlar.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji