بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفاً اَوْ اِثْماً فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَمَنْ | her kim de |
|
2 | خَافَ | korkar da |
|
3 | مِنْ | -den |
|
4 | مُوصٍ | vasiyyet eden- |
|
5 | جَنَفًا | hata(sından) |
|
6 | أَوْ | veya |
|
7 | إِثْمًا | günah(ından) |
|
8 | فَأَصْلَحَ | ve düzeltirse |
|
9 | بَيْنَهُمْ | aralarını |
|
10 | فَلَا | yoktur |
|
11 | إِثْمَ | günah |
|
12 | عَلَيْهِ | ona |
|
13 | إِنَّ | elbette |
|
14 | اللَّهَ | Allah |
|
15 | غَفُورٌ | bağışlayandır |
|
16 | رَحِيمٌ | esirgeyendir |
|
فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفاً اَوْ اِثْماً فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ
فَ , istînâfiyyedir.
مَن , İki fiili cezm eden şart ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. خَافَ , şart fiilidir. Mahallen meczumdur. مِن مُّوص car mecruru mef‘ûl olan جَنَفًا ’e müteallıktır. Masdar kalıbındaki جَنَفًا fiil gibi amel etmiştir. أَوۡ atıf harfidir. إِثۡما kelimesi جَنَفًا ’e matuftur.
فَ , atıf harfidir. أَصۡلَحَ fetha üzere mebni mazi fiildir. خَافَ fiiline matuftur. بَیۡنَ mekân zarfı أَصۡلَحَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُمۡ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Ayetteki ikinci فَ , şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَاۤ , cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. إِثۡمَ kelimesi لَاۤ ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. عَلَیۡهِ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkib مَن ’in haberidir.
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
إِنَّ , isim cümlesini tekid eden fiil benzeri harftir. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismidir. غَفُورࣱ kelimesi إِنَّ ’nin haberidir. رَّحِیم ise ikinci haberdir.
فَمَنْ خَافَ مِنْ مُوصٍ جَنَفاً اَوْ اِثْماً فَاَصْلَحَ بَيْنَهُمْ فَلَٓا اِثْمَ عَلَيْهِۜ
فَ , istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. خَافَ , şart cümlesidir.
فَأَصۡلَحَ بَیۡنَهُمۡ cümlesi mübtedanın haberi olan خَافَ fiiline matuftur.
Cevap cümlesi isim cümlesi formunda faide-i haberi ibtidaî kelamdır. Cümlede لَاۤ ’nın haberinin mahzuf oluşu îcâz-ı hazif sanatıdır.
جَنَفًا - إِثۡما kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Üç farklı görevdeki فَ ’ler ve iki إِثۡمَ arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
جَنَفًا vasiyet konusunda yanılmak suretiyle haktan meyletmek, başka bir şeye yönelmek, demektir, إِثۡما sırf zulmetmek, haksızlık yapmak için bilerek yan çizmek demektir. فَأَصۡلَحَ بَیۡنَهُمۡ kendi lehlerine vasiyet yapılanlar demek olup bunlar da, ana baba ve akrabalardan meydana gelirler. İşte bunlar arasında şeriat ölçüleri içerisinde aralarını bulmaktır. فَلَاۤ إِثۡمَ عَلَیۡهِۚ (Ona bir günah yoktur.) buyurulmuştur. Çünkü bu kimsenin yaptığı değişiklik batıl ve yanlış olan bir şeyi hakka dönüştürmek, hak olanı gerçekleştirmektir. Bu açıdan bir vebal altına girmez. Önce hakkı değiştirip batıla yönelenleri anlatması ve sonra da batılı tekrar eski durumuna, yani hakka getirmesini, hakka dönüştürmesini zikretmesi her değiştirmenin ya da tebdilin vebal ya da günah olmadığını göstermek ve bildirmek içindir.Bu bilinsin diyedir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl- Keşşâf- Ebüssuûd))
فَأَصۡلَحَ بَیۡنَهُمۡ -ıslah ederse- ayeti, خَافَ -korkar- ayetine atfedilmiştir. Burada kinaye yoluyla mirasçılar kastedilmektedir. Onların açıkça zikredilmemesi, anlamın bilinmesi dolayısıyladır. (Kurtubî)
Her ikisi de sapmak, yönelmek manasında olsa da حنف doğruya, جَنَفًا yanlışa yönelmek demektir. Aralarında cinas vardır.
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟
Ayetin son cümlesi müste’nefe olarak fasılla gelmiştir. Fasıl nedeni şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümlesidir. Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak, ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber talebî kelamdır.
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması dolayısıyla, Allah lafzında tecrîd sanatı vardır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması tazim, telezzüz ve teberrük içindir.
Allah'ın رَّحِیمࣱ ve غَفُورࣱ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Önceki ayetin aksine bu ayette, haktan sapma olduğu düşünülen vasiyeti hayra değiştirmenin mübah oluşu zikredilmiştir. Çünkü bu mübahtır ve itaattir. Ayetin sonunda da Allah’ın çok affedici ve merhametli oluşu zikredilmiştir. Zira günah işlemek affedilmeyi gerektirir. بَدَّلَ [değiştirmek] günah olan şeyle aynı cinsten olur. غَفُورࣱ ismiyle Allah’ın günahları çok affedici olduğuna işaret edilmiştir. Sonra da Allah’ın Rahîm olduğu zikredilmiştir. Kendisine itaat edene merhametli olması mağfiret babındandır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, soru: 1324)يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | iman eden |
|
4 | كُتِبَ | yazıldı |
|
5 | عَلَيْكُمُ | sizin üzerinize de |
|
6 | الصِّيَامُ | oruç |
|
7 | كَمَا | gibi |
|
8 | كُتِبَ | yazıldığı |
|
9 | عَلَى | üzerine |
|
10 | الَّذِينَ | kimseler |
|
11 | مِنْ |
|
|
12 | قَبْلِكُمْ | sizden önceki(ler) |
|
13 | لَعَلَّكُمْ | umulur ki siz |
|
14 | تَتَّقُونَ | korunursunuz |
|
Bu ayetle oruç farz olmuştur.
Sıyam, bir şeyden kendini tutmak demektir. Istılah olarak gündüzleri niyetle beraber orucu bozan ve çoğu nefsin istekleri olan belli hallerden kendini alıkoymaktır. (Ebussuûd Tefsiri)
Umulur ki takvalı olursunuz şeklindeki ayetin fasılası, ulemaya göre takvalı olmanız için oruç size farz kılındı şeklinde anlaşılır. O halde günahlardan çok sakınmak için orucu çoğaltmalıyız. Bu vesileyle nafile oruçlara hayatımızda ne kadar yer verdiğimizi gözden geçirelim inşaallah.
Oruç takva sahibi olmanın sebeplerinden biri çünkü nefsimizi temizler. Nefsimize hakim olmayı kolaylaştıran bir alışkanlıktır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ
یَـ nida harfi, أَیُّ nekre-i maksude münadadır. هَا ise tenbih harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ , münadadan sıfat veya bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası ءَامَنُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. Meçhul mazi fiil كُتِبَ ile başlayan cümle nidanın cevabıdır. عَلَیۡكُمُ car mecruru meçhul fiil كُتِبَ ’ye müteallıktır. ٱلصِّیَامُ fiilin naib-i failidir. كَ misli manasındadır. ما ve masdar-ı müevvel, كَ harf-i ceriyle birlikte mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Takdiri كُتِبَ كَتْبًا مثلَ كَتْبه (Bu hüküm gibi bir hüküm farz kılınmıştır.) şeklindedir. ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu عَلَى harf-i ceriyle birlikte كُتِبَ fiiline müteallıktır.
مِن قَبۡلِكُمۡ ise mahzuf sılaya müteallıktır.
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. كُمۡ muttasıl zamir, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تَتَّقُونَ ise لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَتَّقُون fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi وقي ’dır. Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ
Ayet fasılla gelmiş nida üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Nidanın gayesi; nida edilene önemli bir şeyi haber vermektir. Onun için çoğunlukla nidayı emir, nehy, istifham, şer‘î bir hüküm vs. gibi önemli şeyler takip eder.
یَـٰۤأَیُّهَا ٱلَّذِینَ ءَامَنُوا۟ Kur’an-ı Kerim’de pek çok kere geçen bu nida üslubu tekid unsurları taşır.
İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi sonrakilerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Arkadan أَیُّ harfi gelmiştir. Bu harf nida ile takip eden elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, arkadan gelen kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Sonra yine bir tenbih harfi olan هَا gelir. Bunun arkasından da bu kişilerin en sevgili vasfı olan iman kelimesiyle nida edilir.(Ahzâb/70) (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri’t Ta’bîri’l Kur’ânî, s.43)
Nidanın cevabı olan كُتِبَ fiili, meçhul bina edilerek mef‘ûle dikkat çekilmiştir. Cümle müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Has ismi mevsul ٱلَّذِینَ ’nin sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayette teşbih sanatı vardır.
كُتِبَ fiili konudaki önemine binaen tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
Farklı kişileri temsil eden ٱلَّذِینَ ‘lerde tam cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
Buradaki benzetme mahiyet bakımından değil farz oluş bakımındandır. Yani oruç sizden önceki ümmetlere de size de farz kılındı demektir. Bu teşbihe "mürsel-mücmel" teşbih denir.(Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, soru:1325)
ٱلصِّیَام‘ın ال ile marifeliği ahdi zihnidir. (Âşûr)
Oruç anlamındaki ” ٱلصِّیَامُ " kelimesi şeriat dilinde, niyet etmek suretiyle gündüz alışılmış olan şeylerden imsak, yani iftar etmemek suretiyle uzak durmak anlamındadır. Alışılagelen şeyler de, canın çektiği şeylerdir. Bu, müminlerin avamının orucudur. Havassın, yani seçkin kişilerin orucu ise, kendisini yasaklanan tüm şeylerden uzak tutmaktır. Ehassu’l-havâsın, yani daha seçkin kişilerin orucu ise Allah'tan başkasından imsak, yani uzak durmaktır. (Ruhul Beyan).
Her ne kadar bütün ibadetler yalnızca Allah'ın ise de orucu kendi zatına tahsis etmesi diğer ibadetlerden onu farklı kılan şu iki sebep dolayısıyladır:
1- Oruç nefsin hoşuna giden şeyleri ve arzularını sair ibadetlerden daha ileri derecede engelleyicidir.
2- Oruç kul ile Rabbi arasında bir sırdır. Bu ancak Allah'a ayan olur. Bundan dolayı oruç Allah'a has bir ibadet olarak sözkonusu edilmiştir. Sair ibadetler ise açıktan yapılır. Kul, belki bunları görsünler ve riyakârlık olsun diye de yapıyor olabilir. O bakımdan oruç diğer ibadetler arasından Allah'a özellikle tahsis edilmiştir. (Kurtubî)
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Umulur ki anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşa formundan çıktığı için, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine gelmiş bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724); لَعَلَّ kelimesi, “için” manasındadır, demiştir. Yani, “Sakınıp korunmanız için. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
[Ey iman edenler, oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi size de yazıldı] yani Âdem'den beri peygamberlere ve ümmetlere demektir. Bunda hükme tekid, fiile teşvik ve nefse tatmin vardır. Ayette geçen الصوام lügatte, kendini gönlün çektiği şeyden tutmaktır. Şeriatta ise orucu bozan şeylerden gün boyu çekinmektir. Çünkü onların çoğu nefsin çektiği şeylerdir. [Günahlardan korunasınız diye] çünkü oruç günahların başlangıcı olan şehveti kırar. Nitekim aleyhisselâm Efendimiz: ‘’Evlenemeyen de oruç tutsun, çünkü oruç onun için bir engelleyicidir’’, buyurmuştur. (Beyzâvî-Ebüssuûd)
لَعَلَّ; umulur ki.. demektir. Allah’ın ‘umulur ki’ demesi uygun mudur? Allah zaten geçmişte ve gelecekte ne olacağını bilir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen لَعَلَّ sözleri ‘muhakkak ki’ anlamına gelir. (M. Ebu Musa: Bunlar sebep bildirir, lam-ı ta’lil manasındadır). ‘Bunları yapın ki muttaki olabilesiniz’, demektir.
Çünkü oruç şehveti kırar, nefsin heveslerini mağlub eder. Azgınlıktan, kötülükten meneder. Dünyanın âdi lezzetlerini, makam ve yükselme davalarını küçük gösterir, hayatın lezzetini tattırır, kalbin Allah'a bağlılığını artırır, ona bir meleklik zevki ve saflığı bahşeder. (Elmalılı)
Ayette geçen, الصيام kelimesi, الصوام fiilinden masdardır. Maksat ramazan ayında tutulan oruçtur. كُتِبَ kelimesi farz kılındı, demektir. كَمَا كُتِبَ “Yazıldığı gibi ...yazıldı. “ Bu ifade mahzuf bir masdarın sıfatıdır. عَلَى ٱلَّذِینَ مِن قَبۡلِكُمۡ ifadesi, Hz. Âdem (a.s)’den itibaren sizin zamanınıza kadar bütün peygamberlere ve ümmetlerine de farz kılınmıştır demektir. Çünkü oruç, oldukça eskiye dayanan bir ibadettir. Buradaki teşbihin yani benzetmenin sebebi, eski ümmetlerin hepsinin de günlere dayalı oruç ibadetiyle mükellef bulunmaları itibariyledir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Teşbihte farza benzerlikle kastedilen, orucun niteliği değil aslıdır.اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍۜ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْراً فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَيَّامًا | günlerdir |
|
2 | مَعْدُودَاتٍ | sayılı |
|
3 | فَمَنْ | kim |
|
4 | كَانَ | olursa |
|
5 | مِنْكُمْ | sizden |
|
6 | مَرِيضًا | hasta |
|
7 | أَوْ | veya |
|
8 | عَلَىٰ |
|
|
9 | سَفَرٍ | seferde |
|
10 | فَعِدَّةٌ | sayısınca tutar |
|
11 | مِنْ | -de |
|
12 | أَيَّامٍ | günler- |
|
13 | أُخَرَ | başka |
|
14 | وَعَلَى | ve (lazımdır) |
|
15 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
16 | يُطِيقُونَهُ | ona (güç) dayanan(lar) |
|
17 | فِدْيَةٌ | fidye vermesi |
|
18 | طَعَامُ | doyuracak |
|
19 | مِسْكِينٍ | bir yoksulu |
|
20 | فَمَنْ | artık kim |
|
21 | تَطَوَّعَ | gönülden |
|
22 | خَيْرًا | bir iyilik yaparsa |
|
23 | فَهُوَ | o |
|
24 | خَيْرٌ | hayırlıdır |
|
25 | لَهُ | kendisi için |
|
26 | وَأَنْ | ve |
|
27 | تَصُومُوا | oruç tutmanız |
|
28 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
29 | لَكُمْ | sizin için |
|
30 | إِنْ | eğer |
|
31 | كُنْتُمْ | siz |
|
32 | تَعْلَمُونَ | bilirseniz |
|
Bir görüşe göre eğer siz ilim ve tefekkür ehlinden iseniz oruç tutmanın ruhsat kullanmaktan daha hayırlı olduğunu anlarsınız demektir. (Ebussuûd Tefsiri)
Arapçada oruç manasına gelen başka kelimeler olmakla birlikte burda صوم kelimesinin kullanımı dikkat çekicidir. Biliyorsunuz develer sıcak çöl ortamında çok uzun günler susuzluğa dayanabilir. Ancak yavaş hayvanlar olduklarından savaş meydanları için tercih edilemezler yerine sıcağa ve susuzluğa daha az dayanıklı olmalarına rağmen hızları sebebiyle atlar kullanılır. İşte Araplar atlarını sıcak ve susuzluğa karşı hayatta kalabilmeleri için eğitiyorlardı ve bu eğitimin adına da “Savm” diyorlardı. Ayette geçen bu kelimeyi o dönemde duyan arabın aklına gelecek ilk şey savaş için hazır olmaktı. Ben nasıl atlarımı savaş için eğitiyorsam benim de sahibim beni ahireti kazanacağım savaş için eğitiyor.
Bu ayetlerin Bedir Savaşı ndan hemen önce gelen ayetler olması da ayrıca dikkat çekicidir.
Daha önce Yahudilerle aynı günlerde oruç tutuyorduk ve bu “eyyamen madudatin” den anlaşıldığı üzere 10 günden az bir oruçtu. Bu oruç zamanında hastalık ya da yolculuk sebebiyle kaçırılan oruçlar için ayette anlatıldığı gibi yerine oruç tutarak tamamlanırdı veya bir ihtiyaç sahibine fidye/yiyecek verilirdi.. Ama bilinki oruç tutmak sizin için daha hayırlıdır diyor.Yani iki seçenek vardı.
Hatırlayın önceki ayetlerde Yahudilerin de, bizim de kullandığımız kıble artık bize (müslümanlara) has olmak üzere Mescidi aksa’dan mescidi harama değiştirilmişti. Yahudiler bundan çok rahatsız olmuş ve kendilerini aşağılanmış hissetmişlerdi. Allah şimdi de onlarla aynı günlerde tuttuğumuz oruc ibadetinin günlerini değiştiriyor. Çünkü yeni bir vahyi Kur’ân-ı Kerim’i kutluyoruz biz Ramazan-ı şerifte.
Taveqa طوق : طَوْقٌ kelimesinin asıl anlamı -ister güvercin halkası gibi yaratılıştan olsun, ister de altın ve gümüş halkası gibi yapma olsun- boyna geçirilen şeydir. Anlamı genişletilerek fiil olarak boyna geçirip dolandırmak hakkında kullanılmıştır. طاقَةٌ tâkat insanın güçlükle yapabileceği miktarın en fazlasıdır. Burada bir şeyi kuşatan halkaya benzetilimştir. Kimi zaman takatın olmaması kudretin olmaması anlamında kullanılmıştır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de iki fiil ve bir isim formunda 4 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli tâkattir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Türkçe’de de kullandığımız sefer kelimesinin asıl manası açmak, örtüyü kaldırmaktır. Yolculuk, insanların durumunu ve huylarını açıp ortaya çıkarır.
اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍۜ
أَیَّاما , önceki ayetin delaletiyle صوموا (oruç tutun) şeklinde takdir edilen mahzuf bir fiilin mef‘ûlun bihidir.مَّعۡدُودَ ٰتࣲ kelimesi أَیَّاما ’in sıfatıdır. Cemi müzekker salim bir kelime olduğu için nasb alameti kesradır.
مَّعۡدُودَ ٰتࣲ [sayılı] kelimesi أَیَّاما kelimesinin sıfatı olduğu için mansubdur. Kesrelenmesinin sebebi tânın aslî harf olmamasıdır. Günleri sayılı diye nitelenmesi azlığına işaret içindir ki bu da kullar için bir kolaylaştırmadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ
فَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. مَن şart harfi, mübteda olarak mahallen merfûdur. كَانَ , şart fiilidir. مِنكُم car mecruru mahzuf hale müteallıktır. كَانَ nin ismi müstetir zamir هو dir. مَّرِیضًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.
عَلَىٰ سَفَر car mecruru مَّرِیضًا ’e matuf olan mahzuf bir kelimeye müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. عِدَّة mübteda olup lafzen merfûdur. Haberi mahzuftur. مِّنۡ أَیَّامٍ car mecruru عِدَّة ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. أُخَرَ kelimesi أَیَّامٍ ’ın sıfatıdır. Gayrı munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, مَن ’in haberidir.
مِّنۡ أَیَّامٍ أُخَرَ hastalık veya yolculuk günleri dışındaki günler, demektir. أُخَرَ kelimesi vasıf olması ve bir de elif ve lam harflerinin bulunmaması bakımlarından gayrı munsarif bir kelimedir. Çünkü, فَعْلَى vezninde sıfat olan kelimelerde asıl olan cemi yani çoğul olmaları halinde elif ve lam ile kullanılmalarıdır. Örneğin: اَلصُّغْرَى - اَلصِّغَر - اَلْكُبْرَى - اَلْكِبَر . (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ
وَ atıf harfidir. ٱلَّذِینَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu عَلَى harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası یُطِیقُونَهُۥ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. فِدۡیَة muahhar mübtedadır. طَعَامُ kelimesi فِدۡیَة ’den bedel-i mutabıktır. مِسۡكِین muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
طَعَامُ مِسۡكِین [Bir yoksulun yemeği] fidye kelimesinden bedeldir ve verilecek şeyin miktarını bildirir. Manası: “Ona bir yoksulun yemeği fidye gerekir.” şeklindedir.
Fidye, hem sözlükte hem dinde bir şeyin yerine geçen bedel anlamına gelir. مِسۡكِین kelimesi tekil olursa her bir gün bir yoksula yemek verileceği anlaşılır. Çoğul olarak yani اَلْمَسَاكِينَ şeklinde okunursa, tüm günler için miskin kişilere yemek verileceği anlamına gelir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْراً فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ
فَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. مَنْ şart edatı ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. تَطَوَّعَ şart fiili olup mahallen meczumdur. Faili müstetir هُو ’dir. خَيْرًا kelimesi bir masdarın sıfatı olduğu için mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri تطوعًا خيرًا (hayırlı bir itaat) şeklindedir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur. لَهُ car mecruru خَيْرٌ kelimesine müteallıktır. خَيْرٌ ism-i tafdil kalıbındandır.
وَاَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
وَ atıf harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel mübteda olarak mahallen merfûdur. Takdiri صيامكم (oruçlarınız) şeklindedir. تَصُومُوا fiili نَ ’un hazfi ile mansub muzari fiildir. لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَعْلَمُونَ fiili كُنْتُمْ ‘un haberi olarak mahallen mansubtur.اَيَّاماً مَعْدُودَاتٍۜ
Ayet fasılla gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mef‘ûlün amili mahzuftur. Takdiri صوموا (oruç tutun) dur.
أَیَّاما ’deki tenvin, kıllet ve nev içindir.
Sıfat dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır.
Burada, أَیَّاما kelimesinin mansub oluşu mahzuf الصيام kelimesiyledir. Yani: ‘’Size sayılı günler oruç tutmanız farz kılındı’’ demektir. مَّعۡدُودَ ٰت ; zamanla vakitleri belirlenmiş sayılı günlerde demektir. Yani az sayıda günler, demektir. Bu esasen şuna dayanmaktadır; az sayıdaki bir mal sayı ile değerlendirilir. Oysa çok olması halinde durum değişir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Günlerin sayılı diye nitelenmesi azlığına işaret içindir ki bu da kullar için bir kolaylaştırmadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ
Ayetin ikinci cümlesi atıfla gelmiştir. كتب عليكم الصيام cümlesine matuftur. Ciheti camia temasüldür. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cevap cümlesi فَ karinesiyle...عِدَّة مِّنۡ أَیَّامٍ cümlesidir. Bu cümlede mübtedanın haberinin ve car mecrurun müteallakı olan halin hazfi sebebiyle îcâz-ı hazif sanatı vardır.
مِنْ ; ba’diyet için veya temyizdir. (Âşûr)
سَفَر ; esasen keşif, açmak manası taşımaktadır. Bunun için "isfâr", yüzünü açmak ve parçalamak manasınadır. Uzak bir yere gitmek de yolcunun her türlü hal ve ahlâkını meydana çıkardığı için, ona da sefer denmiştir. (Elmalılı)
Yani bu günlerde tutulacak oruç farzıyeti sadece mukim olan sağlıklı kimseler içindir. Yoksa hasta ve yolcu olanların orucu başka günlere erteleme hakları vardır. Burada hazfedilmiş şöyle bir ifade vardır: “İçinizden hasta veya yolcu olup da oruç tutamayan varsa başka günlerde onun yerine oruç tutar.” (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr ve Safvetü't Tefâsir-Kurtubi)
وَعَلَى الَّذ۪ينَ يُط۪يقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْك۪ينٍۜ
Ayetin bu cümlesi atıfla gelmiştir. ...من كان منكم cümlesine matuftur. Ciheti camia temasüldür. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrurun mutallakı olan mukaddem haber mahzuftur. طَعَامُ مِسۡكِین muahhar mübteda olan فِدۡیَة için bedeldir. Bedel, anlamı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Has ismi mevsûlde tevcih sanatı vardır.
[Oruca güç yetirebilenler] şayet hiçbir özürleri olmadığı halde tutmazlarsa [bir düşkünü doyuracak kadar fidye verecektir.] Bu İslam’ın ilk yıllarındaydı. Oruç Müslümanlara farz kılınınca buna alışamamışlar ve oruç kendilerine çok çetin gelmişti. Bu yüzden, orucun bozulması ve fidye verilmesi hususunda kendilerine ruhsat tanınmıştı. (Keşşâf)
" طاَقاَت" kökünden gelen یُطِیقُونَ fiilinde bir şeyi güçlükle yapma manası vardır. Bu itibarla bu kelime ‘orucu ancak çok zorlukla tutabilenler’ anlamına da gelmektedir. Bu manaya göre onlar, çok yaşlılar ve iyileşemeyen hastalardır. Onların hükmü, oruç tutmayıp fidye vermektir. Bu manaya göre ayet mensûh (neshedilmiş) değildir. Yani oruç tutmakta çok zorlananların veya çok zorlukla tutabilenlerin, tutmadıkları her gün için bir yoksulu doyuracak fidye vermeleri gerekir. (Ebüssuûd)
Nâfi‘ rivayetine göre طَعَامُ kelimesi fidye kelimesine izafetle فِدۡیَة ٱلَّطَعَام şeklinde gelmiştir ve bir sonraki kelime مساكين şeklinde çoğuldur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْراً فَهُوَ خَيْرٌ لَهُۜ
Cevap cümlesi olan هُوَ خَیۡر لَّهُۥ ise sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayet oruç tutmaya teşvik hükmünü ifade eder. Yani ‘bunu bilin ve oruç tutun’, demektir. (Kurtubî)
Son cümle إِن كُنتُمۡ تَعۡلَمُونَ istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi كان ’ nin dahil olduğu isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder.
Şart cümlesinin cevabı kelamın öncesinde ifade edilenlerin delaletiyle mahzuftur. Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Kur’an-ı Kerîm’in birçok yerinde okuyucunun uyanık, enerjik, şuurlu ve durumu değerlendirebilecek kudrette olması için şartın cevabı zikr edilmemiştir. Adeta ondan bu boşluğu lugavi açıdan doldurması ve bununla kelam arasındaki farkı değerlendirmesi istenir. Bu takdir onun îcâzına olan yakinimizi arttırır. Sanki bu ayetler Kur'an'daki duraklardır. Okuyucu tedebbür etmek ve yakinini arttırmak için yolculuğuna burada biraz ara verir. (Hâ-Mîm Sûreleri Belâğî Tefsîri 7 Ahkâf Sûresi Dr. Muhammed Muhammed Ebû Mûsâ Ahkâf/10)
إِن كُنتُمۡ تَعۡلَمُونَ [Bilirseniz] ifadesi, orucun sizin için fidye vermekten daha hayırlı olduğunu bilirseniz; onun size daha zor geldiğini veya zor gelmesine rağmen yolculukta orucun sizin için daha hayırlı olduğunu bildiğiniz halde, demektir. Bir görüşe göre anlam şöyledir: Orucun sevabını bildiğiniz halde; bir görüşe göre de doğruyu yanlıştan ayıran ilim sahibi kişiler olduğunuz ve oruçtaki takvanın ne anlama geldiğini, dünya ve ahiretteki değerini gördüğünüz halde demektir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
إِن كُنتُمۡ تَعۡلَمُونَ mesel tarikiyle tezyil cümlesidir. Itnab babındandır. (Âşûr)
Kudsî bir hadiste, ”Oruç benim içindir" buyurularak oruç, Allah'a izafe olunmuştur. Çünkü bunda bir riya yoktur. Bu, bir sırdır ki Allah'tan başkası bunu bilemez. Eğer kişi tuttuğu orucuyla kalbini, sırrını ve ruhunu Allah'tan başkasına kapalı tutarsa, onun ecrini Allah verir ve işte bu havassa ait olan gerçek bir oruç olmuş olur. (Ruhul Beyan).
مَّعۡدُودَ ٰت - فَعِدَّة ve كَانَ - كُنتُمۡ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
أَیَّامٍ - خَیۡر kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ وَمَنْ كَانَ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | شَهْرُ | ayı |
|
2 | رَمَضَانَ | ramazan |
|
3 | الَّذِي | ki |
|
4 | أُنْزِلَ | indirilmiştir |
|
5 | فِيهِ | onda |
|
6 | الْقُرْانُ | Kur’an |
|
7 | هُدًى | hidayet olarak |
|
8 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
9 | وَبَيِّنَاتٍ | ve açıklayıcı |
|
10 | مِنَ |
|
|
11 | الْهُدَىٰ | hidayeti |
|
12 | وَالْفُرْقَانِ | doğruyu ve yanlışı ayırdetmeyi |
|
13 | فَمَنْ | kim |
|
14 | شَهِدَ | şahit olursa |
|
15 | مِنْكُمُ | içinizden |
|
16 | الشَّهْرَ | o aya |
|
17 | فَلْيَصُمْهُ | oruç tutsun |
|
18 | وَمَنْ | kim |
|
19 | كَانَ | olur |
|
20 | مَرِيضًا | hasta |
|
21 | أَوْ | yahut |
|
22 | عَلَىٰ | üzere olursa |
|
23 | سَفَرٍ | sefer |
|
24 | فَعِدَّةٌ | sayısınca tutsun |
|
25 | مِنْ |
|
|
26 | أَيَّامٍ | günlerde |
|
27 | أُخَرَ | başka |
|
28 | يُرِيدُ | ister |
|
29 | اللَّهُ | Allah |
|
30 | بِكُمُ | sizin için |
|
31 | الْيُسْرَ | kolaylık |
|
32 | وَلَا |
|
|
33 | يُرِيدُ | istemez |
|
34 | بِكُمُ | sizin için |
|
35 | الْعُسْرَ | güçlük |
|
36 | وَلِتُكْمِلُوا | ve tamamlamanızı (ister) |
|
37 | الْعِدَّةَ | sayıyı |
|
38 | وَلِتُكَبِّرُوا | ve yüceltmenizi (ister) |
|
39 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
40 | عَلَىٰ | dolayı |
|
41 | مَا |
|
|
42 | هَدَاكُمْ | size doğru yolu gösterdiğinden |
|
43 | وَلَعَلَّكُمْ | ve umulur ki siz |
|
44 | تَشْكُرُونَ | şükredersiniz |
|
“Hüden linnasi”
Kendini seçilmiş sanan Yahudi toplumuna ceza üstüne ceza demek bu aslında. Hidayeti sadece kendinize has sanıyordunuz. Hayır Kur’ân-ı Kerim tüm insanlık için bir hidayet rehberidir. Ramazan ayı da Müslüman kimliğinin kutlanmasıdır. Allah bizim ramazan ayını orucun tutulduğu, ama en önemlisi Kur’ân’ın indiği ay olarak kutlamamızı istiyor. Oruç tutmanın amacı takva sahibi olmaktır. Ramazan ayının amacı bize Allah tarafından hediye edilen Kur’ân-ı Kerim in inişini kutlamaktır.
Eskiden on günden az olan oruç şimdi bütün bir ay ve eskiden hatırlayın orucu kaçırınca iki seçeneğiniz vardı artık bir seçeneğiniz var, o da kaçırdığınız orucun yerine oruç tutmak. Takip eden ayette Allah sizin için kolaylık, ister zorluk istemez buyuruluyor. O yüzden şimdi oruç 30 gün ve kaçırdığınız oruçlar için sadece tek seçeneğiniz var. Kolaylık bunun neresinde diye düşünebilir insan. Oruç takva sahibi olmamız içindi. Takva zor kazanılır. Daha fazla takva için daha fazla oruç gerekir. Gündüz oruç tutar, akşam Kur’ân dinlersiniz böylece takvayı kalbinize indirirsiniz.
Allahım bizi dünyada ve ahirette kolaylık verdiklerinden eyle.
Youtube’a ‘Ramazan ayeti nouman ali Han’
Yazarsanız 11 bölümlük Bakara 185. Ayetin cok guzel bir tefsiri var…
Rameda رمض :
رَمَضان kelimesi رَمْضٌ kökünden gelir. Anlamı güneşin fazla kızışmasıdır.(Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim formunda 1 ayette geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli Ramazan'dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
Kemele كمل :
Birşeyin kemâli, onun istenen tüm vasıflarının tamam olması, bir arada bulunmasıdır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de bir if'al fiil ve bir isim formunda olmak üzere 5 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri ikmâl, kemâl, Kâmil, mükemmel, mütekâmil, tekmil ve tekâmüldür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ
شَهۡرُ رَمَضَانَ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri هو [o] şeklindedir. رَمَضَانَ kelimesi elif ve نَ harfinin ziyadesiyle gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
شَهۡرُ رَمَضَانَ kavli de, اَلصِّيَامُ kelimesinden bedeldir ya da mahzuf bir mübtedanın haberidir. Yani, هُوَ اَلشَّهْرُ demektir. رَمَضَانَ kelimesi de, رَمِضَ kelimesinin masdarı olup, yakmak ve yanmak manasındadır. رَمْضَاءٍ kökünden alınmadır. شَهۡرُ kelimesi buna izafe olunmuştur. Böylece bir alem (yani özel bir isim) olmuştur. Bu şekilde isimlendirilmiş olması, insanların ramazanda tuttukları oruç nedeniyle çektikleri açlık ve susuzluk sıkıntısı, zorluğu ve şiddetidir. Çünkü genelde Araplar ayları içlerindeki durum ve olaylara göre zaman açısından değerlendirmektedirler. Ramazan ayının ise yakıcı sıcak günlere denk düşmesi sebebiyle buna bu isim verilmiştir.Günahları yaktığı için bu ismi aldığı da söylenmiştir.
(Nesefî-Medâriku’t-Tenzî Ve Hakâîku’t-Te’vîl--Ebüssuûd-Kurtubi-Fahreddin er-Razi,Tefsir-i Kebir)
ٱلَّذِیۤ müfret müzekker has ism-i mevsûlu رَمَضَانَ kelimesinin sıfatı olarak mahallen mecrur veya شَهۡرُ ’nun sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası أُنزِلَ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
فِیهِ car mecruru أُنزِلَ fiiline müteallıktır. ٱلۡقُرۡءَانُ naib-i faildir. هُدى sonundaki mahzuf elif üzerine takdir edilen fetha ile mansubtur. Hal olarak gelmiştir, yani هاديا manasındadır. لِّلنَّاسِ car mecruru هُدى kelimesine müteallıktır. بَیِّنَـٰت kelimesi atıf harfi وَ ’la هُدى kelimesine matuftur. مِّنَ ٱلۡهُدَىٰ car mecruru بَیِّنَـٰت ’e müteallıktır. ٱلۡفُرۡقَانِ ise ٱلۡهُدَىٰ kelimesine matuftur.
فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ
فَ istînâfiyyedir. مَن şart ismi iki fiili cezmeder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. شَهِدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir هُو ’dir. Şart fiilidir ve mahallen meczumdur. مِنكُمُ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. ٱلشَّهۡرَ mef’ûlun bihtir.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Cevap fiiline dahil olan لۡ , emir içindir. هُ muttasıl zamiri takdir edilmiş harf-i ceriyle mahallen mansubtur. Takdiri فليصم فيه (onda oruç tutsun.) şeklindedir. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip مَن ’in haberidir.
وَمَنْ كَانَ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ
وَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. مَن şart harfi, mübteda olarak mahallen merfûdur. كَانَ şart fiilidir. İsmi, gizli هو olarak takdir edilir. مَّرِیضًا kelimesi كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.
عَلَىٰ سَفَر car mecruru مَّرِیضًا ’e matuf olan mahzuf bir kelimeye müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. عِدَّة mübteda olup lafzen merfûdur. Haberi mahzuftur. مِّنۡ أَیَّامٍ car mecruru عِدَّة ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. أُخَرَ kelimesi أَیَّامٍ ’ın sıfatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, مَن ’in haberidir.
يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ
Fiil cümlesidir. یُرِیدُ merfû muzari fiildir. ٱللَّهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. بِكُمُ car mecruru یُرِیدُ fiiline müteallıktır. ٱلۡیُسۡرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
لَا یُرِیدُ بِكُمُ ٱلۡعُسۡرَ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یُرِیدُ merfû muzari fiildir. بِكُمُ car mecruru یُرِیدُ fiiline müteallıktır. ٱلۡعُسۡرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. لِ harfi, تُكۡمِلُوا۟ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri شرع (Kanun olarak koydu.) şeklindedir. ٱلۡعِدَّةَ mef’ûlun bihtir. لِتُكَبِّرُوا۟ fiili atıf harfi وَ ’la لِتُكۡمِلُوا۟ fiiline atfedilmiştir. للَّهَ lafza-i celâli mef’ûlun bih olup lafzen mansubtur.
مَا ve masdar-ı müevvel, عَلَىٰ harf-i ceriyle birlikte تُكَبِّرُوا۟ fiiline müteallıktır.
لِتُكَبِّرُوا۟ fiilinin عَلَىٰ ile geçişli kılınması hamd manası içermesi sebebiyledir. Böylece sanki; “Size bu çareyi göstermesine karşılık hamdederek Allah’ı yüceltesiniz diye” denmiş olmaktadır. (Keşşâf)
وَلَعَلَّكُمۡ تَشۡكُرُونَ
شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ
Ayet istînâfiyye-i beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formundaki ilk cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. شَهۡرُ رَمَضَانَ şeklindeki izafet, تلك الأيام şeklinde takdir edilen mahzuf bir mübtedanın haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. رَمَضَانَ için sıfat olan ism-i mevsûlün sılası müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sıfat, cümlenin anlamını zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. İsm-i mevsûllerde tevcîh sanatı vardır.
هُدى لِّلنَّاسِ [İnsanlar için bir hidayet rehberi] sözünden sonra بَیِّنَـٰت مِّنَ ٱلۡهُدَىٰ [doğru yolun apaçık delilleri] sözünün zikri hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır.
أُنزِلَ فِیهِ ٱلۡقُرۡءَانُ ifadesinden sonra Kur’an’ın irşad edici, açıklayıcı ve ayırıcı özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.
Şayet “[Kur’an hakkında] ‘insanlar için bir hidayet rehberi’ dedikten sonra ‘doğru yolun apaçık delilleri’ demenin anlamı nedir?” dersen, şöyle derim: Önce Kur’an’ın bir hidayet rehberi olduğunu, daha sonra da onun Allah’ın, kendi vahyi ve yol gösterip, hidayetle sapkınlığı birbirinden ayıran tüm semavî kitapları adına kendisiyle hidayete erdirdiği şeylerin tümünün apaçık delilleri olduğu zikredilmiştir. (Keşşâf)
أُنزِلَ fiili meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
ٱلۡقُرۡءَانُ ve ٱلۡفُرۡقَانِۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Burada شَهۡرُ kelimesiyle “hilal” kastedilmiştir. Arkadan gelen هِ zamiri ona aittir ve hilal değil, bildiğimiz 30 günlük zaman kasdedilmiştir. Böylece “şehr” kelimesinin iki manasının biri kendisiyle, diğeri de ona ait bir zamirle ifade edilmiş olur. Buna istihdam sanatı denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedii İlmi, S.68)
شَهۡر ; esasen şöhret kökünden masdar olup bir şeyi açığa çıkarmak manasındadır. Bu manadan alınarak:
1- Gökte görülen aya,
2- Bu ayın görünüp, ışık verir bir hale gelmesi ve nihayet kaybolup, tekrar doğması suretiyle bir devrinden ibaret olan zaman süresine,
3- Hilal nazar-ı itibara alınmayarak sırf gün hesabıyla otuz günlük süreye de âdet olarak şehr denir. Güneş yılının bölümlerinden her birine ay, şehr, mâh denmesi de bu manadan alınmıştır. (Elmalılı)
ٱلَّذِیۤ أُنزِلَ فِیهِ ٱلۡقُرۡءَانُ [Kur’an o ayda indirilmiştir] ifadesi, Kur’an’ın o ayda indirilmeye başladığı anlamına gelmektedir ki, bu da Kadir gecesinde olmuştur. Kur’an’ın önce topyekün dünya semasına, sonra da fragmanlar halinde yeryüzüne indirildiği de söylenmiştir. Yine bu ifadenin [O Ramazan ayı ki hakkında Kur’an inmiştir] anlamına da geldiği söylenmiştir ki, bu da [oruç size farz kılınmıştır] ilahî sözüdür. (Keşşâf)
فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُۜ
Şart üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, فَ ile istînâf cümlesine atfedilmiştir.
Şart cümlesi müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesi olan فَلۡیَصُمۡهُۖ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Farklı manadaki ٱلشَّهۡرَ kelimelerinde tam cinas, ٱلشَّهۡرَ ve شَهِدَ kelimeleri arasında cinas-ı muzari ve bu kelimeler arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَهۡرُ ve هُدࣰى kelimelerinin tekrarlanmasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
شَهۡر açığa çıkma manasındadır, gökteki ay için kullanılır. Onu görmek manasında شَهِدَ fiili kullanılmıştır. Bu iki kelime arasında cinas vardır. شَهۡر takvim ayı değil, gökteki ay demektir.
Oruç için gökteki ayı gözlenir ama günümüzde modern metodlarla da ayı hesaplamanın caiz olduğu kesindir.
وَمَنْ كَانَ مَر۪يضاً اَوْ عَلٰى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ اَيَّامٍ اُخَرَۜ
Ayetin ikinci cümlesi atıfla gelmiştir. Ciheti camia temasüldür. Şart üslubunda haberî isnaddır. كَانَ şart fiilidir. Cevap cümlesi فَ karinesiyle ...عِدَّةࣱ مِّنۡ أَیَّامٍ cümlesidir. Bu cümlede mübtedanın haberi olan car mecrurun müteallakının hazfı sebebiyle îcâz-ı hazif sanatı vardır.
سَفَر ; esasen keşif, açmak manası taşımaktadır. Bunun için "isfâr", yüzünü açmak ve parçalamak manasınadır. Uzak bir yere gitmek de yolcunun her türlü hal ve ahlakını meydana çıkardığı için, ona da sefer denmiştir. (Elmalılı)
أُخَرَ kelimesi vasıf olduğu ve elif ve lam harflerini almadığı için gayrı munsarif bir kelimedir. Çünkü, bu vezninde sıfat olan kelimelerde asıl olan cemi yani çoğul olmaları halinde elif ve lam ile kullanılmasıdır.
184. ayetteki cümlenin tekrarıdır. İki cümle arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
يُر۪يدُ اللّٰهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُر۪يدُ بِكُمُ الْعُسْرَۘ وَلِتُكْمِلُوا الْعِدَّةَ وَلِتُكَبِّرُوا اللّٰهَ عَلٰى مَا هَدٰيكُمْ
Ta’lil cümlesi olarak şibh-i kemâl-i ittisâl nedeniyle fasılla gelmiştir. Müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Akabindeki cümle ise menfi fiil sıygasında faide-i haberi ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemal sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.
Bu ayette geçen fiillerin tümü muzari olarak kullanılmıştır. Hükmü takviye, hudûs ve teceddüd ifade ederler. Ayrıca muzari fiiller tecessüm özelliğiyle muhayyileyi harekete geçirerek muhatabın dikkatini canlı tutar.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Lafza-i celâlin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayette یُرِیدُ ٱللَّهُ بِكُمُ ٱلۡیُسۡرَ - لَا یُرِیدُ بِكُمُ ٱلۡعُسۡرَ cümleleri arasında ikili mukabele vardır.
Müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan لِتُكۡمِلُوا۟ ٱلۡعِدَّةَ cümlesi sebep bildiren masdar teviliyle, takdiri يعينكم (size yardım eder) olan fiile mütealliktir. وَ ’la ….يريد بكم cümlesine atfedilmiştir.
Arkasından gelen aynı üsluptaki masdar-ı müevvel de birinciye matuftur.
Burada ٱلۡیُسۡرَ ve ٱلۡعُسۡرَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Sayıyı tamamlayasınız] ifadesi, sayıya riayet emrinin gerekçesi iken, [ve Allah’ı yüceltesiniz] ifadesi kazanın nasıl yapılacağını ve oruç bozma mesuliyetinden nasıl kurtulunacağını öğretmesi ile ilgilidir; [ve şükretmeniz içindir] ifadesi de ruhsat verme ve kolaylaştırmanın illetidir. Bu (sıralanış) leff ü neşr-i müretteb, yani ikinci sırada gelen ifadelerin ilk sıradaki ifadeleri yer alış sırasına riayet ederek açıklaması türünden öyle ince bir metoddur ki, bunun açıklamasını beyan alimlerinin en araştırmacı ve uzman olanları bile zor yapar. لِتُكَبِّرُوا۟ fiilinin عَلَىٰ ile geçişli kılınması, hamd manası içermesi sebebiyledir. Böylece sanki; “Size bu çareyi göstermesine karşılık hamdederek Allah’ı yüceltesiniz diye” denmiş olmaktadır. (Keşşâf-Ebüssuûd-Fahreddin er-Razi,Tefsir-i Kebir)
Allah’ı tekbir (Allah'ı Ululama): Esasen Allah'ı tazîm ve saygı demektir ki, üç mana ile olur:
a) Akd-i Kalb (kalbin bağlanması): Allah'ın birliğine, adaletine itikatla marifetin sağlamlığı ve şüphelerin yok oluşudur.
b) Söz: Allah'ın yüce sıfatlarını ve güzel isimlerini ikrardır.
c) Amel: Namaz, oruç, diğer farzlar ve şer'an caiz görülmüş şeyler gibi kulluk amelleriyle ibadet etmektir. (Elmalılı)
وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliye olan masdar-ı müevvele matuftur. Gayrı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ , Vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfidir. لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘… olsun diye, … olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşa formundan çıkıp haberî anlama geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
[Umulur ki şükredersiniz.] Yani size verdiği dinî ve dünyevî nimetler için Allah’a dil, kalp, beden ve mal ile şükredin. Bir görüşe göre bu ayetin anlamı şöyledir: ‘’Allah Teâlâ’nın size emrettiğini yapın. Bu; O’na şükretmek demektir.’’ اِعْمَلُٓوا اٰلَ دَاوُ۫دَ شُكْرًاۜ [Ey Davud ailesi! Şükretmek için amel edin.] (Sebe’ 34/13) ayeti de bu anlama gelir. Yüce Allah bu ayette amel etmeyi, kendisi için şükretmekle bir saymıştır. Öyleyse bütün ibadetler şükür için vaz edilmişlerdir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Bu ayet-i kerimede Allah Teâlâ Müslümanlara; Kur’an’ın indirildiği ay olan Ramazan ayında oruç tutmalarının farz olduğunu, hasta veya seferde olanın oruç tutmama ruhsatının olduğunu bildirmekte ve bu kimselerin diğer günlerde oruç tutmasını istemektedir. Bu haberden maksat; müminlere daha önce bilmedikleri yeni bir haber vermektir. İşte bu şekildeki isnadlara fâide-i haber denir. Çeşitli ilimler konusunda yazılmış kitaplardaki isnadlar hep bu gruba girer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayette leff bölümünde hasta veya yolculukta olan kişilerin oruçlarını tutamadıkları günlerin sayısınca diğer günlerde tutabilecekleri zikredilmiş, bu kolaylığın sağlanmasının illeti ise neşr bölümünde müminlerin tutamadıkları oruçların sayısını tamamlamak olarak açıklanmıştır. Leff bölümünün ikinci öğesi olan Allah’ın (cc) kulları için bu kolaylığı isteyip, zorluğu murad etmemesinin sebebi ise hidayete erdirdiği için zatının yüceltilmesi olarak açıklanmıştır. Hemen akabinde leff bölümünde belirtilen nimetin neşr bölümündeki sebebinin sebebi “umulur ki şükredersiniz” ifadesindeki icmâlî neşr ile tekrar açıklanmıştır. (Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları / Hasan Uçar-Keşşâf)
وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve ne zaman |
|
2 | سَأَلَكَ | sana sorar(lar)sa |
|
3 | عِبَادِي | kullarım |
|
4 | عَنِّي | benden |
|
5 | فَإِنِّي | şüphesiz ben |
|
6 | قَرِيبٌ | (onlara) yakınım |
|
7 | أُجِيبُ | karşılık veririm |
|
8 | دَعْوَةَ | du’asına |
|
9 | الدَّاعِ | du’a edenin |
|
10 | إِذَا | zaman |
|
11 | دَعَانِ | bana du’a ettiği |
|
12 | فَلْيَسْتَجِيبُوا | O halde onlar da karşılık versinler |
|
13 | لِي | bana |
|
14 | وَلْيُؤْمِنُوا | inansınlar ki |
|
15 | بِي | bana |
|
16 | لَعَلَّهُمْ | böylece onlar |
|
17 | يَرْشُدُونَ | doğru yola erişirler |
|
Birdenbire bir dua âyetiyle karşı karşıya geliyoruz. Bir kişinin Allah’a en yakın olduğu zaman, sabırla birlikte olduğu zamandır. Sabır oruçtur, dua da Allah’la beraber oluştur.
Rabbimiz bizim için; "kullarım" diyor. Bu ne büyük bir şereftir. Bu hitap üstelik oruç âyetlerinin arasında geliyor. Allah, “Kullarım!” buyurarak bizi kendisine izâfe ediyor. Bu şerefin, bu yakınlığın, bu ünsiyetin yanında orucun meşakkati ne değer ifade eder de? Bunu duyan bir müslümanda yorgunluk, meşakkat kalır mı? Şereflerin belki en yücesi.
Kullarıma söyle Peygamberim! diye bizi üçüncü şahıs zamiriyle de kullanmıyor üstelik,
Rabbimiz bizi kendisine muhatap kabul ediyor, bize yöneliyor ve bizzat kendisi, bizim sorularımıza cevap verme lütfunda bulunuyor. Yakınım diyor, dualarınızı işitirim demiyor, siz bana dua edince ben anında icâbet ederim diyor.
Duada bir de acele etmeyeceğiz. Allah’ın Rasûlü:
"Sizden biriniz acele etmedikçe Allahu Teâlâ duanızı kabul buyurur."
Duada acele etmek, dua ettim de Allah kabul etmedi demektir. (Buhârî, Müslim)
Dua ile istenen ihtiyacın karşılanması hemen de olabilir, bir müddet sonra da olabilir, bazen de istenen şey âhirete kalabilir. Bazen de bizim hakkımızda hayırlı olan şey, bizim istediğimizin dışında bir şey de olabilir. Öyleyse; “Olmadı! Dua ettim de kabul edilmedi!” diye acele etmeyelim. Çünkü Allah istediği zaman, istediği biçimde bizim duamızı kabul edecektir. Ve bazen bizim daha çok dua etmemizi istediği için Rabbimiz, istediğimiz şeyleri geç verebilir. Bu durumda kesinlikle ümitsizliğe düşmemeliyiz.
Değilse, Yani Allah’ın mülkü yanında bizim istediklerimiz ne kadar olabilir de? Bütün dünya insanlığı birleşse, herkes isteyebileceğinin en son sınırını istese, Allahu Teâlâ’nın mülkünden bir şey eksilir mi? Öyleyse bizim istediklerimizi geciktirmesinin sebebi, bizim biraz daha dua ederek kulluğumuzu artırmamızı istemesinden başka bir şey değildir.
Şurası da unutulmamalıdır ki:
"Dua bir ibâdettir." (Ebu Dâvûd, Tirmizî, İbni Mace)
Dua dua edileni büyük tanımak, büyüklük mevkiine oturtmak, büyüklüğünü, gücünü kuvvetini kabul etmektir. Dua acziyetin ifadesidir. Dua âcizin, güçsüzün güçlüye teslimiyetinin ifadesidir. Öyleyse dua eden mü’minin duası, onu Allah’ın her ân kendisinin Rabbi ve koruyucusu olduğu düşüncesine ve her ân O’na muhtaç olduğu şuuruna götürecektir.
Dua ederken Allah’tan istenmesi gereken, istenmesi caiz olan şeyleri istemeliyiz. Harika, mûcize, nübüvvet ve haramları istemek gibi caiz olmayan şeyleri istemeyeceğiz.
Oruçlu dua etmeye çalışacağız. Hele hele iftar vakti yapılan duanın reddedilmeyeceğini söyler Allah’ın Rasûlü:
"Oruçlunun iftar vakti yapmış olduğu duası mutlaka kabul olur."
"İftar zamanı oruçlunun duası reddedilmez ."Buyurur. Yine Ebu Hureyre’nin rivâyet ettikleri bir hadislerinde Allah’ın Rasûlü şöyle buyurur:
Üç kimsenin duası asla reddedilmez.
1- Âdil devlet reisinin duası.
2- İftar edinceye kadar oruçlunun duası.
3- Zulme uğrayan mazlumun duası.
Bu üç kişinin duasının asla reddedilmeyeceğini anlatıyor Allah’ın Rasûlü. Allah bizden dua etmemizi istiyor. Duaya o kadar önem verelim ki, öyle bir dua hayatı uygulayalım ki, artık bizim hayatımız hep dua olsun. Yani Allah’la ilişkimizi hiç kesmeyelim. Çünkü dua sürekli Allah’la ilişki içinde olmaktır. Her zaman ona dua edelim. Hem de isteklerimiz meşru olduğu sürece utanmadan isteyelim ondan. Yahu bu da istenir mi, demeyelim. Çünkü istenilen kim? Allah. Yani anamız değil, babamız değil, ağamız, patronumuz değil. Yani başkaları gibi hasa âciz, güçsüz, fakir birisi değil ki Rabbimiz. Üstelik biz yalvardıkça bizi seviyor. Kendisini istediklerimize sahip bildikçe, istediklerimize ehil gördükçe, istenilecek, başvurulacak tek kapı kabul ettikçe bizi seviyor.
Biz ona yöneldikçe o bizim kendisine yönelmemizden memnun oluyor. Öyleyse hemen yalvaralım, hemen yakaralım. Karnımız acıktı yalvaralım, susâdık yalvaralım, ayakkabımız kayboldu yalvaralım, ayakkabımız bulundu yalvaralım, sıkıntımız var yalvaralım, cennet istiyoruz yalvaralım, cehennemden korkuyoruz yalvaralım, yalvaralım, yalvaralım.
Ve Kur’ân’daki dua modellerini de iyi belleyelim. Kur’ân’daki dua modelleri yanında bir de Rasûl-i Ekrem Efendimizin dua usullerini, ezkarını iyi belleyelim. (Besairul Kur’ân Ali Küçük Tefsiri)
(peygamberimizin sabah duaları videosu)
https://youtu.be/Ij3q-bekv1M
"Ben Yakınım" Bakara 186. Ayet Tefsiri
Bu videoda ozellikce arapca dilinin incelikleri uzerine de duruluyor..Allahin hitabindaki incelik..izleyip asla unutamadigim bir video..Ayeti ezberleyip namazimiza sokmak arkasindan da hemen bir dua ayeti okumak cok guzel olmaz mi?
https://youtu.be/h4HgAu7Wwlg 16dk 35sn- Nouman Ali Han
Allah bize her zaman çok yakın ama biz şeytan aradan çekildiği için ona en çok ramazan ayında yaklaşıyoruz.
Sana kullarım benim hakkımda sorarlarsa muhakkak ki ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit, dua edenin duasını kabul ederim. O halde benden isteyin, bana iman edin ki doğruyu bulasınız. Benden başkasından isterseniz doğruya erişemezsiniz.
Oruçtan sonra duanın zikredilmesi oruçlunun duasının kabuluyle alakalı hadisleri hatırlatır.
Böyle bir ibadetin ardından dua etmenin makbul olduğuna işaret vardır.
Duanın çeşitleri var. Bizim dünya üzerinde yaşamamız fıtri duadır. Bitki ve hayvanların ihtiyaç diliyle yaptıkları dua ikinci çeşit duadır. Üçüncüsü insanların yaptıkları duadır. Bu da fiili ve sözlü olmak üzere iki çeşittir. İkisini birlikte yapmak gerekir.
Allah teala dua edenin duasını kabul ederim buyurmuş. Bu haber, duayı aynısıyla kabul edeceğini göstermez. İhtiyacı kulun hayrına olan başka bir şekilde karşılayacağı gibi, ahirete de bırakabilir.
Ayette ‘kullarım Sana Beni sorarlarsa, Ben çok yakınım.’ buyrulmuştur. Bu cevapta, diğer ayetlerde gelen sorulara verilen cevaplarda olduğu gibi قُل veya فَقُلْ lafızları kullanılmamıştır. Mesela, ‘Rasûlum, sana dağlar hakkında sorarlar, ‘de ki’ Rabbim onları ufalayıp savuracak.’ (Taha/105) ayetinde cevap فَقُل
ْ ile gelmiştir. Bu ayette ise Yüce Allah kullarına son derece yakın olduğunu, kendisinden bir şey isteyen ihtiyaç sahipleri ile, kendisi arasında bir vasıta olmaksızın onların işlerine cevap verecek şekilde onlarla beraber olduğunu bildirmek için cevabı bizzat vermiştir.
Riyazus Salihin, 981 Nolu Hadis
Ebû Musâ el-Eş’arî radıyallahu anh şöyle dedi:
Biz bir yolculukta Hz. Peygamber ile birlikte idik. Tepelere çıktıkça Allahuekber, lâ ilâhe illallah diye yüksek sesle tekbir ve tehlil getirdik. Bunun üzerine Nebî sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Ey Müslümanlar! Kendinizi zorlamayınız. Zira siz sağıra veya burada olmayan birine seslenmiyorsunuz. Allah daima sizinle beraberdir, işitir ve size sizden daha yakındır” buyurdu.
Buhârî, Cihâd 131, Meğazî 38, Daavât 51, Tevhîd 9; Müslim, Zikr 44. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitr 26
Riyazus Salihin, 1504 Nolu Hadis
Ubâde İbni’s-Sâmit radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Yeryüzünde bir müslüman Allah’tan bir şey dilerse, günah bir şeyi istemediği veya akrabası ile ilgisini kesmeyi arzu etmediği sürece Allah onun dileğini mutlaka yerine getirir veya ona vereceği şey kadar bir kötülüğü kendisinden giderir.”
Orada bulunanlardan biri:
- O takdirde biz Allah’tan çok şey isteriz, deyince, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Allah’ın lutfu dilediğiniz şeylerden daha çoktur” buyurdu.
Tirmizî, Daavât 115. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 18
Ayette geçen ucîbu ve felyestecîbû kelimeleri aynı kökten olup icabet etme manasındadır.
وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ
وَ istînâfiyyedir. إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. سَأَلَكَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عِبَادِی faildir. Mütekellim zamiri ی muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَنِّی car mecruru سَأَلَكَ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ی mütekellim zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. قَرِیبٌ ise اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ
أُجِیبُ muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir انا ’dir. دَعۡوَةَ mef’ûlun bihtir. ٱلدَّاعِ kelimesi sonundaki mahzuf ى üzerine takdir edilen kesra ile mecrurdur. إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. دَعَا cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Sonundaki ن vikayedir. Esre ise mütekellim zamirinden ivazdır.
فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Cevap fiiline dahil olan لۡ , emir içindir. یَسۡتَجِیبُوا۟ fiili, emir لۡ ‘ı ile meczum muzari fiildir. لِی car mecruru لۡیَسۡتَجِیبُوا۟ fiiline müteallıktır.
لۡیُؤۡمِنُوا۟ fiili لۡیَسۡتَجِیبُوا۟ cümlesine matuftur.
لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. یَرۡشُدُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi müsbet mazi sıygasında fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesi إِنِّ ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır.
عِبَادِی izafetinde Allah Teâlâya ait zamire muzâf olan عِبَادِ, şan ve şeref kazanmıştır.
Bu ayette önceki ayetteki gaib zamirden mütekellim zamirine iltifat vardır.
[Ben yakınımdır] ifadesi, dua edene Allah Teâlâ’nın kolayca icabet etmesi ve kendisinden isteyenin ihtiyacını çarçabuk karşılaması durumunun, mekânı yakın olanın durumuna benzetilmesiyle ilgili temsilî bir anlatımdır. Binaenaleyh Allah Teâlâ’ya dua edildiğinde, Lebbeyk [icabete hazırım] demesi süratle gerçekleşir ki, bunun benzeri;
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ [Biz ona şah damarından daha yakınız] (Kāf 50/16) ayetidir. (Keşşâf)
وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِی عَنِّی فَإِنِّی قَرِیبٌۖ ayetinin قُلْ (De ki) ile başlamaması tövbe, dua ve niyaz makamında kul ile Rabbi arasındaki vasıtayı kaldırmak içindir. Bunda Allah Teâlâ’nın kullarına karşı lütuf ve inayeti vardır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, soru: 1336)
فَإِنِّی قَرِیبٌۖ [Ben ona yakınım.] Burada niçin diğer sorularının cevabında olduğu gibi burada da “de ki” buyurulmamıştır? Çünkü burada Allah Teâlâ kendisi hakkındaki soruya bizzat kendisi cevap vermektedir. Bununla icabetinin ve merhametinin yakın olduğunu bildirmek istemiştir. Çünkü Allah Teâlâ mekân yakınlığından münezzehtir. Mekân yokken de O vardı. Bugün de var olduğu şekildedir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
Üslubun değişerek Resulullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) yönelmesinde, Resulullah için apaçık bir şereflendirme ve onun makamını yükseltme anlamı vardır. Yani ‘’ey Resulüm! Kullarım sana Beni sorarlarsa onlara, Benim onlara çok yakın olduğumu söyle’’ demektir. Bu ifade, Allah'ın kullarının fiillerini ve sözlerini bildiğini, onların hallerine muttali olduğunu, mekânen yakın bir kimsenin haline teşbih suretiyle anlatmaktır. (Ebüssuûd)
Oruçtan sonra duanın zikredilmesi oruçlunun duasının kabulüyle alakalı hadisleri hatırlatır.
Böyle bir ibadetin ardından dua etmenin makbul olduğuna işaret vardır.
Bu cümlede دَعَا kökünden gelen kelimeler arka arkaya gelmiş. Aralarında cinas ve reddü’l-acüz ales-sadr vardır.
اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ
Fasılla gelmiş cümle إِنِّ ’nin ikinci haberidir. Bu cümlenin sıfat olduğu da söylenmiştir. Müsbet mazi fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidâî kelamdır.
دُعاَءً: Esasen davet gibi çağırmak manasına masdardır. Sonra küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya meydana gelen talep ve niyaz manasına âdet olmuş ve isim olarak da kullanılmıştır ki dua dinledim, dua okudum denir. Duanın hakikati, kulun, şanı yüce olan Rabbinden mütevazi bir şekilde medet, ihtimam ve yardım dilemesidir. (Elmalılı)
فَلْيَسْتَج۪يبُوا ل۪ي وَلْيُؤْمِنُوا ب۪ي
ف , mahzuf şartın cevabına gelen rabıtadır. Terkip, inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri إذا كنت كذلك فليستجيبوا (Ben böyle olduğuma göre onlar da benim emrime uysunlar) şeklindedir. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki cümle و ’la makabline atfedilmiştir.
[Öyleyse] onlar ihtiyaçları için beni çağırdıklarında onlara icabet ettiğim gibi, onlar da kendilerini iman ve itaate çağırdığımda bana cevap verip, [davetime icabet etsinler.]
[O halde Benim davetime uysunlar.] Ben de onların dualarına icabet edeceğim. Öyleyse onların da benim davetime icabet etmeleri, emirlerime uyup yasaklarımdan sakınmaları gereklidir. Duaya icabet etmesi Allah Teâlâ’nın kesin bir vaadidir. Bundan asla vazgeçmez. Dileğini O’na arz eden kişinin dileği hemen gerçekleşmiyorsa bunun sebepleri olabilir. İcabet mutlaka gerçekleşecektir. Duanın kabul edilmesi bir şey, ihtiyacın görülmesi ayrı bir şeydir. Duanın icabeti için kulun “Ya Rabbi!” diye niyaz etmesi yeterlidir. Allah Teâlâ ona “Buyur ey kulum!” der. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr-Ebüssuûd)
لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ
Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Gayrı talebî inşâ cümlesidir.
لَعَلَّ , Vukuu mümkün durumlarda kullanılan terecci harfidir. لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşa formundan çıkıp haberî anlama geldiği için, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.
Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
لَعَلَّ edatı, terecci içindir yani ‘ümitvar olma’ manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki, her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerîm olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine olan bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub (v. 106/724) ise; لَعَلَّ kelimesi ‘için’ manasındadır, yani ‘sakınıp korunmanız için’’ demektir, der. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Bir gün, bir arkadaşla ufak bir sıkıntısını konuşuyorduk. "Allah'tan iste." dediğimde, bana: "Allah'tan bu kadar basit bir şey istenir mi? Daha önemli şeyler için dua etmek varken. Daha önemli sıkıntıları olanları bilirken." dedi.
"Zaten sahip olduğun, istediğin her şeyi sana veren, Allah değil mi?" diye sordum.
Dua, kula verilen en güzel hediyelerden değil midir? Özellikle çocukluğumda, insanların duadan bu kadar uzak olması aklımı karıştırıyor, şaşırtıyordu. Ayakkabının bağı kaybolduğunda bile, Allah'ın huzuruna koşup isteyebilecekken ve O istemeden bulamayacağını bile bile neden etrafta, pervane misali dolanıp durmayı seçer insan?
Allahım istediğim her şeyi - dünyamı da, ahiretimi de - Senden istememi nasip et. Sıkıldığımda, hayal kırıklığına uğradığımda, kaybolduğumda, korktuğumda, üzüldüğümde, sinirlendiğimde, zorlandığımda, güldüğümde, heyecanlandığımda, ümit ettiğimde, yaşadığım her duygu anında, her karışıklıkta, her yokuşta, her başlangıçta ve her sonda, Sen ol ilk aklıma gelen. Cümlelerim Senin adınla başlayıp, Senin adınla bitsin. Beni bilen Senken, istediklerimi bilen Senken, hakkımda hayırlı olanı bilen Senken, başkalarının kapısında vaktimi harcamaktan koru. Daima Senden ve daima hayırlısını istememi nasip et.
"Ve şayet kullarım sana benden sual ettilerse muhakkak ki ben çok yakınımdır, bana dua edince duacının duasına icabet ederim o halde onlar da benim da'vetime koşsunlar ve bana hakk ile iman etsinler ki doğru yola gidebilsinler”
Elhamdulillah müjdelerin güzeli için. Zihnimin ve kalbimin en derinlerindeki, en ufak hareketin habercisi olan Rabbim. Dualarımla geldim Sana. Davetine icabet etmek için imanımla koştum Sana. Kolaylaştır, güzelleştir ve kabul buyur.
***
İnsan, Allah’ın emir ve yasaklarına itaat için yaşar. Hepsini tek tek mantığına oturtmasına gerek yoktur ama tam bir teslimiyet göstermesi şarttır. Zira; herkesin algısı ve yetişirken öğrendiği kalıpları farklılık gösterir. Allah’a teslim olan kul, şu gerçeğe iman eder: Allah’ın sınırları değişmez ama yeni bir buluşla beraber insanın biliyorum sandığı bilime dair teorileri değişebilir.
Ne yazık ki, tarih boyunca özellikle de hristiyanlığın bilime karşı aldığı tavırlar ve çarpık zihniyetlilerin kitap ve dizilerinde ısrarla vurguladığı yanlış kalıplar sonucunda, dinden uzak duranların sahiplendiği bir yanılgı şişirildi: din bilime karşıdır. Belki de bu, bilim dünyasında, muazzam adımlar atmış olan müslümanların gelişimini yavaşlatmak ve durdurmak içindi.
Bir anlamda işe de yaradı: kimi dindarlar bilimden uzaklaştı ve kimi kendini bilim adamı diye nitelendirenler de dine karşı tavır aldı. Ancak; bir mümin, Allah’ın emrettiklerinde dünyevi ve uhrevi hikmetler gizlendiğine iman etti. Yani o, itaat üzere yaşadıkça iki cihanda da kazanacağından emindi. Gelişen bilimle beraber Allah’ın sınırlarının kıymeti daha da iyi anlaşıldı.
Belki de tam anlaşılamadı çünkü bu gerçeklere rağmen müslümanların bir kısmı içlerindeki uyuşukluk ve eziklik psikolojisinin etkisiyle İslam’a ait olmayan ama başka dinlerden doğma ya da üstün ele sahiplerin değer vermeye başladığı popüler akımlara kapıldı. Allah’ın rızası dışına çıkıp, yalnız dünyalık menfaatleri arzulayınca, bilim de insanı ikna edemedi. Zira, kalplerdeki niyet değişmişti.
Orucu tutamadı ama 24 saati aşan açlık oruçlarıyla sınırlarını zorladı ya da başka sebeplerden dolayı saatler boyu aç ve susuz dolaştı; namazından ve zikrinden uzaklaştı ama kaybettiği huzuru ya da zihnini dinlendirme yollarını yogada ve meditasyonda aradı. Aslında, insan canı istediğinde müthiş bir kapasiteye sahip olduğunun farkındaydı. Açlıktan tokluğa, ayakta durmaktan secdeye varmaya kadar olan her halini Allah’a itaat etme niyetiyle, Allah’ın buyurduğu şekilde yaptığında sevap kazandı ve ayrıca dünyadaki faydasından da nasiplendi.
Ey Allahım! Bizi,
Bilinçli müslümanlardan,
Her emrine ve yasağına, tam bir teslimiyetle ve samimiyetle itaat edenlerden,
Üzerindeki uyuşukluk ve eziklik halinden sıyrılarak İslam sancağını şükürle ve azimle doğru taşıyanlardan,
Dünyalık menfaatlerin baskısından sıyrılarak yalnız Senin için yaşayanlardan, Senin rızanı umarak ibadet edenlerden ve rahmetin ile iki cihanda da kazananlardan,
Batıldan ve batıla yaklaştıran her halden, yoldan, amelden ve insandan uzaklaşanlardan,
Batıl ile Hakkı ayırt edenlerden ve daima Hakkı seçenlerden eyle.
Ey Allahım! Bizi nefsimizin huzursuzluğundan ve huzurperestliğinden yani dünyalık huzur için bürünebileceği sınır bilmez hallerinden koru. Bizi, bir an olsun nefsimize bırakma ve kalplerimizdeki niyeti Senden ve Senin rızandan uzaklaştırma. Bizi; Senin rızanı kazanmışların, ebedi huzura ve Sana kavuşmuşların arasına kat.
Amin.