3 Nisan 2024
Bakara Sûresi 187-190 (28. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Bakara Sûresi 187. Ayet

اُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلٰى نِسَٓائِكُمْۜ هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّۜ عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْۚ فَالْـٰٔنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْۖ وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِۖ ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْلِۚ وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَاَنْتُمْ عَاكِفُونَۙ فِي الْمَسَاجِدِۜ تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَقْرَبُوهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ  ...


Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı.Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah, (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece açıklar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أُحِلَّ helal kılındı ح ل ل
2 لَكُمْ size
3 لَيْلَةَ gecesi ل ي ل
4 الصِّيَامِ oruç ص و م
5 الرَّفَثُ yaklaşmak ر ف ث
6 إِلَىٰ
7 نِسَائِكُمْ kadınlarınıza ن س و
8 هُنَّ onlar
9 لِبَاسٌ elbisenizdir ل ب س
10 لَكُمْ sizin
11 وَأَنْتُمْ ve siz de
12 لِبَاسٌ elbisesisiniz ل ب س
13 لَهُنَّ onların
14 عَلِمَ bildi ع ل م
15 اللَّهُ Allah
16 أَنَّكُمْ gerçekten siz
17 كُنْتُمْ olduğunuzu ك و ن
18 تَخْتَانُونَ yazık ediyorsunuz خ و ن
19 أَنْفُسَكُمْ kendinize ن ف س
20 فَتَابَ tevbenizi kabul etti ت و ب
21 عَلَيْكُمْ sizden
22 وَعَفَا ve affetti ع ف و
23 عَنْكُمْ sizi
24 فَالْانَ artık şimdi
25 بَاشِرُوهُنَّ onlara yaklaşın ب ش ر
26 وَابْتَغُوا ve arayın ب غ ي
27 مَا şeyleri
28 كَتَبَ yaz(ıp takdir etmiş ol)duğu ك ت ب
29 اللَّهُ Allah’ın
30 لَكُمْ sizin için
31 وَكُلُوا ve yiyin ا ك ل
32 وَاشْرَبُوا ve için ش ر ب
33 حَتَّىٰ kadar
34 يَتَبَيَّنَ ayırdelinceye ب ي ن
35 لَكُمُ sizce
36 الْخَيْطُ iplik خ ي ط
37 الْأَبْيَضُ beyaz ب ي ض
38 مِنَ -ten
39 الْخَيْطِ iplik- خ ي ط
40 الْأَسْوَدِ siyah س و د
41 مِنَ
42 الْفَجْرِ şafağın ف ج ر
43 ثُمَّ sonra
44 أَتِمُّوا tamamlayın ت م م
45 الصِّيَامَ orucu ص و م
46 إِلَى dek
47 اللَّيْلِ gece (oluncaya) ل ي ل
48 وَلَا
49 تُبَاشِرُوهُنَّ (kadınlara) yaklaşmayın ب ش ر
50 وَأَنْتُمْ siz
51 عَاكِفُونَ ibadete çekilmiş iken ع ك ف
52 فِي
53 الْمَسَاجِدِ mescidlerde س ج د
54 تِلْكَ bunlar
55 حُدُودُ sınırlarıdır ح د د
56 اللَّهِ Allah’ın
57 فَلَا
58 تَقْرَبُوهَا bunlara yaklaşmayın ق ر ب
59 كَذَٰلِكَ işte böyle
60 يُبَيِّنُ açıklar ki ب ي ن
61 اللَّهُ Allah
62 ايَاتِهِ ayetlerini ا ي ي
63 لِلنَّاسِ insanlara ن و س
64 لَعَلَّهُمْ umulur ki
65 يَتَّقُونَ korunup sakınırlar و ق ي

İlk müminler Medine’ deki Yahudi geleneğinin de etkisiyle,oruç gecesinde yeme içme ve cinsel birleşmenin yasak olduğunu sanıyorlardı.Yahudiler iftardan iftara oruç açar ve oruç gecesini de gündüzü gibi oruçlu geçirirlerdi. Oysa Allah oruç gecesinde eşlere yaklaşmanın helal olduğunu söylüyor hem de onlar sizin elbiseleriniz, siz de onların elbiselerisiniz şeklinde bir ayetle...Elbise insanı güzelleştirir,kusurlarını örter. Eşler de birbirini güzelleştiren birbirlerinin kusurlarını örten elbiseler gibi olmalıdır. Elbiseler soğuk sıcak havadan korur.İyi bir evlilik de insanı fitneden ve yoldan çıkmaktan korur. Huzur verir.

Nefislere ihanet etme sebebiyle bahsedilen ve kabul edilen tevbeden maksat şu olmalıdır, Allah eşlere yaklaşmayı haram kılmamış ama Yahudiler bunu gelenek haline getirmiş ve haram saymış buna rağmen de eşlerine yaklaşıyorlardı.. Onlardan gören ilk müminler de böyle yapıyordu.Yani kendi kendilerini aldatıyorlardı.Bunu bildiğini ve affettiğini söylüyor rahmeti bol Rabbimiz.

“Keteballahu leküm” size izin verilen anlamına gelir. ”Keteballahu aleykum” olarak geçtiği yerlerde Allah’ın sizin üzerinize  zorunlu kıldığı anlamına gelir.

183. ayette “oruç üzerinize farz kılındı” derken ey iman edenler diye başlamıştı ayet.Şimdi Allah ayetlerini insanlara böyle açıklar derken “linnasi” kullanılıyor.Medine deki yahudiler de muhatap olduğu için bu ayetlere hitap sadece iman edenlere değil,”Orucu işte böyle tutmanız gerekirdi” diyor.

  Akefe عكف :

 عُكُوفٌ Bir şeye yönelmek, sıkıca yapışmak ve tazim yollu ona kendini hasretmektir. İtikaf  إعْتِكافٌ sözcüğü şer'i literatürde Allah'a yaklaşma maksadıyla kendini mescide kapatmak anlamına gelir.  (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri Âkif vr i'tikâftır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

 


اُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلٰى نِسَٓائِكُمْۜ 


Fiil cümlesidir. اُحِلَّ meçhul mazi fiildir. لَكُمْ car mecruru اُحِلَّ fiiline müteallıktır. لَيْلَةَ zaman zarfı اُحِلَّ fiiline müteallıktır. الصِّيَامِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الرَّفَثُ naib-i faildir. اِلٰى نِسَٓائِكُمْۜ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الرَّفَثُ cinsel ilişki, cima demektir. اِلٰى نِسَٓائِكُمْ burada اِلٰى cer edatı ile müteaddi (geçişli) yapılmış ki, bundan ifşa yani cinsel ilişki manası anlaşılsın. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl) 


هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّۜ 


İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُنَّ mübteda olarak mahallen merfûdur. لِبَاسٌ haber olup lafzen merfûdur. لَكُمْ car mecruru لِبَاسٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لِبَاسٌ haber olup lafzen merfûdur. لَهُنَّ car mecruru لِبَاسٌ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.

هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ cümlesi bir istînâf (yeni cümle) bir ara cümledir ki, adeta olayın helal kılınma gerekçesini açıklar gibidir. Mademki sizinle eşleriniz arasında bu manada bir iç içelik varsa, tıpkı üzerinize giydiğiniz elbise gibi hep berabersiniz, artık onlara karşı sabrınız ve dayanma gücünüz azalmıştır. Onlardan uzak kalmanız ve kaçınmanız gittikçe ağırlaşmış ve sabredemeyeceğiniz bir duruma gelmiştir. İşte bunun için yüce Allah size bu konuda ruhsat ve izin vermiştir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl) 

 

عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْۚ


Fiil cümlesidir. عَلِمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, عَلِمَ fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. كُنْتُمْ kelimesinin dahil olduğu cümle اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَخْتَانُونَ fiili كُنْتُمْ ‘un haberi olarak mahallen mansubtur. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. اَنْفُسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ atıf harfidir. تَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir. عَلَيْكُمْ car mecruru تَابَ fiiline müteallıktır. عَفَا عَنْكُمْۚ cümlesi atıf harfi وَ ’la فَتَابَ عَلَيْكُمْ ’e atfedilmiştir.

 تَابَ fiili عَلَيْ harf-i ceri ile kullanıldığında tevbesini kabul etti manasına gelir. Fiilin manası; tövbe etti iken, tazmin manası; tövbesini kabul etti şeklindedir. Harf-i cerin fiile mana kazandırmasına tazmin denir.Bazı fiiller mefullerini harf-i cerlerle alırlar. Bu harfler fiilin manasına tesir eder. Bazı nahivcilerin görüşüne göre harf-i cerin fiile mana kazandırmasına tazmin denir. (Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 فَالْـٰٔنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْۖ 


الْـٰٔنَ kelimesinin aslı, فَعَلَ kalıbında bulunan ve ‘vakit geldi’ anlamına gelen الْـٰٔنَ kelimesidir. Sonradan şimdiki zaman için isim yapılmış ve elif-lam ile marife haline getirilip fetha üzerine mebni olmuştur. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

بَاشِرُوهُنَّ emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûlun bih olup mahallen mansubtur. وَ atıf harfidir. ابْتَغُوا emir fiildir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ul olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 


وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِۖ


وَ  atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. كُلُوا fiili ن ‘un hazfiyle mebni olan emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. اشْرَبُوا fiili makabline matuftur.

حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يَتَبَيَّنَ muzari fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde كُلُوا وَاشْرَبُوا fiiline müteallıktır. لَكُمُ car mecruru يَتَبَيَّنَ fiiline müteallıktır. الْخَيْطُ fail olup lafzen merfûdur. الْاَبْيَضُ ise الْخَيْطُ ’ın sıfatıdır. مِنَ الْخَيْطِ car mecruru يَتَبَيَّنَ  fiiline müteallıktır. الْاَسْوَدِ kelimesi الْخَيْطِ ’ın sıfatıdır. مِنَ الْفَجْرِ car mecruru يَتَبَيَّنَ fiiline müteallıktır. 

مِنَ الْفَجْرِۖ ‘deki مِنَ cer edatı, teb’iz içindir, yani bir kısmı demektir. Çünkü bu, fecrin birazı ve başlangıcı demektir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl) 


ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْلِۚ

ثُمَّ atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiş) açısından terahi ifade eder. (Âşûr) اَتِمُّوا emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. الصِّيَامَ mef’ûlun bihtir. اِلَى الَّيْلِ car mecruru اَتِمُّوا fiiline müteallıktır. 

 وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَاَنْتُمْ عَاكِفُونَۙ فِي الْمَسَاجِدِۜ


وَ atıf harfidir. لَا nehy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تُبَاشِرُوهُنَّ muzari fiili ن ‘un hazfiyle meczumdur. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. Muttasıl zamir هُنَّ mef’ûl olarak mahallen mansubtur. 

و haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. عَاكِفُونَ ‘nin ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. فِي الْمَسَاجِدِ car mecruru  عَاكِفُونَۙ’ye müteallıktır. 

 تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَقْرَبُوهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ


İşaret ismi تِلْكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buûd yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. حُدُودُ اللّٰهِ haberdir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıtadır. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَقْرَبُو muzari fiili ن ‘un hazfiyle meczumdur.  قَرَبَ fiili beşinci bâbdan gelince “yaklaştı” manasını verirken; dördüncü bâbdan gelince “yaklaşmakla beraber cinsel ilişki” manasını ifade eder. (Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 كَ har-fi cerdir. مثل (gibi) manasındadır. Amiline takdim edilmiş mahzuf masdarın sıfatı olarak mahallen mansubtur. Takdiri تبيينًا مثل ذلك يبين الله آياته (Buna benzer bir açıklamayla Allah ayetlerini açıklar) şeklindedir. ذا işaret ismi sükun üzere mebni mahallen mecrur ism-i mecrurdur. ل harfi buûd yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir. يُبَيِّنُ muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. اٰيَاتِه۪ mef’ûlun bihtir. لِلنَّاسِ car mecruru يُبَيِّنُ fiiline müteallıktır. 

لَعَلَّ terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. هُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. يَتَّقُونَ fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

تَتَّقُون fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil, iftiâl babındadır. Sülâsîsi, وقي ’dır. Bu bab, fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

اُحِلَّ لَكُمْ لَيْلَةَ الصِّيَامِ الرَّفَثُ اِلٰى نِسَٓائِكُمْۜ 


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. اُحِلَّ mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur ve zaman zarfı konudaki önemlerine binaen naibi faile takdim edilmişlerdir.  رَّفَثُ fiili, اِلٰى  edatı ile geçişli kılınmıştır

لَيْلَةَ الصِّيَامِ izafeti, az sözle çok anlam ifadesi için gelmiştir.

رَّفَثُ , harf-i cer اِلٰى ile geçişli kılınmıştır, çünkü onda yanaşmak manası vardır. Burada رَّفَثُ kelimesinin tercih edilmesi, irtikâp ettikleri şeyi çirkin göstermek içindir. Bunun içindir ki, ayetin devamında ona hıyanet adını vermiştir. رَّفَثُ aynı zamanda رُفُسُ şeklinde de okunmuştur. (Beyzâvî)

Burada geçen الرَّفَثُ kelimesinin asıl anlamı kötü ve çirkin söz olup, daha sonra cinsî münasebet (cima) ve onu çağrıştıran şeylerle, açıkça telaffuz edilmeleri hoş olmayan sözleri ifade etmede kullanılır olmuştur. Bu ayette, söz konusu zamanda kadınlarla cinsî münasebete davet etmenin ve o konuda onlarla konuşmanın caiz olduğuna işaret etmek üzere kinaye yolu ile anlatım kullanılmıştır. Nitekim Beyzâvî bu hususu şu şekilde izah etmektedir: ayette geçen الرَّفَثُ  kelimesi, cimadan kinayedir. Çünkü cima hemen hemen her zaman bu sözlerle birlikte olur. Yani الرَّفَثُ kinayeli (üstü kapalı) olarak konuşulması gereken şeyleri açık seçik konuşmaktır. (Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı/Süleyman Gür)

[Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı.] Sonra Cenâb-ı Hak müminlerin hataya düştükleri önceki hükmü ortadan kaldırdı ve [önceden haram kılınan şimdi helal kılındı] buyurdu. ‘Oruç gecesinde’ ifadesi zarf olduğu için mansubdur. Yani oruç tuttuğunuz günün gecesinde demektir. ‘Kadınlarınıza yaklaşmanız’ ifadesi onlarla cinsel ilişkiye girmeniz anlamındadır. (Keşşâf)

باشر ve رفث kelimeleri cinsel ilişkiden kinayedir. Edeben üstü kapalı anlatımdır. Cima kelimesi Kur’an'da hiç geçmemiştir.

İslam’ın ilk yıllarında kişi akşama çıkınca yatsıyı kılacağı veya uyuyacağı ana dek onun için yeme, içme ve cinsel ilişki helal olurdu. Fakat yatsıyı kıldığı veya uyuyup orucunu bozmadığı vakit, ertesi günün akşamına kadar ona yeme, içme ve kadın haram olurdu. (Keşşâf)

Vahidi, "Hak Teâlâ ayeti kerimedeki, لَيْلَةَ الصِّيَامِ (oruç gecesi) ifadesiyle, لَيَالَى الصِّيَامِ (oruç tutulan geceler) manasını kastetmiştir. Böylece de müfred kelime, cemi manasında kullanılmış olur" demiştir. 

Bu hususta bir başka izah da vardır. O da, لَيْلَةَ الصِّيَامِ (oruç gecesi) sözünden maksadın, tek bir gece olmadığı; aksine, bundan maksadın bu hakikate izafe edilen geceye işaret olduğudur. (Fahreddin er-Razi)

 

هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّۜ  


İkinci cümle taliliye veya beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta müteakiben gelen cümle de buna matuftur. 

هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ [Onlar sizin için elbisedir] cümlesiyle اَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّۜ [siz de onlar için elbisesiniz] cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Bu söz bir istînâf yani başlangıç yapma olup, cinsel ilişkinin helal kılınma sebebinin beyanı gibidir. (Keşşâf)

Ayette önce kadınların erkekler için bir elbise olduğu söylenmiş, ardından da aynı durumun kadınlara göre erkekler için söz konusu olduğu belirtilmiştir. Uygun şekilde zamirlerin yeri değiştirilerek etkili bir aks sanatı oluşturulmuştur. Böylelikle Kur’an, iki ayrı cümle ile hem bir söz ahengi sağlamış hem de ortaya koyacağı anlamı güçlü bir tarzda ortaya koymuştur. (Bedî’ İlminde Aks Sanatı ve Kur’an’dan Örnekler/Muhammet Vehbi Dereli )

Onlar sizin elbiseniz cümlesinde istiare vardır. Elbise insanı güzelleştirir, kusurlarını örter. Eşlerin de birbirlerinin kusurlarını örtmesi lazımdır. Elbise ile insan arasında nasıl bir ilişki varsa, bu her yönden karı koca arasında da düşünülmesi lazımdır. Korumak (sıcak ve soğuktan), örtmek, yakın olmak, güzelleştirmek vs.

Bu istinaf cümlesi, oruç gecesi cinsel ilişkinin helâl kılınmasının sebebini beyân etmektedir ki, o da, eşleriyle tam iç içe olmaları ve onlara çok ilgi duymaları sebebi ile, onlara dayanmalarının güçlüğüdür.

Kadın ve erkeğin her biri diğerine "libas - elbise, örtü" olarak değerlendirilmiştir. Çünkü onlar geceleri kucaklaşmaları ve birbirlerine sarılmaları cihetiyle birbirinin örtüsü gibidirler. Onların birbirlerini örtmeleri gayri meşru ilişkiden korunmalarına vesile olmasındandır. (Ebüssuûd)

Bu açık bir istiaredir. Açıklanacak olursa mana şu olur: İki noktadan böyle birbirinizin elbisesi durumundasınız:

a) Bir taraftan elbise gibi birbirinize sarılır, sarmalaşırsınız,

b) Diğer taraftan elbisenin ayıpları örtmesi, soğuk ve sıcaktan koruması gibi, her biriniz, diğerinin halini gizleyip örter, namusunu muhafaza edip, günahlardan korur. Aranızda böyle bir beraberlik ve ilişki vardır. (Elmalılı)


عَلِمَ اللّٰهُ اَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْۚ


Cümle istînâfiyyedir. Fasılla gelmiş müsbet mazi fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar ve tekid harfi اَنَّ ’nin haberi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. كان ’nin haberi muzari fiil gelerek hükmü takviye, teceddüt ve hudûs ifade etmiştir. Faide-i haber talebî kelamdir. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma amacına matuftur. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidâi kelam olan müteakip iki cümle makabline matuftur. 

تَابَ - عَفَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İrtikâp ettiğiniz mahzurlu fiilden ötürü tövbe ettiğinizde [o sizin tövbelerinizi kabul etti.] (1048) [Ve Allah’ın sizin için yazıp takdir ettiği şeyi arayın.] Allah’ın cinsel ilişki sayesinde gelecek çocukla ilgili size kısmet ettiği ve Levh-i Mahfuz ’da sabit kıldığı şeyi talep edin! Yani sırf şehvetin tatmini için değil; aksine, Allah’ın, nikahı kendisi için yasal kıldığı neslin bekasına talip olmak için cinsel ilişkide bulunun! (Keşşâf)

خان ; ihanet etti demektir, azaltmak manası da vardır. Allah sizin kendinize ihanet edeceğinizi bildi yani sizin kendi hazzınızı azaltarak bu işten Allah için vaz geçeceğinizi bildi ve sizi bu sorumluluktan affetti. Ya da kendinizi bu nedenle zor duruma düşüreceğinizi bildi. (Tefsiri Kebir)

تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ ifadesinde istiare vardır. Çünkü insanın kendisine hıyaneti gerçekte doğru olmaz. Bununla anlatılmak istenen, Yüce Allah'ın oruç gecelerinde kendilerine yeme- içmeyi ve kadınlarla ilişkiyi mubah kılmak suretiyle onların yükümlülüklerini hafifletmesidir. Onlar bu işleri yasaklasaydı, birçoğu sabır gemini  terkedip nefis mücadelesinde yenik düşecek, yapmaları yasaklanan kadınlarla ilişki fiilini işleyecek bu suretle günaha girmiş, sevabı eksiltmiş ve sonuçta kendisini cezaya maruz bırakmış olacaktı. Böylece kendisinin yararına olan işleri yapmamak, zararına olanlara bulaşmak suretiyle adeta nefsine hıyanet etmiş olacaktı. Zaten Arapların kelâmında hıyanet kelimesinin gerçek anlamı eksiltmektir.  تَخْتَانُونَ اَنْفُسَكُمْ [Nefse hıyanet] ifadesi de bu manada yorumlanır. Nefsin sevabını eksiltmek demektir. (Kur'an Mecazları Şerif er-Radi)

 فَتَابَ عَلَيْكُمْ وَعَفَا عَنْكُمْۚ  ifadesindeki فَ ; fa-i takibiyyedir. Müminlerin tövbelerinin kabul edildiğinin ve affedildiklerinin müjdesini onlara bildirmenin süratini gösterir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 1350.)

 تَابَ fiili عَلَيْ harf-i ceri ile kullanıldığında tevbesini kabul etti manasına gelir.

(Fiilin manası = tövbe etti- Tazmin manası = tövbesini kabul etti) Harf-i cerin fiile mana kazandırmasına tazmin denir.Bazı fiiller mefullerini harf-i cerlerle alırlar. Bu harfler fiilin manasına tesir eder. Bazı nahivcilerin görüşüne göre harf-i cerin fiile mana kazandırmasına tazmin denir. (Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَالْـٰٔنَ بَاشِرُوهُنَّ وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْۖ


فَ mahzuf bir cümleye atıf içindir. Takdiri فتبتم فتاب عليكم (Siz de tövbe ettiniz, O da sizin tövbenizi kabul etti.) şeklinde olabilir. Cümle emir üslubunda, talebî inşâî isnaddır. بَاشِرُوهُنَّ emir cümlesi ibâha manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Yine emir üslubunda talebî inşâî isnad olan وَابْتَغُوا cümlesi بَاشِرُوهُنَّ ’ye matuftur. Mef’ûl mahallindeki müşterek ism-i mevsûlün sılası müsbet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

بَاشِرُو- الرَّفَثُ  kelimeleri arasında  mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın.] Mübâşeret tenin tene dokunmasıdır. Cinsel ilişkinin mübâşeret diye nitelendirilmesi kinayedir. Onunla ilgili her şey bu kapsama girer. 

 كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْۖ [Allah’ın size yazdığı] Allah Teâlâ’nın levh-i mahfûzda sizin kaderinize yazdığı şeyler demektir. كَتَبَ Kur’an-ı Kerim’de şu anlamlara gelir: 

1. كَتَبَ fiili ‘kaza’ anlamındadır: قُلْ لَنْ يُص۪يبَنَٓا اِلَّا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَنَاۚ [De ki: Bizim başımıza Allah’ın bize yazdığından (kaza ettiğinden) başkası gelmez.] (Tevbe 9/51) Çünkü yazdığı zaman onu kesinleştirip bitirmiştir. 

2. Farz kılmak anlamındadır: كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ [Oruç size farz kılındı.] (Bakara 2/183) Çünkü farz kılınmış şey kesinleşmiş, bitmiştir. Artık ondan geri dönmeye imkân yoktur. 

3. Yapmak anlamındadır: فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ [Bizi de şahitlerle birlikte kıl.] (Mâide 5/83). Yapılan şey kesinleştirilip bitirilmiştir.

4. Helal kılmak anlamındadır: وَابْتَغُوا مَا كَتَبَ اللّٰهُ لَكُمْۖ [Allah’ın size helal kıldıklarından istediklerinizi dileyin.] (Bakara 2/187) Helal kılınan şey kulların maslahatı için murad edilmiş ve bitirilmiştir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

بَشر ; cilt, deri demektir. İnsana beşer denmesi cildi gözüktüğü için, tüy veya pullarla kaplı olmadığı içindir.بَاشِر ; temas etmek, ten temasıdır. بشري ; müjde demektir. İnsan müjdelendiği zaman sevinci yüzünde görülür.

فَالْـٰٔنَ بَاشِرُوهُنَّ [Şimdi onlarla bir araya gelin] ; yasağın hemen peşinden gelmiş bir emirdir. Buna göre, yasağın peşinden gelen emirler ancak mübahlığı ifâde eder diyenlerin sözü açıktır. Mutlak emir, vücûb ifâde eder diyenlere gelince, onlar, "Biz zahiri terkettik ve bu emrin mübâhlık ifâde ettiğini icmâ sebebiyle anladık" derler. (Fahreddin er-Razi)

“Mübaşeret”kelimesi cumhurun görüşüne göre  burada "cima" manasına gelir. İki cilt (beşera) birbirine bitişip yapıştıkları için, cima bu şekilde adlandırılmıştır.  (Fahreddin er-Razi)

Ayetteki,كتبَ (Yazdı) ifâdesi hakkında bazı izahlar vardır:

a) Bu kelime اُو۬لٰٓئِكَ كَتَبَ ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْا۪يمَانَ [Allah onların kalblerine imanı yazdı] (Mücâdele/22) yani "imanı koydu", فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ [Bizi şahitlerle birlikte yaz] (Maide/83) yani "onlardan kıl" ve فَسَاَكْتُبُهَا لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ ["onu müttakiler için yazacağım] (Araf/156) yani "kılacağım" ayetlerinde de olduğu gibi, (kıldı, koydu) manasınadır. (Fahreddin er-Razi)

Yani bunu haram kılan hüküm neshedilince, şimdi artık oruç gecesi kadınlarınıza mübaşeret edin. Mübaşeret, tenin tene dokunmasıdır. Cinsel ilişki, mübaşereti gerektirdiğinden dolayı mübaşeret, kinaye yoluyla o mânâ için kullanılmaktadır.

Bu âyet, sünnet yolu ile konulan hükümlerin, Kur’ân âyetleri ile neshedilmesinin câiz olduğuna delildir.

[Allah'ın sizin için yazdığını isteyin] ifadesinden murad, Levh-i Mahfuz'a yazdığı çocuktur.

Cinsel ilişkide bulunan mü'minin asıl gayesi, çocuk yapmak olmaktır. Çünkü şehvetin yaratılmasında ve evlilik teşriindeki hikmet, çocuk yapmaktır; şehveti tatmin değildir. (Ebüssuûd)


وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِۖ


و , istînâfiyyedir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. كُلُوا , اشْرَبُوا cümlesine matuftur. Emir üslubundaki iki inşâ cümlesi, ibâha anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

حَتّٰى sebebiyle masdar tevilindeki muzari fiil cümlesi يَتَبَيَّنَ , faide-i haber ibtidâî kelamdır.

Cümlede  الْخَيْطِ ’nın tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الْاَبْيَضُ - الْاَسْوَدِ kelimeleri arasında tıbâk-ı tedbîc sanatı vardır.

[Beyaz iplik] ufukta uzun çizgi şeklinde yayılan fecrin ilk belli olduğu vakittir. [Siyah iplik] de gecenin ufukla beraber uzayıp giden nihaî karanlığıdır ki, böylece (fecir vaktiyle, hemen öncesindeki gece karanlığı) beyaz ve siyah; iki ipliğe benzetilmiştir.

مِنَ الْفَجْرِۖ ifadesi [beyaz ipliğin] açıklaması olup, [siyah ipliğin]  gece karanlığının  açıklanması için bu ifadenin tekrarına ihtiyaç duyulmamıştır. Çünkü bunlardan biri açıklandığında diğeri de açıklanmış olur. Ancak مِنَ ’in beyâniyye değil teb’îdıyye olarak kısmîlik bildirmesi de caizdir. Çünkü şafak sökümü fecrin bir kısmı olup, ilk başlangıcıdır. (Keşşâf)

وَكُلُوا وَاشْرَبُوا [Yiyin ve için.] Bu, yeme ve içmenin mübah kılındığını bildirmek için gelen bir emirdir. بَاشِرُوهُنَّ [Onlarla ilişkiye girin] emri de cinsî münasebetin mubah olduğunu ifade eder. مِنَ الْفَجْرِۖ [Sabah vaktinden] Burada مِنَ harfi parça bildirmektedir. Yani onun bir kısmı girdiğinde oruç vaktinin başladığına işaret eder. Bir görüşe göre buradaki مِنَ harf-i ceri, açıklama anlamındadır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ [beyaz iplik] “sabah”,  الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ [siyah iplik] “gece” manasındadır. Bu ifadede istiare vardır. مِنَ الْفَجْرِۖ ibaresi bunun istiare olduğuna delil, karinedir. Gerçek kastedilmemiştir.

الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ  Şerif Râdî bu ayeti şöyle açıklar: Bu, güzel bir istiaredir. Maksat, sabahın beyazlığı ve gecenin karanlığıdır. Bu­rada iplikler mecaz olarak kullanılmıştır. Sabahın beyazlığı, tan yeri ilk ağardığında hafif bir aydınlık şeklinde olur. Gecenin karanlığı ise yok olup gitme durumunda oldukları ve her ikisi de zayıf oldukları için ipliklere benzetmişlerdir. Ancak beyazlık gittikçe artar, karanlık ise gittikçe azalır. Zemahşerî bunun teşbih-i beliğ olduğu görüşündedir. (Safvetü't Tefâsir)

Şayet: “Bu ayet (şafağın beyaz ipliğe, karanlığın ise siyah ipliğe benzetilmesi) istiareden mi sayılır, yoksa teşbihten mi?” dersen, şöyle derim:’’ مِنَ الْفَجْرِۖ  ifadesi bunu istiare konusu olmaktan çıkarmıştır. Nitekim senin; “Bir aslan gördüm” demen bir mecaz iken, buna ‘yani falancayı’ ifadesini eklediğinde (رايت اسد من فلان) teşbihe dönmüş olacaktır. Müsteârın şartlarından biri de durumun veya sözün kendisine delalet etmesidir. Şayet مِنَ الْفَجْرِۖ ifadesi zikredilmeseydi, o iki ipliğin müsteâr olduğu bilinmeyecekti. İşte bu yüzden مِنَ الْفَجْرِۖ  ifadesi eklenmek suretiyle bu beliğ teşbihe dönüşmüş ve istiare konusu olmaktan çıkmıştır.’’ (Keşşâf)

حَتّٰى edatı intiha-ı gaye içindir. Buna göre bu ayet, fecr-i sâdık doğunca cinsî münasebetin, yemenin ve içmenin helâl oluş zamanının oruçlu için sona erdiğine delâlet eder. (Fahreddin er-Razi)


الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِۖ. A'meş, bu ayet hakkında da şöyle demiştir: "Ayette yer alan beyaz ve siyah ipliklerden maksad, gündüz ve gecedir. İplik ile bunlar arasındaki benzeme yönü, beyazlık ve siyahlıktır. Teşbihin şekil bakımından yapılmış olması caiz değildir. Çünkü fecr-i sâdık doğarken ufkun karanlığını şekil itibarı ile siyah ipliğe benzetmek mümkün değildir. Böylece ayetteki beyaz iplik ile siyah iplikten muradın, gündüz ile gece olduğu sabit olur. (Fahreddin er-Razi)


Ezheri, الْفَجْرِۖ "fecr" kelimesinin asıl manasının "yarmak" olduğunu söylemiştir. Buna göre gecenin sonundaki fecr, sabahın nurunun gecenin karanlığını yarmasıdır. Allahü teâlâ'nın مِنَ الْفَجْرِۖ beyanına gelince, buradaki مِن  harfinin tebyîd (bazılık, kısmîlik) ifâde etmek için olduğu söylenmiştir. Çünkü burada nazar-ı dikkate alınacak olan fecrin tamamı değil, bazısıdır. Bazıları da bu harfin tebyin (... açıklama) manasını ifâde etmek için olduğunu söylemişlerdir. Buna göre sanki ayette, "Fecrin kendisi olan beyaz iplik..." denilmiştir. (Fahreddin er-Razi)


 ثُمَّ اَتِمُّوا الصِّيَامَ اِلَى الَّيْلِۚ


Bu cümle tertip ve terahi ifade eden ثُمَّ harfiyle öncesine atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Dediler ki: Bu ifadede Ramazan orucu hakkında gündüz niyet edilebileceğinin ve gusletmenin şafak vaktine kadar ertelenebileceğinin cevazının yanı sıra, savm-i visâlin (ara vermeden oruç tutmanın) olumsuzluğuna da bir delil vardır. (Keşşâf)

[Sonra akşama kadar orucu tamamlayın.] Yani kadınlarla ilişkide bulunmaktan, yemek ve içmekten gündüzün tüm kısımlarında uzak durun. Gecenin girmesine kadar bu işleri bırakın. Bu da güneşin batmasıyla olur. Tamamlamak, tam olarak yerine getirmek demektir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Oruç, on beşinci senede yani Medine’ye hicretten bir buçuk sene sonra farz kılınmıştır. Zor gelen bir ibadettir. Hep birlikte yapılınca kolaylaşır.

اِلَى kelimesi, intihây-ı gaye (bir şeyin devam edeceği son noktayı bildirmek) içindir. Buna göre ayetin zahiri, orucun, gecenin girmesiyle sona ermiş olduğunu gösterir. Bu böyledir, çünkü bir şeyin gayesi, o şeyin sona ermesi ve bitmesi demektir. Bundan sonra geriye o şeyden bir şey kalmadığı zaman ancak o şey sona ermiş ve bitmiş olur. Bazan bu kelime, "intiha" manası için olmaz. Nitekim Cenâb-ı Hakk'ın, اِلَى المَرَافِقِ "Dirseklere kadar" (Maide, 6) sözünde durum böyledir. Yani bu, delilin aksinedir (yani "intiha" mânası ifâde etmez). (Fahreddin er-Razi)


 وَلَا تُبَاشِرُوهُنَّ وَاَنْتُمْ عَاكِفُونَۙ فِي الْمَسَاجِدِۜ

Cümle و ’la önceki cümleye atfedilmiştir. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Akabindeki و ’la gelmiş hal cümlesi, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Buradaki وَ harfi hal içindir. Yani îtikâf halindeyken demektir. Burada ramazan ayının gecelerinde kadınlarla cinsel ilişkiye girmenin îtikâfta olmayan kişiler için helal olduğu beyan edilmiştir. Sözlükte عَاكِفُ ikamet eden kişi demektir. [Mescidlerde] ifadesi îtikâfın ancak mescidde yapılabileceğine delalet eder. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

 

 تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَقْرَبُوهَاۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ اٰيَاتِه۪ لِلنَّاسِ


İstînâfiyye olarak fasılla gelen isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İkaz manasında ıtnâbdan mesel tarikinde olmayan tezyil cümlesidir. (Âşûr)

Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu yüceltmek  içindir. 

Müsnedin lafza-i celâle muzâf olarak marife olması ise müsnedin tazimi yanında müsnedün ileyhin de şereflendiğini ifade eder.

İşaret isminde istiare vardır. Ayette Allah'ın koyduğu yasaklar işaret edilmiştir.  Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. 

فَلَا تَقْرَبُوهَاۜ cümlesinde فَ fasiha, لَا nehiydir. Müstenefe olan cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

 كَ harfi; مثل (gibi) manasında mahzuf mukaddem masdar için sıfat yerindedir. 

Takdiri; تبيينًا مثل ذلك يبين الله آياته (Buna benzer bir açıklamayla Allah ayetlerini açıklar.) şeklindedir.

كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Duhan Suresi Belaği Tefsiri, Muhammed Ebu Musa, Duhan/28)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâllerde tecrîd sanatı ve tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اٰيَاتِه۪  izafeti ayetlerin şanı içindir.

[Sakın bu sınırlara yaklaşmayın.] Bu ifade “Onlara muhalefet etmeyin” şeklindeki bir uyarıdan daha beliğdir. Çünkü kişi bunlara yaklaşmayınca onları yapmamış olur. Burada emir ve yasakların sınırlar diye isimlendirilmesi, onların aşılmaz engeller olması sebebiyledir. حآد kelimesi menetmek anlamına gelir. Dinin hadleri günaha girmeye engel olan hükümlerdir. Evin sınırları da başkalarının ona girmesine mani olur. حداد gardiyan ve kapıcı demektir. Bunların ikisi de işleri icabı birilerine mani olurlar. محدود , bedbaht ve mahrum kişi demektir. Bir görüşe göre buradaki yasak bütün hadler hakkındadır. Yasaklanan hiçbir şeye yaklaşmamak gerekir. Bununla kastedilen çiğnenmemesi gereken her türlü yasaktır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Hududu aşmayın değil, bu hududa yaklaşmayın emredilmiştir. Çünkü yaklaşınca kendini tutmak zordur.

Ayetteki, تِلْكَ "İşte bunlar" sözünün, i'tikâfın hükmüne işaret olması caiz değildir Çünkü, حُدُودُ (sınırlar), cemî bir kelimedir. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, i'tikâf hakkında sadece, mübaşeretin (hanımlara yaklaşmanın) haramlığı hükmünü zikretmiştir. Daha doğrusu bu تِلْكَ kavli, oruç ayetinin başından buraya kadar geçmiş olan ve tafsilâtlı bir şekilde anlatılmış olan bütün hükümlere işarettir. (Fahreddin er-Razi)


Hudut Kelimesi İle ilgili Bilgi

Leys şöyle demiştir: "Bir şeyin sınırı, o şeyin kesiştiği ve bittiği yerdir." Ezherî ise şöyle demiştir: "Bu (hudûd) kelimesinden olmak üzere, mahrum bırakılan kimseye "mahdûd" denilir. Çünkü o kimse rızıktan menedilmiştir. Kapıcıya da, bu kökten olarak حَدَّادٌ denilir. Çünkü o, insanları içeri girmekten meneder. Evin haddi (sınırı) ise, ev halkı dışındakileri kendisine girmekten alıkoyan sınırdır. Buna göre Allah'ın hududu, kendilerine muhalefet edilmesini yasakladığı hükümleridir. Yine kuvvet ve sertliğinden dolayı demire de "hadid" denilmiştir. 

Allah'ın hududundan maksad, onun kesin sınırlarla belirttiği, yani belli ölçü ve sıfatlarla takdir etmiş olduğu hükümlerdir. (Fahreddin er-Razi)


 لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ


Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. ان gibi ismini nasb haberini ref eder. لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. ‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teala’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir.

Önceki cümledeki muhatap zamirinden, يَتَّقُونَ ’deki gaib zamirine iltifat edilmiştir.

[Umulur ki korunurlar.] Yani onlar Allah’tan sakınsınlar. Bir görüşe göre açık bir şekilde, gösterilerek veya işaret yoluyla hükümler kendilerine açıklandığında onlar da takvalı olmaya hazır hale gelmişlerdir. Bir görüşe göre bu hükümlerin açıklanmasındaki hikmet takvadır, yani sadece işitmek değil emirlere uyup 

yasaklardan sakınmaktır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Bu son derece mükemmel belâgatle yapılan açıklamalarda olduğu gibi, Allah (celle celâlühü), insanlar için teşri buyurduğu hükümleri muhtevi âyetlerini her zaman apaçık bildirir. Umulur ki insanlar, sakınırlar, ıttıka ederler. (Ebüssuûd)


Bakara Sûresi 188. Ayet

وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَٓا اِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَر۪يقاً مِنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟  ...


Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَا
2 تَأْكُلُوا yemeyin ا ك ل
3 أَمْوَالَكُمْ mallarınızı م و ل
4 بَيْنَكُمْ aranızda ب ي ن
5 بِالْبَاطِلِ batıl (sebepler) ile ب ط ل
6 وَتُدْلُوا ve atmayın د ل و
7 بِهَا onları
8 إِلَى
9 الْحُكَّامِ hakimler(in önün)e ح ك م
10 لِتَأْكُلُوا yemeniz için ا ك ل
11 فَرِيقًا bir kısmını ف ر ق
12 مِنْ
13 أَمْوَالِ mallarından م و ل
14 النَّاسِ insanların ن و س
15 بِالْإِثْمِ günah bir biçimde ا ث م
16 وَأَنْتُمْ ve siz
17 تَعْلَمُونَ bildiğiniz halde ع ل م

Batıl, gayrı meşru demektir. Yetimlerin mallarını gayrı meşru yollarla yemeyin.

Bir önceki ayet oruç ile alakalıydı: Oruç insanın kendi malı ile ilgili bir durum, iç disiplin. Var ama yemiyorsun. Bu ayette ise başkasının malına nasıl davranmamız gerektiği anlatılıyor.

Delve, kova demektir. Mecazen rüşvet, torpil gibi gayrı meşru yollar için kullanılır. Bu ifadeyi hakimlere, devlete kova sarkıtmak olarak da düşünülebilir.

Kova su çıkarmak için kuyuya sarkıtılır. Mal da hakimlere lehte karar çıkarmak için verilir.

Oruçtan bahsederken birden adalet ve ticari uygulamalara geçti ayet. Neden? Çünkü orucu takva sahibi olmak için tutuyorduk. İşte ilk takva imtihanı. Camide itikaftayken takvalı olmak kolaydır ama iş ticarete biraz hileyle hakkından fazlasını kazanmanın kolay olduğu zamanda takvalı durmaya gelince zordur. Eğer Ramazanda takvayı kazandıysak bu bütün işlerimize yansıyacaktır.

“Tüdlü biha ila” ifadesini anlamak gerekir burda.

Edla hani kuyudan su çekmek için kovayı indirirsiniz ya o fiilin adıdır. Sonra kovayı yavaş yavaş çekersiniz yukarı.

Ya da bir hayvan yakalamak için bir kaba biraz yemek koyarsınız, o kabı iple bağlar uzağa yerleştirirsiniz. Yakalamak istediğiniz hayvan yaklaştıkça ipi çekersiniz... İşte “tüdlü biha ila“ budur.

Yani kural koyuculara, hüküm vericilere, hakimlere bu şekilde parayla yaklaşmayın. Daha Türkçesi rüşvet vererek onlardan faydalanmaya çalışmayın.

   Eseme أثم :

  إثْم ve أثَام kişiyi sevaptan geri bırakan/ hayırdan alıkoyan fiillerin adıdır. yavaşlık ve gecikme anlamını da içerir. آثِمٌ bir günahı yüklenen demektir. Resulullah (sav) bir hadislerinde إثْم in karşıtı olarak بِرٌّ kelimesini zikretmişlerdir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de 48 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim'de 10'dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)


وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَٓا اِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَر۪يقًا مِنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟


وَ istînâfiyyedir. لَا nahiye harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَأْكُلُٓوا muzari fiili ن ‘un hazfiyle meczumdur. اَمْوَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَيْنَ zaman zarfı, اَمْوَالَكُمْ ’un mahzuf haline müteallıktır. Takdiri لا تأكلوها كائنة بينكم (Aranızda onları yemeyin) şeklindedir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِالْبَاطِلِ car mecruru تَأْكُلُٓوا fiiline müteallıktır. 

وَ atıf harfidir. تُدْلُوا muzari fiildir. بِهَٓا car mecruru تُدْلُوا fiiline müteallıktır. اِلَى الْحُكَّامِ mahzuf hale müteallıktır. Takdiri لاجئين متحاكمين (Hüküm verenlere giderek) şeklindedir. لِ harfi, تَأْكُلُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdarı müevvel, sebebiyet bildiren mefulün lieclih olarak mahallen mansubtur. فَر۪يقًا mef’ûlun bihtir. مِنْ اَمْوَالِ car mecruru mahzuf sıfata müteallıktır. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. بِالْاِثْمِ car mecruru تَأْكُلُٓوا fiilinin zamirinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri متلبسين بالإثم (Günaha bürünerek) şeklindedir. 

وَ haliyyedir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. تَعْلَمُونَ۟ fiili haber olarak mahallen merfûdur.



وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ

 

و, istînâfiyedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâdır. İlk cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ cümlesinin  تِلْكَ حُدُودُ اللّٰهِ فَلَا تَقْرَبُوهَاۜ cümlesine atfedilmesindeki münasebet, izin verilmeyen bir iftar ile orucu bozmaya cesaret etmekten sakındırmaktır. Haram yemekten misal getirilmiştir. Dolayısıyla batıl ile mal yemek başka bir haram yemek üzerine atfedilmiştir. (Âşûr)

Yemek fiili harcamak anlamında istiare edilmiştir. 

[Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin.] Allah Teâlâ’nın had ve ayetlerinden biri de birbirinizin mallarını Allah’ın helâl kılmadığı bir şekilde yememenizdir. İbn Uyeyne bu ayetin tefsiri hakkında şöyle demiştir: Her türlü kumar, doğru olmayan her türlü iş yani gasp, hırsızlık, rüşvet, çirkin kazançlar, fasit akitler ve hıyanet yoluyla kazanılan parayı yemeyiniz. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

لَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ cümlesindeki zamir ayetin sonuna kadar müslümanların hepsi için umumidir. لَا تَأْكُلُٓوا fiili de nehiy manasında umumi olarak vaki olmuştur. Bu nehiy müslümanların hepsi için malların tamamındaki bütün yiyecekleri ifade etmektedir. (Âşûr)

الْبَاطِلِ , gayrı meşru demektir. Yetimlerin mallarını gayrı meşru yollarla yemeyin.

Bir önceki ayet oruç ile alakalıydı: Oruç insanın kendi malı ile ilgili bir durum, iç disiplindir. Var ama yemiyorsun. Bu ayette ise başkasının malına nasıl davranmamız gerektiği anlatılmaktadır.

لَا تَأْكُلُٓوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlib sanatı vardır.

"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda  kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlip vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

 وَتُدْلُوا بِهَٓا اِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَر۪يقًا مِنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟


Cümle nehiy harfi لا takdir edilerek لَا تَأْكُلُٓوا cümlesine و ’la atfedilmiştir. Veya و , vavu’l-maiyye kabul edilerek cümle, masdar teviliyle لَا تَأْكُلُٓوا cümlesindeki mazmûn masdara atfedilmiştir. Yani; لا يكن أكل للأموال وإدلاء بها إلى الحكّام (Malları yiyen ve hakimlere yediren olmayın.) demektir.

تُدْلُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlib sanatı vardır.

"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda  kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlip vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

… لِتَأْكُلُوا فَر۪يقًا cümlesi de masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvele veya لَا تَأْكُلُٓوا ’ya müteallıktır. 

تَأْكُلُوا - اَمْوَالِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

لَا تَأْكُلُٓوا ve لِتَأْكُلُوا ibareleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

Ayetin sonunda وَ ’la gelmiş وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟ şeklindeki isim cümlesi haldir. Faide-i haber, ibtidaî kelam olan cümlenin müsnedi müsbet muzari fiil cümlesi formunda gelmiştir.  Mahallen merfu olan haberin muzari fiil olarak gelmesi hudus, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın, olayı gözünde canlandırmasını sağlayarak dikkatini canlı tutar.

وَتُدْلُوا بِهَٓا اِلَى الْحُكَّامِ [O malı hâkimlere götürmek sûretiyle] ifadesinin anlamının [O malın bir kısmını rüşvet kanalıyla kötü hâkimlere bırakmayın] şeklinde olduğu da söylenmiştir. Buna göre وَتُدْلُوا meczum olup, yasaklama kapsamına dahildir; اَنْ harfi takdir edilerek mansûb da olabilir. وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟ [Bile bile] yani bâtıl üzere olduğunuzu ve çirkinliğini bilerek. Çirkin olduğunu bile bile günah irtikâp etmek çok daha çirkindir; bunu yapan kınanmayı çok daha fazla hak eder.(Keşşâf)

ادلى بالمال ifadesi yani, su çekenin kovasını sarkıtarak ادلاء suya ulaşması gibi, (mallarınızı) hâkimlerin gönüllerini kazanmak için vesile (rüşvet) ) olarak kullanmayın. Menfaat sağlamak için rüşvet vermek, su çıkarmak için kuyuya kova sarkıtmaya (ادلاء) benzetilmiş ki bu istiâre-i mekniyye-i tahyiliyye olur.(Kur'an Mecazları Şerif er-Radi) 

دلو , kova demektir. Mecazen rüşvet, torpil gibi gayrı meşru yollar için kullanılır. Bu ifade, hakimlere, devlete kova sarkıtmak olarak da düşünülebilir.Kova su çıkarmak için kuyuya sarkıtılır. Mal da hakimlere lehte karar çıkarmak için verilir.


Bakara Sûresi 189. Ayet

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِۜ قُلْ هِيَ مَوَاق۪يتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّۜ وَلَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقٰىۚ وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَاۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ  ...


Sana, hilâlleri soruyorlar. De ki: “Onlar, insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.İyilik, evlere arkalarından girmeniz değildir. Ama iyi davranış, takva sahibi (Allah’a karşı gelmekten sakınan) insanın davranışıdır. Evlere kapılarından girin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki kurtuluşa eresiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَسْأَلُونَكَ sana soruyorlar س ا ل
2 عَنِ
3 الْأَهِلَّةِ hilallerden ه ل ل
4 قُلْ de ki ق و ل
5 هِيَ onlar
6 مَوَاقِيتُ vakit ölçüleridir و ق ت
7 لِلنَّاسِ insanlar için ن و س
8 وَالْحَجِّ ve hac ح ج ج
9 وَلَيْسَ ve değildir ل ي س
10 الْبِرُّ iyilik ب ر ر
11 بِأَنْ
12 تَأْتُوا girmek ا ت ي
13 الْبُيُوتَ evlere ب ي ت
14 مِنْ -ndan
15 ظُهُورِهَا arkaları- ظ ه ر
16 وَلَٰكِنَّ fakat
17 الْبِرَّ iyilik ب ر ر
18 مَنِ kişinin
19 اتَّقَىٰ takvasıdır و ق ي
20 وَأْتُوا ve girin ا ت ي
21 الْبُيُوتَ evlere ب ي ت
22 مِنْ -ndan
23 أَبْوَابِهَا kapıları- ب و ب
24 وَاتَّقُوا ve sakının و ق ي
25 اللَّهَ Allah’tan
26 لَعَلَّكُمْ umulur ki
27 تُفْلِحُونَ kurtuluşa erersiniz ف ل ح

Bizim duvara astığımız takvim gibi Rabbim gökyüzüne bir takvim yerleştirmiş Ay’ı. Biz bazen takvimin yaprağını koparmayı unutur, yanlış zamanda kalabiliriz ama ayın vakitleri şaşmaz.

Ayın halleri genel olarak vakitleri bilmeniz, işinizi gücünüzü bu vakitlere göre ayarlamanız için, ama özel olarak Hac içindir. Burada beklenen “oruç için” olmalıydı. Oruçtan bahsediyorduk çünkü. Bu bir Medeni suredir. Müslümanlar Medine’dedir. Müslümanların aklına bir ipucu düşürüyor Allah. Hac için Mekke’ye gitmek gerekiyor. Ama Mekke düşmanla dolu. Görev hac yapmak. Eğer siz hac yaparsanız bu İslamın da zaferi olacak. Mekke ve Allah’ın evi putlardan temizlenmiş olacak.

Yani ne zaman aya bakarsanız bu görevinizi hatırlayın. Zaman geçiyor ve tamamlamanız gereken bir görev var. Sahabenin aya bakışını değiştiriyor ayet.

Farklı dinlerden insanlar bir arada yaşadıklarında birbirlerinin bazı geleneklerini de kendi dinlerine katıyorlar maalesef. Farklı farklı dinlerin putları Mekkedeydi biliyorsunuz ve Mekke hem bir ticaret hem de dini merkezdi. Şöyle batıl bir inançları vardı, eğer evden hac ziyareti niyetiyle çıktıysa ama bir eşyasını unuttuğu için eve geri dönmesi gerektiyse evlere ön kapısından girmiyorlar, bunun uğursuzluk getireceğine inanıyorlardı ve arka kapısından giriyorlardı. İyilik bu değildir diyor Allah. ”ve lakinnelbirra menitteqa” iyiliğin ne olduğunu daha önce açıklamıştım dön ona bak ey kulum.

Tekraren “evlere kapılarından girin” denmesi aslında “meselelere doğru yaklaşın” demektir.

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِۜ قُلْ هِيَ مَوَاق۪يتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّۜ 


Fiil cümlesidir. يَسْـَٔلُونَكَ muzari fiildir. Faili ref mahallindeki و zamiridir. Muttasıl zamir كَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. عَنِ الْاَهِلَّةِ car mecruru يَسْـَٔلُونَكَ fiiline müteallıktır.

الْاَهِلَّةِ kelimesi hilâl kelimesinin çoğuludur. Buna bu ismin verilmesi, halkın hilâli görmesiyle seslerini yükseltmelerinden ötürüdür. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)  

قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ‘dir. Mekulü’l kavl cümlesi هِيَ مَوَاق۪يتُ ’dir. Bu cümle قُلْ fiilinin mef’ûlu olarak mahallen mensubtur. Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مَوَاق۪يتُ haberdir. لِلنَّاسِ car mecruru مَوَاق۪يتُ ‘nin mahzuf sıfatına müteallıktır. الْحَجّ kelimesi  لِلنَّاسِ ’e matuftur.


وَلَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقٰىۚ 


و istînâfiyyedir. لَيْسَ nakıs fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. الْبِرُّ kelimesi لَيْسَ ’nin ismidir. بِ zaidtir. اَنْ ve masdarı müevvel zaid بِ harf-i ceriyle birlikte لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur. الْبُيُوتَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مِنْ ظُهُورِهَا car mecruru تَأْتُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

و atıf harfidir. لٰكِنَّ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfesirlere göre لٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder. الْبِرَّ kelimesi لٰكِنَّ ’nin ismidir. مَنِ Müşterek ism-i mevsûlu لٰكِنَّ ’nin haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اتَّقٰىۚ ’dir. 


وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَاۖ 


وَ istînâfiyyedir. أْتُوا emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. الْبُيُوتَ mef’ûlun bihtir. مِنْ اَبْوَابِ car mecruru أْتُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


وَاتَّقُوا اللّٰهَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ


وَ atıf harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. اللّٰهَ lafza-i celâli mef’ûlun bihtir. لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder. كُمْ muttasıl zamiri, لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. تُفْلِحُونَ  fiili لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. تُفْلِحُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi فلح dir. İf’al babı fiile ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِۜ 


Ayet istînâfiyyedir, fasılla gelmiştir. Müsbet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiilin muzari sıygada gelmesi olayın yenilenerek devam ettiğini vurgular. ‘İstemek’ manasındaki سْـَٔل fiili عَنِ harfi ceriyle kullanıldığında, sormak anlamına gelir.

Burada da yine mal ile ilgili olan hac ibadetinden bahsedilmektedir. يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ الْاَهِلَّةِۜ [Hilaller hakkında soru sorarlar.] Aslında onları ilgilendirmeyen konuda sorular sormuşlardır. Burada verilen cevapla soru sorma adabı da gösterilmiştir.

Araplar ayın büyüyüp küçülmesi gibi halleri ve bazı tarihleri uğurlu, uğursuz diye yorumluyorlarmış. Burada onun hakkında da soru sorulmuş olabilir.

قُلْ هِيَ مَوَاق۪يتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّۜ 


Ayetin ikinci cümlesi şibh-i kemâl-i itisâl nedeniyle fasılla gelmiş beyani istînâftır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli mübteda ve haberden müteşekkil, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

هِيَ مَوَاق۪يتُ [o vakitlerdir] ibaresinde aklî mecaz vardır. Hilal, vakte isnad edilmiştir. Hilal vakit değil, vaktin ölçütü veya işaretidir.

Önceki cümlede  الْاَهِلَّةِۜ şeklindeki cemi kelime, bu cümlede هِيَ ile belirtilerek cemiden müfrede iltifat yapılmıştr.

مَوَاق۪يتُ لِلنَّاسِ وَالْحَجِّۜ [İnsanlar ve hac için vakit ölçüleridir.] لِ sebep içindir. Yani muzâf takdir edilerek لِفائِدَةِ النّاسِ (insanların faydası için) veya لِأعْمالِ النّاسِ (insanların amelleri için) dir. Kelamın vakte ihtiyaç duyan bütün amelleri içermesi için hilaller ile vakitli olan ameller zikrolunmamıştır. Hac kelimesinin insanlar üzerine atfedilmesi ihtimam için umum üzerine hususun atfı kabilindendir. (Âşûr)

Bu ayette hakîm üslubu denilen sanat vardır. Evlere arkadan girmek cinsel ilişkiden kinaye olarak da yorumlanmıştır.

وَلَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقٰىۚ


وَ  istînâfiyyedir. لَيْسَ ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi faide-i haber talebî kelamdır. Masdar tevilindeki لَيْسَ ’nin haberine dahil olan بِ harfi, cümleyi tekid etmiştir.

Öncesine matuf cümle, لٰكِنَّ ile tekid edilmiştir. İstidrak harfi olan لٰكِنَّ olumsuz cümleden sonra geldiğinde kasr ifade eder. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.

لٰكِنَّ ’nin haberi, ism-i mevsûlle gelerek arkasından gelen sıla cümlesine dikkat çekip önemi vurgulanmıştır.

لَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَأْتُوا  ile  وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنِ اتَّقٰىۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Hilâlle ilgili sorulan soruya hilâlin hac vakitlerinin ölçüsü olduğu cevabı verildikten sonra konu hac mevzusuna gelmişken onların hac ibadeti sırasında kulluk adına yapmış oldukları yanlış davranışa ve olması gereken takvaya لَيْسَ الْبِرُّ diye başlayan kısımda istiṭrât edilmiştir. 

Ayette onların sorusu önce ip gibi olan hilâlin büyüyerek yarımay ve dolunay olması hakkında iken sorularına beklemedikleri bir şekilde ayın fonksiyonlarıyla cevap verilmiştir. Bu ayet uslûbu’l-ḥakîm için örnek teşkil etmektedir. Uslûbu’l-ḥakîm sanatında muhatabın sorduğu hilâlle ilgili soruda arzu ettiği cevabın verilmesinin onun için önemi, verilen cevaptan daha değerli değildir.

الْبِرَّ مَنِ اتَّقٰىۚ kısmında mastar olarak لٰكِنَّ ‘nin ismi olan الْبِرَّ kelimesinden haber veren مَنِ , aslında mubâlağalı bir kullanıma sahiptir. Zira ولكن البر من امن veya و لكن ذا البر من امن takdirindeki bu âyette yapılan hazifle iyilik bizzat takvalı olan kimsenin kendisi haline gelmiş ve mubâlağa anlamı kazanmıştır. Bazı müfessirler akıllı varlıklar için kullanılan zamir ve ismi mevsullerin akılsız varlıklar için kullanılmış olmasını da mubâlağadan saymışlardır. (Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Hasan Uçar Doktora Tezi)

Burada mecazî isnad olduğu da söylenebilir. الْبِرُّ kelimesi mahzuf bir ذا isminin muzafun ileyhidir. Dolayısıyla failiyye veyâ mef'ûliyye alakasıyla haber asıl mübtedasına isnad edilmemiştir. Bu nisbetlerde bir kelime hazfedilmiş diye kabul edilirse hazif mecazı diye de isimlendirilir.


وَلَيْسَ الْبِرُّ بِاَنْ تَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ ظُهُورِهَا [İyi davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir.] Cümlenin zahiri, baş kısmında zikredilenlerle uyumsuz gibi görünmektedir. Bir görüşe göre bu ikisi farklı olaylardır, ancak ikisi aynı anda vaki olduğu için ayet-i kerime ikisi hakkında aynı anda nazil olmuştur. Kaffâl şöyle demiştir: Allah Teâlâ haccın vakitleri olan hilaller ile ilgili konuyu, bazı insanların hac ile ilgili olarak değiştirdikleri vakitlerle ilgili hüküm ile birleştirmiş, ardından evlere arkasından girilmemesini zikretmiştir. Hz. Peygamber’e ihsârın (İhsâr: Hac veya umre için ihrama girdikten sonra bunların tamamlanmasını engelleyen bir durumun ortaya çıkmasıdır. çev.) gerçekleştiği Hudeybiye umresinde sorulan soruya işaret edilmiş ve hac hükümleri ve onlarla alakalı konulara bağlanmıştır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr) 

Şayet “Bu ifadenin, öncesiyle irtibatı nedir?” dersen, şöyle derim: Sanki onların hilallerden ve bu hilallerin eksilip tamamlanmasının hikmetinden sual etmeleri esnasında kendilerine; “Malumdur ki, Allah Teâlâ’nın yaptığı her şey mutlaka erişilmez bir hikmet ve kulları için bir maslahattır. Şu halde bunu (bu kozmik hadiseyi) sormayı bırakın da, nazarınızı yapmakta olduğunuz ve de iyilik türü bir şey olmadığı halde iyilik sandığınız tek bir konuma yoğunlaştırın” denmiş gibidir. Bu ifadenin, o hilallerin hac için birer vakit ölçüsü oldukları zikredildiği için istitrat (yani aslî konunun hemen ardından ilintili başka bir konuya geçiş yapma; parantez açma) tarzı üzere getirilmiş olması da caizdir. Çünkü bu, onların hacla ilgili fiillerindendi. Yine bunun onların suallerini tersyüz etmek ve bu durumlarının evin kapısını bırakıp da arkasından girenin durumuna benzediğini ortaya koymak için temsilî bir anlatım olması da muhtemeldir. Buna göre mana; “Aksi sorular sormanız hususundaki sabit durumunuz ne iyilik sayılır ne de yakışık alır. Asıl iyilik, bundan sakınıp uzak duran ve bu tür şeylere cüret etmeyen kimsenin iyi fiilidir” şeklindedir. (Keşşâf)


 وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَاۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ  


Arka arkaya gelmiş iki inşâ cümlesi önceki iki inşâ cümlesine atfedilmiştir. Veya وَ istînâfiyyedir. ...أْتُوا الْبُيُوتَ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üsluptaki وَاتَّقُوا اللّٰهَ  cümlesi makabline matuftur.

وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَاۖ cümlesi لَيْسَ الْبِرُّ cümlesi üzerine matuftur. İnşâ cümlesi inşâ manasında olan haber cümlesi üzerine atfedilmiştir. Çünkü لَيْسَ الْبِرُّ cümlesi nehiy manasındadır. Emrin nehiy üzerine atfedilmesi gibi olmuştur. (Âşûr)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

Hac malum aylarda yapılır. Araplar yaptıkları nesî (yani kamerî takvimin şemsî takvime uyarlanmasıyla takvime yapılan müdahale) işlemi ile haccın vaktini değiştiriyorlardı. Allah Teâlâ “Evlere arkalarından girmeniz iyi bir kişinin işi değildir.” buyurmuştur. Bu, zamanı dışında hac yapmaktan istiaredir. [Evlere kapılarından girin] yani hac ibadetini vaktinde yerine getiriniz. Bu, dilde bilinen bir kullanımdır. “Falanca bir işe yanlış tarafından geldi.” denilir.

وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَاۖ [Evlere kapılarından girin.] Eğer burada وَ harfi yerine  فَ harfi kullanılsaydı da anlam düzgün olur, فَ takip ifade ederdi. Burada وَ harfinin kullanılması فَاتْركُوا ذلِكَ وَأْتُوا الْبُيُوتَ مِنْ اَبْوَابِهَا (Artık bunu bırakın ve evlere kapılarından girin.) cümlesinde görüldüğü gibi öncesinde فَاتْركُوا ذلِكَ [Artık bunları bırakın] şeklinde başında فَ harfi olan mahzuf bir cümlenin bulunmasındandır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

أْتُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlib sanatı vardır.

"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda  kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlip vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)

 

لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ


Ayetin son cümlesi ta’liliye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittsâldir.

 لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. ان gibi ismini nasb, haberini ref eder. لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. ‘Umulur ki’ anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde ‘...olsun diye, ...olması için’ şeklinde tercüme edilir.

Bu ayetin hakîm üslubunda geldiği söylenebilir.

تُفْلِحُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlib sanatı vardır.

"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda  kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlip vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)



Bakara Sûresi 190. Ayet

وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ  ...


Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda siz de savaşın. Ancak aşırı gitmeyin.Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَاتِلُوا ve savaşın ق ت ل
2 فِي
3 سَبِيلِ yolunda س ب ل
4 اللَّهِ Allah
5 الَّذِينَ kimselerle
6 يُقَاتِلُونَكُمْ sizinle savaşan(lar) ق ت ل
7 وَلَا
8 تَعْتَدُوا aşırı gitmeyin ع د و
9 إِنَّ şüphesiz
10 اللَّهَ Allah
11 لَا
12 يُحِبُّ sevmez ح ب ب
13 الْمُعْتَدِينَ aşırı gidenleri ع د و

Hacdan, önkapıdan arka kapıdan bahsedilirken konu savaşa geldi! Neden diye düşünebilirsiniz.

Tamam hac yapıcaz ama Mekke işgal altında. Önce Allah yolunda savaşıp müşriklerden ve putlardan temizlenmeli ama bunu yaparken haddi aşmamalı.

Bedir Savaşı öncesi zihinsel hazırlık ayetidir bu ayetler.


وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ


Fiil cümlesidir.  وَ istînâfiyyedir. قَاتِلُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı faildir. ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru قَاتِلُوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası يُقَاتِلُونَكُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

و atıf harfidir. لَا nahiye harfi olup olumsuz emir manasındadır.. تَعْتَدُوا muzari fiili ن ‘un hazfiyle meczumdur. 

Kelbî şöyle demiştir: ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ [Allah yolu] Harem-i Şerîf’tir. الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَكُمْ [Size karşı savaş açanlara] ifadesi ile Kureyş kastedilmiştir. Eğer size mani olurlarsa siz de onlarla savaşın demektir. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)


 اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ

 

اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismidir. لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ cümlesi اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُحِبُّ muzari fiildir. الْمُعْتَد۪ينَ mef’ûlun bihtir. Cemi müzekker salim olduğu için ي ile mansub olmuştur.

وَقَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ الَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ


Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu ayette وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası, müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafzâ-i celâle muzâf olması سَب۪يلِ için tazim ve şeref ifade eder.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. 

Allah yolunda savaşmak, Allah’ın sözünü yüceltmek ve dini galip kılmak için cihat etmektir. [Sizinle savaşanlarla] engellemeye kalkışanlarla değil de, sizinle doğrudan savaşa tutuşanlarla [savaşın!]. Bu manaya göre ayet, [Ama müşrikler nasıl (haram -helal gözetmeden) topluca sizinle savaşıyorlarsa, siz de onlarla topluca savaşın] (Tevbe 9/36) ayetiyle neshedilmiştir. (Keşşâf)

قَاتِلُوا - يُقَاتِلُونَ - لَا تَعْتَدُواۜ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlib sanatı vardır. 

"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda  kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlip vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belagat)


اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ


Ta’liliye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Ta’liliye olarak fasılla gelen son cümle اِنَّ  ile tekid edilmiş, haberi olumsuz fiil cümlesi olan faide-i haber inkâri kelamdır. اِنَّ ’nin isminin  bütün esmayı bünyesinde toplayan اللّٰهَ ismiyle marife oluşu telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Lafza-i celâlde tecrîd ve tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Cümlede nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması, hükmü takviye eder. 

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

الْمُعْتَد۪ينَ - تَعْتَدُواۜ ve قَاتِلُوا - يُقَاتِلُو kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

تَعْتَدُواۜ fiilinde irsâd sanatı vardır.

يُحِبُّ - قَاتِلُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.

Müslümanlar için kendileriyle savaşanlardan olan kimselerle Harem mıntıkasında ve haram ayda savaşmaları genel bir ifadeyle ortaya konmuş ve bu konuda kendilerinden vebal kaldırılmıştır. Savaşı ilkin siz başlatarak veya kadınlar, ihtiyarlar, çocuklar ve aranızda anlaşma bulunanlar gibi kendisiyle savaşmanız yasak olan kimselerle savaşarak, yahut müsle yaparak geride kalanlara ibret olmak üzere insan bedeninden parçalar kopararak, ya da barışa davet etmeksizin ansızın baskın yaparak [haddi aşmayın!] (Keşşâf)

اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ sözü, haddi aşanlara karşı bir uyarıdır. (Âşûr)

وَلَا تَعْتَدُواۜ [Fakat haddi aşmayın.] Harem sınırları içinde, hem de ihramlıyken savaşı ilk başlatan siz olmayın. [Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.] Allah haddi aşanlar için iyilik dilemez ve onları dostları kabul etmez. (Ruhu’l-Beyan)

وقاتِلُوا cümlesi 189. ayetteki ولَيْسَ البِرُّ [Birr … değildir] cümlesine matuftur. Efendimize 6. yıldaki kaza umresine hazırlık yapması için ve müslümanların müşriklerin ihanetine hazırlıklı olması için istidrad olarak gelmiştir. Bu; الَّذِينَ يُقاتِلُونَكُمْ [Size savaş açanlar] sözüyle bahsedilen savunma amaçlı bir savaştır, ve bu ayet, savaş hakkında nazil olan ilk ayettir. (Âşûr)


Allah yolunda savaş da edin, اَلَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَكُم o kimselerle ki, sizinle fiilen savaşıyor veya savaşacaktır. Allah yolunda savaş, hak din uğrunda sırf  i'la-yı kelimetullah (Allah kelamını üstün getirmek) için cihad demektir ve bu husus, savaşın meşru olması için ف۪ى سَبِ۪يلِ اللّٰهِ “Allah yolunda” olmak üzere iyi bir niyetin lüzumunu ifade etmektedir. “Mufâale babı” fiilin önce fail, sonra mef'ûlden meydana geldiği hususunda açık olduğu için,  اَلَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَكُمْ “sizinle savaşanlar” sözü harp ve öldürmeye taarruzun, düşman tarafından olmasını bildirdiğine göre, bu emrin, yalnız müdafaayı meşru kıldığı ve bundan dolayı,  وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثَقِفْتُمُوهُمْ [Onları nerede yakalarsanız öldürün.] (Bakara, 2/191),  وَقَاتِلُوا الْمُشْرِك۪ينَ كَآفَّةً [Müşriklerle topyekün savaşın.] (Tevbe, 9/36) emirleriyle neshedilmiş bulunduğu, yukarıdaki şekilde nakledilmişse de قَاتِلُوا [savaşın] fiili de aynı babdan olduğu için bu noktada bir çelişki şüphesi bulunacağından birini veya her ikisini sırf iki kişi arasında müşareket manasına yorumlamak gerekir. Bu mana ile bilfiil çarpışmak, taarruz ve müdafaadan daha genel olur. Nitekim Ebu Hayyan tefsirinde.  اَلَّذ۪ينَ يُقَاتِلُونَكُمْ [sizinle savaşanlar] ifadesinin zahiri, “Doğrudan veya müdafaa şeklinde haklı olarak savaşı yerine getirmek demektir.” (Ebu Hayyan, el-Bahru'l-Muhit, II, 65) diye taarruz veya müdafaadan daha genel olduğu gösterilmiştir. Bir de muzari fiilin geleceğe ihtimali de vardır. Bu durumda: يُقَاتِلُونَكُمْ  ‘’savaşa ehliyet ve kudreti olup da harp edecek halde bulunanlar’’ demektir. Bu mana, Hz. Ebu Bekir'den ve Ömer b. Abdülaziz'den rivayet edilmiştir. Bunda birincisi, öncelikle sabit olur. Genel manada müştereklik veya genel manada mecaz lazım gelmez. Birincisinde kuşatanlar veya harp ilan edenler hariç kalır. İkincisinde bunlar da girer. Harp ilan etmeyen veya kadın, çocuk, çok yaşlı, manastırdaki rahipler gibi çoğu zaman harp etme kudretine sahip olmayanlar hariç kalır. Bunlarla savaş caiz olmaz. Son emirlerde de durum böyledir. O halde bu iki manaya da ihtimali olan bu ayet mensuh değildir. (Elmalılı)


Günün Mesajı
Onlar sizin elbiseniz cümlesinde istiare vardır. Elbise insanı güzelleştirir, kusurlarını örter. Eşler arasındaki ilişkinin de öyle olması gerekir. Korumak (sıcak ve soğuktan/haramdan), örtmek, yakın olmak, güzelleştirmek vs.
İtikaf; bir yerde nefsi hapsederek tutmak demektir. Istılah olarak, oruçluyken mescitlerde ibadet kastıyla bir süre kalmak demektir. İtikaf sünnettir. 
Sırf sormuş olmak için soru sorulmaz, faydasız şeylerle uğraşmamalı, merakımızı doğru yöne yöneltmeliyiz. Soruyu sorana en faydalı olacak şekilde cevap vermelidir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Sevgili Nefsim;

Dünyalık ne varsa, seven parçam. Atsam bumerang misali geri gelirsin, satsam alanın bulunmaz. Birbirini seven ama devamlı kavga eden kardeşler, belki de eşler gibiyiz. Ne seninle, ne de sensiz oluyor. İstediğini yapsam, doymak bilmezsin. Dünyamı ve ahiretimi kazanma umuduyla, bitmek bilmeyen bir mücadele içindeyiz.

Merak etmeyi seven nefsim. Gel, seninle bir antlaşma yapalım. Hayatın her alanına hükümleriyle sınır getiren ve aşırılıktan sakınmamızı emreden Rabbimize itaat edelim. Ve bu işin de ortasını tutturalım.

Sırf merak etmekle kalsan yine iyi ama dilimize söylettiklerinle de başımızı derde sokuyorsun. Hadi, dünyalık meselelerin peşinden koşuyorsun. Onu anladık diyelim. (Anlamayalım, ona da bir dur diyelim ama bugünkü meselemiz başka..)

Elimden geldiğince en kibar şekilde ifade etmeye çalışacağım. İnsanların yapmaya çalıştığı nafile ibadetleri yapma sebeplerinden, sanane! O, neden Ramazan dışında oruç tutuyormuş? Belki keffaret, belki sünnete riayet, belki de kaza oruçlarını tutuyor. Sanane! Bu, farz namazları dışında, bu kadar ne namazı kılıyormuş? Şu, neden tesettürünü takvayla süslemeye çalışıyormuş? Namahrem ortamlara niye gitmiyormuş? İşin en doğrusunu o mu biliyormuş? Ne ima ediyormuş? Sana ne! Bize ne!

Allahım! Beni ilgilendirmeyen meselelere burnumu sokmaktan,

Konuşmuş olmak için dilimi kullanmaktan,

Başkalarının yaptıklarını ve yapmadıklarını zorla sorarak öğrenmekten,

Yaptıkları iyiliklere burun kıvırmaktan ve yanlışlarına ‘şaşırmadım’ gibi tepkiyle büyüklenmekten,

Nefsimden,

Nefsimin isteklerine ve merakına köle olmaktan,

Nefsimin beslediği dünyalık heveslerimden,

Nefsimin şerrinden,

Ve yine nefsimden,

Sana sığınırım.

Allahım, beni bir an bile nefsimle başbaşa bırakma.

(Hiç yüzünü asma, Allah’ın izniyle daha çok mektup yazacağım sana.)

Allah’a emanetsin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji