وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذ۪ي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ اِلَّا دُعَٓاءً وَنِدَٓاءًۜ صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَثَلُ | durumu |
|
2 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden |
|
4 | كَمَثَلِ | haline benzer |
|
5 | الَّذِي | kimsenin |
|
6 | يَنْعِقُ | haykıran |
|
7 | بِمَا | şeylere(hayvanlara) |
|
8 | لَا |
|
|
9 | يَسْمَعُ | bir şey işitmeyen |
|
10 | إِلَّا | başka |
|
11 | دُعَاءً | çağırmadan |
|
12 | وَنِدَاءً | ve bağırtıdan |
|
13 | صُمٌّ | sağırdırlar |
|
14 | بُكْمٌ | dilsizdirler |
|
15 | عُمْيٌ | kördürler |
|
16 | فَهُمْ | onun için onlar |
|
17 | لَا |
|
|
18 | يَعْقِلُونَ | düşünmezler |
|
وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذ۪ي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ اِلَّا دُعَٓاءً وَنِدَٓاءًۜ
وَ atıf harfidir. مَثَلُ kelimesi mübteda olup aynı zamanda muzâftır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِینَ mahallen mecrur olup, muzâfun ileyhtir. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَ teşbih ve cer harfidir. كَمَثَلِ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Müfret müzekker has ism-i mevsûl ٱلَّذِی muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası یَنۡعِقُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu بِ harf-i ceriyle birlikte یَنۡعِقُ fiiline müteallıktır. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یَسۡمَعُ Muzari fiildir. إِلَّا istisna harfidir. دُعَاۤءࣰ müstesnadır. نِدَاۤءࣰ kelimesi دُعَاۤءࣰ ’e matuftur.
صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ
صُمُّۢ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri هُمْ (onlar) şeklindedir. بُكۡمٌ ikinci, عُمۡیࣱ ise üçüncü haber olup lafzen merfûdur.
فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
وَمَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا كَمَثَلِ الَّذ۪ي يَنْعِقُ بِمَا لَا يَسْمَعُ اِلَّا دُعَٓاءً وَنِدَٓاءًۜ
و , istînâfiyyedir. İlk cümle isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَمَثَلِ mübteda olan مَثَلُ ’nun mahzuf haberine müteallıktır. Haberin mahzuf oluşu îcâz-ı hazf sanatıdır.
Cümlede geçen ٱلَّذِینَ - ٱلَّذِی - مَا ism-i mevsûlleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Ayrıca ism-i mevsûllerde müphem yapıları nedeniyle tevcih sanatı vardır.
دُعَاۤءࣰ - نِدَاۤءࣰۚ kelimelerindeki tenkir; kesret ve nev içindir. Bu iki kelimede seci vardır.
یَنۡعِقُ - یَسۡمَعُ - دُعَاۤءࣰ - نِدَاۤءࣰۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَا ’nın sıla cümlesinde لَا ve إِلَّا ile hasr meydana gelmiştir. İşitmek fiili -maksur- mevsuf, davet ve nida -maksurun aleyh- sıfattır. Kasr, kasr-ı mevsuf ales sıfattır.
مَثَلِ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ales-sadr sanatları vardır.
Hükmün illetine işaret için; مثلهم (onların hali) şeklinde zamir yerine, مَثَلُ ٱلَّذِینَ şeklinde ism-i mevsûl gelmiştir. Nida ile dua arasındaki fark; duanın yakındakine, nidanın ise uzaktakine seslenirken kullanılmasıdır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, S. 500, Soru 1275 ve 1276)
Kâfirlerin İslama davet edildiği andaki halleri, hayvanların yüksek sesle haykıran birisinin seslenişini işittikleri andaki hallerine benzetilmiştir. Benzetme yönü; cahillik, şuur ve idrak yoksunluğudur. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim)
Bu kâfirlerin hali neye benzer bilir misiniz? وَمَثَلُ ٱلَّذِینَ كَفَرُوا۟ bütün kâfirlerin hali, كَمَثَلِ ٱلَّذِی o hayvanın haline benzer ki, یَنۡعِقُ بِمَا لَا یَسۡمَعُ إِلَّا دُعَاۤءࣰ وَنِدَاۤءࣰۚ bağırıp çağırmadan başka birşey işitmeyerek haykırır. Duyup dinlediği kuru ses, çıkardığı yine kuru sestir, manadan haberi yoktur. صُمُّۢ بُكۡمٌ عُمۡیࣱ onlar, birtakım sağırlar, dilsizler, körlerdir. فَهُمۡ لَا یَعۡقِلُونَ bunun için hiçbir şey anlamazlar. Sadece hay! huy! kuru gürültülere, çan seslerine, kaval sesine kulak verirler, haykırırlar. Bunlara söz söyleyecek, doğru yola davet edecek olanların hali de o hayvan çobanının haline benzer, o yolda çobanlık etmesi gerekir. Çoban onlara insan gibi, yiyiniz, içiniz, yayılınız derse anlamazlar, manasız seslerle ıslık, düdük çalar, bağırıp çağırarak azarlar, sürer, haylarsa bir şey duyarlar. İşte kâfirlerin durumu da böyledir. Bunlar, Allah’tan, peygamberden bir şey anlamazlar, manalı sözleri duymazlar, çan ve düdük sesleri arkasında dolaşırlar. Bunları işittikleri zaman haykırırlar, höykürürler. Yiyip içmek, yayılmak için yola gelirlerse, azarlama ile, haykırarak bağırıp çağırma ile gelirler. (Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı)
Bu ayeti kerime Kur’an’da geçen teşbihlerin anlaşılması en zor olanıdır. Çünkü hazifler vardır. İki teşbihten de bazı rükunlar hazfedilerek iki teşbih birleştirilmiş, bu da anlaşılmasını zorlaştırmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’ân Işığı’nda Belağat Dersleri, Beyân İlmi)
یَنۡعِقُ fiili, hayvanın ses çıkarması için ve insanın hayvanın çıkardığı sese benzer bir ses çıkarması için kullanılır.
Bu teşbihi şöyle de anlayabiliriz: Bu kafirler İslâm davetine karşı o kadar kayıtsızdırlar ki onlara yapılan çağrı hayvanlara yapılan çağrı gibidir. Hiç bir karşılık bulmaz.
Bağırıp çağırma kelimeleri davetin gür sesle yapıldığına işaret eder.
Gözleri ve kulakları gerçeklere kapalı olan, bu duyuları var olmasına rağmen çalışmayan, akletmeyen kâfirler körükörüne başkalarına tabi olurlar.
صُمٌّ بُكْمٌ عُمْيٌ
Ayetin ikinci cümlesi fasılla gelmiş, istînâfiyyedir. Haberî isnaddır. Mübtedası mahzuf olduğu için cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Mahzufun takdiri; هُمۡ صُمُّۢ بُكۡمٌ عُمۡیࣱ şeklindedir. Hazifle onların muayyen, belirgin bir durum olan bu sıfatlarla muttasıf olduklarına işaret vardır. Bu sıfatlarla vasıflanmış kimse hakkında zihnin düşünmeye ihtiyacı olmaz. Cümle teşbih-i beliğ babındandır. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru.1279)
Kâfirleri sağır, dilsiz ve kör benzetmesinde tasrihi istiare vardır. Müşebbeh hazfedilerek, müşebbehün bih zikredilmiştir. (Mahmut Sâfî) Bunun teşbihi beliğ olduğu görüşü de vardır.
صُمُّۢ - بُكۡمٌ - عُمۡیࣱ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
فَهُمْ لَا يَعْقِلُونَ
فَ , müsebbebi sebebe bağlayan rabıtadır.
Ayetin son cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesinde olayı canlandırarak onun dikkatini uyanık tutmayı sağlar.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.(Kuran Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Artık onlar anlamazlar, bilfiil anlamazlar, çünkü bakışları kusurludur. (Beyzâvî)