Bakara Sûresi 205. Ayet

وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ ف۪يهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَۜ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ  ...

O, (senin yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmağa, ekin ve nesli yok etmeğe çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا zaman
2 تَوَلَّىٰ döndüğü و ل ي
3 سَعَىٰ çalışır س ع ي
4 فِي
5 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
6 لِيُفْسِدَ bozgunculuğa ف س د
7 فِيهَا orada
8 وَيُهْلِكَ ve yok etmeğe ه ل ك
9 الْحَرْثَ ekin ح ر ث
10 وَالنَّسْلَ ve nesli ن س ل
11 وَاللَّهُ Allah
12 لَا
13 يُحِبُّ sevmez ح ب ب
14 الْفَسَادَ bozgunculuğu ف س د
 

Yukarıda biri yalnız dünyayı isteyen, diğeri de hem dünyanın hem de âhiretin iyiliklerini isteyen iki insan tipinden söz edilmişti. Bu âyetlerde yine iki tip insan başka açılardan tanıtılmaktadır. Bunlardan biri güzel sözlü fakat kötü niyetli, bozguncu ve yıkıcıdır; diğeri de “kendisini Allah’ın hoşnutluğuna adamış” olup –âyette zikredilmemekle birlikte– sözün gelişinden açıkça anlaşılmaktadır ki, ötekinin taşıdığı kötü niteliklerden arınmıştır.

Bazı münafıkların Hz. Peygamber’in yanında dost gibi gözüküp arkasından yıkıcı hareketlerde bulunmaları üzerine bu âyetlerin indiği yolunda rivayetler varsa da müfessirlerin çoğunun görüşü, âyetlerin anılan nitelikleri taşıyan herkesi kapsadığı yönündedir (Râzî, V, 187). Râzî’nin de belirttiği gibi Allah Teâlâ bir topluluğu, bazı kötü niteliklerini göstererek yerdiğinde, bundan o kişilerin zatını değil niteliklerini yerdiği anlamı çıkar. Şu halde kim bu kötü nitelikleri taşıyorsa yergiyi de hak ediyor demektir (V, 197-198). Böylece bu âyetler Hz. Peygamber dönemindeki belli bir veya birkaç münafık hakkında inmiş olsa bile münafıklık, riyakârlık, bozgunculuk, tahripçilik gibi kötü huy ve davranışlar konusunda bütün insanlar için bir uyarı ve caydırıcılık değeri taşımaktadır.(Diyanet Kur’ân yolu tefsiri)

 

Düşmanların da olsa ekinlerini, hayvanlarını, neslini helak etmeyi hoş görmüyor Kur’ân. Biz olsak “Hakkettiler“ derdik. Savaş, savaş alanındadır diyor Kur’ân.

İşte Kur’ân ın etikliği. Birkaç ayet önce Allah haddi aşanları sevmez demişti.

Bu da bir “had aşma”. Allah fesadı sevmez. Fesat insan, fesat çıkarır. Bize düşen Allah’ın sevdiğini sevmek, buğzettiğine buğzetmektir.

Ekini bozmak, gdo ile uğraşmak da arzı bozmak kapsamındadır. Nesli helak etmek, çocuk çalmak, süt bankaları, vb. Hatta aşılar için bile bugün çeşitli söylentiler var.

 

Riyazus Salihin, 691 Nolu Hadis

Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Dört huy kimde bulunursa, o adam tam münafık olur. Bir kimsede bu huylardan biri bulunursa, o huydan vazgeçinceye kadar onda münafığın özelliklerinden biri var demektir. O dört huya sahip olan kimse:Kendisine bir şey emanet edilince hiyânet eder.

Konuşunca yalan söyler.

Bir antlaşma yapınca sözünde durmaz.

Düşmanlık yapınca da aşırı gider.”

Buhârî, Îmân 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, Îmân 106. Ayrıca bk. Tirmizî, Îmân 14; Nesâî, Îmân 20

Riyazus Salihin, 997 Nolu Hadis ;Ebû Mûsa el-Eş’arî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Kur’ân okuyan mü’min portakal gibidir: Kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur’ân okumayan mü’min hurma gibidir: Kokusu yoktur, tadı ise güzeldir. Kur’ân okuyan münâfık fesleğen gibidir: Kokusu hoş fakat tadı acıdır. Kur’ân okumayan münâfık Ebû Cehil karpuzu gibidir: Kokusu yoktur ve tadı da acıdır.”

Buhârî, Et’ime 30 Fezâilü’l-Kur’ân 17, Tevhîd 36; Müslim, Müsâfirîn 243. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Edeb 16; Tirmizî, Edeb 79; İbni Mâce, Mukaddime 16 

 

  Seaye سعي :

  سَعْيٌ süratli yürümedir; koşmanın bir alt derecesidir. Bu kelime ister hayır, ister şer olsun bir konuda çabalamak/gayret sarf etmek için de kullanılır. سَعْيٌ sözcüğü daha çok övgüye değer fiillerle ilgili kullanılır.  (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de  bir isim ve bir fiil formunda olmak üzere 30 kere geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri say ve mesâidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ ف۪يهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَۜ


وَ atıf harfidir. إِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır.  

إِذَا şart harfi vuku bulma ihtimali kesin olan durumlar için gelir. تَوَلَّىٰ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Şartın cevabı سَعَىٰ ‘dır. سَعَىٰ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Fiilin faili müstetir olup takdiri هو ’dir. فِی ٱلۡأَرۡضِ car mecruru سَعَىٰ fiilinin failinden mahzuf haline müteallıktır. Takdiri:  متنقّلا (naklederek) şeklindedir.

لِ harfi  یُفۡسِدَ  fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte سَعَىٰ fiiline müteallıktır. فِیهَا car mecruru  یُفۡسِدَ  fiiline müteallıktır.

وَ atıf harfidir. یُهۡلِكَ  mansub muzari fiildir. یُفۡسِدَ fiiline atfedilmiştir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. ٱلۡحَرۡثَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. ٱلنَّسۡلَ kelimesi atıf harfi وَ ’la ٱلۡحَرۡثَ ’e atfedilmiştir. 


وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ


İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. Mübtedanın haberi لَا یُحِبُّ ٱلۡفَسَادَ cümlesi haber olup mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. یُحِبُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir. ٱلۡفَسَادَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

یُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حببdir. İf’al babı fiille, ta’diye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhûl, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
 

وَاِذَا تَوَلّٰى سَعٰى فِي الْاَرْضِ لِيُفْسِدَ ف۪يهَا وَيُهْلِكَ الْحَرْثَ وَالنَّسْلَۜ


وَ atıftır. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Haber manalı olduğu için ...یُشۡهِدُ ٱللَّهَ  cümlesine atfedilmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart fiili olan تَوَلَّىٰ , müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müsbet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı da müsbet mazi fiil sıygasında  faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sebep bildiren lam-ı ta’lilin dahil olduğu cümle, masdar teviliyle سَعَىٰ fiiline müteallıktır. Aynı üsluptaki وَیُهۡلِكَ ٱلۡحَرۡثَ وَٱلنَّسۡلَۚ cümlesi, masdar-ı müevvele matuf, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

واذا تولي سعي في الارض ليفسد فيها cümlesindeki سعي fiili, yakıp yıkmada çok hızlı davrandıklarını, fitne çıkarmada da büyük gayret içinde olduklarını göstermektedir.

في الارض sözü de, -Münafıklardan birisi olan Ahnes b. Şerîk  ki ayet onun hakkında inmiştir- onun fiilleri ve sözleriyle yaptığı fesadın  çokluğuna;  öyle ki, sanki yeryüzünün tamamının fesatla kaplanmış olduğuna işaret etmektedir.

ويهلك الحرث و النسل cümlesindeki atıf, hususi olanın umum üzerine atfı babındandır. Çünkü fesat, kan dökmeyi de mal yağmalamayı da içermektedir. Böylece bu atıfta fesadın bu çeşidinin ne kadar dehşet verici olduğuna işaret edilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Kur’ani’l Kerim, Soru: 1391, 1392, 1394)

یُفۡسِدَ - یُهۡلِكَ  ve ٱلۡحَرۡثَ  ٱلنَّسۡلَۚ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

[Ekin ve nesli yok etmeye çalışır.] Bozgunculuk ile ilgili yapılabilecek en ileri seviyedeki niteleme budur. Bu ifade fesahatin zirvesindedir. Çünkü dünya yerden ve dişilerden çıkanlar sayesinde ayakta durur. Onlar kesilirse dünya da son bulur. Cennet ile ilgili olarak وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَشْتَه۪ٓي اَنْفُسُكُمْ وَلَكُمْ ف۪يهَا مَا تَدَّعُونَۜ  [Canlarınızın çektiği her şey var, istediğiniz her şey orada sizin için var.] (Fussilet 41/31) ve وَف۪يهَا مَا تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ [Canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır.] (Zuhruf 43/71) ayetlerinde de bu tür bir anlatım vardır ki cennetteki nimetler ile ilgili anlatılabilecek en üst nokta budur. اَخْرَجَ مِنْهَا مَٓاءَهَا وَمَرْعٰيهَاۖ [Ondan suyunu ve merasını çıkardı.] (Nâziât 79/31) ayeti de yeryüzünde verilen nimetin zirvesidir. [Ekini ve nesli yok etmeye çalışır] ayeti hakkında şöyle de denilmiştir: “Yani anneleri ve çocukları yok eder. Çünkü kadınlar ekin ekilen tarlalardır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)

Hak Teâlâ'nın "Ekini ve nesli helak etmek için..." buyruğu, kısalığına rağmen son derece fasih ve çok tesirli bir manaya delalet eden lafızlardandır. (Fahreddin er-Râzî)


 وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ الْفَسَادَ


وَ istînâfiyyedir. Menfi fiile isnad edilmiş isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Olumsuz siyakta müsnedün ileyhin takdimi hükmü takviye ifade etmiştir. Allah Teâlâ fesad kimseleri sevmediğini isim cümlesi formuyla bildirmiştir. İsim cümlesi sübut ifade eder.

Olumsuz bir cümlede ismin fiile takdim edilmesi, fiilin bu isimdeki olumsuzluğunu ama başka isimlerdeki varlığını ifade eder. (Sâmerrâî, Beyâni Tefsir Metodu, Yasin Sûresi/40)

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüd ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla, sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. 

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip, hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması, kalplere telezzüz, teberrük ve korku duyguları salmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

ٱلۡفَسَادَ  kelimesi masdar kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

هم zamiri değil de zahir isim olarak ٱلۡفَسَادَ kullanılması, onları zemmetmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.