مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً فَيُضَاعِفَهُ لَهُٓ اَضْعَافاً كَـث۪يرَةًۜ وَاللّٰهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُۣطُۖ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَنْ | kimdir |
|
2 | ذَا |
|
|
3 | الَّذِي | o kimse |
|
4 | يُقْرِضُ | borç olarak verecek |
|
5 | اللَّهَ | Allah’a |
|
6 | قَرْضًا | bir borcu |
|
7 | حَسَنًا | güzel |
|
8 | فَيُضَاعِفَهُ | arttırması karşılığnda |
|
9 | لَهُ | ona |
|
10 | أَضْعَافًا | fazlasıyla |
|
11 | كَثِيرَةً | kat kat |
|
12 | وَاللَّهُ | Allah |
|
13 | يَقْبِضُ | (rızkı) kısar da |
|
14 | وَيَبْسُطُ | açar da |
|
15 | وَإِلَيْهِ | ve hep O’na |
|
16 | تُرْجَعُونَ | döndürüleceksiniz |
|
Beseta بسط :
بَسْطُ الشَّيْء ifadesi birşeyi yaymak ve genişletmektir. بَساطٌ sözcüğü geniş arazidir. Kuran-ı Kerim'de de geçen el/avuç uzatmak tabiri ( بَسْطُ الْيَد/بَسْطُ الْكَفّ ) bazen talep etme anlamında, bazen alma anlamında, bazen birinin üzerine saldırma ve vurma anlamında bazense ihsanda bulunup bahşetme anlamında kullanılmıştır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 25 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri Bâsid (Esmaul Husna), basit (kolay) ve pusattır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً فَيُضَاعِفَهُ لَهُٓ اَضْعَافاً كَـث۪يرَةًۜ
مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. ذَا işaret ismi sükun üzere mebni, haber olarak mahallen merfûdur. ٱلَّذِی müfret müzekker has ism-i mevsûl, ذَا ’nın sıfatı olarak mahallen merfûdur. Veya ondan bedeldir. İsm-i mevsûlun sılası یُقۡرِضُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. یُقۡرِضُ muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. ٱللَّهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. قَرۡضًا mef’ûlun mutlak olup fetha ile mansubtur. حَسَنࣰا kelimesi قَرۡضًا ’ın sıfatıdır.
فَ fâ-i sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri; أثمة قرض لله فمضاعفة منه لكم؟ (Allaha verilen borç sizin için kat kat yapılır mı) şeklindedir. لَهُۥۤ car mecruru یُضَـٰعِفَ fiiline müteallıktır. أَضۡعَافࣰا kelimesi یُضَـٰعِفَهُ fiilindeki هُ zamirinden haldir. Veya fiilin mef’ûlu mutlakıdır. كَثِیرَةࣰ ise أَضۡعَافࣰا ’in sıfatı olup mansubtur.
وَاللّٰهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُۣطُۖ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. یَقۡبِضُ fiili haber olarak mahallen merfûdur. یَبۡصُۜطُ fiili atıf harfi وَ ’la یَقۡبِضُ ’ye matuftur. وَ atıf harfidir. إِلَیۡهِ car mecruru تُرۡجَعُونَ fiiline müteallıktır. تُرۡجَعُونَ meçhul muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
مَنْ ذَا الَّذ۪ي يُقْرِضُ اللّٰهَ قَرْضاً حَسَناً فَيُضَاعِفَهُ لَهُٓ اَضْعَافاً كَـث۪يرَةًۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fakat cümle gerçek anlamda soru manası taşımamaktadır. Sorunun asıl maksadı teşviktir. Bu nedenle vaz edildiği anlamın dışında mana ifade ettiği için mecâz-ı mürsel mürekkeptir.
Niçin bu ifade bir soru şeklinde varid olmuştur?" denirse, biz şöyle deriz: "İstifham üslubu, bir şeyi yapmaya teşvik hususunda, açık bir emirden daha tesirlidir..." (Fahreddin er-Razi)
Bakara 243. ayet [ ألَمْ تَرَ إلى الَّذِينَ خَرَجُوا مِن دِيارِهِمْ] ile Bakara 246. ayet [ألَمْ تَرَ إلى المَلَأِ مِن بَنِي إسْرائِيلَ] arasına giren itiraz cümlesidir. Ayetle hak yolunda Allah rızası için infak etmeye teşvik etmek kastedilmiştir. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Onun soru sorup cevap beklemesi muhal olduğundan soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Ayrıca lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
İşaret ismi ذَا ’nın haber olması işaret edilenin önemini belirtir. Has ism-i mevsûl sıfattır. Anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâbtır.
Sıla cümlesi, muzari fiil sıygasında mef’ûlü mutlakla tekid edilmiş, faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olması hudûs ve teceddüt ifade eder. Allah’a borç vermenin bir kereye mahsus olmadığı, tekrarlanması gerektiği anlaşılmaktadır.
İsm-i mevsûlde tevcih vardır.
... فَیُضَـٰعِفَهُۥ لَهُۥۤ cümlesine dahil olan فَ sebebiyyedir. Gizli أنْ ve masdar-ı müevvel istifhamın cevabı yerindedir. أَضۡعَافࣰا haldir veya mahzuf mef’ûlü mutlaktan naibtir.
یُقۡرِضُ - قَرۡضًا ve یُضَـٰعِفَهُۥ - أَضۡعَافࣰا kelime grupları arasında iştikak cinası ve redd’ül-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Allah’a güzel bir borç verecek kimdir?] Önceki ayette Cenâb-ı Hak, Allah yolunda savaşmayı emretmişti. Bunun için de mala ihtiyaç vardır. İşte bu ayette de Allah Teâlâ savaşa gidenlerin hazırlıklarının tamamlanması için müminleri sadaka vermeye teşvik etmektedir. مَّن [Kimdir?] Aslında emir anlamında bir sorudur. ذَا ismi borç veren kişiye işarettir ve مَّن edatıyla ref edilmiştir. Yani “Borç verecek kimdir?” ٱلَّذِی kelimes ذَا kelimesinin sıfatıdır. قَرۡض gerçek anlamda kullanıldığında bedeli daha sonradan iade edilmek üzere tutulan mal anlamına gelir. Bu tür malın (aslında kesmek anlamındaki) karz kelimesi ile isimlendirilmesinin sebebi, kişinin onu kendi malından kesip veriyor olmasıdır.
Nitekim, makas anlamına gelen, المِكْرَاضُ kelimesi ve helak oldular anlamına, اِنْقَرَضَ القَومُ tabiri bu köktendir. Çünkü bir kavim helak olduğu zaman, onların izi silinir, soyları kesilir. Bir kimse borç verdiğinde, bundan murad onun malından veya amelinden karşılığını göreceği bir kısmını kesip ayırmış olmasıdır. قَرۡضًا lafzı, bir görüşe göre burada mecazdır. Çünkü قَرۡضًا , insanın mislinin kendine dönmesi için verdiği şeydir. Burada Allah yolunda infakta bulunan kimse, malının sevabı kendisine dönsün diye infak etmektedir. Fakat, bu infak ile borç verme arasında birçok bakımdan farklılık görülmüştür:
* Karzı, ancak fakirliğinden ötürü ona muhtaç olan kimse alır. Bu Cenâb-ı Allah hakkında düşünülemez.
* Mûtad olan, borcun bedeli ancak misliyle ödenir. Bu infakta ise, karşılık kat kattır..
* Borç alanın aldığı mal, o kimsenin mülkü değildir. Burada ise Allah'a borç verilen, Allah yolunda infak edilen mal Allah'ın mülküdür. Aralarında böyle farklar olduğu halde, Cenab-ı Allah infakı قَرۡضًا olarak isimlendirmiştir. Bundaki hikmet, karzın ödenmesinin vacib olup, ödememenin caiz olmaması gibi, bu infakın Allah katında boşa gitmeyeceğine dikkat çekmedir. Bundan dolayı, bu infaktan dolayı hak edilen sevap, mükellefe mutlaka ulaşacaktır. (Fahreddin er-Razi)
حَسَنࣰا [İyi bir şekilde] ifadesi güzel bir şekilde demektir. Bu kelime borcun sıfatıdır. Bu ayette borçtan kasıt malının bir kısmını kesmesi ve onu Allah rızasına ulaşmak ve sevabına kavuşmak için fakire vermesidir. Abdullah b. Abbas’a göre buradaki حَسَنࣰا [güzel] ifadesi yaptığı iyiliği hemen, gizli bir şekilde yapması ve küçük görmesidir. Bir görüşe göre fakirlerin başına kakmaması ve onlara eziyet etmemesidir.
أَضۡعَافࣰا كَثِیرَةࣰۚ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ezherî şöyle demiştir: Arap lisanında ضِعْف kelimesi benzer ve daha fazlası için kullanılır. Yoksa sadece iki kat için kullanılmaz. Bilakis Arap lisanında iki veya üç katı kastedilebilir. Çünkü bu kelime aslında sınırsız fazlalığa delalet eder. En azı ise bir kattır. En fazlası sınırsızdır. Allah Teâlâ burada “kat kat fazlası” buyurmuştur. Buradaki كَثِیرَةࣰۚ [çok] ifadesi hesaplama konusundaki bütün vehim ve şüpheleri gidermektedir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
یُضَـٰعِفَ kelimesinin kökü ضعف olup kuvvetin zıttıdır. Zayıf, zaaf ve zafiyet kelimeleri dilimize buradan geçmiştir. ضِعْف sözcüğü tıpkı yarım ve eş sözcükleri gibi birinin varlığı zorunlu olarak diğerinin varlığını gerektiren sözcüklerdendir. Bu sözcük, birbirine eşit iki miktarın birleşmesi anlamına gelir. Bu sadece sayılarda kullanılır. Misil, kat demektir.
Kisaî der ki: Karz, ödünç olarak verdiğin (ya da; önceden işlediğin) iyi ya da kötü ameldir. Kelime asıl anlamı itibariyle kesmek demektir. (Makas anlamına gelen) المقراض da burdan gelmektedir. Karşılığını vermek üzere malından bir parça kesip vermek anlamında إقراض tabiri kullanılır. Bir kavmin إنقراض ‘ı demek, onların köklerinin kesilip helak olmaları demektir.
Burada karz isimdir. Eğer böyle olmasaydı, burada (karz denilmeyip) إقراض denmesi gerekirdi. Bu ayet-i kerimede karzın istenmesi, insanların anlayacakları bir şekilde ayetin ifade edilmesi ve alışageldikleri bir üslupla onlara hitap edilmesi içindir. Çünkü yüce Allah Ganî ve Hamîd olandır. Fakat şanı yüce Allah, müminin ahirette sevabını umacağı şeyler karşılığında dünyada iken verdiği şeyleri bir karza (ödünce) benzetmiştir. Nitekim insanların cenneti almaları karşılığında can ve mallarını vermesini de -ileride yüce Allah'ın izniyle Tevbe Sûresi'nde açıklanacağı üzere (Tevbe, 9/111)- alışverişe benzetmiştir.
Denildiğine göre ayet-i kerimeden maksat fakirlere, ihtiyaç sahiplerine, sadaka vermeye, infakta bulunmaya ve Allah yolunda dinin zaferi için infakta bulunmaya teşvik etmektir. Şanı yüce Allah sadaka vermeyi teşvik etmek üzere her türlü ihtiyaçtan münezzeh ve yüce zatını kinaye yoluyla fakir gibi göstermiştir. Nitekim her türlü eksiklik ve acılardan takdis edilmiş bulunan yüce olan zatını da hasta, aç ve susuz diye kinaye yoluyla ifade etmiştir. (Kurtubî)
وَاللّٰهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُۣطُۖ
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin tüm esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde barındıran lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve ikaz içindir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu bu cümlede de ٱللَّهُ isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Müsnedin muzari fiil cümlesi olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve medih makamı söz konusu olduğundan istimrar ifade eder.
یَبۡصُۜطُ , haber cümlesi یَقۡبِضُ ‘ya matuftur.
قَرۡضًا - یَبۡصُۜطُ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
یَقۡبِضُ kelimesinin kökü قبض avucun tümüyle bir şeyi almak demektir. Bir kimsenin infak etmekten geri durmasına da قبض [eli sıkı olmak] denir. Kabz, ölümden kinaye olarak da kullanılır. Türkçe’de kullanılan makbuz (tutulan şey), kabza, kabzetmek, kabız kelimeleri bu köktendir.
یَبۡصُۜطُ ’nun kökü بصط olup; yaydı, genişletti demektir. Kabzın zıttı olarak gelmiştir. باصط; genişletilmiş, düzeltilmiş, düz, engelsiz, yalın demektir.
[Darlık veren de bolluk veren de Allah’tır.] Böylece borç vermeyi onlar için kolay hale getirmiştir. Kullarına verdiği rızkı daraltan da genişleten de Allah’tır. Kul bunu bildiği zaman sadaka vermek ona zor gelmez. Çünkü ona bu geniş rızkı veren Allah’tır. Dolayısıyla Allah kuldan kendisinin verdiği şeyi istemektedir. Kul da, dünyada verdiğini ahirette alacaktır. Bu ayetle ilgili şöyle bir görüş vardır: Sadaka verdiğinizde malınızın azalacağından endişelenmeyin ve sadaka vermediğinizde malınızın çoğalacağını sanmayın. Malı genişleten de daraltan da Allah’tır. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Burada kastedilen, hediye ve sadaka almak, sevabı ve mükâfatı çoğaltmak olabilir. Belki de kastedilen; ruhları hayır için yakalamak ve hayır yolunda serbest bırakmaktır. Allah yolunda infak edene zenginlik vermekten, cimri olana ise az vermekten tariz vardır. (Âşûr)
وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
Cümle وَ ile öncesine atfedilmiştir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurun amiline takdimi kasr ifade etmiştir. Takdim kasrında, takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. إِلَیۡهِ mevsuf / maksûrun aleyh, تُرۡجَعُونَ sıfat /maksûr olduğu için, kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur. Yani başka kimseye değil, sadece ve sadece ona döndürüleceksiniz. Bu da şirk inancını iptal eder.
اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ [O'na döndürüleceksiniz] sözü, lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder, bunun yanında söylenmemiş bu sarih delalet başka bir delaleti de kapsar, bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 4, Zuhruf/85, S. 370) Buna da lazım - melzum alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
Bu cümlede Allah rızası için harcayanların ahiretteki mükâfatlarından, ahirette onlar için hazırlanan şeylerin, bu dünyada vaat edilen hayırdan daha büyük olduğunu hatırlatma ve tenbih vardır. İnfak etme konusunda cimri olan, Allah yolunda harcamaktan çekinenlerin pek çok şeyden mahrum olduğuna da tariz vardır. (Âşûr)