Bakara Sûresi 253. Ayet

تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۢ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍۜ وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلٰكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ۟  ...

İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır. Bir kısmının da derecelerini yükseltmiştir. Meryem oğlu İsa’ya ise açık deliller verdik ve onu Ruhu’l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Eğer Allah dileseydi, bunların arkasından gelen (millet)ler, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, birbirlerini öldürmezlerdi. Fakat ayrılığa düştüler. Onlardan inananlar da vardı, inkâr edenler de. Yine Allah dileseydi, birbirlerini öldürmezlerdi. Lâkin Allah dilediğini yapar.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 تِلْكَ işte o
2 الرُّسُلُ elçiler ki ر س ل
3 فَضَّلْنَا üstün kıldık ف ض ل
4 بَعْضَهُمْ kimini ب ع ض
5 عَلَىٰ karşı
6 بَعْضٍ kimine ب ع ض
7 مِنْهُمْ onlardan
8 مَنْ kimine
9 كَلَّمَ konuştu ك ل م
10 اللَّهُ Allah
11 وَرَفَعَ ve yükseltti ر ف ع
12 بَعْضَهُمْ kimini de ب ع ض
13 دَرَجَاتٍ derecelerle د ر ج
14 وَاتَيْنَا ve verdik ا ت ي
15 عِيسَى Îsa’ya
16 ابْنَ oğlu ب ن ي
17 مَرْيَمَ Meryem
18 الْبَيِّنَاتِ açık deliller ب ي ن
19 وَأَيَّدْنَاهُ ve onu destekledik ا ي د
20 بِرُوحِ Ruh ile ر و ح
21 الْقُدُسِ Kudüs ق د س
22 وَلَوْ ve eğer
23 شَاءَ dileseydi ش ي ا
24 اللَّهُ Allah
25 مَا
26 اقْتَتَلَ öldürmezlerdi ق ت ل
27 الَّذِينَ kimseleri (milletleri)
28 مِنْ
29 بَعْدِهِمْ onların arkasından gelen ب ع د
30 مِنْ
31 بَعْدِ sonra ب ع د
32 مَا
33 جَاءَتْهُمُ gelmiş olduktan ج ي ا
34 الْبَيِّنَاتُ açık deliller ب ي ن
35 وَلَٰكِنِ fakat
36 اخْتَلَفُوا anlaşmazlığa düştüler خ ل ف
37 فَمِنْهُمْ onlardan
38 مَنْ kimileri
39 امَنَ inandı ا م ن
40 وَمِنْهُمْ ve onlardan
41 مَنْ kimi de
42 كَفَرَ inkar etti ك ف ر
43 وَلَوْ eğer
44 شَاءَ dileseydi ش ي ا
45 اللَّهُ Allah
46 مَا
47 اقْتَتَلُوا birbirlerini öldürmezlerdi ق ت ل
48 وَلَٰكِنَّ ama
49 اللَّهَ Allah
50 يَفْعَلُ yapar ف ع ل
51 مَا şeyi
52 يُرِيدُ dilediği ر و د
 

تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۢ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍۜ 


İsim cümlesidir.  تِلۡكَ  işaret ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud, yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.  ٱلرُّسُلُ  kelimesi işaret isminden bedeldir.  فَضَّلۡنَا  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Bu cümlede  ٱلرُّسُلُ ’nün haber,  فَضَّلۡنَا  cümlesinin hal olmasına da cevaz vardır.

بَعۡضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمۡ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  عَلَىٰ بَعۡضࣲ  car mecruru  فَضَّلۡنَا  fiiline müteallıktır.  مِّنۡهُم  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَّن, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَلَّمَ ٱللَّهُۖ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. كَلَّمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  ٱللَّهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.

رَفَعَ بَعۡضَهُمۡ دَرَجَـٰتࣲ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  مِّنۡهُم مَّن كَلَّمَ ٱللَّهُ  cümlesine atfedilmiştir.  رَفَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  بَعۡضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُمۡ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  دَرَجَـٰتࣲ  ikinci mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır. 

 

 وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  ءَاتَیۡ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا fail olarak mahallen merfûdur.  ع۪يسَى  kelimesi mef‘ûlun bihtir. Gayrı munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.  ابْنَ  kelimesi bedel veya sıfattır.  مَرۡیَمَ muzâfun ileyhtir. Gayrı munsarif olduğu için cer alameti fethadır.  ٱلۡبَیِّنَـٰتِ  ikinci mef’ûlun bihtir.  Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradir.

أَیَّدۡنَـٰهُ بِرُوحِ ٱلۡقُدُسِ  cümlesi atıf harfi  وَ’la  ءَاتَیۡنَا ’ya atfedilmiştir.  أَیَّدۡنَـٰهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بِرُوحِ  car mecruru  أَیَّدۡنَـٰهُ  fiiline müteallıktır. ٱلۡقُدُسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلٰكِنِ اخْتَلَفُوا فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَۜ


وَ  istînâfiyyedir. Âşur ise itiraziyye olduğu görüşündedir. لو  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  شَاۤءَ  şart fiilidir.

ٱللَّهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. Fiilin mef’ûlu mahzuftur. Takdiri;  لو شاء عدم اختلافهم  (İhtilaf etmemelerini isteseydi) şeklindedir. Şartın cevabı  مَا ٱقۡتَتَلَ ٱلَّذِینَ‘dır.  مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  ٱقۡتَتَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  ٱلَّذِینَ  fail olarak mahallen merfûdur.  مِّنۢ بَعۡدِ  car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمۡ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِنْ بَعْدِ  car mecruru  اقْتَتَلَ  fiiline müteallıktır.  مَا  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  مِنْ بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhidir.  جَٓاءَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  الْبَيِّنَاتُ  faildir.

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنِ  istidrak harfidir. اخْتَلَفُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  فَ  ta’liliyyedir.  مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنَ  fiilidir. Îrabtan mahalli yoktur.

مِنْهُمْ مَنْ كَفَر  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  مِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ  ifadesine atfedilmiştir.  

    

 وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ۟


وَ  istînâfiyyedir.  لَوۡ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  شَاۤءَ  şart fiilidir.

ٱللَّهُ  lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. Fiilin mef’ûlu mahzuftur. Takdiri;  عدم اقتتالهم (Onlarla savaşmamak) şeklindedir. Şartın cevabı  مَا ٱقۡتَتَلَ ٱلَّذِینَ ‘dır. Cümlenin tekrarı kelamı tekid etmek içindir.

وَ  istînâfiyyedir.  لَـٰكِنَّ  istidrak harfidir.  لَـٰكِنَّ  harfi  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لَـٰكِنَّ de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.  ٱللَّهَ  lafza-i celâli, لَـٰكِنَّ ’nin ismidir.  یَفۡعَلُ  fiili  لَـٰكِنَّ ’nin haberidir. Muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  یُرِیدُ’dur.

 

تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلٰى بَعْضٍۢ مِنْهُمْ مَنْ كَلَّمَ اللّٰهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍۜ


Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilenin mertebesinin yüceliğini gösterir, önemini vurgular ve ona tazim ifade eder.

ٱلرُّسُلُ  işaret isminden bedeldir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. 

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hudûs ifade eder. Faide-i  haber ibtidai kelamdır. 

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile müşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)

Fasılla gelen  مِّنۡهُم مَّن كَلَّمَ ٱللَّهُۖ  cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِّنۡهُم  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. İsm-i mevsûl muahhar mübtedadır. Sılası mazi fiil formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 وَرَفَعَ بَعۡضَهُمۡ دَرَجَـٰتࣲۚ  cümlesindeki  وَ  hal veya atıf içindir. Cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

 بَعۡضࣲۘ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Burada iltifat sanatı vardır. Allah Teâlâ kendisinden önce  هو  zamiri ile bahsederken, sonra  نا  zamiri kullanmıştır.

تِلۡكَ  uzaklık ifade eder. Burada peygamberlerin mertebelerinin yüceliğini gösterir. Bu ayette taksim sanatı vardır.

 

Bundan önceki ayette Peygamberin hak Peygamberlerden olduğu beyan edildikten sonra bu ayette de Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) en üstün ve en büyük Resuller ( مِنْ اَفَاضَلُ الرُّسُلُ الْعِظَامُ ) den olduğuna işaret edilmektedir. تِلۡكَ [işte] Peygamberimizin de dahil olduğu Peygamberler cemaatine işarettir. تِلۡكَ daha önce de belirtildiği gibi uzaktaki varlıklar için kullanılır. Buradaki kullanılış sebebi Peygamberlerin cemaat olarak yüksekliğini ve faziletteki mertebelerinin yüceliğini bildirmektir.

Bir görüşe göre de  تِلۡكَ  bu surede kıssaları zikredilen Peygamberlere işarettir.

Bir görüşe göre de bu işaret, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), haklarında bilgi sahibi olduğu Peygamberler içindir.

Bu cümlenin anlamı:

"Kemâl mertebeleri itibariyle o peygamberlerin kimini kimine üstün kıldık. Hikmetimizin gereği olarak başka peygamberlerde bulunmayan bir takım meziyetleri kimi peygamberlere tahsis ettik."(Ebüssuûd, Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1550, Âşûr, Fahreddin er-Râzî)


a) Bundan maksat, Kur'an-ı Kerim'de İbrahim, İsmail, İshâk, Yakûb, Musa ve diğerleri (aleyhisselâm) gibi zikredilen peygamberlerdir.

b) Bu ifadeden maksat, bu ayetten önceki ayetlerde zikredilen Eşmayil, Dâvûd, ve peygamber olduğunu söyleyenlere göre Tâlût gibi peygamberlerdir.

c) Esamm'ın görüşüne göre bu peygamberler, kendilerine, "Eğer Allah insanların bir kısmının (fesadını) bir kısmıyla önlemeseydi, dünya mutlaka fesada uğrardı" (Bakara. 251) ayetiyle işaret edilen ve Allahü Teâlâ'nın fesadı def etmek için yollamış olduğu peygamberlerdir. (Fahreddin er-Râzî, Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru:1551)

Allah’ın konuştuğu Peygamber, Musa a.s'dır. Musa a.s; Kelimullah, İsa a.s; Kelimetullah'dır. Çünkü bir kelime ile;  كُنْ  emri ile babasız dünyaya gelmiştir. İsa peygamber'den  عِیسَى ٱبۡنَ مَرۡیَمَ  şeklinde bahsedilmesi hem İsrailoğulları'nın çirkin isnadlarına tariz, hem de ona İlah ve İlahın oğlu diyen Hristiyanlara reddiyedir.

(Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi’l Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, soru:1552)

 

 مِّنۡهُم مَّن كَلَّمَ ٱللَّ  bölümü, önceki bölümde ifade edilen üstünlüğü açıklar. Edebiyatta buna taksim ismi verilir. فَمِنۡهُم مَّنۡ ءَامَنَ وَمِنۡهُم مَّن كَفَرَۚ  bölümünde de aynı sanat vardır. (Safvetü't Tefâsir)

Allah Teâlâ  اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَل۪ينَۙ  [Şüphesiz sen gönderilmiş elçilerdensin.] (Yâsîn, 36/3) ayet-i kerimesinde zikredilen bu peygamberleri veya özellikle bu surede Hz. Âdem’den Hz. Davud’a kadar zikredilen peygamberleri ya da Kur’an’ın tamamında zikredilen peygamberlerin hepsini peygamber olarak aynı isimle anmıştır. Daha sonra risaletin dışındaki bazı hususlarda birbirlerinden üstün olduklarını açıklamıştır. Müminler de müminlik sıfatında eşit, imandan sonraki itaat vasfında birbirlerinden farklı seviyelerdedir.

فَضَّلۡنَا بَعۡضَهُمۡ عَلَىٰ بَعۡضࣲۘ  [Bir kısmını diğerine üstün kıldık.] Yani peygamberlikten sonraki

makam ve dereceleri hususunda [üstün kıldık] demektir.

Bu peygamberler arasında, Allah Teâlâ’nın kendisiyle konuşmuş oldukları vardır. Bir açıklamaya göre  دَرَجَـٰتࣲۚ  kelimesi mef‘ûldür.  بَعۡضَهُمۡ  ifadesi  بَ  harf-i cerinin kaldırılmasıyla nasb edilmiştir. Yani bazıları üzerine yükselttik. Bir görüşe göre bu ifade ayette önce geçen [Birbirleri üzerine üstün kıldık.] ifadesine bağlıdır. Yani birbirleri üzerine üstün kıldık ve bazılarının derecelerini yükselttik. Bunu, “bazılarını” ifadesini zikredip açıklamış ve “Onlardan bazısı vardır ki Allah onunla konuşmuştur.” buyurmuştur. Bu ifade önce geçmiş olsa da mana olarak sonra gelir. Bir görüşe göre takdim ve tehir yoktur; her söz yerli yerindedir. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

 

 وَاٰتَيْنَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَاَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِۜ


فَضَّلۡنَا  veya ..كَلَّمَ ’ye matuf olan cümle, وَ ’la gelmiştir. Atıf sebebi temasüldür. Cümle mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bedel dolayısıyla cümlede ıtnâb vardır. ...أَیَّدۡنَـٰهُ  makabline matuf mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.


Bu cümle  فَضَّلۡنَا  cümlesine atıftır. Hz. Îsâ’nın mucizeleri ölüleri diriltmesi, hastalara şifa vermesi, alaca hastalarını ve körleri iyi etmesi, toprağa kuş sureti verip canlandırmasıdır. Bir görüşe göre burada kastedilen İncil ve mucizelerdir. [Ve onu Rûhu’l-Kudüs ile güçlendirdik.] Yani onu Cebrail ile destekledik. Bir görüşe göre burada kastedilen İncil’dir. Bir görüşe göre Allah’ın İsm-i Âzamıdır. Bir görüşe göre onun temiz ruhudur. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)


وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلَ الَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَلٰكِنِ اخْتَلَفُوا 


وَ  istînâfiyye, لَوۡ  şartiyyedir. Cümle şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidai kelamdır.

لَوۡ gayrı cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildirir. 

Bu edat, gerçekleşmeyen iki fiil arasındaki ayrılmazlık ilişkisini ifade eder. Nahivciler لَوۡ  edatını “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Bu tanıma göre لَوۡ  edatı cevabın gerçekleşmediğine açık bir şekilde delalet eder. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

لَوۡ , muzari fiilin başına gelince teşvik, mazinin başına gelince kınama manası ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü't Tefâsir, 5/63)

Şart fiili  شَاۤءَ ’dir. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük haşyet uyandırmak içindir.

Mazi fiil sıygasıyla gelen şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

 ...مَا ٱقۡتَتَلَ ٱلَّذِینَ مِنۢ  şeklindeki menfi mazi fiil sıygasındaki cevap cümlesi faidei haber ibtidaî kelamdır. Fail olan  ٱلَّذِینَ  şeklindeki ism-i mevsûlün sılasının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  مِنۢ بَعۡدِهِم , bu mahzuf sılaya müteallıktır.  ٱلَّذِینَ ’de tevcih sanatı vardır.

مِّنۢ بَعۡدِ , masdar-ı müevvel olan  مَا جَاۤءَتۡهُمُ ٱلۡبَیِّنَـٰتُ  cümlesine muzâf olmuştur. Harf-i cerle birlikte  مَا ٱقۡتَتَلَ  fiiline müteallıktır. 

... وَلَـٰكِنِ ٱخۡتَلَفُوا۟  cümlesinde  وَ  istînâfiyye,  لَـٰكِنِ  istidrâk harfidir. Cümle mazi fiil cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 


فَمِنْهُمْ مَنْ اٰمَنَ وَمِنْهُمْ مَنْ كَفَرَۜ


فَ  ta’liliyyedir. Ta’lil cümleleri, kastedilen mananın nedenini ve sebebini beyan etmek maksadıyla yapılan ıtnâbtır. 

Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  مِنۡهُم  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَّنۡ  ise muahhar mübtedadır. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı formda gelen müteakip cümle, makabline matuftur.

فَمِنۡهُم مَّنۡ ءَامَنَ  cümlesi ile  وَمِنۡهُم مَّن كَفَرَۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Farklı kişileri temsil eden  مَّن ’ler arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ءَامَنَ - كَفَرَۚ  lafızları arasında da tıbâk sanatı vardır. (Safvetü't-Tefâsir)

وَلَوۡ شَاۤءَ ٱللَّهُ [Allah dileseydi] -bu, zorlama anlamında bir dilemedir- مَا ٱقۡتَتَلَ [savaşmazlardı] yani peygamberlerden sonra gelenler dinde ihtilafa düşmek, mezheplere bölünmek ve birbirlerini tekfir etmek gibi nedenlerden dolayı savaşmazlardı. وَلَـٰكِنِ ٱخۡتَلَفُوا۟  [Fakat anlaşmazlığa düştüler;] فَمِنۡهُم مَّنۡ ءَامَنَ [içlerinden kimi iman etti] çünkü bunlar peygamberlerin dinine bağlı kaldılar وَمِنۡهُم مَّن كَفَرَۚ  [kimi inkâr etti], bunlar da o dinden yüz çevirdiler. (Keşşâf)


 وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا اقْتَتَلُوا وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَفْعَلُ مَا يُر۪يدُ۟


وَ istînâfiyye, لَوۡ şartiyyedir. Cümle şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَوۡ gayrı cazim şart edatıdır. Şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmediğini bildirir.

Şart fiili  شَاۤءَ ’dir. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Cevap cümlesi  ...مَا ٱقۡتَتَلَ ٱلَّذِینَ مِنۢ ‘ye dahil olan  مَا  nafiyedir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Atıfla gelen son cümlede cihet-i câmia temasüldür.  İstidrak harfi  لَـٰكِنَّ ’nin ismi telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak için lafza-i celâlle gelmiştir. Müsnedin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder. Sılası  یُرِیدُ  olan müşterek ism-i mevsûlde tevcih sanatı vardır.

Ayette terarlanan  وَلَوۡ شَاۤءَ ٱللَّهُ مَا ٱقۡتَتَلَ  ibareleri arasında ve dört kez tekrarlanan  ٱللَّهُ lafızlarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.

[Allah dileseydi onlar savaşmazlardı.] Buradaki tekrar anlamı vurgulamak içindir. وَلَـٰكِنَّ ٱللَّهَ یَفۡعَلُ مَا یُرِیدُ  [Lakin Allah dilediğini yapar.] Burada Allah Teâlâ fiilin ve iradenin kendisine ait olduğunu bildirmiştir. Böylece kulların iyi veya kötü her eylemlerinin Allah’ın dilemesi ve var etmesiyle ortaya çıktığı sabit olmuştur. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)